Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Enseyi karartmayın

Avrupa Birliği Komisyonu’nun Türkiye’yle ilgili tavsiye kararı adil mi? Hayır, adil değil.

Güney Kıbrıs’ın şantajına boyun eğmek mi?

Evet, boyun eğmek.

AB’nin en yüksek karar organı olan Konsey’in, Kuzey Kıbrıs’la ilgili izolasyonların kaldırılması konusunda vermiş olduğu kararın hiçe sayılması mı?

Evet, hiçe sayılması.

Aynen öyle.

Verilen söz yenilmiştir!

Başka?

Türkiye kamuoyunda AB imajının bir darbe daha yemesidir.

Daha başka?

Vizyonsuzluktur!

Dar görüşlülüktür!

İç politikadan kaynaklanan dar görüşlü ya da taşralı bir dünya görüşünün dışavurumu sayılabilir.

Veyahut:

Avrupa’nın dünyadaki yerini küresel oyuncu olarak göremeyen, Avrupa’yı kendi dar ufuklarına hapsedip içe dönük bir Hıristiyan Kulübü yapmak isteyen önyargılı, çapsız liderlerin bir oyunu da denebilir.

Yani yerel düşünmektir, küresel değil.

Türkiye’yi kaybetmekle, Avrupa’nın neler kaybedeceğini göremeyecek kadar bir vizyon yoksunluğu mu söz konusu?

Evet, aynen öyle.

İran veya Suriye, Lübnan, Filistin söz konusu olduğunda, ya da Rusya ve enerji güvenliği konuları gündeme geldiğinde derhal Türkiye’nin işbirliği, koordinasyonu aranıyor.

Ama sonra gidip Güney Kıbrıs’ın şantajına eyvallah diyecek kadar küçük oynanıyor ve Türkiye’yi cezalandırıcı bir tutum sergilenebiliyor Komisyon kararıyla...

Ya da birçok üye ülkenin temsilcisi, Türk tarafıyla tek tek görüşmelerde Türkiye’nin haklılığını belirtiyor; ancak kendi aralarındaki buluşmalardan çıkan hava bundan tümüyle farklı olabiliyor.

Sabrı mı taşırmak istiyorlar?

Belki de.

“Alın AB’yi başınıza çalın!” mı dedirtmek istiyorlar Türkiye’ye?

Olabilir.

Türkiye havlu atabilir mi?

Hayır, atmaz.

AB Komisyonu’nun tavsiye kararının belli olmasından sonra da duygusal, irrasyonel herhangi bir tepki çıkmış değil hükümetten. Başbakan Erdoğan’ın açıklaması son derece temkinliydi. Doğru bir tavır aldı Başbakan...

Peki ya iç dünyaları nasıl?

Tepki ve öfke, hatta düş kırıklığı...

Hükümetin tepelerinde, AB’ye dönük motivasyonu azaltıcı bir psikolojik ortamın uç verdiği dikkati çekiyor.

Moraller bozuk mu?

Pek öyle değil. Komisyon kararının aralık ortasına kadar değiştirilmesi için kapalı kapılar arkasında kararlı bir mücadelenin verileceği anlaşılıyor.

Yani, haksızlığın düzeltilmesi için sonuna kadar bastırmak mı?

Evet, hava öyle.

Bir şeyler düzelebilir mi?

Bu konuda farklı beklentiler var ama mümkün. Ankara, konuyla doğrudan ilgili 3-4 faslın askıya alınmasına sesini çıkarmayabilir. Bunun gibi, geri kalan fasılların açıldıktan sonra kapatılmasının ‘Kıbrıs koşulu’na bağlanmasına haklı olarak büyük tepki var.

Neden?

Haksızlık bir yana, bu durumun Kıbrıs’ta tarafların pozisyonlarını fena halde katılaştıracağı ve ileride atılabilecek adımları da zorlaştıracağı belirtiliyor.

Bundan önce hiç böyle kararlar yoktu. Ama müzakereler son altı aydır Güney Kıbrıs’ın engellemesiyle yine de fiilen askıya alınmış gibiydi. Şimdi hiç olmazsa fasılların açılması konusunda Rumların eli kolu bağlanıyor denebilir mi?

Bardağın dolu tarafı bu. Ama boş tarafı da var. Rumların fiili engellemeleri yine de devam edebilir.

Rumların arkasında kim var?

Başrol oyuncusu, Fransa... Yunanistan da iyi oynamıyor. Buna karşılık, İngiltere ve İsveç başta olmak üzere İspanya ve İtalya da Türkiye’ye destek veren ülkeler...

Bundan sonra ne olur?

İnce uzun yol!

Erdoğan hükümeti bugüne kadar iyi getirdi. Dört yıllık reform süreci, Türkiye’yi AB rayına oturttu.

Bu ne mi demek?

Örneğin, 1980 ile 2003 arasındaki 23 yılda Türkiye’ye giren doğrudan yabancı sermaye yatırımları 19 milyar dolarda kalırken, son 2.5 yılda bu miktarın 30 milyar dolara yükselmesi demek...

Kısacası:

Türkiye son dört yıldır pusulayı şaşırmadı. Önemli olan, bundan sonra da pusulayı şaşırmamak ve tren yavaşlasa da AB rayında kalmak...

Doğru olan budur.

2007 yılını yüzüne gözüne bulaştırmayan bir Türkiye’nin önünün daha çok açılacağına inanıyorum.

Çetin Altan’ın deyişiyle:

Enseyi karartmayın!

Milliyet, 1 Aralık 2006

Hasan CEMAL

02.12.2006


 

AB: Belge değişecek; kapı kapanmayacak

Her yıl yaşanan bu yıl da tekrar edecek mi?

Yani, AB Komisyonu’nun tavsiye kararları yine son dakika pazarlıklarıyla değişecek mi? Soruyu, dün Helsinki’de AB dönem Başkanı Finlandiya’nın Dışişleri Bakanı Erkke Tuomioja’ya yönelttik...

Emin bir ses tonuyla yanıtı net oldu:

“Muhtemelen değişecek. Ama, bunun ne şekilde olacağını bana sormayın, ne yönde olacağını sormayın...”

Komisyon’un tavsiye belgesini açıklaması sonrası, dönem başkanı olarak üye ülkelerle temaslara başlamışlar.

Görünen o ki belgeyi tamamen benimsemiş olan yok; tepkili olan ise oldukça çok.

Kaygı ise Türkiye’ye AB kapılarının tamamen kapandığı yönünde bir algılamanın ortaya çıkacak olmasına...

Bu nedenle belgede bazı değişikliklerin olması gerektiğini dönem başkanı olarak Finlandiya da kabul ediyor.

Finlandiya Dışişleri Bakanı’nın sorularımıza verdiği yanıtlara gelirsek...

Kıbrıs’ta çözüm bulunması için ortaya koydukları planın sonuçsuz kalmış olmasından üzüntülü.

Ancak, sorunun BM nezdinde çözülmesi için verilen uğraşın devam ettirilmesi taraftarı.

***

Yeni öneri paketi yok

Finlandiya Başbakanı Matti Vanhanen’in bugün Ankara’ya yapacağı ziyarette yeni bir öneri paketi getirecek mi?

Dışişleri Bakanı Tuomioja’nın yanıtı şöyle:

“Herhangi bir öneriyle gitmiyor. Gelinen noktada Türk tarafının görüşlerini dinleyecek. AB’nin tutumunu ve verdiği mesajı aktaracak. Neden bu noktada olduğumuzu anlatmaya çalışacak. Tarafların Türkiye’nin AB sürecini raydan çıkarmayacak ortak bir görüşte birleşecekleri düşünüyorum.” (...)

***

Mesaj yanlış olmamalı

Peki, müzakerelerin tamamen askıya alınması gibi bir anlayışa neden olan Komisyon tavsiye kararını ortadan kaldırmak için Dönem Başkanı olarak bir planları var mı?

Erkke Tuomioja, yanıtına “Henüz yok” diye başladı.

Komisyon’un ortaya koyduğu temeller üzerinde yürüyeceklerini belirtip ekledi:

“Konsey’den çıkacak mesajın yanlış olmaması gerekir. Yanlış mesaj Türkiye’nin yüzüne kapının kapatılmasıdır.”

Komisyon’un önerilerine üye ülkelerden birbirine aykırı sesler gelmiş olsa da sonuçta bir uzlaşı sağlanacağına da inanıyor.

Ayrıca, “Herkesin konumundan ödün vermek zorunda” olduğu inancında.

Uzlaşının da 11 Aralık’taki Bakanlar Konseyi toplantısında sağlanacağını düşünüyor.

***

Belge değişecek

Peki, uzlaşı hangi noktada olur, “Komisyonun bu önerileri, değişebilir mi; değişir mi?” Tuomioja’nın yanıtı net:

“Muhtemelen değişecek. Ama bunun ne şekilde olacağını bana sormayın...”

Ayrıca, Komisyon her ne kadar Kıbrıs’ın günahını Türkiye’ye yüklemiş olsa da çözüm için uğraşan Finlandiya’nın bakışı aynı değil.

Tuomioja da, çözüm planlarının başarısızlıkla sonuçlanmasının suçunu herhangi bir tarafa yüklemiyor.

Helsinki’deki hava, Türkiye’nin süreçten kopmaması için her türlü çabanın gösterilmesi yönünde.

Bu nedenle Komisyon belgesinde bazı değişikliklerin yapılması için çaba göstermeye de hazır...

Sabah, 1 Aralık 2006

Muharrem SARIKAYA

02.12.2006


 

Bediüzzaman, Papa ile görüşür müydü?

Bir okuyucum “Sizce, Bediüzzaman şimdi hayatta olsaydı Papa’nın gelişini nasıl yorumlardı” şeklinde güncel bir konuyu soruyor.

Bediüzzaman Said Nursî hayatta iken, gerek Katolik dünyasının lideri papa ile gerekse Ortodoks kilisesinin başpapazı patrikle yakın irtibat kurar. 1950’de Papa XII. Pius’a doğrudan Kur’ân’ın mucizeliğini ve Hz. Muhammed’in (a.s.m) peygamberliğini ve mucizelerini anlatan Zülfikar adlı kitabını gönderir. Kitapla birlikte gönderdiği mektubunda da, “Biz Allah’a inananlar küfre karşı beraberiz” notunu düşer. 22 Şubat 1951 tarihli Vatikan’dan gelen cevabi mektupta şu ifadeler yer alır:

“Efendim, Zülfikar nâm el yazısı olan güzel eseriniz İstanbul’daki Papalık makam-ı vekâleti vasıtasıyla Papa Hazretlerine takdim edilmiştir. Bu nazik saygınızdan dolayı gayet mütehassis olduklarını bildirirken, üzerinize Cenab-ı Hakk’ın lütuflarını dilediklerini tebliğe beni memur ettiklerini arza müsâraat eylerim. Bu vesile ile saygılarımı sunarım efendim. (Vatikan Bayn Başkâtibi)”

* * *

İstanbul’un fethinin 500. yıldönümü olan 1953 yılında İstanbul’da Çarşamba semtinde ikamet eden Bediüzzaman, talebelerinden Ziya Arun’u da yanına alarak Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne gider ve o zamanki Patrik Athenagoras ile bir görüşme yapar. Bu görüşme sırasında Bediüzzaman Patrik’e: “Hristiyanlığın din-i hakikisini kabul etmek ve Hazret-i Muhammed’i peygamber ve Kur’ân-ı Kerîm’i de kitabullah (Allah’ın kitabı) kabul etmek şartıyla ehl-i necât olacaksınız (kurtuluşa ereceksiniz)” der. Patrik cevaben, “Ben kabul ediyorum” deyince, Bediüzzaman, “Pekâlâ, siz bunu dünyanın diğer mânevî reislerine de söylüyor musunuz?” diye sorar. Patrik, “Söylüyorum, fakat onlar kabul etmiyorlar” şeklinde cevap verir.

* * *

Bediüzzaman’ın maksadı ve düşüncesi mutlak dinsizliğe karşı ortak mücadele ederek, insanlığın ortak ihtiyacı olan Allah’ın birliğinde buluşturmaktı. Her iki görüşmede zaten bu düşüncesini dile getirmişti. Bir eserinde âhirzamanla ilgili bir hadisi yorumlarken Hristiyanlar’ın hakiki dindar ruhanileriyle Müslümanların ateizme karşı ittifak edip birleşmeleri gereğini ifade ederken, geçici olarak ihtilaf noktaların terk edilmesini, tartışmaya ve münakaşaya girilmemesini dile getirir. Bediüzzaman burada “hakiki Hristiyan Ruhaniler” derken, İslâm’ın ana kaidesi olan Allah’ın birliği ve Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul etmeye yatkın veya kabul eden İseviler’den bahseder. Günümüzde birçok “İsevi Ruhaniler” artık, Allah’ın üç değil “bir” olduğuna ve Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu değil, Allah’ın bir peygamberi ve Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu kabul ederler. Bu meseleye bir örnek olması bakımından Vatikan’ın 1994 yılında başta Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) olmak üzere, diğer dinlerin peygamberlerini de peygamber olarak kabul ettiklerini, resmî yayın organları olan “La Civilta Cottolica” dergisinde yayınladıkları biliniyor.

* * *

Papa ile Diyanet İşleri Başkanı’nın görüşmesinde diyalog ve barış dilekleri dile getirildi ve bu kapının açık bırakılması vurgulandı. Bediüzzaman bundan yarım asır öncesinde diyalogdan öte bir ittifaktan, birlikte hareket etmekten söz ediyor ki, bu daha ileri bir adım ve sağlıklı bir yaklaşımdır. Her ne kadar bu diyaloga ve ortak harekete karşı çıkanlar varsa da, dünyanın gerçekleri bundan başka bir yola izin vermiyor artık...

Bugün, 1 Aralık 2006

Mehmet PAKSU

02.12.2006


 

Ağırlığı olan bir lider

Kimse Mehmet Ağar’ın bugünkü çizgiye gelebileceğini tahmin edemezdi. Geçirdiği değişimi bir başka yazıya bırakıyorum. Dün AB Komisyonu kararı hakkındaki sözleri çok dikkatimi çekti.

Bir muhalefet lideri olarak, hükümeti yerden yere vurmasını, toplumdaki AB aleyhtarlığını körüklemesini beklemiştim.

Hayret ettim.

Mehmet Ağar muhalefet lideri olmasına rağmen, AB konusunda temkinli konuştu. AB’nin önemine değindi. Bu projenin Türkiye’nin geleceği olduğunu söyledi.

Deniz Baykal ise, CHP lideri gibi konuştu ve hem AB’yi, hem hükümeti yerden yere vurdu(!)

Posta, 1 Aralık 2006

M. Ali BİRAND

02.12.2006


 

CHP-MHP

Bugüne kadar ayrı kalmaları hataydı. Çünkü farklı yorumlarıyla da olsa aynı resmi ideolojiyi temsil ediyorlar. Yani iki partinin son zamanlardaki flörtü geçici bir hevesten ibaret değil.

CHP ile MHP arasındaki yakınlaşmadan söz ediyorum. Baykal, Bahçeli’nin ‘cumhuriyet ilkeleri ve kurucu felsefe ortak paydası’na yaptığı vurgudan duyduğu memnuniyeti ifade ediyor ve Bahçeli’yi övüyor. Ona göre AKP’nin ‘cumhuriyet değerlerinde yarattığı tahribata karşı MHP’nin sağ-sol ayırımı yapmadan verdiği tepki ve yaptığı çağrı çok önemli’ymiş.

Madem onlar birbirini sevmiş, artık bize laf düşmez, hatta ‘aralarını yapmak’ için birkaç söz bile edebiliriz denebilir. 1970’li yıllarda yaşanan ‘aile içi şiddet’ de bu beraberliğin bir sevgi olarak yeşermesine engel değil.

Bir kere, bu iki parti arasındaki ideoloji farklılığı tabanlarının abarttığı kadar değil. 6 Ok ile 9 Işık birbirine çok benzer. İkisi de devletçidir, milliyetçidir ve laiktir. Üstelik bugün MHP’ye atfedilen bazı kötülüklerin, tarihsel olarak ilk örneklerini CHP’de bulduğu bir gerçektir. Bu anlamda, örneğin Türkiye toplumunu ‘ırkçılık’ veya ‘faşizm’ ile ilk tanıştıran CHP olmuştur. Aynı şekilde bazı ırkçı teoriler ve korporatist ve faşist örgütlenme biçimini adaptasyon çabaları da MHP kurulmadan çok önce CHP’de yer bulmuştu.

Bahçeli liderliğindeki MHP’nin DSP ile koalisyon yıllarından beri gösterdiği ‘uzlaşmacı’ tutum da böyle bir beraberliğin mümkün olduğu kanısını desteklemektedir. Bütün sert görünümüne rağmen MHP, koalisyon sürecinde son derece yumuşak bir tutum izlemişti. Tekir Yaylası’nda kendi tabanını azarlarken sesinin tonuyla korkutan Bahçeli, koalisyon ortağının aşağılamalarına karşı susarak, olağanüstü ‘uysal’ bir davranış sergileyebilmişti. Kendi tabanı da boş yere ‘susuyor ama bir bildiği vardır’ veya ‘susuyor ama patlayacak’ diye beklemişti.

Kısacası her iki partinin temel ideolojik öncelikleri ve liderlikleri bakımından bu izdivaca engel bir durum yok. Ama bu mutluluğun ‘tamamına ermesi’ yine ciddi bir ideolojik manipülasyona ihtiyaç göstermekte. Çünkü ideoloji ve liderlik tamam da CHP ile MHP tabanının ekonomik ve sınıfsal çelişkisinin üstünü örtmeden bunu gerçekleştirmek mümkün değil. Bütün kentlerin en mutena semtlerinde oturan, zengin ve ‘seçkin’ CHP tabanı ile gecekonduların yoksul MHP tabanını uzlaştırmak kolay olmayacak. Tam da bu noktada ideoloji devreye girecektir. Çünkü bir anlamıyla ideoloji, gerçek çelişkinin üstünü örtme ve sahte bir ayrım üzerinden, insanlara kendi çıkarlarına aykırı bir siyasi tutum aldırabilme sanatıdır. CHP öteden beri kendi tabanının çıkarlarını siyasi bakımdan tam temsil edebilen bir partidir. Liderlerinin beceri düzeyinden bağımsız, standart bir oyu vardır. Bu beraberlikte Çankaya’daki CHP’li seçmen sınıfsal çıkarlarından vazgeçmeyeceğine göre, iş yine Keçiören’deki MHP’li tabana, daha doğrusu onları ikna etmesi için MHP liderine düşmektedir. Yine ‘vatan, millet, bayrak’ diye kendi tabanını yukarıdakilerin hizmetine sunabilirse ne mutlu ona.

Milliyetçiliğin her taraftan pompalandığı bir ortamda bu işin her partiden taliplisi de çok olur. Böyle ‘milli’ bir davada, bu kutsal ittifakın geçici liderliği için bence en uygun aday ise Adalet Bakanı Cemil Çiçek olabilir.

Star, 1 Aralık 2006

Berat ÖZİPEK

02.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004