Türkiye, artık etkisini her geçen gün daha fazla hissetiren yeni bir şiddet türüne sahne oluyor. Ülke, 1980 öncesindekine benzer bir güvensizlik atmoserine doğru sürükleniyor.
Yeni bir terör bu. Bu terörün, basın açıklaması yapmak için toplanan vatandaşlara saldırıdan, fikir suçundan yargılanan yazarları mahkeme önünde darp etmeye, panel ve sempozyumları basmaktan, farklı düşünen kişilere hakaret ve ölüm tehditleri göndermeye kadar pek çok şekli var. Hrant Dink’in katledilmesi ise bu tehlikenin artık hangi boyutlara ulaştığı hakkında bilgi veriyor.
Bu durum nasıl ortaya çıktı? Sebep, son yıllarda yükseldiği söylenen milliyetçilik mi acaba? Bu saldırganların kullandıkları dile, sloganlarına ve gerekçelerine bakarak öyle olduğu düşünülebilir.
Ama faturayı sadece milliyetçiliğe kesmek de, sorunun kaynağını Trabzon’da aramak da kolaycılık olur.
Evet, ‘bölünüyoruz’, ‘ulus devlet düşmanları’, ‘ülke satılıyor’, ‘iç düşmanlar’ vs. gibi milliyetçilerin duyarlılıklarını da okşayan bir söylem üzerinden yapılıyor bütün bunlar. Ama bu bizi yanıltmamalı. Bu dalganın dili, Türkiye’de onlarca yıldır milliyetçiliğin siyasetini yapan partilerden, dergi çevrelerinden veya derneklerden hiçbirinin söylemiyle tam olarak örtüşmüyor. İyi-kötü milliyetçilik ayrımı yapanlara uyarak ‘eskisi iyiydi’ demiyorum, fakat bu daha kötü.
MHP çizgisinden farklı, çok daha ayrımcı, soldan ve dini kesimden gelen unsurlarla da büyüyen patolojik bir dalga. Kendileri gibi düşünmeyenleri tereddütsüz ‘hain’, ‘satılmış’, ‘AB’ci’, ‘ajan’ veya ‘Sevr özlemcisi’ gibi adlandırarak medenice tartışmayı engelliyorlar. Yani siyaseti imkansız hale getiriyorlar ve bu yönleriyle de faşizmin çok temel bir özelliğine uyuyorlar.
İnsanların soyuyla, sopuyla uğraşıyorlar, ama ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ten yargılandıklarını hiç duymadım. Hrant Dink’leri haksız yere mahkemelerde süründüren maddeler, TCK, TMK da onları caydırmıyor; çünkü web sayfalarında ve dergilerinde açık açık hakaretlere, küfürlere ve tehditlere devam etmelerine rağmen, fikir suçu mağdurlarının başına gelenler onların başına gelmiyor.
TV kanalları, dergileri, internet siteleri ve örgütleriyle, türedi bir akım bu. Bazılarına göre, iç siyaseti dizayn etmek için derin devlet tarafından üretilen bir akım. Bazı kurumlardan, ‘emekli’ bazı üst düzey bürokratlardan, eski yargı mensuplarından ve 28 Şubat sürecinde ‘görev’ yapmış medya mensuplarının yönetimindeki kanallardan aldıkları desteğe bakacak olursak bu doğru olabilir. Belki garip gelebilir ama, bu dalganın dıştan geldiğini söyleyenler de var; hani onların sıkça dile getirdikleri, herkesi aleti olmakla suçladıkları ‘dış mihraklar’dan, ABD’den, Avrupa’dan. Aslında bu da makul olabilir, ABD’nin kendi çıkarlarını milliyetçi bir jargonla savundurtması kendisi açısından çok da makul olurdu. Ülkeye bu kadar zarar veren bir güruhun bunu neden ‘temiz duygularla’ yaptığına inanalım ki?
İster ‘içten’ gelsin isterse ‘dıştan’, bugünümüzü ve yarınımızı tehdit eden tehlikeli, faşizan bir dalga bu. Muhtemelen de, rolünü oynadıktan sonra, bir anda gözden kaybolacak.
Ama yapacağını yaptıktan sonra.
Star, 6.2.2007
|