Hastahane önünde incir ağacı
Bir ilkbahar sabahı. Her yerde bir canlılık, bir hareket, bir heyecan var.
Çiçekler açıyor, ağaçlar yeniden yeşeriyor.
Ama bir tohum, belki de hepsinden heyecanlı. Bir incir ağacı tohumu. Sonbaharda düşmüştü toprağa. Kış boyu toprağın altında duâ etmişti:
“Ey Rabbim. Benim bu küçücük hakikatime neşv-ü nema ver. Beni hayatlandır. Senin ‘’Hayy’’ ismini tecelli ettireyim.”
“Ağaç olayım, yapraklar, çiçekler açayım. Senin ‘Cemal’ ismini göstereyim.”
“Meyvelerim olsun. İnsanlar bunlardan istifade edip, Sana şükretsin. Senin ‘Rezzak’ ismini tecelli ettireyim.”
Ve buna benzer nice duâlar, duâlar…
Tohum önce çatlamıştı….
Bir süre korku yaşadı, “Çürüyüp gideceğim, hayat bulamayacağım” diye.
Oysa, sonra o an anladı ki, “hayata giden yol çürümekten geçiyor.”
Artık büyümeye başlıyordu. Fakat toprağı delip, sevgili güneş ışığı ile henüz karşılaşmamıştı.
Acaba, toprağın üstü nasıl bir yerdi?
Sonra, sonra bir sabah, henüz ilk çıkan filizinde bir ürperti hissetti.
Gözlerini açtığında, önceleri inanamadı. Artık toprağın üstündeydi.
“Allahım, şükürler olsun. Bu ne güzellik. Hiç hayal ettiğim gibi değil. Yerin üstü çok daha muhteşem, çok daha güzelmiş” diye mırıldandı.
Keyifle etrafı temaşa ederken, bir yandan da Yaratıcısını zikrediyordu.
Sonra biraz ilerideki bir incir ağacına gözü ilişti.
Ne kadar heybetli, ne kadar muhteşem duruyordu.
Sonra kendine baktı. “Ben de bu kadar büyük olabilir miyim acaba?” diye düşündü.
Ama, içini büyük bir ferahlık kapladı:
“Çünkü ben küçücük bir çekirdekken, Rabbim beni hayatla şereflendirdi. Elbette O’nu daha çok anlatmam, güzel isimlerini tecelli ettirmem, haşmetini göstermem için, beni de kocaman bir ağaç yapar” diye düşündü.
Her geçen gün biraz daha büyüyor, kökleri toprağın altında yayıldıkça yayılıyordu.
Ama bir gün karşısına sert bir kaya çıktı. “Benim incecik köklerim, bu kayayı nasıl deler, geçer” diye düşünürken, Yaratıcısı geldi aklına.
“Beni yaratan, neşv-ü nema veren O. Bu taşı ve toprağı yaratan yine O. O’nun namına hareket edersem, elbette bu kaya da bana musahhar olur” diye düşünüp “Bismillah” dedi ve yeniden şansını denedi.
Bir de ne görsün? “Bismillah” lâfzını duyan o sert kaya, pamuktan yumuşak olmuş.
Kemal-i suhuletle o incecik kökü yoluna devam etti.
Sonra önü açıldı. Büyüdü, büyüdü ve meyveler verdi.
Önünden nice insanlar geldi geçti.
Kimi, onu okudu, vazifesini anladı.
Altında güzelce dinlenip, meyvelerinden yedi.
O da büyük bir keyifle onlara tablacılık etti.
Ne yazık ki, bazı insanlar onu hiç anlamadı. Mukaddes vazifesini, zikrini, hislerini fark edemediler. Belki de fark etmek istemediler. Önem vermediler.
Onları da üzüntüyle, ama hiç itiraz etmeden gölgesinde barındırdı. Onlara da meyvelerinden ikram etti.
Çünkü Yaratıcısı onu öyle vazifelendirmişti.
Ve günler günleri kovaladı.
Artık bizim küçük çekirdek, bir hastahanenin önünde haşmetli bir incir ağacıydı..
|