|
|
|
Isabelle Kortian: Türklerin Dink’i kucaklaması bizde ‘deprem etkisi’ yaptı! |
Hrant Dink cinayetinden birkaç gün önce Agos Gazetesi’nde onun ofisindeydim: Uzun süre hazırlamakta olduğu, son makalesi olan ve politik vasiyeti olarak kalacak yazısı üzerinde uzun süre konuştu.
Bana, yeni ceza yasasının 301 No’lu maddesi nedeniyle kınanan tek kişi oluşunun sebebini açıkladı. Ben de ona, bazı şeylerin değişmesini istemeyen tüm insanların neden hedefi olduğunu açıklıyordum.
Hrant öldü. Ben eşsiz bir arkadaşımı kaybettim; ancak hepimiz yetimiz. Türkiye yetim, Ermenistan yetim ve diaspora yetim. Trajik haberi aldıktan sonra hemen İstanbul’a geldim. Sadece Hrant Dink’in cenaze törenine katılmak için değil. Sadece Ermeni, Türk ve Agos Gazetesi’nin her bir üyesiyle gözyaşı ve üzüntüyü paylaşmak için değil. Geldim; çünkü İstanbul ve Türkiye’de durumu daha somut bir şekilde görmeliydim. Diasporadan birisi olarak, ki burada herhangi bir akrabam yok, Ermeni toplumunun İstanbul’daki münzevi hayatını görmem için çok zamanım oldu.
Salı günü, Türkiye’de tuhaf ve tarihî uzun bir gün oldu. Sokaklarda Hrant Dink’in arkasından yüz bin kişi yürüyordu. Pankartlarda “Hepimiz Hrant Dink’iz, hepimiz Ermeni’yiz” yazıyordu. İnsanlar evlerinin pencerelerinde mimikleriyle Hrant Dink’i son yolculuğuna uğurluyor, bu ana tanıklık ediyor, cenazenin ardından yürüyenlerin acısını paylaşıyorlardı. 10 yıl öncesine kadar kim böyle bir şeyi hayal edebilirdi ki? Hrant Dink’in Türk toplumunda şuurları uyandırmak içi büyük bir iş yaptığının farkına vardım. Deprem gibi bir şey oldu sanki. Hrant Dink şiddeti, toleranssızlığı reddederken haklıydı. İlk ve de en önemli ortak savaşımızın demokrasi için olduğuna herkesi ikna etmeye çalışıyordu. Sivil toplumu duygulandıracak ve onu duyarlı hale getirecek kelimeleri biliyordu. Türk toplumunun neyin adaletsiz olduğunu anlayacağını biliyordu ve işte bu nedenle şiddeti ortadan kaldırma ve tüm faşist tutumların geri dönüşünü engelleme sürecine dahil oldu.
Türk halkına teşekkür ediyoruz
Salı günü Hrant Dink için yürüyen tüm insanlara teşekkür etmek istiyorum. Onlara, bu mesajın işitildiğini görmekten ne kadar duygulandığımı söylemek istiyorum. Sabahından akşamına kadar bu törenin uçsuz bucaksız değeri, karşılıklı idrak için bir yol bulunduğunu, diyalog yönünde çalışmamız gerektiğini, karşılıklı nefreti reddetmeyi ve bu ülkenin her bir vatandaşının değerine saygı duyulması gerektiğini gösterdi. Evet, Hrant Dink 301 No’lu madde ve kendisine karşı yöneltilen sorumsuz nefret kampanyası yüzünden suikasta uğradı, ancak şimdi herkes kendisine Türkiyeli bir Ermeni’nin öldüğünü sormak durumunda. Büyük bir tarihî ironi ile, salı günü insanlar 30 yıldan bu yana ilk kez zihinlerindeki sorun nedeniyle Agos Gazetesi’nin bulunduğu Osmanbey’den Taksim yönüne yürüyordu. Bu şu an kaçamayacağımız, zor fakat kaçışı olmayan bir sorun. Bu salıyı ve gördüğüm şeyi asla unutmayacağım. Kalabalığın asaleti Hrant Dink’e son bir saygı sunuyordu. O bu saygıyı tümüyle hak ediyordu; çünkü ülkesinde bir konuda idrakin oluşmasının sesi olmuştu. Hrant Dink bu ülkeyi terk etmeyi ve yabancı bir ülkede daha konforlu bir şekilde yaşamayı asla istemedi. Burada, sevdiği ülkesinde kalmayı tercih etti ve tüm yaşamını demokrasinin ve hukuk devletinin pekiştirilmesine adadı. Bu günü bana cesaret verdiği için asla unutmayacağım. Dink’in trajik bir şekilde öldürülmesinden sonra, kendime şunları söyleme eğilimi içindeydim: ‘Eğer böyleyse, bu defteri kapat, herhangi bir değişikliğin olacağına dair hiçbir umut yok, bu umutsuz bir sorun.’ Ancak salı günü, Hrant Dink tarafından söylenen ve yazılan şeyler yüzünden Hrant Dink’in başına gelen olay nedeniyle kendilerini aşırı alakadar hisseden tanınmış ya da tanınmamış tüm insanları gördüğümde bir umut ışığı olduğunu düşündüm.
Diasporayı etkileyen tablo
Dink’in başarmaya vakti olmadığını, ancak ölümünden sonra devam edecek muazzam bir iş başlattığını düşündüm. Cenazedeki birlik ve bütünlüğü, Dink’in bu ülkede çözülmemiş çok sayıdaki problemin çözümüne dair kararlı bir itici kuvvet oluşturduğunun kabulünün bir ifadesi olarak yorumladım. Onun öldürülmesinin yarattığı şoktan sonraki tepkileri, Dink’in ortak bir geleceğin, ortak evrensel değerlerin paylaşılması arzusunu taşıyarak, kendisini devletinin geleceğine gerçek anlamda adadığına sivil toplumun büyük bir bölümünü ikna edişinin bir kanıtı olarak yorumladım. Bu mümkündü; çünkü kendini sadece kendi toplumuna yönelik ayrımcılıklara karşı çıkmaya değil aynı zamanda demokrasi ve gerçeğe de adamıştı. Salı günü, cenaze törenindeki her bir detay, Hrant Dink’in bu ülkede oynadığı kararlı politik rolün doğrulaması niteliğindeydi. Bu benim edindiğim izlenim, belki herhangi bir izlenim kadar sübjektif, ancak salı günü üzerinde konuşmak, benim için ağlayan insanların bütünlüğünü göz önünde bulundurmak anlamına gelmektedir: “Hepimiz Ermeni’yiz, hepimiz Hrant Dink’iz” sözleri onun ülkesindeki insanların zihinlerinin demokratikleşmesine nasıl önemli bir katkı sağladığının farkına varmayı anlatmıyor da neyi anlatıyor? Umut ediyorum ki bu süreç, uzun olsa bile, tersine döndürülemez olsun. Gerçeği söylemek gerekirse, önceki günkü kalabalık Hrant Dink’in katledilmesini bir uyarı olarak algılamak istemediklerini gösterdi. Eğer, Hrant Dink suikastı, bu adamın sessiz bir toplum üyesi olarak kalmayarak kırmızı çizgileri geçmesi nedeniyle diğerlerine bir ‘örnek’ olacaksa, onun öldürülmesinden sonra insanlar tarafından ifade edilen sempati duygusu, kamuoyunun böylesi bir uyarıyı artık kabul etmediğini açık bir şekilde göstermiştir.
Kendilerini Türkiye Ermenisi olarak tanımlayarak, insanlar çoğunluk ve azınlıklar arasında herhangi bir statü farkını artık kabul etmediklerini söylemeye niyetli olduklarını ve ülkeleri için hak ettiği demokrasiyi istediklerini ortaya koydular. Tarihin şu anında, Hrant Dink demokrasiye, gerçeğe ve ifade özgürlüğüne adanmışlığın bir sembolü oldu. O, politik adalet duygusuna sahipti. Ermeni dünyasının jeopolitik vizyonuna sahip birkaç Ermeni’den biri olan Dink, Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesinin önemine vurgu yapıyordu. Türkiye ile Avrupa Birliği arasında müzakere sürecinin başlamasının önemini kavrayacak kadar parlak bir zekaya sahipti. Yine, demokrasi ve onun tüm bölgede uygulanması konusunda gerçek anlamda kaygılanan birkaç Ermeni’den biri olan Dink, bu unsurların tüm bölgenin istikrarlaştırılması için anahtar öneme sahip olduğunu biliyordu. Ülkesi, bölge ve tüm dünya için, güçlü bir kararlılıkla ve herkesi etkileyen ahlaki bir bütünlük içinde her şeyin ama her şeyin en iyisini istedi. Dink, dünyanın yoksun olduğu ahlaki bir öze sahipti. Ve bu cesaretinin bedelini ödedi. Ancak hâlâ boş yere ölmediğine dair umudum var: Salı günü gönüllülüğü ve aşırı milliyetçi propagandaya ve onun temsil ettiği tehlikenin sonuçlarına karşı direniş kapasitesini gördüm. Herkese göre, onu gerçekte öldüren 301 No’lu madde oldu. Türkiye’nin, kimliğini korumak için böyle bir maddeye ihtiyacı yok, ancak Türkiye vatandaşlarını faşistlere karşı korumak durumunda. Bu, salı günü Hrant Dink’in cenaze töreninde toplanan kitlelerin verdiği politik mesajdı.
(*) Bu yazıyı Zaman için kaleme alan bayan Isabelle Kortian Ermeni kökenli Fransız araştırmacı. Bayan Kortian Fransa’nın önde gelen araştırma kurumlarından biri olan Jeostrateji Merkezi ENS’de görev yapıyor. Kortian, dünyada Ermeni araştırmalarının önemli bir ismi olarak biliniyor.
25.1.2007
|
ZAMAN
26.01.2007
|
|
|
Hrant Dink’in katline cevap: Demokratikleşme ve barış |
Türkiye, demokratikleşme tarihinde birçok aşama katettikten sonra yeni bir eşiğin önüne geldi... Bu eşikte, birinci sınıf bir demokratik sisteme geçilip geçilemeyeceği belli olacak. Bugün, giderek artan siyasi tansiyon, bu eşiğin getirdiği bir tansiyondur. Çünkü bu eşiğin atlanması, Türkiye’de tasfiye sürecine giren eski rejimin ortadan kalkması ve yeni rejimin demokratik esaslarda kurulması anlamına gelecektir.
Eski rejimin devamını isteyenlerin direnişi, bugün artık demokratik hukuk devleti sınırlarını aşmış, anti-demokratik ve hukuk dışı bir kulvara girmiştir. Bu direniş, bir kısım sivil-asker bürokrasiden, hukuk kurumlarından ve üniversitelerden gelmektedir. Bu çevreler, demokratikleşme, barış politikasını engellemek ve AK Parti’yi devirmek için 28 Şubatvarî bir darbe tezgâhlamayı başaramayınca, direnişin illegal ayağı harekete geçti. Şemdinli olayları, Danıştay baskını ve en son Hrant Dink’in alçakça katledilmesi, bu illegal ayağın faaliyetleri olarak dikkat çekiyor.
Türkiye’yi dünyadan kopararak içeride ve dışarıda bütün çevresiyle kavga eder hale getirmeyi dahi göze alabilen bu gözü karalık, eski rejimin tasfiyesiyle yok olma kaygısından kaynaklanmaktadır. Bu yüzden de, şansını sonuna kadar deneyecektir. Sınır tanımayan bu terörün amacı, kamuoyunu milliyetçilik ve laiklik eksenlerinde kutuplaştırarak “yönetemeyen demokrasi” görüntüsü ortaya çıkarmaktır. Bu durum karşısında katillerin yakalanmasının ötesinde, bu bataklığı kurutacak politik bir akıl ve kararlılık gerekiyor....
Bu meyanda reformları durdurmak isteyen bu çevreleri engellemenin yolu, reformlara devam etmektir. Bir başka şekilde söylersek henüz tamamlanmamış “sessiz devrim”i tamamlamak gerekiyor. Bu vadide AK Parti hükümetinin yaklaşan seçimler dolayısıyla geleneksel devlet politikasıyla çatışma pozisyonundan kaçınması ve milliyetçi oyları kaybetme endişesiyle reformları yavaşlatması, direniş gruplarına cesaret vermiştir. AK Parti’nin içine girdiği duraksama hali, sadece Türkiye’ye has değildir.
Bütün büyük devrimlerde, benzeri sıkıntılar yaşanmıştır. Eski Rejim ve Devrim adlı fevkalade önemli eserinde Tocqueville, bu dönemi bir devrimin en tehlikeli dönemi olarak anlatır. Çünkü bu dönemde, yıkılan eski rejimin taraftarları direnişe geçerken, yenilik arzusu o zamana kadar birikmiş talep ve arzuların bir kar topu gibi dile getirilmesine yol açabilir. Siyasi iktidar, iki taraftan gelen bu tazyik karşısında kararsızlık içinde kalabilir. Bu kararsızlık, iki tarafı da tahrik eder.
AK Parti’nin bu korkuyu ve kararsızlığı aşması demokratikleşme ve barış talebinin toplumsallaşmasıyla mümkün. Türkiye, bu istikamette çok ciddi bir irade sergiliyor. En son Kürt meselesinin tartışıldığı “Türkiye Barışını Arıyor” Konferansının etrafında gelişen mutedil iklim ve şimdi de Hrant Dink’in katline gösterilen medeni tepki bu bakımdan umut verici. Keza, Dink’in katlinden sonra TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın katkısıyla F Tipi Cezaevlerinde daha insani bir uygulamaya gidilmesi, bu sayede de Behiç Aşçı’nın ölüm orucunu bırakması buraya kaydedilmeli...
Hrant Dink’in eşi Rakel Hanımefendi “bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz” derken ne kadar haklı, ne kadar insani. Artık bugünü ve geçmişi sorgulama zamanı. Evet, Dink’in katillerine verilecek en etkili cevap sorgulamaya, demokratikleşmeye ve barış çabalarına devam etmek olacaktır.
Bugün, 25.1.2007
|
Murat YILMAZ
26.01.2007
|
|
|
Hürriyet yazarı, cenazede tek bir türbanlı görememiş... |
Gazeteler “her görüşten ve her kesimden vatandaşların” cenaze törenine katıldıklarını yazıyordu ama bir tane bile türbanlı kadın göremedim o kalabalıklar içinde. “Belki varlardı ama kalabalıklar içinde seçilemiyorlardı” diye düşünmek istedim.
Hürriyet, 25.1.2007
|
Mehmet Y. YILMAZ
26.01.2007
|
|
|
Eğri oturup doğruyu konuşalım |
Bir düşünce adamını dün toprağa verdik. Artık eğri oturup doğruyu konuşma zamanı. Ölüm haberiyle vedası arasında geçen dört gün boyunca yazılanlara ve cenaze töreninde atılan sloganlara bakınca, yüreğim daraldı, ürperdim. Konuşmasıyla vicdanı olan herkesi gözyaşlarına boğan Rakel Dink’in ‘Bir bebekten katil yarattılar’ sözü takıldı zihnime.
Öyle ya, peki bu yaşananlar neydi? Bu cani iklimin esintilerine neredeyse hepimiz kapılmadık mı? Kusmadık mı öfkemizi karşı tarafa, ötekilere. İdeolojik önyargılarımız ve kabullerimiz değil miydi aslında tepkilerimiz. Belki de farkında olmadan başka bebeklerden yeni katil adayları ürettik, umarsızca...
‘Hepimiz Hrant Dink’iz, hepimiz Ermeniyiz’ diye slogan attık. Belki empati yapmak istedik, acıya ortak olmak adına. Oysa o, her zaman Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğunu haykırmadı mı, yüksek sesle. ‘Ermeniyiz’ de nerden çıktı? Bir acıyı paylaşırken, yeni öfke tsunamilerine mi yol açmalıydık? Cenazeler üzerinden ideolojik kutuplaşmaları mı körüklemeliydik? Sağduyuya en fazla ihtiyacımız olduğu bir zamanda ‘ayrıştırıcı’ ve ‘ötekileştirici’ sloganlarla, toplumun birleşme yerlerine jilet mi atmalıydık?
Ya şu Tercüman’a ne demeli? ‘Katil Ermeni’ diye atılan manşetten söz ediyorum. ‘Samast’ soyadından yola çıkarak böylesine bir asparagasa imza atmak neyin nesi? Haberin kaynağının ‘İHA’ olması, sizi kurtarır mı? Ne fark eder? Ha İHA ha Miha. Manşete taşıyan irade kime ait? Yılların tecrübeli kalemi Sırrı Yüksel Cebeci’ye ne demeli? ‘Samast, Ermenice’de Sinagog bekçisi demek’ diyerek yanlışa benzin dökmenin kime ne yararı var? Yani, ‘Ermeni’yi, Ermeni vurdu’ demek mi istiyoruz? Meğer, Samast, Oğuzlar’a kadar uzanan bir Türkmen boyuymuş. Ne olacak şimdi?
Peki, başta Hürriyet olmak üzere bir çok gazetede katile ait verilen ‘Dink’i Cuma namazını kılıp ondan sonra vurdum’ ifadesi? Kendim de ilgilendim, böyle bir ifade yok. Nitekim, anne Havva Samast’ın Yeni Şafak’tan Yakup Bulut’a yaptığı şu açıklama manidar değil mi: ‘Ogün dua bilmez ki, namaz kılsın.’ Katil için ‘Nizam-ı Alem Ocakları üyesi’ dendi, o da palavra çıktı.
Radikal’in geçen Pazar manşetine bakın. Yılmaz Erdoğan hazırlamış. ‘Acı, çaresizlik ve klişeler’ diyor. Sonra sıralıyor: Ne gerekiyorsa yapılacak... Failler mutlaka bulunacak... Katilin yakalanma iddiası ‘klişe’ olarak görülürken, aynı gün gazetenin sürmanşetinde katilin yakalandığı haberi vardı. Ne garip ki, bir haber kanalında görüşleri sorulan Okay Gönensin ise ‘Katili teslim ettiler’ diyordu. Bir gün önce ‘katil bulunamaz’ diyenler, ‘katil teslim edildi’ye dönüverdiler. Ya diğerleri... Kanal D, Show, Flash gibi bazı kanallar, İTÜ öğrencisi Burakhan Tarakçı’yı fail yakalanmadan katil göstermediler mi? Çok benziyormuş da, başında beyaz bere varmış da, polis hemen neden gözaltına almamış da...
Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkün. Cümlemi, Ertuğrul Özkök’ün şu ifadesiyle bağlamak istiyorum: Artık hepimiz kendimize çeki düzen vermeliyiz. Hepimiz, nefret üreten ifadelerden, düşmanlık üzerine siyaset yapmaktan, yazı yazmaktan vazgeçmeliyiz.
Star, 25.1.2007
|
Şamil TAYYAR
26.01.2007
|
|
|
|