Papa 16. Benedictus’un Türkiye ziyareti hayli eğitici ve öğretici oldu. En başta din konusunda yaygın cehaleti ve korkuyu gösterdi. Cehalete örnek Ertuğrul Özkök’ün dün köşesinde sorduğu soru: “Papa kıyama durdu, Diyanet İşleri Başkanı eline haç alsa ne olur?” diyor.
Eline haç almanın muadili “kıyama durmak” değil, elinde hilali tutmaktır. Salip Hıristiyanların, hilal ise Müslümanların sembolüdür. Gözünüzün önüne, İslâmiyet’in sembolü olan hilalle poz veren bir Papa getirebiliyor musunuz? Korku ise, Papa’nın “menfur emellerle” Türkiye’ye geldiğine dair yaygın endişe idi. Bu endişe de, Sultanahmet’te İstanbul Müftüsü Çağrıcı Hoca’nın önerisi ile vaki olan müşterek “huzur duruşu” ile zail oldu.
Medyaya hakim olan, “kıyam”la “haç”ı bir tutan cehalet korkuları da besliyor. 1962’de II. Vatikan Konsulü’nde karara bağlanan ve Papa’nın ziyaretini de belirleyen “Diyalog” yaklaşımı, Hıristiyan yayılmacılığının kılıfı olarak görülüyor. Malûm, Papa’nın ziyaretinin aslî gerekçesi, Ortodoks dünya ile yakınlaşmaktı. Gerçek, üretilen senaryolardan çok farklı. Patrik Bartholomeos ile Papa’nın görüşmesinde ve ortak deklarasyonda vurgulanan bir nokta gözlerden kaçtı. İki din adamı, laikliğin yükselişinden şikayet ettiler. Medya’nın “sekülarizmin yükselişi” diye tercüme ettiği şey, aslında laiklikten başka bir şey değildi. Hıristiyanlık âlemini, “diyalog” etrafında tasavvur ederken bu endişeyi kayda geçirmeliyiz. Dinler başka dinlerden değil, din dışı hatta din karşıtı düşüncelerden, felsefelerden rahatsızlık duyuyorlar. Müesses dinler taraftarlarını diğer dinlere değil dinsizliğe kaptırıyor. Katolik dünya, uzun zamandır kan kaybediyor. Cemaati azaldığı için birçok kilise kapatılıyor. Vatikan, haşmetine ve zenginliğine rağmen bu çöküşü durduramıyor. “Diyalog”un başlangıçta bir misyonerlik aracı olarak tasarlandığı doğru; bugünkü durum yeni mevziler kazanmak yerine mevcudu korumaya odaklı. Bu yüzden ortak değerler ve evrensel ahlâk ilkeleri öne çıkıyor. Hayrettin Karaman, Ömer Faruk Harman ve Faruk Tuncer’in müştereken hazırladıkları ve içinde çok değerli bilgilerin ve görüşlerin yer aldığı “Polemik Değil Diyalog” isimli kitap, tam da Papa’nın ziyaretine rastlayan günlerde piyasaya çıktı. Bilgi, cehaleti dağıtıyor. Diyalog’dan korkmak, özgüven yokluğuna işaret ediyor. Kitabın aktardığı pratik tecrübeler ve teorik bilgiler, inancı ve kendine güveni zayıf olmayanların diyalogdan korkmalarına gerek olmadığını gösteriyor.
İslâmiyet’in diğer dinler karşısındaki faikiyeti, kurumlarının gücünden değil inananlarının hasbîliği ve fedakârlığından kaynaklanıyor. Dünyanın en zengin devletlerinden ve şirketlerinden biri olan Vatikan’ın Katolik hiyerarşisi ile, İslâm toplumları sivil cemaatler ve organizasyonlar halinde rekabet edebiliyor. Bir devlet kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, bitip tükenmeyen, laikliğe ve kurumsal statüsüne dair tartışmalardan soluklanıp diyalog cesareti ve esnekliği göstermesi zor. Nitekim, resmî bir kurum olarak Diyanet bugüne kadar bu alana mesafeli durmuş; diyalog, sivil teşebbüslere konu olmuştu. Gelinen nokta teşebbüslerin haklı olduğunu gösteriyor ki, Diyanet “Diyalog” işini devletleştirmeye girişiyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde Dışilişkiler Daire Başkanlığı “Tarihsel, Doktrinel ve İşlevsel Boyutlarıyla Dinlerarası İlişkiler Tanımı” başlıklı bir proje yürütüyor. Proje, diyalog çalışmalarının tek elden, Diyanet aracılığıyla tanımlanmasını, organize edilmesini ve yürütülmesini savunuyor. Tam tersine sivil bir çabayla, sivil inisiyatifle ve sivil organizasyonlarla yürütülmesi gereken ve zaten yürütülen bir alan, projede sivil teşebbüslere yöneltilen suçlamalardan anlaşıldığı üzere yeniden kurgulanıyor. Diyanet’in bir alanı kendi uhdesine alması ile devletleştirmek arasındaki farkı anlamadığı anlaşılıyor. Devletleştirilen diyalog, peşinen Müslümanların dezavantajlı olduğu eşitsiz bir ilişkiyi getirir. Bunun sebebini anlamak için laik bir devletin, merkezî bir organının devlet içindeki kendi hiyerarşisinin zorluklarını ve uluslararası alanda karşısına çıkacak “resmî” sınırlamalar üzerinde düşünmesi gerekir. Diyanet bu sıkıntıları Avrupa’nın her yerinde zaten yaşıyor.
Doğrusu “resmî” olmayan teşebbüslerin önünü açmak ve desteklemek olmalı. Modern dünya sivil toplumuyla iş görüyor. Dünyanın her yerinde sivil toplum öncelikli ve yaygın olarak “dinî” gayelerle bir araya geliyor.
Zaman, 3.12.2006
|