Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Bütün âlemlerde Nuh'a selâm olsun. İyilik yapan ve iyi kullukta bulunanları, işte Biz böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz o Bizim mü'min kullarımızdandı.

Sâffât Sûresi: 79-80

02.12.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Hz. Peygamber, döğüştürmek için hayvanları kızıştırmaktan nehyetti.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3818

02.12.2006


Hıristiyanlık İslâma teslim olacak

Nasraniyet ya intıfâ veya ıstıfâ edip İslâmiyete karşı terk-i silâh edecektir. Nasraniyet birkaç defa yırtıldı, Protestanlığa geldi. Protestanlık da yırtıldı, tevhide yaklaştı. Tekrar yırtılmaya hazırlanıyor. Ya intıfâ bulup sönecek veya hakikî Nasraniyetin esasını câmi olan hakaik-i İslâmiyeyi karşısında görecek, teslim olacaktır. İşte bu sırr-ı azîme Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm işaret etmiştir ki, “Hazret-i İsâ nâzil olup gelecek, ümmetimden olacak, şeriatımla amel edecektir.”

Mektubat, 454

***

Hem Deccalın rejimine ve teşkil ettiği komitesine ve hükûmetine ait garip halleri ve dehşetli icraatı, onun şahsıyla münasebettar rivayet edilmesi cihetiyle mânâsı gizlenmiş. Meselâ, “O kadar kuvvetlidir ve devam eder; yalnız Hazret-i İsa (a.s.) onu öldürebilir, başka çare olamaz” rivayet edilmiş. Yani, onun mesleğini ve yırtıcı rejimini bozacak, öldürecek, ancak semâvî ve ulvî hâlis bir din İsevîlerde zuhur edecek ve hakikat-i Kur’âniyeye iktida ve ittihad eden bu İsevî dinidir ki, Hazret-i İsa Aleyhisselâmın nüzulüyle o dinsiz meslek mahvolur, ölür. Yoksa onun şahsı bir mikrop, bir nezle ile öldürülebilir.

Şuâlar, s. 500

Lügatçe:

Nasraniyet: Hıristiyanlık.

intıfâ: Sönme.

ıstıfâ: Safileşme, saffetini bulma.

tasaffi: Saflaşma.

hurafat: Hurafeler.

iktida: Uyma.

02.12.2006


ESMA-İ HÜSNA

Celîl

Allah (c.c.), Celîl’dir, Ecell’dir, Zü’l-Celâl-i ve’l-İkrâm’dır.

Celîl, Ecell veya Zü’l-Celâl-i ve’l-İkrâm isimleri, Cenâb-ı Allah’ın, ne zâtında, ne sıfatlarında, ne fiillerinde hiçbir şirki, hiçbir iştirâki, zihnen de olsa hiçbir müdâhaleyi kabul etmediğini; böyle düşüncelerin bile Allah’ın gayretine dokunduğunu ve celâline iliştiğini bildirir.

Bu isimlerden anlıyoruz ki Cenâb-ı Hak, sonsuz celâl, izzet ve büyüklük sahibidir. Onun gayreti, nâmûsu ve gazabı, dilediği anda zâlimleri, âsîleri ve günahkârları kıskıvrak yakalar. Allah, sonsuz derece büyük, ulu ve yüce; azamet ve celâlde eşsiz; izzet ve kibriyâda benzersiz; celâl ve ikramda misilsiz; üstünlük, gâlibiyet ve hâkimiyette denksiz ve şeriksizdir. Zü’l-Celâl-i ve’l-İkrâm ismi, Cenab-ı Hakkın celâline, yüceliğine, azametine ve büyüklüğüne denk biçimde ikrâm ve cömertlik sahibi olduğunu da anlatır.

Peygamber Efendimizin (a.s.m.) bildirdiği ve Cevşenü’l-Kebîr’de bazen Celîl, bazen de ism-i tafdil biçimi olan Ecell şeklinde gelen ve özetle yukarıdaki mânâları ifâde eden bu azamet ve yücelik isimleri, Kur’ân’da Zü’l-Celâl-i ve’l-İkrâm biçiminde Rab ismine sıfat olarak gelmiştir. Zü’l-Celâl-i ve’l-İkrâm ismini Peygamber Efendimizden (a.s.m.) Ebû Hüreyre de rivâyet etmiştir.

İlgili âyetler şöyledir:

“Yeryüzünde bulunan herkes fânidir. Ancak celâl ve ikrâm sahibi Rabbinin vechi bâkîdir.” (Rahman Sûresi: 26-27)

“Celâl ve ikrâm sahibi Rabbinin ismi ne yücedir!” (Rahman Sûresi: 78)

Bediüzzaman’a göre, zulüm, küfür ve inkâr Cenâb-ı Hakkın celâl, izzet ve azametine dokunmaktadır. Küfür ve inkâr içinde bulunan hezeyancı ve yalancı vehimleri Cehenneme atmak, Celîl isminin bir gereğidir. Bedîüzzaman’a göre Celîl isminin imzâsını okumak için denizin fırtınasına ve yerin zelzelesine bakmak yeterlidir. Yerler ve gökler Celîl ismini zikretmektedirler. Güneş ve Arş gibi büyük varlıklar ihtişam, yani gösterişli hâllerinin diliyle Celîl ismini okumakta ve okutmaktadırlar.

Kulun, Cenab-ı Hakkın emir ve nehiylerine itaat etmesinin ve boyun eğmesinin, dimâğında Cenab-ı Hakkın izzet ve azametinin tespiti açısından büyük ehemmiyeti bulunduğunu ısrarla vurgulayan Bedîüzzaman, Cenab-ı Hakkın büyüklüğü dimağda yer etmediği takdirde, sebeplerin ve tabiatın mal ve iktidar sahibi zannedildiğini, bunun da tevhîd hakîkati ile çeliştiğini ve şirke kapı açtığını; Allah’ın tevhîd ve celâlinin ise hiçbir sûrette şirki kabul etmediğini ve yaratmayı zihnen de olsa sebeplere ve tabiata vermeyi aslâ onaylamadığını kaydeder.

Allah’ın celâl ve ikrâmının idrâk edilmesi için şu dünyanın gidişâtına bakılmasını ısrarla ifade eden Bedîüzzaman, en âciz ve en zayıftan, en kuvvetlisine kadar her canlıya lâyık rızkının verildiğini, rızıklanmak için kuvvetli olmak gerekmediğini, bilakis en zayıf ve en âcize en iyi rızkın ikram edildiğini ve büyük küçük her dertliye ummadığı yerden derman yetiştirildiğini kaydeder.

Bu sonsuz celâl ve ikrâma karşı, insan ve bazı canavarlardan başka, güneş, ay ve yıldızlar da dahil, en küçük mahlûka kadar her şey tam bir dikkatle vazifesine çalışmakta, zerrece haddinden tecâvüz etmemekte, Allah’ın emirlerine büyük bir heybet altında itaat göstermektedir. Varlıkların hepsine şâmil olan bu mükemmel vazifeperverlik ve eksiksiz itaat, her şeyin büyük bir celâl ve izzet sahibinin emriyle hareket ettiğini gözler önüne sermektedir.

Bedîüzzaman Said Nursî Hazretlerine göre, insan sırf nehirlere dikkat etse menfaatleri, vazifeleri, gelir ve gider dengeleri açısından gâyet hikmetli ve merhametli bir biçimde ayarlanan bütün ırmakların, pınarların, çayların ve büyük nehirlerin, bir Rahmân-ı Zülcelâl-i ve’l-İkrâmın rahmet hazinesinden çıktıklarını idrak eder ve bundan dolayı bitip tükenmeden aktıklarını anlar. Yeryüzü nehirlerinde, “Dört nehir Cennetten geliyor” hadîsine uygun kusursuz bir denge ve âhengi görmemesi mümkün değildir. Görünen sebeplerin hiçbirisiyle izah edilmeyecek derecede, âdetâ bitmek tükenmek bilmeden akan nehirlerin, mânevî bir cennetin hazinesinden ve yalnız gaybî ve tükenmez bir kaynağın feyzinden geldiklerini anlar, eşsiz Celâl ve İkrâm Sahibine hadsiz şükreder.

(Risâle-i Nur’da Esmâ-i Hüsnâ)

02.12.2006


Münâcâtü'l-Kur'ân

MÂÛN:

1. Ey kıldıkları namazdan gafil olan, gösteriş yapan ve en küçük bir yardımı bile insanlardan esirgeyenlere “Yazıklar olsun” diyen! (4-7)

02.12.2006


Nur'un dilinde Risale-i Nur

Yirminci Mektub ve Yirmi Üçüncü Lem’a

“Yirminci Mektub ve Yirmi Üçüncü Lem’a’nın âhirinde Cenâb-ı Hakkın hadsiz kudreti ispat edilmiştir.” (Tarihçe-i Hayat, s. 114)

Yirminci Mektub, Yirmi Dokuzuncu Söz, Yirmi

Dokuzuncu Lem’a-i Arabiye

“İşte, bu mertebe-i tevhidin ve bu üçüncü hakikatın ve kelime-i tevhidin bu ehemmiyetli sırrını, yani en büyük bir küll, en küçük bir cüz’î gibi olması ve en çok ve en az farkı bulunmaması, hem bu hayretli hikmetini ve bu azametli tılsımını ve tavr-ı aklın haricindeki bu muammasını ve İslâmiyetin en mühim esasını ve imanın en derin bir medarını ve tevhidin en büyük bir temelini beyan ve hall ve keşf ve ispat etmekle Kur’ân’ın tılsımı açılır. Ve hilkat-ı kâinatın en gizli ve bilinmez ve felsefeyi idrâkinden âciz bırakan muamması bilinir.

“Hâlık-ı Rahîmime yüz bin defa Risâletü’n-Nur’un hurufatı adedince şükür ve hamd olsun ki, Risâletü’n-Nur bu acîp tılsımı ve bu garip muammayı hall ve keşif ve ispat etmiş. Ve bilhassa Yirminci Mektubun âhirlerinde ‘O Allah her şeye kadirdir’ (Mülk Sûresi: 1) bahsinde ve haşre dair Yirmi Dokuzuncu Sözün ‘Fâil muktedirdir’ bahsinde, Yirmi Dokuzuncu Lem’a-i Arabiye’nin Allahu ekber mertebelerinden kudret-i İlâhiyenin ispatında, kat’î burhanlarla, iki kere iki dört eder derecesinde ispat edilmiş” (Şuâlar, s. 145)

Yirminci Mektub, Otuz Üçüncü Mektub, Yirmi İkinci Söz, Otuz İkinci Söz, Tabiat Risâlesi ve

Otuzuncu Lem’a

“Sirâcü’n-Nur’un yüz yerinde, en muannid bir münkiri dahi susturacak bir kat’iyetle ispat edilmiş ki, bütün eşya birtek Zât-ı Vâhid-i Ehade verilse, birtek şey gibi kolay ve çabuk ve ucuz olur. Eğer esbaba ve tabiata dahi hisse verilse, birtek şeyin icadı bütün eşya kadar çetin ve geç ve ehemmiyetsiz ve pahalı olacak.

“Bu hakikatın burhanlarını görmek istersen, Yirminci ve Otuz Üçüncü Mektuplara ve Yirmi İkinci ve Otuz İkinci Sözlere ve tabiata dair Yirmi Üçüncü ve İsm-i Âzama dair Otuzuncu Lem’alara ve bilhassa Otuzuncu Lem’anın ism-i Ferd ve ism-i Kayyûma dair Dördüncü ve Altıncı Nüktelerine baksan göreceksin ki, iki kere iki dört eder katiyetinde bu hakikat ispat edilmiştir” (Şuâlar, s. 27)

Fatma ÖZER

02.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004