Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 25 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Genelkurmay belgesi: Kubilay’ın katilleri esrarkeş

Genelkurmay raporunda, kendisini ‘Mehdi’ ilan eden Derviş Mehmet’in Manisa’da bir esrarkeş kahvesini mekân edindiği belirtiliyor.

‘İrticaî kalkışma’ şeklinde sunulan Menemen Olayı ile ilgili önemli belgelere ulaşıldı. Genelkurmay ve Emniyet arşivi, Kubilay’ı katledenlerin esrarkeş olduğunu ortaya koyuyor. Genelkurmay, ayrıca dönemin yerel idarecilerini, haberdar olmasına rağ-men olaylara seyirci kalmakla suçluyor.

Tarihe ‘Menemen Olayı’ olarak geçen Asteğmen Kubilay’ın katledilmesinin üzerinden 76 yıl geçti. Ancak ‘irticaî kalkışma’ olarak sunulan hadiseyle ilgili şüpheler zihinlerden hiç çıkmadı. Gerek Mehdiliğini ilan edip topladığı bir avuç müridini esrar içirerek kendisine bağlayan Derviş Mehmet’in kimliği, gerekse resmî makamların olay sırasındaki ihmalleri, resmî teze karşı çıkan araştırmacıların “komplo” iddiasına yol açtı. Bu tartışma her 23 Aralık’ta yeniden gündeme gelirken, Zaman olayın perde arkasıyla ilgili önemli bir belgeye ulaştı.

1. Kolordu Komutanı Mustafa Paşa’nın hazırladığı Menemen Raporu, 26 Aralık 1930 tarihini taşıyor.

Emniyet raporu: Esrarlı sigarayla tasarrufunu artırıyormuş

Kubilay’ı öldüren Derviş Mehmet’in çevresindeki insanları esrarla etki altına aldığına ilişkin bir başka resmî bilgi de Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarında yer alıyor. Dönemin İçişleri Bakanlığı’na 25 Aralık 1930’da “Vali Kazım” imzasıyla gönderilen 7 maddelik raporun 4. maddesinde şunlar yazılı: “Bunların hepsinde esrar ve esrarlı sigara olup, Derviş Mehmet bunları Manisa’da alıştırmış ve bununla da tasarrufunu artırıyormuş.”

O dönemde Büyük Erkan-ı Harbiye Riyaseti olarak adlandırılan Genelkurmay Başkanlığı’na ait 26 Aralık 1930 tarihli bir belge, hükümet yetkililerinin ihmallerine dikkat çekiyor. Genelkurmay tarafından Menemen’e gönderilen 1. Kolordu Komutanı Vekili Muğlalı Mustafa Paşa (Mustafa Muğlalı) hadiseden üç gün sonra Ankara’ya ilettiği raporda Derviş Mehmet’in şüpheli hareketlerinin yetkili mercilerce bilindiğine işaret ediyor. Buna rağmen gerekli takibatın yapılmadığı; uzaktan seyirci kalınarak adeta “olay çıkmasına göz yumulduğu” ima ediliyor. Emniyet arşivlerindeki bir belgede ise Derviş Mehmet’in etrafındaki insanları esrara alıştırıp, istediğini yaptırdığı belirtiliyor. Dokuz maddeden oluşan dört sayfalık Genelkurmay raporunda da kendisini ‘Mehdi’ ilan eden Derviş Mehmet’in Manisa’da bir esrarkeş kahvesini mekan edindiği ve çevresindeki insanlarla uzun süre şüphe uyandıracak fiiller içinde bulunduğu kaydediliyor. Derviş Mehmet’in bu şüpheli halinin bilinmesine rağmen ortadan kaybolduğuna dikkat çekilen raporda, “Kayboluşları Manisa hükümetine bildirilmesine rağmen, Menemen’e gelene kadar 15 gün boyunca gezdikleri civar köylerde ahaliye telkinatta bulunmalarına rağmen bundan haberdar olunmaması ve hükümet konağı önüne gelene kadar Menemen hükümetinin bundan hiçbir suretle malumat almaması” eleştiriliyor.

Genelkurmay raporunda Menemen kaymakamı ve ilçe jandarma komutanı hakkında da ağır suçlamalar var. Kaymakamın hükümet konağına çok sonradan geldiği ve olan bitene uzaktan seyirci kaldığı kaydedilirken, jandarma kumandanı için, “Hükümet konağı içerisine dört neferiyle birlikte girerek kadın gibi saklandı.” ifadeleri kullanılıyor.

“Büyük Erkan-ı Harbiye Riyaseti’nin 26/12/1930 tarihli ve 6747 No’lu tezkeresinin suretidir” üst başlığı bulunan dokuz maddelik raporun 6. maddesinden bazı satırbaşları şöyle: “Şu mes’elede çok şayan-ı dikkat ve mühim gördüğüm noktalar Manisa’da ilk önayak olarak ortaya atılan bu şerirlerin Manisa’da iken bir esrarkeş kahvesinde daimi surette içtima ederek orasını tekke haline getirdikleri ve son zamanlarda hepsinin sakal bırakmak suretiyle bütün bütün calib-i şüphe vaziyet aldıkları ve bu hal Manisa zabıtasınca da malum olduğu halde Manisa’dan birdenbire gaybiyetleri ve hatta bu gaybiyetlerin aileleri tarafından hükümete malumat verilmesi üzerine Manisa hükümetinin bunlar için hiçbir teşebbüste bulunmaması ve civar kazaların nazar-ı dikkatleri celbedilmemesi gerek Manisa’da gerekse haricinde teşkilatların olup olmadığı hakkında tahkikat ve tetkikat yapılmayarak işin tesadüfe bırakılması Manisa’dan ayrıldıktan sonra Paşaköy, Yağcılar, Bozalan, Çukurköy ve civarlarında on beş gün dolaşarak ahaliye birtakım telkinatta bulunmalarından hiç kimsenin haberdar olmaması 23/12/1930 günü sabah namazına doğru musellahan ve birlikte sabah namazını kılarak ve camiden ellerine bir de bayrak alarak yine ahali ile camiden çıkışlarından ve sabahleyin hükümet konağı önüne kadar gelişlerinden Menemen hükümetinin hiçbir suretle malumat almaması...” Aynı maddenin sonunda kaymakamlık ve jandarma komutanının tavrı da şu sözlerle eleştiriliyor: “Menemen kaymakamı beyin, hükümet konağı cihet-i askeriye tarafından işgal edildikten sonra ancak hükümete gelmesi ve bu zamana kadar adeta seyirci vaziyetinde kalması ve bir silah arkadaşı koyun gibi karşısında boğazlanırken Menemen jandarma kumandanının dört neferi ile hükümet konağı içerisine girerek kadın gibi saklanması...”

Raporun 7. maddesinde ise Kubilay’ın askerlerinin neden cephanesiz olduğu sorgulanıyor: “Sevk u idare hatalarına alaydan telefonla kuvvet talep eden jandarma kumandanı şu kuvvetin ne için ne maksatla ve ne gibi bir vaziyet karşısında talep edildiği hakkında alayı tenvir etmemiştir. Jandarma kumandanının noksan olarak verdiği bu malumat alayca gönderilen ilk bölüğün cephanesiz olarak yola çıkarılması kuvvetlerin vaziyeti hakim olmasına sebep olmuştur.”

Emniyet raporu: Esrarlı sigarayla

tasarrufunu artırıyormuş

Kubilay’ı öldüren Derviş Mehmet’in çevresindeki insanları esrarla etki altına aldığına ilişkin bir başka resmî bilgi de Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarında yer alıyor. Dönemin İçişleri Bakanlığı’na 25 Aralık 1930’da “Vali Kazım” imzasıyla gönderilen 7 maddelik raporun 4. maddesinde şunlar yazılı: “Bunların hepsinde esrar ve esrarlı sigara olup, Derviş Mehmet bunları Manisa’da alıştırmış ve bununla da tasarrufunu artırıyormuş.”

23 Aralık 1930’da Menemen’de neler yaşandı?

Mustafa Fehmi Kubilay, Giritli Hüseyin ve Zeynep çiftinin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1906 doğumlu Kubilay’ın asıl mesleği öğretmenlikti. 23 Aralık 1930’da İzmir’in Menemen ilçesinde meydana gelen olay sırasında askerlik görevini yapıyordu. ‘Mehdi” olduğunu iddia eden Giritli Mehmet (Derviş Mehmet) 7 Aralık’ta, 6 müridiyle Manisa’dan yola çıkarak, civardaki Paşa köyünde yaptıkları hazırlık ve propagandalardan sonra 23 Aralık sabahı, gün doğarken tekbirlerle Menemen’e girdi. Belediye meydanında çevresine topladığı yaklaşık yüz kişiyle hükümet karşıtı sloganlar atmaya başladı. Silahlı olan asiler bir müfrezenin başında olaya müdahale eden Asteğmen Kubilay’ı, hemen ardından da Hasan ve Şevki adındaki iki mahalle bekçisini öldürdü. Olay, arkadan yetişen askerî birlikler tarafından şiddetle bastırılırken, Derviş Mehmet ve iki müridi öldürüldü. 31 Aralık 1930’da toplanan bakanlar kurulu, Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir merkez ilçelerinde bir ay süre ile sıkıyönetim ilan edilmesine karar verdi. Sıkıyönetim komutanlığına 2. Ordu Kumandanı Fahrettin Paşa (Altay), Divan-ı Harp Reisliği’ne 1. Kolordu Komutan Vekili Muğlalı Mustafa Paşa atandı. Olay 1 Ocak 1931’de Denizli Milletvekili Mazhar Müfit (Kansu) ve arkadaşlarınca verilen soru önergesiyle TBMM gündemine getirildi. Soru önergesini Başbakan İsmet Paşa (İnönü) cevaplandırdı. Daha sonra sıkıyönetim ilanına ilişkin önerge tartışıldı ve oybirliğiyle kabul edildi.

Zaman, 24.12.2006

Erdal ŞEN

25.12.2006


 

Kurtuluş Savaşı’na gönderilen Rus altınları borsada batmıştı

Anadolu halkının iki ineğinden, iki çuval unundan birisine zorla el konulduğu bir dönemde tam yüz bin altın göz göre göre sokağa atılmış.

Tarih her zaman yanlış yazılır ve o nedenle

her zaman yeniden yazılması gerekir.

George Santayana

Kurtuluş Savaşı, üzerinden daha bir asır geçmeden tarihimizin karanlık bir bölgesi haline gelmiş durumda. Bunun nasıl başarıldığı sorulunca, ister istemez 1928’de yapılan Harf Devrimi geliyor akla. Modern dünyada bir büyük medeniyetin çocukları ilk defa bin küsur yıldır kullanmakta oldukları ve sayesinde modern çağ için yakıt ödevi görecek “kanonları”, yani temel eserleri vücuda getirdikleri harfleri değiştiriyor ve Cumhuriyet’in tamamen yeni bir devlet olarak ortaya çıktığını iddia ediyorlardı. Bu da kaçınılmaz olarak mazideki zaten karanlık olan sayfaların üzerindeki gölgenin daha da kalınlaşmasına yol açıyordu.

İşte bu karanlık sayfalardan birisi, Milli Mücadele’ye yurt dışından gelen para yardımları meselesidir.

Mesela Hindistan Müslümanlarının dişlerinden tırnaklarından artırarak Kızılay’a (o zamanki adıyla Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne) yaptıkları 300 bin lira tutarındaki yardım, Maliye kayıtlarına dahi girmemiş ve Mustafa Kemal Paşa’nın emrine tahsis edilmiştir. Büyük Taarruz öncesinde geçici olarak Maliye Bakanlığı’nın emrine devredilen ve düşmanın çekilirken yakıp yıktığı köylerin ahalisine dağıtılan bu paranın 110 bin lirasının da cephe kumandanlığı emrine gönderildiği biliniyor.

Ancak savaştan sonra durumu düzelen Maliye Bakanlığı, bu parayı Mustafa Kemal Paşa’ya iade etmiş, o da İş Bankası’nın kuruluş sermayesine katmıştı. Bir başka deyişle, İş Bankası’nın temel harcına, Hindistan Müslümanlarının Hilafetin kurtarılması için gönderdikleri paranın, dolayısıyla da bu fakir insanların alın terlerinin karıştığını bilmek gerekir.

Milli Mücadele’ye Rus yardımı

Ancak daha netameli bir yardım, Rusların, daha doğrusu o zamanlar henüz kurulmuş bulunan Sovyetler Birliği’nin yapmış olduğu yardımdı. Lakin bu yardımın kara kaşımız, kar gözümüz için yapıldığını zannedenler fena halde yanılır. Bu yardım, iç isyanlar ve Avrupa menşeli Beyaz Orduların sarsmakta olduğu Sovyetler Birliği’nin güney sınırını güvenceye almak ve daha da önemlisi, güney sınırında İngiliz uydusu bir devletin kurulmasına mani olmak kaygılarından doğan bir reel politiğin uzantısıydı. Kaldı ki yardımlar karşılığında Kâzım Paşa’nın Erivan (Ermenistan) seferi durdurulmuş ve Misak-ı Milli dahilinde sayıldığı halde güzelim Batum şehri Sovyetler Birliği’ne teslim edilmişti.

Velhasıl bu yardımlar bir lütuf, bir atıfet değildi. Karşılıklı bir anlaşmanın şartları gereğiydi.

Değildi ama bu yardımın miktarı ve nereye sarf edildiği konusu daima kafaları karıştırmıştır. Anadolu’ya askeri malzeme yardımı yapıldığını biliyoruz. Sabahattin Selek’in deyişiyle “Bir miktar silah, cephane ve harp aracı” alınmıştı. Dahası, tutarı tartışma konusu olsa da, 1 milyon ile 5 milyon altın arasında bir miktar nakit para da gönderilmiştir. Hatta o sırada yurt dışında bulunan Enver Paşa’nın bizzat Moskova’ya gidip Rus yöneticilere güvence verdiğini ve yardımı bizzat kendisinin organize etmek arzusunu beyan ettiğini de yazıyor kaynaklar.

Bu nakit para işi mühim. Zira taahhütlerimizi yerine getirdikçe parti parti gönderilmiştir. Ancak bir partinin başına öyle bir iş gelmiştir ki, bugüne kadar bir yolsuzluk mu yoksa beceriksizlik eseri mi olduğu tam olarak anlaşılamamıştır.

Olay Sabahattin Selek’in Anadolu İhtilali (4. baskı, İstanbul 1968, Burçak Yayınevi, s. 133) adlı eserinde geçmektedir. Rus yardımının özeti şu kalemlerdir:

Ruslar, üç parti hâlinde bir milyon Rus altını verdiler. Bu altınlar:

Ferit (Tek) Beyin Maliye Vekilliği zamanında iki yüz bin,

Hasan (Saka) Beyin Maliye Vekilliği zamanında Beş yüz bin,

Hasan Fehmi (Aytaç) Beyin Maliye Vekilliği zamanında Üç yüz bin lira olmak üzere geldi.1

Ankara’daki Rus Büyükelçisinin isteği üzerine bu altınlara Ankara hükûmeti adına Maliye Vekili Hasan Fehmi Bey bir milyon liralık makbuz vermiştir. İkinci parti olarak alınan beş yüz bin altının yüz bini, askerî müşavir olarak Moskova’ya giden Saffet (Arıkan) ve Nuri (Conker) Beylere teslim olunarak silâh satın almak üzere Almanya’ya gönderilmiş, dörtyüz bin altını da Yusuf Kemal Bey beraberinde Kars’a getirmiştir.

İşte başına tuhaf haller gelen yardım, Hasan Saka’nın Maliye Bakanlığı zamanına rastlar.

Alman borsasında batan yüz bin altınımız

Moskova’dan yüz bin altını yanlarına alan ve ikisi de asker olan Saffet Arıkan ve Nuri Conker beyler, silah satın almak için doğru Almanya’nın yolunu tutarlar. Fakat o günlerde savaştan çıkmış Almanya’da yüksek enflasyon vardır ve borsa da kârlı bir yatırım aracı durumundadır. Saffet ve Nuri beyler bir taraftan Kurtuluş Savaşı için silah pazarlıkları yaparlar, öbür taraftan da bozdurup Mark yaptıkları parayı enflasyondan koruyup değerlendirmeyi düşünürler. İşte tam bu sırada müteşebbis, daha doğrusu uyanık bir Almanla tanışırlar.

Bu acar Alman borsacı, kendilerine, ellerindeki parayı çoğaltmak ve böylece ülkelerine daha fazla silah satın almak dururken niye boşu boşuna beklettiklerini sorar. Üstelik de enflasyon bu parayı sürekli kemirirken... Sonuçta borsada kazandıkları parayla vatanlarına hizmet etmeyecekler midir?

Gayet mantıklı gelen bu teklifi kabul eder Saffet ve Nur beyler ve meteliğe kurşun atan Milli Mücadele hareketinin parasını olduğu gibi borsaya yatırırlar. Ancak sonuç tam bir fiyasko olur. Para, o sırada istikrarsız bir seyir izleyen Alman borsasında batar. Yanlış kâğda oynamışlardır. Neticede Alman borsacının, borsa nedir bilmeyen askerlerimizi aldattığı anlaşılır. Sonuçta çar naçar, elleri boş olarak Ankara’ya döner iki askerimiz.

Yüzde 40 zorunlu vergi anlamına gelen “Tekâlif-i Milliye” kanunuyla fakir Anadolu halkının iki ineğinden, iki çuval unundan birisine zorla el konulduğu bir dönemde tam yüz bin altının göz göre göre sokağa atılması, tabiidir ki, Ankara’da büyük tepki uyandırır. Mesele mahkemelik olur. Fakat her nedense bir sonuç çıkmaz. Hadisede kasıt unsuru bulunamamış, bir “kaza” olarak görülmüştür. Her ikisi de Atatürk’ün silah arkadaşları olan ve Cumhuriyet döneminde bakanlık yapmak dahil kritik roller oynayan bu iki seçkin simanın skandalı ört bas edilmiştir. Bugüne kadar da bunun hesabı sorulmuş değildir.

Hala aydınlığa kavuşamamış ve hesabı sorulamamış bu hadise gibi daha niceleri yaşanmıştır Milli Mücadele sırasında.

Dedik ya, Kurtuluş Savaşı’mızın bir de karanlıkta kalmış, unutulmuş, daha doğrusu unutturulmuş yüzü vardır. Bu dahi ol sahifelerden biridir.

1 Hasan Fehmi Aytaç, Ferit Tek ve Yusuf Kemal Tengirşek Beylerle yaptığımız görüşmelerde tespit ettik.

Haber 7, 18.12.2006

Mustafa ARMAĞAN

25.12.2006


 

‘Kurtarıcılar’la AKP çekişmesi ne getirir?

Orhan Erkanlı, 1960 yılında 27 Mayıs askeri müdahalesini gerçekleştiren ve müdahale sonrasında Milli Birlik Komitesi’ni oluşturan kurmay subaylardan biriydi. 27 Mayıs’ın beyin takımından olduğu halde daha sonra 13 arkadaşıyla birlikte emekli edilen Erkanlı, iki dönem CHP milletvekilliği ve özel sektörde yöneticilik de yaptı. Erkanlı, 1972’de Anılar, Sorunlar, Sorumlular başlığı ile yayınlanan anılarında, Türkiye’nin en önemli sorununun “kurtarıcılardan kurtulmak” olduğunu belirtmişti.

Erkanlı’nın, herhalde kendi deneyimlerinden de yararlanarak yaptığı bu saptamanın üzerinden yıllar geçti; kendisi artık aramızda yok ama Türkiye onun parmak bastığı sorunu hâlâ aşabilmiş değil. Toplumdaki tepki birikimlerini kendi inançları ve özlemleri doğrultusunda kullanarak ‘kurtarıcı’ rolüne soyunmak isteyenler bugün de fırsat kollamakta. Önümüzdeki dönemde, her yöntemi kullanarak bir yerlere gelmek isteyenlerin marifetlerini izlemeye hazır olalım.

Korkular ve umutlar

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) ülkeyi felakete sürüklediğini iddia ederek ‘kurtarıcı’ rolünü oynamaya talip olanlar, toplumsal tabandaki kimi korkuları kullanarak rollerini haklı göstermeye çalışıyorlar. Sağdan sola, siyaset ve inanç yelpazesinin farklı noktalarında bulunan insanları etkileyen bu korkuların bazıları şunlar:

*Ülkenin bölünmesi korkusu

*Yabancı işgaline uğrama korkusu

*Avrupa Birliği’nin uydusu olma korkusu

*Cumhuriyetin yıkılması korkusu

*Şeriat devletinin kurulması korkusu

*Yabancılarca sömürülme korkusu

*İşini kaybetme korkusu

*Yoksullaşma korkusu

*Aşağılanma korkusu

‘Kurtarıcı’ rolüne soyunmak isteyenler, insanların bu korkuları aşarak, güven ve refah içinde yaşayacağı bir Türkiye vaat ediyorlar. Vaatleri arasında şunlar öne çıkıyor:

*Tam bağımsız, ulusal dış politika

*Uluslararası sermayeden bağımsız, ulusal ekonomi

*Sosyal adalet içinde eşitlikçi kalkınma

*Çiftçinin, işçinin, memurun refahının yükselmesi

*İşsizlik sorununun çözümlenmesi

*Devletin laik yapısının korunması

Aldatıcı vaatler

Bunlar ilk bakışta göze ve kulağa hoş gelen vaatler ama günümüzün karmaşık ve küreselleşmiş dünyasında nasıl gerçekleştirilecek bu vaatler? Dünyanın en ileri ve güçlü ülkeleri bile bugün artık tam bağımsız davranma lüksüne sahip değilken biz bunu nasıl sağlayacağız? Onların çözümleyemediği sorunları bizim ‘kurtarıcı’ takımı nasıl çözecek?

Ortada büyük bir aldatmaca var aslında. İktidardaki AKP’nin kendi kısıtlı birikimiyle gelebileceği yerin sınırlarına yaklaşmış olması, ona alternatif oluşturmak isteyenlerin iştahını kabartıyor ister istemez. Tutarlı ve gerçekçi bir alternatif oluşturmadan ‘kurtarıcı’ rolüne heves edenler de göz boyayıcı vaatlerle amaçlarına varmaya çalışıyorlar bu ortamda.

‘Kurtarıcı’ rolüne heves edenlerle, iktidar alanını koruma hatta genişletme hevesindeki AKP’nin çekişmesi 2007 yılına damgasını vurabilir. Türkiye’yi sarsabilecek olan bu çekişmenin yol açabileceği gelişmeler beni ürkütüyor ve bundan sonra bu konuda hiçbir yorum yapmak istemiyorum.

Milliyet, 24.12.2006

Osman ULAGAY

25.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004