Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 15 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Enstitü

 

Bir bütünün parçalarıyız

Çok bunaldığımız ve artık her şeyin sıkıcı geldiği anlarda, artık yaşamanın bir anlamı yok diye düşündüğümüzde böyle büyük bir tablonun ya da muhteşem bir orkestranın bir noktası ya da notası olduğumuzu düşünelim. İçimizde farklı bir kıpırdanma, her tarafımızı kuşatan ılık bir muhabbet varlık âleminin her tarafını kuşatan bir bütünün parçası olduğumuzu fark ettiğimizde hayat çok daha anlamlı her şey çok daha güzel olacak.

Kâinatın genelinde bir ahenk ve ortak noktadan geldiklerini, aynı kudretin eserleri olduklarını gösteren işaretler var. Eşyanın genelindeki bütünlük, aynı melodinin farklı tınıları şeklinde vücut bulduklarını ortaya koyuyor. Bu bütünlükte ruhlarımıza yansıyan ise, onun âhengine uyumdan kaynaklanan bir huzur ve mutluluk olarak ortaya çıkıyor. Fert fert benzerlikler topyekûn sistemdeki âhenk ve kâinatın tamamında var olduğunu anladığımız birlik ruhu aynı Rab’den emir alıyor olmanın verdiği muhteşem haz. İşte insana enerji verecek olan ve biz anlayışını zirveye yükseltecek olan bu idrak olmalı.

Bütün insanların yüzlerindeki ortak noktalar, ortak çizgiler, ortak duygular, benzer beklentiler çok dikkat çekici. Hayat sahibi olan diğer varlıklarla da pek çok ortak noktalar var. Acıkmalar, menfaat kavgaları, yaşadığı topluluk içinde kendine yer edinme ve bunun için süren mücadeleler hep ortak. Bu belki atomlar düzeyinden başlayan, hücreler, canlı organizmalar ve uçsuz bucaksız bir uzay boşluğunu dolduran yıldızlar ve gezegenlere kadar devam eden bir süreç. Dikkat edersek temel yapılarında ve dışa yansıyan özelliklerinde varlıkların tümünde ortak noktalar bulabiliriz. Bu ortaklıklar ortak bir kaynağa ya da aynı maksadın eserleri olduklarına işaret ediyor olabilir.

Ortaklıklar varlıklar üzerindeki üniformalar gibidir. Aynı yere mensup olduklarının, aynı maksada işaret ettiklerinin ve aynı kaynaktan emir aldıklarının işaretidir. Bu da ayrı ayrı gibi gözüken, biribirinden farklı noktalarda bulunan varlıkların bu ayrılık içinde bir bütünlük olduklarının işaretidir.

Bir ışık düşünelim ki on beş milyar yıldır seyahat ediyor ve ışığı bize yeni ulaşmış olsun. Uzun bir yolculuk ve otobanda gördüğün en hızlı aracın bir saatte katettiği mesafenin bin katını bir saniyede katediyor. İşte bu ışık bize en uzak yıldızdan gelen ışık olabilir. Yeni fizik kuralları ise her atomun her an birbiriyle irtibat halinde olması gerektiğini, her küçük zaman diliminde şekillenen varlık tablolarının bu anlık irtibatlarla mümkün olduğunu ortaya koymaktadır. Yani varlık dediğimiz birbirini çok kısa zaman aralıklarında takip eden tabloların oluşabilmesi için atomlar arasında ışıktan ve belki de düşünceden daha hızlı bir haberleşme gerekli. Buradan da atomların bir bütünün parçaları olduğunu ayrı ayrı alanlarda bulunsalar ve farklı özellikler taşısalar bile ortak bir kaynaktan geldiklerini anlıyoruz.

Varlığın genelinde bir bütünlük ve uyum var. Belki de mutluluk ya da ideal insanlık konumu varlığın bu ortak ritmine ve her tarafı kuşatan ahenge uyum sağlayabilmektir. Çok bunaldığımız ve artık her şeyin sıkıcı geldiği anlarda, artık yaşamanın bir anlamı yok diye düşündüğümüzde böyle büyük bir tablonun ya da muhteşem bir orkestranın bir noktası ya da notası olduğumuzu düşünelim. İçimizde farklı bir kıpırdanma, her tarafımızı kuşatan ılık bir muhabbet varlık âleminin her tarafını kuşatan bir bütünün parçası olduğumuzu fark ettiğimizde hayat çok daha anlamlı her şey çok daha güzel olacak. İnsan kendini yalnız, çaresiz, kimsesiz hissettiği anlarda kâinatın genel ritmine kulak vermeli ve varlığın topyekûn dile getirdiği “Bir bütünün parçalarıyız, farklı yansımalarıyız biz” mânâsına dahil olduğunu hissetmelidir. İşte bu hissedilebilecek en güzel duygulardan biri ve en üst düzeyde hayat enerjisinin kaynağıdır. Ruhun hayata bağlılığı ve ayakta kalabilmesinin en uygun şekli de bu olsa gerektir.

15.12.2006


 

Ülke birliği (2)

Aynı vatanda yaşayan, yani aralarında vatan birliği olan insanların, başka bağlar yanında sadece vatan bağı sebebiyle bile birbirlerine muhabbet etmeleri, yardımlaşma ve dayanışma içinde olmaları mümkündür. Çünkü aynı vatan toprakları üzerinde yaşamış olmak önemli bir bağdır. O topraklarda yaşayan insanların arasında acıda, elemde, kederde, sevinçte kader birliği vardır.

VATAN BİRLİĞİ

Bediüzzaman, "Hâlıkları bir, Rezzakları bir, peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir, bir, bir, bir.. binler kadar bir, bir..." diyerek sıraladığı birlik bağları arasında 'vatan'ı da saymıştır. Aynı vatanda yaşayan, yani aralarında vatan birliği olan insanların, başka bağlar yanında, sadece vatan bağı sebebiyle bile birbirlerine muhabbet etmeleri, yardımlaşma ve dayanışma içinde olmaları mümkündür. Çünkü aynı vatan toprakları üzerinde yaşamış olmak önemli bir bağdır. O topraklarda yaşayan insanların arasında acıda, elemde, kederde, sevinçte kader birliği vardır. Aralarında alış veriş yapma, aile bağları kurma, komşuluk, işbirliği ve işbölümü içerisinde birlikte çalışma, güzel eserler vücuda getirme, ortak başarılara imza atma olgusu vardır.

Bu çalışmanın yapıldığı tarihe rastlayan bugünde, tarihe altın sayfalarla yazılmış eşsiz bir destan olan "Çanakkale Zaferi"ne atılan imzada ana dili, etnik kökeni değişik olmasına rağmen, yüz binlerce gazi ve şehit vatan evlâdının izi bulunmaktadır. Bu, milletimizin gönlünde yer eden, “Vatan sevgisi imandandır” inancının tezahürüdür. İmandaki zayıflamanın, vatan sevgisi ve vatana bağlılığı da zayıflattığı bilinen bir gerçektir.

Bediüzzaman, devletin ve milletin hayatını ve varlığını muhafaza ettiren, Kur'ân'dan gelen: “Ben ölürsem şehidim, öldürsem gaziyim” fikri olduğunu, bu fikirle devletin ordusundaki askerin ölümü gülerek karşıladığını söyler ve “Askerin ruhunda böyle ulvî fedakârlığa sebebiyet verecek başka hangi şey gösterilebilir? Hangi hamiyet onun yerine ikâme edilebilir ve hayatını ve bütün dünyasını severek ona fedâ ettirebilir?” diye sorar. İşte askeri böyle bir fedâkârlığa götürecek manevî ruh çökertildiği takdirde, sonucun ne olabileceğini düşünmek bile, hepimizi derin endişeye sevk edecek vahim bir olgudur.

Din birliği, vatan sınırlarını da aşan geniş bir bağdır. Kurtuluş Savaşında Pakistan, Afganistan gibi dünyanın bize çok uzak yerlerinden yardımların gelmesinde bu bağ önemli rol oynamıştır. Müslüman bir ülke, bir felâkete uğradığında, dinî bağlar sebebiyle tüm dünya Müslümanları o olaydan etkilenirler ve ellerinden gelen yardımı yaparlar. Bu manevî bağları zayıflatarak milletimizi böylesine önemli bir destekten yoksun bırakmanın, kimlerin işine yarayacağını kestirmek zor olmasa gerektir. Aynı şekilde dünyanın herhangi bir yerindeki Müslüman bir ülkenin başına bir felâket geldiğinde, diğer Müslümanların ona yardımda bulunması, hem adalet ve hakkaniyete uygundur, hem de bu durum dünya barışına olumlu bir katkıdır.

Burada vatan bahsinde; yine İstiklâl Marşımızın kabulünün yıldönümüne rastlayan bu günlerde millî şairimiz Mehmet Akif ERSOY'u da rahmetle anmadan geçemeyeceğiz:

Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı!

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.

Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?

Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!

Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

Bediüzzaman Hutbe-i Şamiye adlı eserinde, adalet konusunu tahlil ederken, insanın fiillerinin, kalbin ve hissin temayüllerinden çıktığını, o temayüllerin, ruhun özelliklerinden ve ihtiyaçlarından kaynaklandığını, ruhun, imanın nuru ile harekete geçtiğini, hayır ise yaptığını, şer ise kendini çekmeye çalıştığını, eğer insanın ruhunda imandan gelen manevî bir etkileşim olmazsa, millet ve vatan maslahatı gibi kavramların fazla etkili olamayacağını ve onu kötülükten alıkoyamayacağını açıklar.2 Buradan vatan ve millet yararının dikkate alınmasında imanın olumlu rolü bulunduğu, imansızlık halinde ise, bunların etkisinin sınırlı kalacağı anlaşılmaktadır.

MİLLET BİRLİĞİ

Millet kelime olarak; 1- Din; inanç ve şerîat, 2- Bir din veya mezhepte bulunanların tamamı, ümmet, 3- Millet, ulus; çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında din, dil, duygu, ortak tarih, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu, 4- Benzer özellikleri olan topluluk, 5- Bir yerde bulunan kimselerin bütünü, herkes, 6- Sınıf, topluluk, kategori, 7- Halk, anlamlarına gelmektedir.

"Millet" kelimesi Risâle-i Nur Külliyatında değişik yerlerde 798 defa yer aldığı ve bu kelimenin yukarıdaki anlamlara gelecek şekilde kullanıldığı görülmektedir. Meselâ; "millet-i İslâm", "Mısır milleti", "..her milletin lisanıyla", "..herkes, ...her millet", "…o zeki kavim.., ...o siyasî millet", "millet-i İbrahim", "millet-i küfriye", "..ayrı ayrı milletlerin ayrı ayrı erzakları, elbiseleri, cihazatları" gibi. Bu ifade şekillerinde millet kavramının; yerine göre, herkesi yani insan topluluğunu, halkı, din bağını, coğrafî özelliği ya da coğrafî yeri, etnik kökeni, dili ön plâna çıkarır şekilde, yerine göre bitkiler-hayvanlar gibi bir varlık türünü ifade edecek tarzda kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Risâle-i Nur'da; "millet" kelimesi 798, "Türk Milleti" kavramı 70, "Türk" kelimesi 161, "Türkçe" kelimesi 89, "Kürt Milleti" hiç geçmiyor, "Kürt" kelimesi 45, "Kürtçe" kelimesi 10, "Arap Milleti" 1, "Arap" kelimesi 91, "Arapça" 54 defa geçmektedir.

Risâle-i Nur'da "Türk Milleti" kavramı kullanılırken, kanaatimizce bu kavramla etnik kökeni ifade etmekten çok, vatan toprakları üzerinde yaşama ve birbirlerine din bağı ile bağlı olma özelliği ön planda tutulmaktadır. "Türk denilen bu vatan ehl-i imanıyla", "Türk milleti denilen şu vatan evlâdı"3 gibi ifadelerden bu husus çok açık ve kesin bir şekilde anlaşılmaktadır.

Bu toplulukta hâkim unsur Türk Milletidir. Vakıa kavramda bu unsurun adı yer almıştır. Ancak bu durum başka unsurların inkârı ya da asimile edilmeleri anlamına gelmemektedir. Bediüzzaman, sayısı milyonları bulan ve binler seneden beri milliyetini ve lisanını unutmayan Kürtlerin, Türklerin hakikî bir vatandaşı ve eskiden beri cihad arkadaşı olduğunu vurgulamaktadır.4 Irkçılık ise, bu iki vatandaş ve cihad arkadaşını birbirine düşürmektedir ki, bu durum her iki unsurun da zararına ve bu zarardan medet uman haricin yararınadır. Etnik köken, din v.s. herhangi bir ayırım yapılmaksızın kanun karşısında herkes eşit olup, eşit hak ve sorumluluklara sahiptir.

Bediüzzaman, Türk milletini etnik kökeni esas almaksızın şöyle tasnif etmektedir:

1- Ehl-i salâhat ve takvâ (dindarlar)

2- Musibetzede ve hastalar

3- İhtiyarlar

4- Çocuklar

5- Fakirler ve zayıflar

6- Gençler

Görüldüğü gibi, bu sınıflandırmada sosyolojik özellikler dikkate alınmaktadır. Bu tasnifin hemen altında, her bir sınıfın özelliğine göre, o sınıfı oluşturan insanların iyiliği, selâmeti için ihtiyacı olan şeyleri kazandırmak ve onları zarara uğratacak şeylerden sakındırmak için gerekenler, sosyal hayatın huzur ve barış içinde yürümesi bakımından da lâzım olan hususlar sıralanmaktadır. Bunlar incelendiğinde de tamamen insaniyete dayanan ve fazileti ön plana çıkaran değerler olduğu görülmektedir.5

Hucûrat Sûresinin; “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da, birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ve kabilelere ayırdık” mealindeki 13. âyetinin tefsirinde de; Allah'ın insanları taife taife, millet millet, kabile kabile yarattığını, buradaki hikmetin tanışmak ve sosyal hayatta yardımlaşmak olduğunu, yoksa aralarında husûmet ve düşmanlık olmadığını, ordunun kısımlara ayrılması örneğiyle açıklamıştır.

Milletin birliğinin sağlanmasında demokratik bir rejimin de önemli rolü vardır. Mutlâkiyet, milletin birliğinin sağlanmasına daha uygun bir rejim, demokrasi ise bazılarınca milletin dağılma sebebi gibi görülse de, bu doğru değildir.

Giriş bölümünde zikrettiğimiz sömürgeci Batının; yeni Türkiye Cumhuriyeti devletinin mülkî tamamiyetini kabul etmekle birlikte, kendi içinde onu manevî cephesinden vurmak planının uygulanması ile ilgili olarak şu hususlara da kısaca değinmek istiyoruz:

Manevî değerleriyle ve geçmişiyle bağı koparılacak milletin iradesizleştirilmesi, millet adına, millet için karar verip uygulayan kişi ya da kişiler eliyle olmaktadır. Bunun adına cumhuriyet ve kayıtsız şartsız millet hâkimiyeti demek mümkün müdür? Ortada milletin kendinden çıkan bir iradesi, etkisi, katılımı yoksa, sadece millet adına karar veren birkaç kişinin iradesi var ve millet belli kişilerin iradesinin yerine getirilmesinin bir aracı konumuna getirilmişse, demokrasinin kurum ve kurallarıyla işlemediği açıktır. Şeffaflıktan, açıklıktan uzak, kapalı kapılar ardında işlerin döndüğü böyle bir durumda varılacak yer olsa olsa kargaşa ve kaostur. Bunun da kimlerin işine yarayacağını, nasıl bir ortamı oluşturacağını kestirmek zor olmasa gerektir. Öyleyse; geçmişinin şahsiyeti, millî ve manevî değerleriyle donanımlı her bir birey, vatanının selâmeti, milletinin yücelmesi, vatandaşlarının huzur ve saadeti için diğer vatandaşlarıyla elbirliği yaparak geleceğine sahip çıkmalıdır. Bunun yolu da bireyin hukukuna sahip çıkması, sivil toplum yapılanması ve demokrasinin kurum ve kurallarıyla işletilmesinden geçmektedir.

DİPNOTLAR:

1- Mektubat, s. 313.

2- Hutbe-i Şamiye, s. 82.

* www.risâleinurenstitusu.com adlı sitede "Arama" bölümünde yapılan sorgulamada bu sonuç çıkmaktadır.

* Bu rakamlar, www.risâleinurenstitusu.com adlı siteden "Arama" bölümünde yapılan sorgulama sonucunda bulunmuştur. Aynı bölümün makam itibariyle külli-yatın birden fazla yerinde yer almasına bağlı olarak bu rakamlar değişebilir. Ancak konu ile ilgili olarak, yine de fikir edinilmesine katkı sağlayabileceği dü-şüncesiyle alınmıştır.

3- Mektubat, s. 408.

4- Mektubat, s. 417.

5- Eğer şu milleti ciddî severseniz, onlara şefkat ederseniz, öyle bir hamiyet taşıyınız ki, onların ekserîsine şefkat sayılsın. Yoksa, ekserîsine merhametsizcesine bir tarzda, şefkate muhtaç olmayan bir kısm-ı kalîlin muvakkat, gafletkârâne hayat-ı içtimaiyelerine hizmet ise, hamiyet değildir. Çünkü, menfî unsuriyet fikriyle yapılacak hamiyetkârlığın, milletin sekizden ikisine muvakkat faydası dokunabilir; lâyık olmadıkları o hamiyetin şefkatine mazhar olurlar. O sekizden altısı ya ihtiyardır, ya hastadır, ya musibetzededir, ya çocuktur, ya çok zayıftır, ya pek ciddî olarak âhireti düşünür müttakîdirler ki, bunlar hayat-ı dünyeviyeden ziyade, müteveccih oldukları hayat-ı berzahiyeye ve uhreviyeye karşı bir nur, bir tesellî, bir şefkat isterler ve hamiyetkâr mübarek ellere muhtaçtırlar. Bunların ışıklarını söndürmeye ve tesellilerini kırmaya hangi hamiyet müsaade eder? Heyhat! Nerede millete şefkat, nerede millet yolunda fedakârlık? (Mektubat, s. 314)

15.12.2006


 

Ebu Katade (?-674)

Resulûllah’ın süvarisi lâkabıyla tanınmakta olup ünlü sahabelerden biridir. Uzun yıllar İslâma hizmet etmiştir. Gerçek ismi Haris olmakla birlikte Ebu Katade künyesi ile tanınıp meşhur olmuştur. Peygamber Efendimizin (a.s.m.) “Allah yüzünü ak etsin. Allah’ım, onun tenini ve tüyünü mübarek kıl” mealindeki duâsına mazhar olmuştur. Risâle-i Nur’da ismi bu duâ sebebiyle zikredilmiştir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte vefat tarihi esas alınarak bir tahmin yürütmek mümkündür. Çünkü, vefat ettiği zaman yetmiş yaşlarında olduğu nakledilmiştir. Bu nakle göre, altı yüzlü yılların başında doğmuş olduğu kabul edilebilir. Gerçek ismi hakkında muhtelif rivayetler mevcuttur. Gerçek isminin Haris olmasının yanında; Amr, Avn, Numan ve Beldeme şeklinde olduğuna dair nakiller de mevcuttur. Medineli olup Hazrec kabilesinin Benî Seleme koluna mensuptur.

Ebu Katade’nin çocukluk yılları ile ilgili bilgi yoktur. İkinci Akabe Biatı’ndan sonra iman ettiği ve Müslüman olduğu nakledilmektedir. Bedir Savaşı’na katıldığı bazı kaynaklarda geçmekle birlikte, bu naklin zayıf olduğu ileri sürülmektedir. Bu savaşa katılıp katılmadığı kesin olarak bilinmemesine karşılık bundan sonraki bütün savaşlara katıldığı bilinmektedir. Katıldığı savaş ve seferler sırasında meydana gelen harika olaylardan bazılarına şahit olmuş ve bunları nakletmiştir. Naklettiği hadiselerden bir kaçı Risâle-i Nurda da yer almıştır.

Bazı hadis kitaplarında yer alan bir nakilde Ebu Katade, sefer sırasında Peygamber Efendimizin mucizesine şahit olmuştur; “Mûte gazve-i meşhuresinde, reislerin şehadeti üzerine, imdada gidiyorduk. Bende bir kırba vardı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bana ferman etti: ‘Kırbanı sakla; onun büyük işi var.’ Sonra susuzluk başladı. Yetmiş iki kişi idik. (Taberî’nin nakline göre, üç yüz idik.) Susuz kaldık. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dedi: ‘Kırbanı getir.’ Ben getirdim. O da aldı, ağzını ağzına getirdi. İçine nefes etti, etmedi, bilmem. Sonra yetmiş iki kişi geldiler, içtiler, kaplarını doldurdular. Sonra ben aldım; verdiğim gibi kalmıştı.” (Mektubat, 1994, s. 123).

Risâle-i Nurda, Ebu Katade’nin bir savaşta yüzünden yaralandığı ve Peygamber Efendimizin (a.s.m.) onun yüzünü eliyle meshettiği aktarılmaktadır; “Meşhur Ebu Katâde’nin, yevm-i Zîkarad denilen gazvede, bir ok mübarek yüzüne isabet etmiş. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm mübarek eliyle meshetmiş. Ebu Katâde der ki: Kat’iyen ve asla ne acısını ve ne de cerahatini görmedim.” (Mektubat, s. 139).

Ebu Katade, Hicret’in sekizinci yılında bir keşif kuvvetinin başında Hadre tarafına gönderilmiştir. Burada Gatafan kabilesi oturmakta ve bölgedeki Müslümanlara büyük bir rahatsızlık vermekteydiler. İkide bir Müslümanların arazilerine giren, onlara saldıran bu kabile muhasara altına alınmış ve bir daha Müslümanları rahatsız etmeyecekleri şekilde etkisiz hale getirilmişlerdir. Ebu Katade, aynı yıl içinde başka yerlerdeki eşkıyalık hareketlerini bastırmak için de gönderilmiş ve bunları önlemeye muvaffak olmuştur. Ebu Katade en son olarak Tebük Seferi ve Veda Haccı’nda da bulunmuştur.

Gayret ve sadakatiyle takdirini kazanan Ebu Katade’ye, Peygamber Efendimiz; “Allah yüzünü ak etsin. Allah’ım, onun tenini ve tüyünü mübarek kıl.” niyazında bulunmuş, bu duânın bereketiyle, Ebu Katâde yetmiş yaşında vefat ettiği vakit, on beş yaşında bir genç gibi olduğu, nakl-i sahihle şöhret bulmuştur.” (Mektubat, s. 145)

Peygamber Efendimiz Ebu Katade için, “süvarilerimizin en hayırlısı” ifadesini de kullanarak onu taltif etmiş ve övmüştür. Gece boyunca devam eden bir sefer sırasında, Peygamber Efendimiz at sırtında uyuklamaya başlamış, kendisini gören Ebu Katade uyandırmadan iki kez doğrulmasını sağlamıştır. Üçüncü kez aynı şeyi yapınca uyanan Peygamber Efendimiz, Ebu Katade’nin çok hoşuna giden bu hareketinden dolayı kendisine yine; “Peygamberini koruduğun için Allah da seni korusun.” duâsını etmiştir

Peygamber Efendimizden büyük ölçüde istifade eden, nuruyla nurlanan Ebu Katade, yüz yetmiş civarında hadis-i şerif rivayet etmiştir. Hadisleri naklederken çok dikkatli ve titiz davranmıştır. Bu konu ile ilgili sohbetlerde de bilgi verip uyarılarda bulunmuştur. Peygamber Efendimizin; “Benim söylemediğimi bana atfedenler Cehennemde kendilerine yer hazırlasınlar.” mealindeki hadisini o da nakletmiş ve hadis nakledenlere bu ciddî uyarıyı hatırlatmıştır.

Ebu Katade, mü’minler arasındaki sosyal ilişki ve yardımlaşmalara örnek olacak davranışlarda bulunmuştur. Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz, kul hakkı konusunda büyük ikazlarda bulunmuş ve Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna kul hakkıyla çıkılmaması ikazında bulunmuştur. Cenazesini kıldırdığı kişilerin borçlu olup olmadıklarını sormuş, şayet borçları varsa ödemeyi garanti altına aldıktan sonra cenaze namazlarını kıldırmıştır. Bir seferinde namazı kılınmak üzere getirilen şahsın borcunun olup olmadığını sormuş, borcunun olduğunu, karşılığında da bir şey bırakmadığını öğrenince cenaze namazını kıldırmamıştır. Bu sırada hazır bulunan Ebu Katade borcu üzerine aldığını bildirince cenaze namazı Peygamber Efendimiz tarafından kılınmıştır. Böylece Ebu Katade çok güzel bir tavır sergilemiştir.

Büyük halifeler döneminde de kendisinden istifade edilmiş, aralarında valilik olmak üzere muhtelif görevler kendisine tevdi edilmiştir. Ebu Katade, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) duâsının bereketiyle çok güzel bir hayat yaşamış ve yetmiş yaşlarında iken 674 yılında Küfe’de vefat etmiştir. İleri yaşına rağmen vücudunda yaşlılık emarelerinden çok, dinçliği ve güzelliği ile dikkat çekmiştir.

15.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004