Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Mayıs 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Asker sorunu

Türkiye gerçek demokrasi olacak mı, olmayacak mı? Türkiye’de demokrasi ikinci sınıflıktan kurtulacak mı, kurtulmayacak mı?

Yanıt, Türkiye’nin asker sorunu konusunda düğümleniyor.

Yazın bir kenara:

Türkiye ‘asker sorunu’nu çözmeden birinci sınıf demokrasi olamaz.

Biliyorum, bu ülkede demokrasinin sınıf atlamasını engelleyen daha çok sorun var.

Kürt sorunu var. PKK sorunu var. Terör ve şiddet sorunu var. Aş ve iş sorunu var. İnsan hakları sorunu var. Hukuk sorunu var. Eğitim sorunu var. Laiklik sorunu var. Türban sorunu var. Siyasal katılım sorunu var. Siyasi partilerde lider sultası sorunu var.

Liste uzatılabilir.

Peki ya asker sorunu?..

Bu sorun çok uzun yıllardır Türkiye’de demokrasiyi ikinci sınıflığa mahkum eden bütün bu temel sorunların düğüm noktasında yer alıyor.

Ne midir asker sorunu?

Kendi vatandaşlarının bir bölümünü Türkiye düşmanı ilan edebilmektir örneğin...

Ne midir asker sorunu?

Halkın oyuyla seçilmiş bir parlamentoda çoğunluğun, meşru anayasal kurallar içinde gösterdiği bir adayın cumhurbaşkanı seçimine karşı çıkmaktır örneğin...

Ne midir asker sorunu?

Rejim içinde Çankaya’yı kendi tekelinde tutma çabasıdır örneğin...

Ne midir asker sorunu?

Kürt sorunu deyince, Kıbrıs deyince, bu alanları kendi tekelinde tutmak isteyen bir anlayıştır örneğin...

Ne midir asker sorunu?

Kürt sorununda, Kıbrıs’ta, Ermeni meselesinde, AB konusunda kendi anlayışının dışına çıkanları ‘vatan hainliği’ne kadar varan suçlamalarda bulunacak ölçüde kendi ezberine inanmaktır örneğin...

Ne midir asker sorunu?

Darbeler yapmak, rejime müdahalelerde bulunmaktır örneğin... Siyaseti istikrarsızlaştırıcı ve sivil siyaset alanını daraltıcı yasaklar koyarak, siyasal normalleşmeyle demokratik olgunlaşmayı geciktirmektir örneğin...

Ne midir asker sorunu?

Askeri yönetimlerin darağaçları kurmasıdır örneğin... Menderes’leri, Deniz Gezmiş’leri, Erdal Eren’leri idam sehpalarına göndererek Türkiye’nin bağrında yaralar açmak ve siyaseti cepheleştirmektir örneğin...

Ne midir asker sorunu?

Askeri yönetimlerin hapishanelerinde Felat Bey’lere bok yedirmektir örneğin... Ziverbey Köşk’lerinde işkence evleri kurmaktır örneğin...

Ne midir asker sorunu?

Seçim sandığından halkın oyuyla çıkan sivil siyasetçilere güven duymamaktır örneğin...

Ne midir asker sorunu?

Kendi düşüncelerine, kendi ezberlerine körü körüne bağlı olmak, onları sorgulamaktan uzak durmak, sorgulamaya kalkışanları psikolojik savaş yöntemleriyle korkutmak, etkisiz kılmaya çalışmaktır örneğin...

Evet, Türkiye’nin asker sorunu vardır. 27 Nisan 07 tarihli gece yarısı muhtırası da bu sorunun varlığını bir kez daha sergilemiştir.

1969’dan beri gazeteciyim.

Bu ülkenin önde gelen liderlerinin, başbakanlarının asker sorunu diye bir sorunun altını çizdiklerine çok tanık oldum.

Demirel de, rahmetli Özal ve Ecevit de, Yılmaz da, Çiller de askerden yakındılar. Özellikle Kürt sorunu, Kıbrıs, özgürlükler gibi bazı alanlarda “Bırakmıyorlar ki yapalım!”a benzer bir cümleyi hepsinin ağzından duydum.

Hep yakındılar.

Ama hep kapalı kapılar arkasında kaldı bu yakınmalar...

İspanya’nın da asker sorunu vardı.

Çözdü.

Yunanistan’ın da vardı.

Çözdü.

Bu ülkelerin sivil siyasetçileri, yaşadıkları diktalardan, askeri yönetimlerden, askeri vesayet rejimlerinden gerekli dersleri çıkartarak ‘demokrasinin ortak platformu’nda birleştiler; askerin seçilmiş sivil otoriteye tabi olduğunu kağıt üstünde kalmaktan kurtardılar; direnenleri kodese attılar; böylece demokrasilerini birinci sınıf yaptılar AB yolunda yürürken...

Bizde de çözülecek asker sorunu!

Bu açıdan, AKP hükümetinin ‘gece yarısı muhtırası’na karşı almış olduğu ilk tavır demokrasi konusunda umut vericidir.

Dileriz, devam eder.

Bir yana not edin:

Türkiye’de asker sorunu, aynı zamanda bir ‘sivil sorunu’dur. Özellikle muhalefet saflarında uç vermiş olan asker taşeronluğu bu sorunun çözümünün, dolayısıyla gerçek demokrasinin önündeki başlıca engeldir.

Keşke muhalefetteki asker taşeronluğu havası dağılsa, “Asker demokrasiyi kurtardı!” sesleri kulaklara çalınmasa, ve nihai hesaplaşma tabii asker eli olmaksızın seçim sandığında halkın oyuyla yapılsa...

Son söz:

Asker sorunu çözülmeden, gerçek demokrasi olamayız.

Milliyet, 1.5.2007

Hasan CEMAL

02.05.2007


 

Mitingler, kitleler

Abdullah Gül’ün adaylık haberini Londra’dayken aldığımı yazmıştım. Bunun hakkında düşündüklerimi oradan yazdım. Geldim ki, gene ‘gece yarısı muhtıraları’ falan, olağanüstü koşullarda yaşadığımızı kanıtlayan işler olmuş. Dün de İstanbul’daki miting yapıldı.

İlkin bundan başlayayım: bir solcu olarak, kitlelerin inanç ve isteklerini sokaklarda, meydanlarda, haykırarak dile getirmesini her zaman sağlıklı bulmuşumdur. Bu çerçevede, bir kriz yılı olduğu ve böyle devam edeceği belli olan 2007’nin en olumlu olayları da, benim açımdan, Ankara’daki ve İstanbul’daki mitingler -bunlar benim katılacağım mitingler olmadığı halde.

Her ikisi de son derece kalabalıktı; sayılar çoğalınca, olayda yer alanların düşünce yelpazeleri de aynı oranda genişler. Ama sonuçta sokağa dökülen bunca insanın başlıca kaygısının laiklik temelinde biçimlendiği besbelli. Türkiye’de laikliğin anlaşılma ve uygulanma biçimleri üstüne herhalde daha çok tartışılacak, ama bu kalabalıkların laikliği kaybetme korkusuyla hareket ediyor olması, başlı başına, bir sağlık belirtisi bence.

AKP’nin, malum ‘takiye’ yöntemleriyle vb. laikliği yok etmeye kararlı bir örgüt olduğu iddialarını hiç ciddiye almamakla birlikte, bu kaygının büsbütün boş olmadığının ispatı, grupların burada bulunduğunu ve hatta en üst düzeylerde de temsil edildiğini biliyorum. Bu nedenle de bu mitingler olumlu; tam yerine oturmuş bir şekilde, meydanın boş olmadığını gösteriyor.

Benzer sözleri 28 Şubat öncesinde yazdığımı hatırlıyorum: o zaman belli başlı işçi sendikalarının yanı sıra belli başlı işveren örgütleri de, içinde Erbakan’ın bulunduğu hükümete karşı bir platform oluşturmuştu (dünya siyaset tarihinde benzeri ender görülen bir birleşme). Bir iktidara karşı toplum bu şekilde birleşmişken, niçin birileri hâlâ ‘asker’den medet umar? Bu ne kadar derin bir ‘güvensizlik’tir, topluma karşı?

Sonuçta, o hükümeti istifaya zorlayan jestler gene Silahlı Kuvvetler’den geldi. Gelmesi de mukadderdi, çünkü bir toplumda bu konuma erişmiş herhangi bir toplum, öyle bir yaptırım gücünün kendi elinden kayıp bir başka kuruma, hele hele toplumun eline geçmesini istemez, isteyemez.

Şu son mitinglerde ciddi rolü olduğu anlaşılan emekli general Hurşit Tolon da bu mitinglerin hükümetin aldırışsızlığına karşı mecburen yapıldığını söylerken, kendi öz ideolojisinde halkın sokağa dökülmesinin çok muteber bir şey olmadığını istemeden açığa vuruyordu -belki de ‘isteyerek’. Yeni bir 12 Eylül olsa, aynı kişi, sokakta 50 kişinin toplanmasına tahammül edemez, deneylerimizin çok iyi gösterdiği gibi.

Gene bu mitinglerin ikincisinde, ‘gece yarısı muhtırası’nı izleyeninde, ‘Ne postal, ne takunya’ gibi dövizler olduğu görülüyor. Konuşmacıların bazıları ya da katılımcı grupların bazıları, ‘irtica’ karşısındaki alternatifin ‘darbe’ olmadığını vurgulamaya özen göstermiş.

Bu iyi, ama bunlar, her iki mitingin de, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleneksel-göreneksel devletinin kanatları altında gerçekleştirdiği olgusunu değiştirmiyor. Tuhaf, ‘paradoks’ sınırlarına dayanan bir ilişki: ikinci miting ‘muhtıra’nın gölgesinde yapılıyor ve aslolarak o ‘irade’nin bir yansıması; ama toplanan kitlelerin arasında azımsanmayacak sayıda birilerinin de ‘Darbe istemiyoruz’ demesi ilginç ve anlamlı. ‘Anlam’, tabii, ‘anlama’ fiiline bağlı bir şeydir.

Radikal, 1.5.2007

Murat BELGE

02.05.2007


 

23 Nisan’da Kur’ân yarışması düzenlemek yasak mı?

Düşünüyorum da şu “Tekno-muhtıra” nın içeriğine ilişkin ciddi ciddi matrak bir yazı yazılabilir. Vallahi Türk ordusunun komuta kademesinin nasıl oluyor da böylesine “acayip ve zayıf” içeriğe sahip bir metni kendi adlarına yayınlayabiliyorlar.

Güzel bir gün geçirmiş, tam da yatmaya hazırlanırken o da ne...

İyi de nasıl oluyor da böyle bir metin Türk Silahlı Kuvvetleri adına kamuoyuna açıklanabiliyor. Gerçekten... Muhtırasında falan değilim. İnanın ülkenin gidişatına yeni bir müdahale olması bile o kadar önemli değil. Ama nadir o muhteva Allah aşkına... Okur okumaz ilk verdiğim tepki bu... TSK’nın Kutlu Doğum’dan rahatsız olması mümkün mü? Olmamalı..

Oluyorlar ama... Öyle görünüyor. Niçin, neden? 23 Nisan’da Kuran yarışması düzenlenmiş... Ne olmuş yani, 23 Nisan’da Kuran yarışması düzenlemek yasak mı? Kaldı ki 23 Nisan’ın Kuran yarışması yapılması ile bir zıtlığı bir karşıtlığı, bir düşmanlığı mı belirliyor, böyle bir şey olabilir mi? Yoksa, askerlik hizmetimizi bir “vatani görev olarak” yerine getirirken “Kuran’dan rahatsız olanların yönettiği bir kuruma mı hizmet etmişiz” diye düşünmüyor değil insan. Şimdi birilerinin çıkıp “TSK’nın Kuran ile hiçbir sorunu yoktur, olamaz da” demesi gerekmiyor mu?

Bugün, 1.5.2007

Nuh GÖNÜLTAŞ

02.05.2007


 

İşte bunun için AB’yi istiyorum

Ne kadar üzgünüm, ne kadar moralim bozuk, tahmin edemezsiniz.

Acaba kendi kendimi mi aldatmışım? Olmayan bir şeyleri hayal edip, rüyalarımda şatolar kurup, bu ülkenin çok değiştiği rüzgarını kendi kendime ben mi üretmişim ve bundan dolayı mı üzgünüm?

Herhalde.

Türkiye’nin artık değiştiğini sanmıştım, meğer hiç değişmemiş.

Türkiye’de artık, çağdışı kalan askeri müdahale dönemlerinin kapandığına inanmıştım, meğer yanlışmış.

Geçmişten dersler aldığımızı söylemiştik.

Meğer hiçbir ders almamışız.

Reform paketleri çıkarttık ve kafaların değiştiğini ileri sürdük.

Söz konusu değilmiş.

Etrafa demokrasi dersleri verdik, meğer yanlış kitaplar okuduğumuzdan olacak, demokrasinin temelini çatlattık.

Meğer 1960’ların Türkiye’si, 2007 yılında da aynı Türkiye imiş.

Hala uzlaşının ne olduğunu bilmeyen, kaba kuvvetten hoşlanan, demokrasiyi sadece şıklık olsun diye kullanan, darbelerden kurtulamayan bir Türkiye’de yaşıyormuşuz.

Genelkurmay Başkanlığı’nın yayınladığı muhtıra çok talihsiz bir olaydır. Askerin siyasete karışmasına, ilk yazı yazmaya başladığım günden bu yana karşı çıkmışımdır. Siyasete bulaşmanın TSK’yı zayıflattığına, hiçbir şeyi düzeltemediğine inanırım. Göreceksiniz bu defa da aynı olacak ve yararından çok zararını göreceğiz.

Askeri kışkırtanlar herhalde şu sıralarda çok memnundurlar.

İstediklerini elde ettiler. Askeri kışlasından çıkarttılar. Oysa rejimi koruma ve kollama görevi artık Silahlı Kuvvetler’de olmamalıydı. Bu görev sivil toplum örgütlerine, bizlere, medyaya aitti.

(...)

Olanlar oldu ve demokrasimiz sınıfta kaldı.

İşte ben de bunun için Avrupa Birliği’ni istiyorum.

Türkiye’mizi çağdaşlığa taşıyacak olan demokratik_laik sistemi, askerin değil, asıl AB’nin daha etkili şekilde koruyup kollayabileceğine inandığım için AB’yi istiyorum.

AB’nin bu ülkeyi bölmek değil, tam aksine tüm renkleriyle bir arada tutabilecek en önemli yapıştırıcı olduğunu bildiğim için istiyorum.

Çocuklarıma, torunlarıma uygar, demokrat ve laik bir ülke bırakmanın tek yolunu AB’de görüyorum…

Posta, 1.5.2007

Mehmet Ali BİRAND

02.05.2007


 

Türkiye’ye bakışta ABD-AB farkı

Türkiye’deki son siyasal gelişmeler ve bu arada özellikle Genelkurmay Başkanlığı’nın “e-muhtırası”, ABD ile AB’nin Ankara’ya bakış açısındaki farkı bir kez daha ortaya koydu.

Temelde Avrupalıların ve ABD’nin Türkiye’ye yaklaşımlarında önemli ortak noktalardan biri, özgür ve demokratik rejimin korunmasıdır. AB kadar Washington da, cumhurbaşkanı seçimi krizinin demokratik yollardan ve uzlaşmayla çözümlenmesini istiyor.

Bu ilkesel ortak duruşa rağmen, Atlantik’in iki yakası arasındaki tavırda, öncelikler bağlamında, önemli farklılık var.

Avrupa için öncelik, demokratik değerlerin ne pahasına olursa olsun korunmasıdır. Yani AB dilini kullanırsak, Türkiye’nin mutlaka Kopenhag kriterlerine uygun hareket etmesi zorunluğudur.

ABD için ise öncelik kendi stratejik çıkarlarıdır. Washington Türkiye’deki gelişmeler karşısında daha ihtiyatlı davranmak gereğini duymaktadır.

Sarkozy’ye koz!

Brüksel ve çeşitli Avrupa başkentlerinden gelen tepkiler, Avrupa’nın TSK’nın “e-muhtırası”na karşı tavrını yeterince ortaya koydu.

AB’nin resmi ağızları düşündüklerini açıkça dile getirmekten de çekinmediler. Dönem başkanı Almanya, yayımladığı bir bildiride, Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ve Anayasa Mahkemesi’nin “dış baskılardan etkilenmemesinin çok önemli olduğunu” vurguladı. AB’nin üst düzey yöneticileri (J.M. Barroso ve Olli Rehn gibi), sorunun “Türk Silahlı Kuvvetleri için de bir sınav” olacağını belirttiler...

Avrupa basını ise tavrını daha da açık olarak ortaya koydu. İngiliz “The Guardian”ın belirttiği gibi, AB’de Türkiye’ye soğuk bakanlar, şimdi siyasal krizi ve ordunun müdahalesini kendi lehlerine bir sav olarak kullanacaklardır.

Gerçekten bu durum, Sarkozy’den Merkel’e kadar, Türkiye’nin AB üyeliğini istemeyenlerin eline şimdi bir koz veriyor...

Ne suya, ne sabuna...

Washington’dan gelen tepkiler ise yönetimin bu aşamada açık bir tavır almak istemediğini gösteriyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın resmi beyanında demokrasi vurgusu yapılıyor ve Washington’un Türkiye’deki demokratik sürece destek verdiği belirtiliyor.

Yasemin Çongar’ın dünkü yazısının son bölümünde, görüştüğü yetkilinin söyledikleri de açıkçası yönetimin ne siyasi iktidara, ne de Silahlı Kuvvetler’e karşı sayılabilecek bir tavır almamaya özen gösterdiğini ortaya koydu.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, ABD’nin Türkiye’ye yaklaşımında önceliği stratejik çıkarlardır. Washington bu gibi hallerde pragmatik bir tavır benimser. Gerçik Bush yönetimi bir süredir Türkiye’yi İslam dünyasına örnek olarak gösteriyor ve bu nedenle de bu “model”in sarsıntı geçirmemesini arzu ediyor. Ama öte yandan, Irak’ta ve bölgede başı dertte olan ABD’nin, Türkiye ile bozuşacak hali yoktur. Hele Türkiye’nin ABD’den Kuzey Irak konusunda aktif destek beklediği bir dönemde, Washington için öncelik Ankara’yı “kaybetmemek”tir. Takındığı tavır, Türkiye’de herkesi memnun etmese de...

Milliyet, 1.5.2007

Sami KOHEN

02.05.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004