Avrupa Birliği Komisyonu’nun Türkiye’yle ilgili tavsiye kararı adil mi? Hayır, adil değil.
Güney Kıbrıs’ın şantajına boyun eğmek mi?
Evet, boyun eğmek.
AB’nin en yüksek karar organı olan Konsey’in, Kuzey Kıbrıs’la ilgili izolasyonların kaldırılması konusunda vermiş olduğu kararın hiçe sayılması mı?
Evet, hiçe sayılması.
Aynen öyle.
Verilen söz yenilmiştir!
Başka?
Türkiye kamuoyunda AB imajının bir darbe daha yemesidir.
Daha başka?
Vizyonsuzluktur!
Dar görüşlülüktür!
İç politikadan kaynaklanan dar görüşlü ya da taşralı bir dünya görüşünün dışavurumu sayılabilir.
Veyahut:
Avrupa’nın dünyadaki yerini küresel oyuncu olarak göremeyen, Avrupa’yı kendi dar ufuklarına hapsedip içe dönük bir Hıristiyan Kulübü yapmak isteyen önyargılı, çapsız liderlerin bir oyunu da denebilir.
Yani yerel düşünmektir, küresel değil.
Türkiye’yi kaybetmekle, Avrupa’nın neler kaybedeceğini göremeyecek kadar bir vizyon yoksunluğu mu söz konusu?
Evet, aynen öyle.
İran veya Suriye, Lübnan, Filistin söz konusu olduğunda, ya da Rusya ve enerji güvenliği konuları gündeme geldiğinde derhal Türkiye’nin işbirliği, koordinasyonu aranıyor.
Ama sonra gidip Güney Kıbrıs’ın şantajına eyvallah diyecek kadar küçük oynanıyor ve Türkiye’yi cezalandırıcı bir tutum sergilenebiliyor Komisyon kararıyla...
Ya da birçok üye ülkenin temsilcisi, Türk tarafıyla tek tek görüşmelerde Türkiye’nin haklılığını belirtiyor; ancak kendi aralarındaki buluşmalardan çıkan hava bundan tümüyle farklı olabiliyor.
Sabrı mı taşırmak istiyorlar?
Belki de.
“Alın AB’yi başınıza çalın!” mı dedirtmek istiyorlar Türkiye’ye?
Olabilir.
Türkiye havlu atabilir mi?
Hayır, atmaz.
AB Komisyonu’nun tavsiye kararının belli olmasından sonra da duygusal, irrasyonel herhangi bir tepki çıkmış değil hükümetten. Başbakan Erdoğan’ın açıklaması son derece temkinliydi. Doğru bir tavır aldı Başbakan...
Peki ya iç dünyaları nasıl?
Tepki ve öfke, hatta düş kırıklığı...
Hükümetin tepelerinde, AB’ye dönük motivasyonu azaltıcı bir psikolojik ortamın uç verdiği dikkati çekiyor.
Moraller bozuk mu?
Pek öyle değil. Komisyon kararının aralık ortasına kadar değiştirilmesi için kapalı kapılar arkasında kararlı bir mücadelenin verileceği anlaşılıyor.
Yani, haksızlığın düzeltilmesi için sonuna kadar bastırmak mı?
Evet, hava öyle.
Bir şeyler düzelebilir mi?
Bu konuda farklı beklentiler var ama mümkün. Ankara, konuyla doğrudan ilgili 3-4 faslın askıya alınmasına sesini çıkarmayabilir. Bunun gibi, geri kalan fasılların açıldıktan sonra kapatılmasının ‘Kıbrıs koşulu’na bağlanmasına haklı olarak büyük tepki var.
Neden?
Haksızlık bir yana, bu durumun Kıbrıs’ta tarafların pozisyonlarını fena halde katılaştıracağı ve ileride atılabilecek adımları da zorlaştıracağı belirtiliyor.
Bundan önce hiç böyle kararlar yoktu. Ama müzakereler son altı aydır Güney Kıbrıs’ın engellemesiyle yine de fiilen askıya alınmış gibiydi. Şimdi hiç olmazsa fasılların açılması konusunda Rumların eli kolu bağlanıyor denebilir mi?
Bardağın dolu tarafı bu. Ama boş tarafı da var. Rumların fiili engellemeleri yine de devam edebilir.
Rumların arkasında kim var?
Başrol oyuncusu, Fransa... Yunanistan da iyi oynamıyor. Buna karşılık, İngiltere ve İsveç başta olmak üzere İspanya ve İtalya da Türkiye’ye destek veren ülkeler...
Bundan sonra ne olur?
İnce uzun yol!
Erdoğan hükümeti bugüne kadar iyi getirdi. Dört yıllık reform süreci, Türkiye’yi AB rayına oturttu.
Bu ne mi demek?
Örneğin, 1980 ile 2003 arasındaki 23 yılda Türkiye’ye giren doğrudan yabancı sermaye yatırımları 19 milyar dolarda kalırken, son 2.5 yılda bu miktarın 30 milyar dolara yükselmesi demek...
Kısacası:
Türkiye son dört yıldır pusulayı şaşırmadı. Önemli olan, bundan sonra da pusulayı şaşırmamak ve tren yavaşlasa da AB rayında kalmak...
Doğru olan budur.
2007 yılını yüzüne gözüne bulaştırmayan bir Türkiye’nin önünün daha çok açılacağına inanıyorum.
Çetin Altan’ın deyişiyle:
Enseyi karartmayın!
Milliyet, 1 Aralık 2006
|