Halk ne istiyor?
Bir çırpıda sayılabilecek, işsizliğin azaltılması, vize kuyruklarında beklemeksizin serbest dolaşım, millî gelirin artması, sermaye ve teknoloji (know-how) transferi gibi artılar bir kenara atılamayacak veya sıralaması geriye bırakılamayacak unsurlardır. Ancak bizce asıl etken, halkın yönetici sınıfın elinde baskıya dönüşen idârî mekanizmalardan bu vesile ile kurtulmak istenmesidir.
Serbest olsa, ülke nüfusunun hatırı sayılır bir yüzdesinin, Avrupa ülkeleri pasaportu hamili olmak için varlıklarının önemli bir bölümünü gözden çıkaracaklarını sosyolojik bir vakıa olarak yorumlamak gerekir. Halk; kendi haline bırakıldığına, şimdiye kadar sürüp gideni değiştirmeye hâkim sınıfın isteksiz olduğunun farkındadır. Bu sınıfı alt etmek için gücü yoktur, fakirdir. Diğer seçeneklerin yeterince (seçim, bize göre demokrasi) etkin olamadığı kanaatindedir. Konjonktürün de yardımıyla hâkim güce bir çelme takmak ve tuşa getirmek istemektedir.1
Avrupa Birliğine üyelik sürecinde bazı kayıpların da olacağı bilinmektedir. Burada önemli olan faydanın zararları fazlasıyla telâfi etmesidir. Bediüzzaman’ın Avrupa’yı iki sınıfa ayırmasından şunu anlamalıyız; oradaki güzelliklere ve iyiliklere sahip çıkalım, kötülüklere ve çirkinliklere de karşı duralım.
Bediüzzaman, kuvvetin kanunda olması gerektiğini, aksi takdirde istibdadın ortaya çıkacağını söyler. Belki bizi AB’ye yönelten de budur. Çünkü bizde kuvvetin kanunda olmamasından kaynaklanan bir istibdat, Avrupa’da ise, meşveret edilerek işlerin yürütüldüğü bir mekanizma vardır.
Bediüzzaman’ın söylediği “Bu millet esirlikten kurtulduğu gibi ecirlikten de kurtulacaktır.” Sözü ile serbest demokratik ve girişimci bir geleceğin inşasını bize önermektedir. Çünkü yine ekonomik açıdan İslâmî yöntem olan “malikiyet” de AB’nin prensiplerinden birisidir. Dolayısıyla Türkiye-AB yakınlaşması ekonomi açısından da gelişmeye sebep olacaktır.
İslâm dininin emrettiği medeniyet bizim esas hedefimiz olduğu için prensiplerini iyi bilmemiz gerekiyor. İslâmla barışık medeniyette; menfaat yerine fazilet, heveslerin tatmini yerine Allah rızası, ırkçılık yerine sınıf, din, vatan ortak paydalarında beraberlik, çatışma yerine yardımlaşma esastır. AB, bunun son ikisine büyük ölçüde riayet ediyor. Fakat medeniyetleri fazilet ve hüda üzerine tesis edilmediğinden seyyiatı hasenatına galip gelmiştir. Bu da demek oluyor ki onlar da İslâm düsturlarına muhtaçtırlar. Onlardaki eksik kısım medeniyetlerinin iç yüzünü öyle karıştırmış ki oluşan ihtilalci kitle, İslâm hakikatlerine iltica etmezlerse, medeniyetleri yerle bir olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Fransa’da yaşanan isyan olayları bunun bir örneğidir.
7.3. SÜRECİMİZİN GELECEĞİ
Hükümetlerin AB sürecinde samîmî olması ve müzakere sürecini, Türkiye’nin azamî kazancıyla ve istikrarlı politikalarla, üyelikle sonuçlandırmaya gitmesi gerekmektedir. Bu arada ülkemizde Avrupa’yı istemeyenlerin oyunlarına karşı uyanık olmak ve bu konuda halkın bilinç düzeyini artırmak gerekmektedir. Bu bağlamda, statükocuların Silahlı Kuvvetleri kendi menfaatlerine alet ederek, demokratikleşme yolunda atılan adımlara engel olmalarına özellikle dikkat edilmesi gerekmektedir.. AB sürecinde dönülmez bir yola girilmiştir. Her ne kadar Türkiye müzakere sürecinde eksik kalsa da, Avrupa içinde bazı kesimler ayak sürüse de, AB ve Türkiye’nin ortak aklı müzakere sürecinin tam üyelikle sonuçlanacağına dair kuvvetli ümit vermektedir.
Gerek Türkiye’nin jeopolitik önemi, gerekse Türkî cumhuriyetler ile İslâm ülkeleri üzerinde tarihinden ve dininden gelen büyük etkinliği sebebiyle AB tarafından göz ardı edilemeyecektir.
AB üyeliği vatandaşa ne getireceğini başlıklar halinde verecek olursak;
* Adalet müessesesinin hızlı ve âdil bir yapıya kavuşması (İdeolojik ve kişiye göre farklı değerlendirmeler terk edilmek zorundadır),
* Serbest rekabet ortamında tüketici seçme imkânına sahip olması,
* Yerli sanayi iyi oldukça, kendini ıslâh etmek zorunda olması,
* Avrupa standartlarını mal ve hizmetlerde yakalama gereği,
* İnsan hakları alanında düzenlemeler, teba değil vatandaş olma talebi,
* Müessir denetleme mekanizmasını vatandaşın kullanabilmesi,
* İçimizdeki (fert, topluluklar, kurumlar) istibdadın son bulması,2
* Üretimin, nemalanmada asıl unsur olarak yerleşmesi,
* Vatandaşımızın fert olduğunun şuuruna varması, bireyselliğin keşfi,
* Farklı özelliklerin zenginlik olarak algılanarak, iç tehdit değerlendirmelerine ayrılan büyük paraların kalkınmaya aktarılması,3
* Yabancı sermayenin Türkiye’ye akması,
* Organize olmuş ve insana (özelde vatandaşına) ‘iyi’ önyargısı (!) ile bakan insan merkezli kalkınma modeli,
* Fikirlerin serbestçe tartışılmasıyla hakikatlerin ortaya çıkması,4
* Şiddete dayalı uygulamalardan uzaklaşma ve ilişkilerde yumuşak ve sulhkârâne yaklaşımın benimsenmesi,5
* Vergilerin harcandığı yerlerin ödeyenlerce denetlenmesi,
* Ehliyet ve liyakatin ön plana çıkması,
* Gelir dağılımının daha âdil olması,
şeklinde sıralamak mümkündür.
AB üyeliği devlet aygıtına ne getirir?
Sınırların tehlikede olduğu, komşuların hepsinin düşman olduğu söyleminden yola çıkan değerlendirmelerden halen uzaklaşılamamıştır. Türkiye AB’ye girdiğinde Yunanistan, Bulgaristan, Kıbrıs ile aynı yapı içinde yer alacaktır. Sosyal olaylardaki hız, yüksek olduğu kadar dramatikdir de. Bundan 15 yıl önce bir numaralı düşman olarak görülebilen bir Bulgaristan’ın, NATO’ya dahil olması için en ziyade uğraşan Türkiye’dir. Türkiye üzerinde toprak emelleri olduğunu gizlemeyen (bu hayalleri sermaye olarak kullanan, tehdit ve tehlike değerlendirmelerinden beslenenlerin ellerini güçlendiren) komşularımız da, gözlerine kestiremeyecekleri, karşılarına almakta menfaatlerinin epeyce haleldar olacağını bildikleri bir yapı ile didişmekten kaçınacaklardır. İçeride, mekanizma küçüleceğinden, israfın azalmasının yanı sıra, kaynakların daha rasyonel kullanılması ile, millî gelirden fert başına düşen pay artacaktır. Üretmeyen, devamlı daha çok borç ve bu paradan yandaşlara daha çok ulufe ile mevcudiyetini muhafaza ettiren üst yapı, tabiri caizse titreyip kendine gelecektir.
Sürecin tedbir alınması ve uyanık davranılması gereken yönleri:
* Gümrük duvarı ile korunan bazı sanayii kuruluşları, kendini ıslâh edemezse batar, işçileri bir süre açıkta kalır.
* Daha gelişmiş ülke mallarına aç pazar, ortalık sakinleşinceye kadar, gümrük duvarlarıyla kendini korumaya aldıran yerli ürünlere rağbet etmez.
* Hatırı sayılır bir büyüklükte olduğu bilinen kayıt dışı ekonomi, kanun dışılığı da barındırmaktadır. Avrupa normlarının adım adım dahi olsa uygulanması, azımsanamayacak sayıdaki vatandaşı sektör değiştirmeye itecek, bunun sıkıntıları, statüko yanlılarınca, seçilmişlere ve en nihayet millete fatura edilebilecektir.
Sürecin tehlikeleri:
* Statükodan beslenen kesimler, üyelik sürecini kökünden bitirmek için provokasyonlar yapabilir.
* Geçiş sürecinde meydana gelecek hoşnutsuzluklar körüklenebilir ve kaos ortamı oluşturmak isteyenlerce kullanılabilir.
* Aslında dindar da, müsbet anlamıyla milliyetçi de olmayan AB muhaliflerince, dînî ve millî hassasiyetler, istismar edilebilir. Meselâ, aslında kurban kesilmesine, dinden gelen ne olursa zıddını savunmak güdüsünden hareketle karşı olduğu bilinen kesimler; “AB’ye girilince kurban yasaklanacak.”, acılı yemeği, modern Batılı tüketim hayatına aykırı kabul edenlerce “Avrupa’da isot yasak, kokoreç yasak.’’ türünden yayınlar yapabilir. Vatandaşa; “En iyisi biz başımızdaki sopaya razı olalım, hatta şükredelim.’’ dedirtmek istenebilir.
* Çözüm bekleyen Kıbrıs ve Ege ile ilgili sorunlarda, acelecilik ve hazırlıksızlık, iç direnç odaklarını dış destekle dengelemek ihtiyacı, Türkiye’nin harcadığı onca zaman, para, insan, emek karşılığında alabileceklerinin eksilmesine yol açabilir.
* 150 bin sayfaya baliğ olduğu söylenen AB mevzuatı ve muktesebatını, iyice incelemeden; “Canım onlar bize göre değiştirecek değil ya, biz uyacağız onlara.” veya “Bizim kendi kendimize adam olacağımız yok.’ kolaycılığı ile teslim olunabilir.
Türkiye hiçbir aday ülke ile kıyaslanamayacak özelliklere sahiptir ve bize göre daha önce alınmış kararları değiştirebilecek bir pazarlık gücünü elinde bulundurmaktadır. Danimarka halkı, Maastricht anlaşmasını reddedince, AB yeni tadiller yapmak zorunda kaldı ve Kopenhag yönetimi, bu anlaşmayı yeniden halka götürdü. Tabiatıyla bunun için, milletin ve devlet mekanizmasının desteğini arkasında tam hisseden bilgili, cesur müzakerecilere ihtiyaç vardır.
AB’yi giriş müzakerelerinin başladığı bu aşamada, bazı kesimlerce korkulduğu üzere, dînî salâbetimizin zayıflayabileceği ve dînî yönden zayıf olan gençlerimizin Hristiyanlaşabileceği gibi hususlar dile getirilmektedir. Manevî yönden çürük temeller üzerine oturan Avrupa Medeniyetinin, manevî dinamikleri güçlü olan Asya Medeniyeti karşısında yeterince güçlü olamayacağı görülmektedir. Çünkü asıl amacın, Avrupa medeniyetinin güzellikleri ve beşere menfaati bulunan iyilikleri olduğunu, günahlar ve kötülüklerin olmadığını ifade eden Bediüzzaman, Avrupa ve Asya medeniyetleri arasındaki asıl işbirliği alanına vurgu yapar. Aksi halde bir işbirliğinin öz yerine kabukla iştigal olacağı ve bunun da taklidi netice verebileceği muhakkaktır.6
Kuvvetler ayrılığı prensibinin iyiden iyiye kendini hissettirmeye başladığı günümüzde, Amerika’nın geri giden totaliterliği çözüldükçe İslâma bakışlarını gözden geçirme noktasına gelen Batı, AB’ne aday Müslüman ülke konumundaki Türkiye ile birlikte, İslâmiyet konusundaki ödevine daha olması gerektiği yerden bakma şansını yakalayacaktır. Avrupa’nın bakışı ve dünya haritasında okumaya ve anlamaya çalıştığı yeni ödevlerinin arasında öncelikle İslâmiyet gelmektedir.
Hızla yapılması gerekenler:
* Mevzuatı ayıklamak ve demokratikleştirmek, tutucuların anti-demokratik dayanaklarını kanun metinlerinden temizlemek ve daha önemlisi bunu uygulamaya yansıtmak,
* Kurumların kendi alanlarında kalarak, ülke yönetimini seçilmişlere devretmesi (AB tarafından yapılan bir araştırma, Türkiye’de siyasetin fonksiyonel olmadığını gözler önüne serdi).
* Geçiş sürecinin hemen sonrasındaki endişelerden kurtulmak için hızlı ve akıllı bir özelleştirme.
* Etnik köken ile ilgili kaygı, kibir ve önyargılardan, dînî kökenle ilgili bilgisizlikten veya içe kapanarak kendini koruma şeklindeki mutaassıp tavırdan bilinçle kurtulmak,7
* Kendi kültür ve medeniyetli ile öğünen, halkıyla ve onun değerleriyle barışık, bir iddiası, planı, projesi, başka insanlara bir mesajı olduğuna inanan, tahkik ehli insanların ve kanaat önderlerinin, açılacak büyük fikir ve bilgi arenasına idmanlı, donanımlı, sabırlı olarak girebilmek için gereken zihnî, fikrî ve kurumsal altyapıyı, bütün engellere rağmen, bir an önce azimle oluşturmaları gerekmektedir.8
Yukarıda saydığımız bu inkişafların yol haritası, AB ile şekillenecektir. Türkiye’nin dahil olduğu bir Avrupa, çift yönlü düşünme sürecine girecektir. Öteki dediği Asya’yı, yani İslâmı temel veri kabul eden bir ortaklık zemininde hem bizi kabullenecekler, hem de bizim ihmal ettiğimiz ve onların geliştirdiği medeniyetin olumlu sonuçlarını gerçekleştirme imkânımız olacaktır.
AB lehine ve aleyhine çok şeyler söylenmiş ve hâlâ söylenmektedir. Faydalarının yanında zararlarını da kabul ettiğimiz AB, bizim toplumumuzun gündeminde daha önce hiç karşılaşmadığı sorunları getireceği bir gerçektir. Şunu unutmamalıyız AB’nin faydalarının yanında zararları da olacaktır, ama faydası fazla olan şeyin terk edilmesi de doğru değildir.
|