|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Üzerinize saf ateşten bir alevle bakır gibi kızıl bir duman salınır da, birbirinize hiçbir yardımınız dokunmaz.
Rahman Sûresi: 35
|
22.04.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Allah katında amellerin en sevimlisi az da olsa devamlı olanıdır.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 118
|
22.04.2007
|
|
Hz. Muhammed (asm), bütün enbiyânın imamıdır
Hem, hiç mümkün olur mu ki, acîb mu’cizelerle, garip ve kıymettar şeylerle dolu Hazîneler Sahibi, sarraf bir tarif edici ve vassâf bir teşhir edici vâsıtasıyla enzâr-ı halka arz ve başlarında izhâr etmekle, gizli kemâlâtını beyân etmek irâde etmesin ve istemesin?
Hem, mümkün olur mu ki, bu kâinatı bütün esmâsının kemâlâtını ifade eden masnuâtla tezyin ederek seyir için garip ve ince san’atlarla süslenilmiş bir saraya benzetsin de, rehber bir muallim tâyin etmesin?
Hem, hiç mümkün olur mu ki, bu Kâinatın Sahibi, şu kâinatın tahavvülâtındaki maksad ve gàye ne olacağını müş’ir, tılsım-ı muğlâkını, hem mevcudâtın “Nereden? Nereye? Necisin?” üç suâl-i müşkülün muammâsını, bir elçi vâsıtasıyla açtırmasın?
Hem, hiç mümkün olur mu ki, bu güzel masnuât ile kendini zîşuura tanıttıran ve kıymetli nimetler ile kendini sevdiren Sâni-i Zülcelâl, onun mukabilinde, zîşuurdan marziyâtı ve arzuları ne olduğunu, bir elçi vâsıtasıyla bildirmesin?
Hem, hiç mümkün olur mu ki, nev’î insanı şuurca kesrete mübtelâ, istidadca ubûdiyet-i külliyeye müheyyâ sûretinde yaratıp, muallim bir rehber vâsıtasıyla onları kesretten vahdete yüzlerini çevirmek istemesin?
Daha bunlar gibi çok vezâif-i nübüvvet var ki, her biri bir bürhan-ı katîdir ki, Ulûhiyet risâletsiz olamaz.
Şimdi acaba, âlemde, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmdan, beyân olunan evsaf ve vezâife daha ehil ve daha câmi’ kim zuhur etmiş? Ve rütbe-i risâlete ve vazife-i tebliğe ondan daha elyak, daha evfak hiç zaman göstermiş midir? Hayır, aslâ ve kat’â! Belki o, bütün resûllerin seyyididir, bütün enbiyânın imamıdır, bütün asfiyânın serveridir, bütün mukarrebînin akrebidir, bütün mahlûkatın ekmelidir, bütün mürşidlerin sultanıdır.
Sözler, s. 63
Lügatçe:
vassâf: Vasıflandıran, vasıflarını sayarak öven.
enzâr-ı halk: Halkın bakışları.
izhâr: Gösterme.
esmâ: Allah’ın isimleri.
masnuât: Sanatla yaratılmış mevcudat.
tezyin: Süsleme.
muallim: Talim eden, öğretmen.
tahavvülât: Bir halden diğer hale geçmeler, değişiklikler.
müş’ir: Gösteren, haber veren.
tılsım-ı muğlâk: Anlaşılması zor, kapalı, gizli sır.
zîşuur: Şuur sahibi.
marziyât: Râzı olunacak şeyler, Allah’ın rızasına dair olanlar.
nev’î insan: İnsanoğlu.
kesret: Çokluk.
istidadca: Kabiliyet yönüyle.
ubûdiyet-i külliye: Büyük, geniş ve umumî kulluk.
müheyyâ: Hazır, hazırlanmış.
vahdet: Birlik.
vezâif-i nübüvvet: Peygamberlik vazifeleri.
bürhan-ı katî: Kesin delil.
Ulûhiyet: İlâhlık.
risâlet: Peygamberlik.
evsaf: Vasıflar.
vezâif: Vazifeler.
câmi’: Cemeden, toplayan, içine alan.
rütbe-i risâlet: Peygamberlik rütbesi, mertebesi.
vazife-i tebliğ: Tebliğ vazifesi.
elyak: En lâyık.
evfak: En uygun.
kat’â: Hiçbir vakit, asla.
resûl: Allah’ın gönderdiği elçi, peygamber.
seyyid: Efendi.
enbiyâ: Peygamberler.
asfiyâ: Sâfiyet, kemâlât ve takvâ sahibi olan, Hz. Peygamber’in (asm) vârisi hükmünde, onun meslek ve gayelerini hayata geçirmeye ve tatbike çalışan âlim zâtlar.
server: Baş, başkan, reis.
mukarrebîn: Allah’a mânen yakın olanlar.
akreb: En yakın.
ekmel: En mükemmel.
|
22.04.2007
|
|
Akıl-kalp birlikteliği
Risâle-i Nur Külliyatının belki de en önemli özelliği insanı tek bir yönüyle değil, bütün yönleriyle ele almasıdır. Ve tıpkı üstadı Kur’ân gibi insanın bu bütün yönlerine hitap edebiliyor olmasıdır. Hiç şüphesiz bahsedilen yönler içinde belki de en önemlileri akıl ve kalptir. Ve Risâle-i Nur akıl ve kalp boyutunu birleştirebilmiştir.
Akıl ve kalp birlikteliği o kadar önemli bir konudur ve Risâle-i Nur’un bu husustaki başarısı o kadar büyüktür ki, Risâle-i Nur yüzyıllardır gidilemeyen, İslâm tarihinde bir çok kırılmaya dahi sebep olan bir yolda kolaylıkla ilerleyebilmiştir. Yeni bir yol açmıştır. Aslında Peygamber-i Zîşan’ın (asm) ve sahabelerinin gittiği yolu yeniden açmıştır.
Risâle-i Nur’da akıl ve kalp birlikteliğine dair o kadar çok örnek, o kadar çok metin var ki; ben kendim yaptığım kaba bir aramada bile akıl ve kalbin birlikte zikredildiği yüzlerce yer buldum.
Meselâ Âyetü’l-Kübrâ olan muhteşem 7. Şuâ, bu akıl-kalb birlikteliğine ne güzel bir örnektir. Bu risâlede seyahat eden dünya seyyahı, hep aklıyla beraber kalbini de seyahat ettirmiştir. Kalbini de, aklını da bu seyahatte Malik-i Hakikisini tanımak için beraberce kullanmıştır. Bu risâlede geçen bazı ifadeler bu hususa işaret eder. Meselâ;
“...Kendi akıl ve kalbiyle beraber ‘Âmentü billâh’ dediler”
Ve “Kalbi içeriye girdi, akıl gözüyle gördü ki:...”
Ve “Nasıl ki mide bir rızık ister; öyle de, kalb ve ruh ve akıl ve göz ve kulak ve ağız gibi insanın lâtifeleri ve duyguları dahi Rezzâk-ı Rahîmden rızıklarını isterler ve müteşekkirane alırlar.” (Şuâlar, 7. Şuâ) gibi pek çok örnek verilebilir.
Yine, meselâ Sahabeler hakkındaki bir bahiste sorulan bir suâle şöyle cevap verilir:
“Elcevap: Eğer insan yalnız bir kalbden ibaret olsaydı, bütün mâsivâyı terk, hattâ esmâ ve sıfâtı dahi bırakmak, yalnız Cenâb-ı Hakkın zâtına rapt-ı kalb etmek lâzım gelirdi. Fakat insanın akıl, ruh, sır, nefis gibi, pek çok vazifedar letâifi ve hasseleri vardır. İnsan-ı kâmil odur ki, bütün o letâifi, kendilerine mahsus ayrı ayrı tarîk-i ubudiyette hakikat cânibine sevk etmekle, Sahâbe gibi geniş bir dairede, zengin bir sûrette, kalb bir kumandan gibi, letâif askerleriyle kahramanâne maksada yürüsün. Yoksa, kalb, yalnız kendini kurtarmak için askerini bırakıp tek başıyla gitmek, medar-ı iftihar değil, belki netice-i ıztırardır.” (Sözler, 27. Söz) Risâle-i Nur’un yaptığı tam da budur. Kalbi kumandan yaparak, akıl ve diğer lâtifeleri de çalıştırarak Sahabe mesleğini uygulamak...
Akıl ve kalp birlikteliğinin en fazla vurgulandığı yerlerden biri ise Sözler’in hemen arkasında yayınlanmış olan “Konferans”tır. Akıl-kalp birlikteliğine dair anlatmak istediğim şeyler benim bahsedeceğimden daha güzel biçimde orada belirtilmiş. Öyleyse biraz “Konferans”a gidelim:
“..Hem insan yalnız akıldan ibaret değildir; kalb, ruh, sır ve vicdan gibi mânevî lâtife ve cihazata da mâliktir. Aklınız herbir mesele-i imâniyeyi birinci okuyuşta hakkıyla kavrayamasa da kalb ve ruh ondan hissesini alır...
“...mesâil-i imâniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecâta göre ruh, kalb, sır, nefis ve hâkezâ, letâif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır. İşte Risâle-i Nur her yerde suyu buluyor, çıkartıyor. Evvelce gidilen uzun yolu kısaltıyor ve müstakîm ve selâmetli yapıyor...
“...Evet, bu asra öyle bir Kur’ân tefsiri lâzım ve elzemdir ki, Risâle-i Nur gibi, akıl, fikir ve mantıkı çalıştırsın, ruh ve kalb ve vicdanı tenvir etsin...” (Sözler, Konferans)
Evet lâzımdır. Ve çok şükür meydandadır. Lâkin...
Lâkin diyorum, çünkü bir sonraki yazı akıl-kalp birlikteliği ile irtibatlı, ancak daha özel bir meseleye dair olacak. Haber verelim, efendim.
[email protected]
|
Ahmet Tahir UÇKUN
22.04.2007
|
|
Ali Mutlu Ağabeyin ardından
Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Hakîm’inde “Her nefis ölümü tadıcıdır” (Âl-i İmran Sûresi: 185) buyurmaktadır.
Ölüm, mü’minler için dünya zindanından saadet saraylarına ve cennet bahçelerine uçmaktır. Sevdiklerine kavuşma vesilesidir. Dünya hayatının sıkıntılarından kurtulup Cennetü’l-Firdevs’te ebediyen rahata kavuşmaya ve huzur-u Rahmana varmaya sebeptir.
İman ve Kur’ân gözlüğü ile ölümün gerçek yüzünü keşfeden Üstad Bediüzzaman Said Nursî, onu şu güzel ifadelerle izah eder: “Nur-u Kur’ân ile gördüm ki, ölümün peçesi gerçi karanlık, siyah, çirkin ise de, fakat mü’min için asıl siması nurânîdir, güzeldir gördüm. Ve çok risâlelerde bu hakikati kat’î bir sûrette ispat etmişiz. Sekizinci Söz ve Yirminci Mektup gibi çok risâlelerde izah ettiğimiz gibi, ölüm idam değil, firak (ayrılık) değil, belki hayat-ı ebediyenin mukaddimesidir, mebdeidir (başlangıcı) ve vazife-i hayat külfetinden bir paydostur, bir terhistir, bir tebdil-i mekândır (yer değiştirme), berzah âlemine göçmüş kafile-i ahbaba kavuşmaktır. Ve hakeza, bunlar gibi hakikatlerle ölümün hakikî güzel simasını gördüm. Korkarak değil bir cihetledde müştakane (arzu ile) mevtin yüzüne baktım.” (Lema’lar, s. 519)
Kayseri’de Risâle-i Nur hizmetlerinin önde gelenlerinden Ali Mutlu Ağabeyin vefat haberini gazeteden öğrenince, hayalim beni yıllar öncesine götürdü.
Yetmişli yıllarda lise hayatımız Kayseri’de geçti. O zamanlar fırsat buldukça, Kurdoğlu apartmanındaki Nur sohbetlerine giderdik. Henüz dersanelerde koltuk ve çekyatlar bulunmadığı dönemlerdi. Merhum Ali Ağabey orada iki dizinin üstüne oturup rahleyi önüne kor, kendine has gür sesi ve mütebessim simasıyla gelenlere Risâlelerden bahisler okurdu.
Kendisini Risâle-i Nur hizmetlerine adayan fedakâr, cesur ve gayretli olan Ali Ağabey, hem Kayseri, hem civar illerdeki hizmetlerle meşgul olurdu. Gecesini gündüzüne katar, çoğu zaman ailesinden ayrı kalarak bu hizmetlerde koştururdu.
Birçok siyasî çalkantıların yaşandığı altmışlı, yetmişli yıllarda, onun fedakârâne, kararlı ve cesaretle yaptığı hizmetlerini yakın dostları çok iyi bilir.
Bütün Türkiye çapında Nur hizmetleri o dönemlerde aşk ve heyecanla dalgalanmaktaydı. Merhum Ali Ağabey de Kılnamaz, Kurdoğlu ve Yolbaşı dersanelerinde diğer ağabey ve gençlerle beraber, bütün enerjisiyle daha çok insana Risâle-i Nur’un ulaşması için gayret ederdi.
Bazen bu hizmetler evlerde, kimi zaman da kırlarda devam ederdi. Yaz geldiğinde ise kendi doğduğu yer olan Hacılar’da kiraz ağaçlarının altında tatlı ders ve sohbetler bir muhabbet şelâlesi gibi akar giderdi.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Risâle-i Nur mesleğinin, sahabe mesleği olduğunu söyler. Bu meslekte lillah için sohbet vardır. Sevgi vardır, uhuvvet vardır, ihlâs vardır. Samimiyet vardır. Feragat ve fedakârlık vardır. Bu üstün meziyetler sayesinde bugün dünyanın her tarafında milyonlarca insan, Nur’a koşuyor.
Ne mutlu birbirlerini Allah için sevenlere… Ve ne mutlu bu sevgi ve manevî kardeşlik mânâsını anlayıp Nur’un hizmetlerinde omuz omuza, yan yana yürüyenlere…
Evet aziz ağabey, sen de diğer ağabeyler gibi Üstadına kavuştun. Ruhun şad, makamın Cennet olsun, kabrin nurla dolsun.
Merhuma Cenâb-ı Haktan rahmet, kardeşlerine, aile efradına ve dâvâ arkadaşlarına başsağlığı diler, taziyetlerimi sunarım.
|
Mehmet ERBAŞ
22.04.2007
|
|
Nurun mümtaz şahsiyeti M. Emin Birinci’nin güzide hatırasına
Nurun mücevherat dükkânında bir inciydin
Hizmette saff-ı evvel her zaman birinciydin
Büyük sadakat ile nurun nâşiri oldun
İhlâsla, feragatla hizmetlerde kayboldun
Nurlu gönüllerde temiz izler bıraktın
Kalbi müşevveş eden tüm kirlerden uzaktın
Giyiminle, kuşamınla, hayatınla numune
Sadakatle eriştin tefani âlemine
Sade bir hayat ile numune-i imtisâl
Ashab-ı suffe misal ne evlâd kaldı, ne mal
Nice güzel huyları zâtında cem eyledin
Bir salât-ı kübrâda sırları dem eyledin
Nadide bir gül gibi hep canlı diri oldun
Nurcuların içinde sıradan biri oldun
O zorlu imtihanda dostlarınla beraber
Sıkıntılı anlarda basıldı nice eser
Nurun fütuhatında unutulmaz gayretin
Her türlü senaya değer yaptığın bu hizmetin
Nurtaşında silinmez hatıra-yı güzîden
Uzun gecede kıyamın nuru oldu seccaden
Tâ başında düşünüp dünyaya taş koydun
Terk ettin evi barkı bu hizmete baş koydun
Vakfeyledin hayatı gece gündüz bu nura
Ancak böyle ulaştın aradığın huzura
Takvayı hayatını kuşatan sur eyledin
Gündüzü nur eyledin, geceni nur eyledin
Mülkün gözyaşı oldun, melekûtun sevinci
Hayatınla modelsin, ölümünle birinci
Fasılasız durmadan hep Risâle okudun
Hayatın tezgâhında sadakati dokudun
Nebîler Nebîsine bizlerden selâm götür
O nadide kamete nuranî meram götür
Kavuştun artık sen de cefakâr o Üstada
Artık berabersiniz safa ile ukbâda
Selâm götür nurların bütün şakirtlerine
Rabbim razı olsun hakkın herbir erine
|
Hanifi ÖRNEK
22.04.2007
|
|
|
|