Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Nerede özgürlükçü STK’lar?

“Türk Ceza Kanunu’nun 301’nci maddesinde ısrar Türkiye’ye zarar veriyor” diyen Ömer Sabancı’nın TÜSİAD’ına ne oldu?

“301’inci madde örneğinde olduğu gibi demokratik açılımlar lehine iradesini ortaya koymak yerine mevcut atmosfere kendini teslim edenler, karamsarlığı besliyorlar” diyen Mustafa Koç’un TÜSİAD’ına ne oldu? “301’le Türkiye’nin demokratik onuru zedelendi. Kendine özgüveni olmayan bir ülke profili çizmeye başladı. Ülkenin zekâsından şüphe edilir oldu” diyen Bahadır Kaleağası’nın TÜSİAD’ına ne oldu?

“Türkiye artık bu konuda kendi korkularından arınarak gerçekçi düzenlemeler yapmalıdır” diyen Meral Gezgin Eriş’in İKV’sine ne oldu?

Herhalde özgüvenlerini yitirdiler. Ya da “Mevcut atmosfer”e teslim oldular. Çünkü 8 sivil toplum örgütüyle birlikte uzun arayışlar ve tartışmalardan sonra 301 değişikliği için buldukları formülün mantıklı başka açıklaması yok.

Yeni TCK’nın 301’i yerine bula bula eski TCK’nın 159’uncu maddesini buldular; iyi mi?

Neymiş, 301’deki “Aşağılama” kavramının muğlaklığını eskinin “tahkir ve tezyif” tanımıyla gideriyorlarmış.

Sanki 2001’de yayınladığı “Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri ve AB Kopenhag Siyasi Kriterleri” raporunda “tahkir, tezyif, tahrik” unsurlarının muğlak olduğunu, belirginleştirilmesi gerektiğini söyleyen TÜSİAD değilmiş gibi!

Gerekçeleri de akıl alacak gibi değil: “Böylece tahkir ve tezyif kastı taşımadan açıklanacak ifadelerin suç kapsamı dışında tutulması sağlanacak. Böylece suç somut ve yakın tehlike suçu niteliği kazanmış olacak.”

Sanki dünyada kıyameti koparan davalarda Hırant Dink, Orhan Pamuk, “tahkir ve tezyif” iddiasıyla yargıç karşısına çıkarılmamış gibi! Sanki “Tahkir ve tezyif”ten onlarca, yüzlerce kişi mahkum olup cezaevine girmemiş gibi!

Ah, haklarını yemelim; lütfettiler, cezanın üst sınırını 3’ten 2 yıla indirdiler, bir de “Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi halinde verilecek ceza üçte bir oranında artırılır” fıkrasının iptalini istediler. Sağolsunlar!

Gerekçe ardına sığınmak

Hani sivil toplum örgütlerinin birinci görevi daha çok demokrasi, daha derin demokratikleşme, daha çok özgürlük idealine öncülük etmekti?

Önerdikleri değişiklik yine “Türklüğütahkir ve tezyif eden” diye başlıyor. 301’den aşılan tüm davaların dayandırıldığı “Türklük” kavramı yerine “Türk Milleti” bile diyemediler. Neymiş; madde gerekçesine “Türklük kavramıyla Anayasa’nın 66’ncı maddesinde ifade edilen ‘Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür’ ifadesi bağlamında ‘Türk Milleti’ anlaşılır” ibaresi koyacaklarmış. Niye maddeye koyamıyorsunuz? Sivil toplum cesareti, öncülüğü bu mu?

Haydi ondan vazgeçtik; Sicili yüklü eski 159’daki “tTahkir ve tezyif”e sığınmak yerine suça somutluk kazandıracak “Hakaret ve sövme” ifadesini tercih edemez miydiniz?

Ondan da vazgeçtik, en azından “Kasten” sözcüğünü ekleyemez miydiniz?

Ondan da vazgeçtik, savcıların “Re’sen” soruşturma açmalarını önlemek için, Adalet Bakanlığı’nın izni koşulu getiremez miydiniz?

Vazgeçin. Geri çekin önerinizi. Bırakın madde öyle kalsın.

Hiç değilse “Sakın ha; 301’in virgülüne bile dokunulmasın” uyarısı yapan ve değişmesini isteyenleri “Sevrciler’in taşaronluğu” ya da “Lozan’ın rövanşını almak isteyenlerin işbirlikçiliği” ile suçlayanların hedefi olmaktan kurtulursunuz.

Bırakın madde öyle kalsın.

Nasıl olsa Hrant Dink öldü. Nasıl olsa Orhan Pamuk sürgüne gitti!

Nasıl olsa Türkiye artık dikensiz gül bahçesi...

Sabah, 9 Şubat 2007

Erdal ŞAFAK

10.02.2007


 

Bunlara nasıl sivil deriz?

Kusura bakmasınlar, Sivil Toplum Örgütleri’nin (STÖ) ortaya çıkarttıkları 301 tasarısı içler acısı…

Sivil Toplum Örgütü nedir?

Resmî otoritenin dışında, sivil toplumun nabzını yansıtan guruplara Sivil Toplum Örgütü deriz. STÖ’ler demokrasiden yanadırlar. Temel İnsan Haklarını savunurlar. İster sağ, ister sol eğilimli olsunlar, STÖ’ler tüm kısıtlamalara karşı çıkarlar.

Bizde ise, çarklar galiba tersten çalışıyor.

Hükümet, seçimlerden dolayı, 301’inci maddenin değişmesi konusunda nedense, Sivil Toplum Örgütleri’nin arkasına sığınmayı tercih etti. Aslında, bu maddeyi değiştirmek iktidarın işiydi. Ancak hükümet, milliyetçi oyları kaybetmekten korktuğundan dolayı olacak, STÖ’den öneri vermelerini istedi. “Bize önerilerde bulunun. İşimizi kolaylaştırın” diyen Başbakan aylardan beri bekliyor.

Nihayet önümüze bir taslak geldi.

Öyle bir taslak ki, tam anlamıyla bir karmaşa. Eski 301’den ileri olmadığı gibi, yıllar önce kaldırılmış olan 159’uncu madde neredeyse aynen tekrarlanmış. İşin daha dramatik yönü, 301’inci maddede gerekçe olarak gösterilen örneklere kimse değinmemiş. Kıbrıs’tan asker çekilsin diyenlerin dahi “Türklüğe hakaret ettiğini” vurgulayan bu gerekçeyi gören bir hakimin 301’i nasıl yorumlayacağını herhalde tahmin edebiliriz.

Sivil Toplum Örgütleri’ni ben anlayabilmiş değilim.

Eğer, ODTÜ ve Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerini biraz dinlemiş olsalardı, belki biraz daha parlak fikirle ortaya çıkabilirlerdi.

BUGÜNKÜ 301

(1) Türklüğü, Cumhuriyet’i veya TBMM’yi alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni, devletin yargı organlarını, asker veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır. (4) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.

ESKİ 159.MADDE

‘Türklüğü, Türk Milletini, Türkiye Devletini, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Bakanlar Kurulunu, bakanlıkları, adliyeyi, devletin askeri veya emniyet ve muhafaza kuvvetlerini veya bunları temsil eden bir kısmını alenen tahkir ve tezyif eden kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir. Birinci fıkrada yazılı cürümlerin işlenmesinde, tahkir ve tezyif edilen açıkça belirtilmemiş olsa bile, ona yönelik bulunduğunda tereddüt edilmeyecek bir durum varsa, tahkir ve tezyif edilen açıklanmış gibi kabul edilir. Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına veya TBMM kararlarına alenen sövenlere bir aydan altı aya kadar hapis cezası verilir. Türklüğü, Türk Milletini veya Türkiye Devletini tahkir ve tezyif, yabancı memlekette bir Türk vatandaşı tarafından işlenirse verilecek ceza üçte biri oranında artırılır.”

STÖ’NÜN 301’İ

Sivil toplumun önerdiği MADDE 301’se şöyle:

1) Türklüğü, Türkiye Cumhuriyetini, TBMM’yi, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini, devletin yargı organlarını, askeri veya emniyet teşkilatını alenen tahkir ve tezyif eden altı aydan iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. 2) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç teşkil etmez.

NOT: Bu öneriyi aşağıdaki Sivil Toplum Örgütleri hazırlamışlar:

Eski TCK’nın kopyası olarak görülen değişiklik için yapılan öneri Türkiye Odalar Borsalar Birliği, TÜSİAD, MÜSİAD, İktisadi Kalkınma Vakfı, Türk-İş, Hak-İş, Türkiye İşverenler Sendikası, Türkiye Ziraat Odaları Birliği, Memur-Sen, Televizyon Yayıncıları Derneği ve Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği’nce gündeme getirilmişti.

Posta, 9 Şubat 2007

M. Ali BİRAND

10.02.2007


 

Orduevinde vatan kurtaran emekli paşalar

En baba milliyetçiler ‘orduevlerindeki emekli albaylardır’ çünkü onlar kadar vatanı, milleti düşünen yok. Maşallah maaşları fena değil. İyi kötü evleri de var. İşten kovulma korkuları hiç yok. Sabahtan akşama kadar politikacıları, halen görevde olan general arkadaşlarını konuşuyorlar. Aslında her biri ayrı Genelkurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı veya MİT Müsteşarı... Genelde de halen ordunun en üst kademesinde bulunan general arkadaşlarını eleştiriyorlar. Sivillere fazla yüz verdikleri için... Onlara göre yönetimdeki generallerin hiçbiri hak ettiği için terfi etmedi. Hepsi Amerikalılar’ın seçtiği generaller. Zaten ‘NATO’da görev yapmayan yükselemezmiş.’ Politikacılar ise; aptal, cahil ve hırsız. Onlara söz hakkı bile vermeyeceksin. Ağzını açana basacaksın tokadı. 12 Eylül gibi...

En yaygın iddia da şudur; ‘Ben dürüst ve çalışkan olduğum için terfi edemedim. Şayet Paşa olsaydım, yürür giderdim. Sen o zaman seyredecektin Türkiye’yi...’

Bugün, 9 Şubat 2007

Aykut IŞIKLAR

10.02.2007


 

En güçlüsü Nurcular

Aslında cemaatler, tarikatlar günümüzde birer “lobi” gibi... “Sivil toplum örgütü” gibi... Ve de “önemli bir Türkiye gerçeği.”

“Bu kesimler” uzun süre devletten uzak durdular.

“Başımız devletle derde girer” diye çekindiler.

“Siyasetle” ilgilenmediler.

Kapılarını çalan siyasetçilere de “bizim dünya işleriyle ilgimiz yok... Siz kendi yolunuzda gidin, biz kendi yolumuzda” dediler.

***

Ama zamanla siyasetçiler “tarikatları, cemaatleri” rahat bırakmadılar.

Onların bir bölümünü “siyasete çekmeyi başardılar.”

Yine onların bir bölümü de “siyasetten, siyaset üzerinde etkili olmaktan, Meclis’e girmekten, devlette bazı yerlere gelmekten” hoşlanmaya başladılar. (...)

***

Siyasette tarikat-cemaatle “doğrudan bağı olanlar” var.

Süleymancılar’ın eski lideri merhum Kemal Kaçar Adalet Partisi milletvekiliydi.

Şimdiki lider Ahmet Denizolgun ANAP milletvekiliydi... Bakandı.

Turgut ve Korkut Özal, Nakşi tarikatının Mehmet Efendi kolundandı. (Prof. Erbakan da)

***

Bir de tarikat-cemaatle “doğrudan ilişkisi” olmayan, ama bu kesimlere “yakın duranlar” var.

Seçim dönemlerinde “onların desteğini bekleyenler” var.

“Lider düzeyinde kişisel dostluk” kuranlar var. (Bülent Ecevit-Fethullah Gülen ilişkisi)

***

Günümüzde “en güçlü kesim” Nurcular.

Onlar da 2 kol:

Fethullah Hocaefendi cemaati ile Yeni Asya grubu.(...)

Sabah, 9 Şubat 2007

Yavuz DONAT

10.02.2007


 

Ceylanpınar, devlet, ulusalcılık, AB

Tüm Türkiye Hrant Dink cinayeti çevresinde oluşan devlet ve toplum kepazeliğini tartışırken Ceylanpınar Devlet Çiftliği’nde yaşanan bir başka facia, bir dizi kavram, kurum ve zihniyet üzerine çok parlak yeni bir projektör daha tuttu.

Aslında Ceylanpınar faciası ile yine üzerimize, suratımıza çevrilen projektörün gösterdiği, ortaya çıkardığı korkunç gerçekler ve ihtiyaçlar özünde Hrant Dink faciasının ortaya çıkardıklarından çok da farklı değil.

Ceylanpınar’da ne oldu?

8 Şubat 2006 Perşembe günkü gazetelere yansıyan Ceylanpınar faciasında devlete ait bir çiftlikte çalışan çoğu kadın ve çocuk (yaşlarının 12 ve 15 arası olduğu söyleniyor) 44 kişiyi taşıyan bir kamyonun (bir kamyona 44 kişi nasıl biner, kim bunlara izin verir, kim denetler?) Çırpı deresini geçerken devrildiğini, dokuz kişinin de öldüğünü öğreniyoruz.

Bu olay da aynen Hrant Dink cinayeti gibi sıradan bir olay değil, ülkemizin çeşitli yönlerine çok çarpıcı ve acıtıcı bir biçimde ışık tutuyor.

Devletimize ciddi bir

yaklaşım gerekiyor mu?

Bu olayda ilk deşifre olan aslında onyıllardır muasır medeniyet teranelerini dinlediğimiz devlet yapımız.

Çağdaşlık hedefinden, arzusundan ve kararlılığından sual olunmayan bizim anlı şanlı devletimizin kendine ait bir biriminde yani bir devlet çiftliğinde (devlet çiftliği ne demek ise) 12 yaşında kız çocuklarının çalıştırılması da herhalde bu muasır medeniyet azim ve kararlılığının bir parçası.

Devletimizin bu azim ve kararlılığının yanında bir biçimde nasılsa çıkmış çalışma yasalarında 16 yaş altı çocuk çalıştırmanın hem devlet, hem özel kesim için suç teşkil etmesinin ne önemi olabilir zaten.

Önemli olan muasır medeniyeti yakalama yolunda topyekün çalışma değil mi? 12 yaşındaki kız çocuklarını bu topyekün kalkınma azim ve kararlılığının dışında tutmanın da bozgunculuk olduğunu hatırlayalım, hatırlatalım.

Bu azim ve kararlılık karşısında zaten 44 çocuk ve kadının bir kamyonun arkasına nasıl sığdırıldığını da sormak, sorgulamak yine bozgunculuk kapsamına girebilir, en iyisi bu konuya da girmeyelim.

Bu devletin anlı şanlı çalışma müfettişlerinin 12 yaşında kız çocuklarının çalıştırılmasına nasıl izin verdikleri, trafik polislerinin bir kamyon üzerinde 44 çocuk ve kadının nasıl yolculuk yapmasına göz yumduklarını da sormak, sorgulamak muhtemelen Türklüğü, devlet kurumlarını ve çalışanlarını aşağılamak, tahkir ve tezyif etmek anlamına gelebileceğinden bu konulara girmemekte de büyük fayda mülahaza edebiliriz.

Ulusalcılarımız unutulabilir mi?

Bir de bu ülkenin yine anlı şanlı ulusalcıları var bir taraflarda ve bu anlı şanlı ulusalcılarımız da Türklüğü korumak, AB’nin bölücülük çalışmalarını ortaya çıkarıp teşhir etmek gibi çok önemli konularla meşgul olduklarından Urfa’nın bir kenarında, muhtemelen Berivan, Rojda gibi tuhaf isimleri olan 12 yaşında kızların TİGEM’de süt sağmaya giderken nehirde boğulmaları ile ilgilenmelerini beklemek, gündemlerine de böyle ‘light’ konuları almalarını ummak anlamsız hatta ihanet-i vataniye ile eşdeğer.

Sözün özü

Devletimizin kadim geleneği ve yeni ulusalcılar muasır medeniyet ülküsü peşinde koşarken böyle süfli konularla onları meşgul etmek de bu sorunların kalıcı bir biçimde AB sürecinde çözülebileceğini önermek de emperyalizmin, Büyük Ortadoğu Projesi’nin ve hatta Pentagon ile Brüksel’in ulus devletimizi çözme, bölme ve parçalama çalışmalarının değirmenine su taşımak anlamına gelebilir, aman dikkat.

Star, 9 Şubat 2007

Eser KARAKAŞ

10.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004