Şehrin yüzlerce yıllık tarihine şahitlik eden, Osmanlı hanedanının av, dinlenme ve gezi alanı olan İstanbul koruları, bugün de barındırdıkları tarihî yapılar, yüzlerce nadir bitki türleri, gezi ve spor alanlarıyla İstanbullulara rahat bir nefes alabilme imkânı sağlıyor.
İstanbul’un artan nüfus ve çarpık şehirleşme sorunlarına rağmen şehrin belli bölgelerinde varlığını sürdüren korular, İstanbulluların nefes alabildiği alanlar olarak görülüyor.
Sultan II. Mahmud döneminde (1808-1839) Hazine-i Hassa’ya ait olan ve padişahın sık sık avlandığı Haznedar Çiftliği’nin koruluğunu da barındıran Ayazağa Korusu, yaklaşık 8 hektarlık alanıyla çınar, ıhlamur, saplı meşe, at kestanesi ile akçaağaçların yanı sıra diğer korulardakinden farklı boy ve çapta dişbudak ağaçlarıyla dikkat çekiyor.
Ayazağa Kasırları ve Av Köşkü’nü de barındıran yaklaşık 1300 ağaçlık koru içerisinde, tamamlandığında Türkiye’nin en büyük kültür merkezi olacak Ayazağa Kültür Merkezi inşaatına devam ediliyor.
Bebek ile Rumelihisarı arasında, Sultan Abdülaziz döneminin Osmanlı Hariciye Nazırı Arifi Paşa’nın adıyla anılan 22 dönümlük korunun içerisinde zamanla yaşanan yapılaşma sonucu büyük bölümü kaybedilirken, Boğaziçi Üniversitesi yerleşkesine doğru çıkan yamaçtaki küçük bir bölümü bugün varlığını sürdürebiliyor.
Büyük bir kısmı inşaatlarla kapatılan ve küçük ağaç kümeleri şeklinde ayakta kalan aynı bölgedeki Ayşe Sultan Korusu’nda ise Himalaya sediri, servi, mavi atlas sediri, erguvan, defne, ceviz, acem dutu, dişbudak, dağ akçaağacı, Macar meşesi, sakız ağacı gibi nadide ağaçlar bulunuyor.
Bizans döneminde “Kyparates” adıyla anılan ve Baltalimanı’ndan İstinye’ye kadar uzanan geniş bir araziyi kapsayan bir servi ormanı olan bugünkü Emirgan Korusu’nun ismi de IV. Murat’ın İran seferinden dönerken yanında getirdiği Emirgune’nin oğlu Tahmasb Kulu Han’dan geliyor.
MİRGÜN BAHÇESİ
“Emirgune Bahçesi” ve “Mirgün Bahçesi” diye de adlandırılan 472 bin metre karelik bu korunun içinde iki su göleti ile İstanbul Büyükşehir Belediyesince, halka açık şekilde işletilen Sarı Köşk, Pembe Köşk ve Beyaz Köşk de yer alıyor.
Çevresi duvarlarla çevrili olan Emirgan Korusu’nda 120’yi aşkın bitki ve ağaç türü arasında fıstık çamı, kızılçam, Halep çamı, ağlayan çam, veymut çamı,sahil çamı, Japon kadife çamı, Londra çamı, Avrupa, mavi ve konik ladinler ile mavi atlas, Lübnan ve Himalaya sedirleri, kayın, dişbudak, sabunağacı, salkım söğüt, Macar meşesinin yanı sıra Kolorado gümüşi köknarı, Çin mabet ağacı,kaymakağacı, Kaliforniya su sediri, sahil sekoyası ve kafur ağacı gibi ender bitki türleri bulunuyor.
Ortaköy ile Kuruçeşme arasında, özellikle 1980’li yıllarda yapılan iki katlı köşklerin yapıldığı Naciye Sultan Korusu’nun da, bugün yeşil olarak kalan 3,3 hektarlık bir alanında sakız ağacı, fıstık çamları, kızıl çamlar, erguvan, gül ibrişim ve sedir ağaçlarıyla, aynı bölgedeki Naile Sultan Korusu ise fıstık çamları, kızıl çam, mavi atlas sediri, cehri, servi, mahlep, çiçekli dişbudak ve manolya ağaçlarıyla varlığını sürdürüyor.
YILDIZ PARKI KORUSU
Beşiktaş ile Ortaköy arasında yer alan yaklaşık 46 hektarlık alanı ile şehir içerisindeki en büyük koru olan Yıldız Parkı, çeşitli tarih kaynaklarında adı geçen defne ormanları ve mitolojik öykülerdeki “Pan”ın Boğaziçi’nde flütünü çaldığı yeşillikler olarak da biliniyor.
Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) dönemindeki kayıtlarda ilk kez ismine rastlanan ve 1600’lü yılların başında “Kazancıoğlu Bahçesi” olarak anılmaya başlanan Yıldız Korusu, lale devrinin masalımsı “Çerağan eğlenceleri”nin düzenlendiği yer olarak da tarihte yer alıyor.
Yıldız Köşkü’nün de içinde yer aldığı korulukta, yeniçeri teşkilatı kaldırıldıktan sonra kurulan Asakir-i Mansureyi Muhammediye’nin eğitimlerinin de burada yapıldığı biliniyor.
Bezm-i Alem Sultan’ın da bir kasır inşa ettirdiği ve Sultan Abdülaziz’in ise Çırağan Sarayı’nı yaptırdıktan sonra kendisinin de hayran kaldığı bu koruluğu, bugünkü ana cadde üzerinde bir kısmı halen ayakta duran taş ve mermer işlemeli köprüyle saraya bağladığı ve o dönemde sadece padişah ile yakın çevresinin kullanabildiği korunun “Mabeyn Bahçesi” adı ile anıldığı kaydediliyor.
“HER METRE KARESİNE ALTIN DÖKÜLDÜ”
Tahta çıktıktan sonra Yıldız Sarayı’na yerleşen II. Abdülhamid’in Malta, Çadır, Şale, Kaskat, Limonluk, Set ve Cihannüma köşkleri ile Saray Tiyatrosu’nu inşa ettirirken, yerli ve yabancı uzmanlara büyük paralar harcayarak düzenlettiği koru için hatıra defterinde “her metre karesine altın döküldü” ifadesine yer verdiği biliniyor.
Cumhuriyetin ilanından sonra da Yıldız Korusu’nda yeni düzenlemeler yapılırken, 1925’te bir İtalyan işletmeciye verilen ve bir casino olarak kullanılan Şale Köşkü, Atatürk’ün emriyle bu işletmeciden alınıp boşaltılarak yanlış bir kullanımın önüne geçildi.
1930’larda Yıldız Sarayı kompleksi üç bölüme ayrılırken, 1978’de Harp Akademisi’nin kendisine ayrılan bölümden ayrılmasıyla burası Kültür Bakanlığına bağlandı. Şale Köşkü TBMM’ye, koruluk ile içindeki Malta ve Çadır köşkleri ise İstanbul Belediyesine verildi.
İmzalanan bir protokolle, 1940’tan itibaren koru “Yıldız Parkı” adını aldı. 1960-70’li yılları arasında bakımsız kalan park, 1979 yılında Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Genel Müdürü Çelik Gülersoy ile İstanbul Belediye Başkanı Aytekin Kotil arasında imzalanan protokolle, içindeki köşkler restore edilerek yeniden düzenlendi ve kullanıma açıldı.
PARKTA 120’DEN FAZLA
EGZOTİK VE 400 YILLIK AĞAÇLAR
1994’te kira mukavelesi yenilenmeyerek kullanımı İstanbul Büyükşehir Belediyesine geçen köşkler ve parkta, aralarında 400 yıllık olanlarla birlikte nadir bulunan sekoyaların yanı sıra çamlar, sedirler, köknar, ladin, dişbudak, porsuk, ardıç, akçaağaç, meşe, yalancı akasya, sofora, at kestanesi, menengiç, Çin şemsiye ağacı, Amerikan lale ağacı, acem dutu, sabunağacı, kaymakağacı ve oya ağacı gibi çoğunluğu yabancı kökenli 120’den fazla egzotik ağaç ve çalı türü bulunuyor.
KÜÇÜK ÇAMLICA KORUSU
Üsküdar’da 227 rakımlı Küçük Çamlıca tepesi üzerindeki koruluğu da, yamaçlarındaki Tomruk suları, II. Mahmut zamanında sosyal yaşama açılmasıyla biliniyor. Ancak 1970’li yıllardan sonra yaşanan yapılaşma sonucu büyük bir kısmı tahrip edilen koru, fıstık çamları, karaçam, kızılçam, servi, çınar, gürgen ve ıhlamur ağaçlarından oluşuyor.
FETHİ PAŞA KORUSU
Yine Üsküdar’da bulunan 26 hektarlık Fethi Paşa Korusu, 1960-1980 arasında mülkiyet sorunu nedeniyle bakımsız ve girilemez durumda iken, Büyükşehir Belediyesinin istimlak işlerini tamamlamasının ardından 1985-1987 de bakım alınarak gezinti yolları, koşu parkurları, seyir yerleri, kafeterya ve spor alanlarıyla hizmete açıldı.
Çam, meşe, sakız ağacı, akçakesme, at kestanesi, Trabzon hurması, yalancı akasya, dişbudak, porsuk ve nadide bir ağaç olan Japon kadife çamından oluşan koru, halen İstanbul Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğünün sorumluluğunda bulunuyor.
HİDİV İSMAİL PAŞA KORUSU
“Çubuklu Korusu” olarak da bilinen Hidiv İsmail Paşa Korusu, Çubuklu’da sahilden yamaca doğru yükselen yaklaşık 17 hektarlık alan üzerinde kurulu bulunuyor ve bölgedeki yerleşimin Bizans dönemine dayandığı biliniyor.
Bizans kaynaklarında Aziz Alexandır’ın kurduğu ve “Akimitis” olarak bilinen ve gece gündüz nöbetleşe ibadet etmeleri sebebiyle “uykusuz” olarak adlandırılan keşişlerin yaşadığı bir manastırın da o dönem bu bölgede kurulduğuna ilişkin bilgiler yer alıyor.
İtalyan mimarisinin hakim olduğu ve 1907’de yapılan “Hidiv Kasrı”nın da bulunduğu Çubuklu Korusu, gümüşi ıhlamur, at kestanesi, porsuk ve fıstık çamları, ehrami serviler, saplı meşe, yaz ıhlamuru, dişbudak, yalancı akasya, Akdeniz defnesi, Trabzon hurması, kuş üvezi, erguvan, çitlembik ve Londra çınarı gibi ağaçlardan oluşuyor.
|