|
|
|
Linç zihniyeti üniversitede de iş başında |
Gazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kadri Yamaç, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Atilla Yayla’nın Kemalizmle ilgili eleştirilerinin, üniversitenin tümünde infial uyandırdığını ileri sürerek, “Bu öğretim üyesi, bugünden itibaren ders vermekten uzaklaştırılmıştır” dedi.
Gazi Üniversitesi (GÜ) Rektörü Prof. Dr. Kadri Yamaç, GÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesİ Prof. Dr. Atilla Yayla’nın Atatürk ile ilgili eleştirilerinin üniversitenin tümünde infial uyandırdığını ileri sürerek ‘’Bu öğretim üyesi, bugünden itibaren ders vermekten uzaklaştırılmıştır’’ dedi. Prof. Dr. Yamaç, yaptığı açıklamada, Yayla’nın İzmir’de bir panelde yaptığı konuşmayı hatırlatarak, şunları söyledi:
‘’GÜ’nün bir öğretim üyesinin Atatürk ile ilgili yapmış olduğu çirkin konuşma, üniversitemizin tümünde infial yaratmıştır. GÜ, Atatürk tarafından kurulan çağdaş bir üniversitedir. GÜ’nün tümü, cumhuriyetin temel niteliklerine derinden bağlı olup şu andaki yönetim de bu yönde eğitim öğretim yapmaktadır. Bu yöndeki politikamızdan da asla taviz vermeyeceğiz. Cumhuriyetin kurucusu büyük Atatürk’e ‘bu adam’ diye hitap edecek derecede ‘terbiye azlığı’ gösteren bu kişi, hepimizde infial yarattı.’’
Prof. Dr. Yamaç, Atilla Yayla hakkında inceleme başlattıklarını belirterek, ‘’Bu öğretim üyesi bizden önceki yönetim sırasında profesör olmuştur’’ dedi. Atilla Yayla’nın fakültesinin izni olmadan İzmir’e gittiğinin belirlendiğini ifade eden Prof. Dr. Yamaç, bundan dolayı da soruşturma açıldığını belirtti. Anayasa’nın ve yasaların, ‘’Atatürk ilkelerine bağlı öğrenci yetiştirilmesini’’ öngördüğünü vurgulayan Prof. Dr. Yamaç, Atilla Yayla’nın bu gerekçelere dayanarak bugünden itibaren fakültede ders verme görevinden uzaklaştırıldığını bildirdi. Prof. Dr. Yamaç, inceleme ve soruşturma sonuçlanıncaya kadar Yayla’nın ders veremeyeceğini sözlerine ekledi.
|
/ ANKARA
22.11.2006
|
|
|
Din, toplum ve siyaset |
TESEV tarafından yaptırılan “Değişen Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset” başlıklı araştırmanın sonuçları açıklandı. Ülke genelinde 18 yaş üstü 1500’e yakın kişiyle görüşülerek yapılan anket çalışmasına göre, Türkiye’de sosyolojik olarak bir irtica tehlikesi bulunmuyor. Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ali Çarkoğlu ile Boğaziçi Üniversitesinden Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın yaptığı çalışmada çıkan diğer çarpıcı sonuçlardan biri de laikliğin korunması için orduya ihtiyaç bulunmaması.
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfının (TESEV) “Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset” isimli araştırmasının sonuçları açıklandı. Araştırmanın sonuçlarını açıklayan TESEV Başkanı Can Paker, “Sosyolojik olarak baktığımızda Türkiye’de irtica tehlikesi görmüyoruz” dedi.
TESEV tarafından 6 Mayıs 11 Haziran tarihleri arasında Türkiye genelinde 23 ilde 18 yaş ve üzeri bin 492 kişiyle yüzyüze yapılan “Türkiye’de Din Toplum ve Siyaset” araştırmasının sonuçları açıklandı. TESEV Başkanı Paker, çalışmayı yapan Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ali Çarkoğlu ve Boğaziçi Üniversitesinden Prof. Dr. Binnaz Toprak ile düzenlenen basın toplantısında sonuçları açıklayarak değerlendirdi. Can Paker, Türkiye’de irtica tehlikesi görmediklerini söyledi. Türk halkının çok büyük bir kısmının şeriat istemediğini söyleyen Paker, şu tesbitlerde bulundu: “Türkiye’de başörtüsü sorunu genel kanının aksine azalmakta. Bu azalma kentleşmeye ve artan gelir seviyesine bağlı. Hergün konuştuğumuz laikçiler, İslâmcılar konusunda ise, ki bunları kimse bilimsel olarak tarif de edemiyor, araştırmaya göre aşağı yukarı Türkiye’nin üçte biri laik, üçte ikisi İslâmî kesim gibi bir izlenim ortaya çıkıyor. Yalnız önemli olan bu kesimlerin pek çok konuda beraber yaşayabildiğidir. Türkiye’nin yarısından daha fazlası laikliğin korunması için ordunun gereksinimine inanmıyor. Dörtte bir kadar kısım ise laikliğin devamı için ordunun gerekli olduğuna inanıyor. Türkiye’deki insanlar din adına terörizme kesinlikle karşı. Türkiye işgal altında dahi olsa, buna karşılar.”
Araştırmada sorulan “Türkiye’de şeriata dayalı bir din devleti kurulmasını ister miydiniz?” sorusuna katılımcıların yüzde 91’i ‘hayır’ cevabı verdi. “Laiklik tehdit altında mıdır?” sorusuna katılımcıların yüzde 73,1’i ‘hayır’, yüzde 22,1’i ‘evet’ görüşünü dile getirdi. Katılımcıların yüzde 48,5’i kendilerini İslâmcı olarak tanımlarken, yüzde 20,3’ü ‘ben laikim’ dedi.
“Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?” sorusuna katılımcıların yüzde 38,2’si işsizliği gösterirken, yüzde 0,4’lük kesim de dinin en önemli sorun olduğunu düşündüklerini dile getirdi. ‘Kadınlara niye örtündükleri’ sorusu sorulduğunda katılımcıların yüzde 71,5’i “Örtünmek İslâmın emri olduğu için” cevabını verdi. Yüzde 0,4’lük kesim ise “Bu benim için siyasî bir hareketin parçası olmak anlamına geldiği için” dedi. Ailesi istediği için başörtüsü takanların oranı ise yüzde 0,2’de kaldı. Katılımcıların yüzde 70,3’ü işsizlik sorununun derhal çözülmesi gerektiğini, yüzde 12,1’i de Kürt sorununa çözüm bulunmasını istedi.
|
Abdullah ERAÇIKBAŞ / Ümit KIZI
/ İSTANBUL
22.11.2006
|
|
|
Güleçyüz: 301 kalkmalı |
Özgür-Der’in TCK 301. madde ile ilgili sorularını cevaplandıran gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Kâzım Güleçyüz, resmî ideolojiye dayanan statükonun, kendisini söz konusu maddelerle korumaya çalıştığını ifade ederek, “Farklı ve ‘aykırı’ görüşleri susturmak için bu maddeleri kullanıyor. Her fikrin özgürce dile getirilip tartışılabileceği bir ortamın sağlanması için, bu maddelerin tümünün kaldırılması gerekir” dedi.
TCK 301. madde gibi düşünce ve ifade özgürlüğünün önünde engel olarak duran maddelerle ilgili genel düşünceleriniz nelerdir? Sizce bu tür maddeler bazı kesimlerin dillendirdikleri şekilde Batı hukuk normlarına uygun bir tarzda reforme mi edilmeli yoksa kaldırılmalı mıdır?
Resmî ideolojiye dayanan statüko, kendisini söz konusu maddelerle korumaya çalışıyor. Farklı ve “aykırı” görüşleri susturmak için bu maddeleri kullanıyor. Her fikrin özgürce dile getirilip tartışılabileceği bir ortamın sağlanması için, bu maddelerin tümünün kaldırılması gerekir.
Daha önce de pek çok mağduriyetlere sebebiyet veren 141, 142, 163 gibi maddeler kaldırıldıkları halde yerlerine TCK 159, 312 ya da TMK 8. madde gibi yenileri ihdas edilmişti. Bu minval üzere düşündüğümüzde, 301. maddenin özellikle kaldırılması ile ilgili yapılan tartışmalar çözüm olarak görülebilir mi? Sizce gerçek çözüm yolu nedir?
TCK’nın 28 Şubat’ta çok kullanılır hale gelen 159 ve 312. maddeleri, 141, 142 ve 163. maddeler yürürlükteyken de mevcuttu. Ve özellikle 159, kendi bağlamı içinde o zaman da yoğun şekilde uygulanıyordu. Ama 312’nin bu şekilde kullanılmaya başlanması, 28 Şubat sürecinde gündeme geldi. Sebep de, “163’ün kaldırılmasıyla doğan boşluğun bu şekilde doldurulmak istenmesi” olarak izah edildi. Aynı şeyin, TMK-8’in, bir yönüyle eski 141-142 yerine uygulanması için de geçerli söylenebilir. Bu durumdan hareketle, kanunlarda yapılacak değişikliklerin çözüm için yeterli olmadığını, asıl olanın zihniyet değişikliği olduğunu ifade edenler var. Doğru. Ancak bunu sağlamak için, söz konusu zihniyetin özgürlüklere karşı kullandığı “yasal” silâhları elinden almanın da etkili bir yol olduğu açık. Eğer kaldırılan bir maddenin yerine bir başkası ikame ediliyorsa o da kaldırılmalı ve bu şekilde suistimale açık bir madde kalmayıncaya kadar devam edilmeli. Ama bu arada, zihniyet değişimini hızlandırmaya yönelik kamuoyu oluşturma çabalarına da yoğun şekilde ağırlık verilmeli.
TC devletinin yürürlükteki politikaları bağlamında düşündüğümüzde “güvenlik-özgürlük” ikilemi hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Güvenlik gerekçesiyle hak ve özgürlükleri baskı altında tutan politikalar, tam tersine, güvenlik için en büyük tehdidi oluşturuyor.
301. madde mağdurlarının çoğunluğunun araştırmacı-yazar, akademisyen, gazeteci, yayınevi sahibi oldukları göz önüne alındığında, gerçekte bu maddeyle hedeflenen nedir?
Hedefin, “Türklüğü, devleti ve bazı kurumlarını koruma” adına düşünce, ifade ve basın özgürlüklerini baskı altında tutmak olduğu son derece açık.
İktidar sahiplerinin özellikle yasaklarla ilgili konularda dillendirdikleri “Muadil unsurlar Batı’da da mevcut” söylemi gerçeği ne kadar yansıtmaktadır ve özellikle kıt'a Avrupası’nda bu tür maddeler nasıl ve hangi düzeyde yorumlanmakta ve uygulanmaktadır?
Muadil kanun maddeleri olabilir; ama bunların bizde olduğu şekilde düşünce adamlarını, yazarları, gazetecileri mahkeme koridorlarında süründürmek için kullanıldığını hiç duymadık. Avrupa’da son zamanlarda yaygınlaşma istidadı gösteren “Yahudi soykırımının reddini cezalandırma” eğilimi hariç ...
‘Eleştiri ve hakaret’ arasındaki ince çizgiye yönelik bakış açınız nedir? Yargı güçlerinin bu konuda hassas ve adil davranabildiklerini düşünüyor musunuz?
Bu ince çizgiyi belirlemek, tamamen bir zihniyet sorunu. Eğer genlere işlemiş devletçi reflekslerle hareket ediliyorsa ve hele 28 Şubat tezgâhından geçilmişse, en sıradan eleştiriler dahi “hakaret” sayılıp cezalandırılabilir. Buna karşılık, demokrat, farklı fikirlere açık, özgürlükçü bir yaklaşımla, en ağır eleştiriler bile ifade özgürlüğü kapsamında görülerek beraat ettirilebilir. AİHM’in ifade özgürlüğü dâvâlarında dile getirdiği “toplumun bazı kesimleri açısından sarsıcı, şoke edici fikir beyanları”nın da bu özgürlük kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin içtihadındaki kriterlerin benimsenmesi, çözüme bir ölçüde katkıda bulunabilir.
|
/ İSTANBUL
22.11.2006
|
|
|
Bahçeli’nin İmralı çıkışı ters tepti |
Hükümet Sözcüsü ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek, ‘’Sayın Genel Başkanın (Devlet Bahçeli) söylemi ile terörist başının özlemi örtüşüyor. Çünkü terörist başı da orada (İmralı) kalmaktan rahatsız’’ dedi.
Cemil Çiçek, Bakanlar Kurulu toplantısı sonrasında ‘’Terörist başının F tipi cezaevinde cezasını çekmesi konusunda bazı talepler geliyor. MHP kongresinde de bu dile getirildi. Bu konudaki görüşleriniz neler?’’ sorusu üzerine şunları söyledi: ‘’Bu konuda yapılan açıklamaların sağlıklı bilgiye dayandığı kanaatinde değilim. Halbuki biz Bilgi Edinme Kanunu çıkardık. Böylesine hassas konularda açıklama yapmadan önce nezaket gösterip sorulabilse biz her türlü bilgiyi veririz. Değerlendirmeleri sonra herkes kendisi yapabilir. Ama böyle eksik bilgiye dayalı olarak kamuoyunda tartışıldığında yanlış anlamalara sebebiyet veriyor, gerginliklere sebebiyet veriyor. Basında çıkan haberlere ve kongrede yapılan konuşmalara göre Sayın Genel Başkan’ın söylemi ile terörist başının özlemi örtüşüyor. Çünkü terörist başı da orada kalmaktan rahatsız. Avukatları aracılığı ile veya başka türlü, ‘burada tecrit yapılıyor’ tarzında Avrupa Birliği makamlarına da zaman zaman başvurular var. Oradan biran evvel başka cezaevlerine nakledilmesi konusunda talepleri var. Şimdi o taleple kongredeki söylem üst üste örtüşmüş oluyor. Bu çok doğru değildir. Çünkü onun orada kalması 57. Hükümet’in verdiği bir karardır. Bir devlet kararıdır. Dolayısıyla AK Parti iktidarı döneminde alınmış bir karar değildir. Niye 57. Hükümet aldı? O kararın gerekçesini biran evvel o kararda imzası bulunanların, o kararı verenlerin çok daha iyi takdir edeceğini düşünüyorum.”
MHP TRİBÜNLERE OYNUYOR
BBP Genel Başkan Yardımcısı Dr. Selçuk Özdağ da “Teröristbaşı Abdullah Öcalan’a ada tahsisini siz yapmıştınız. Şimdi niye F tipi cezaevine nakil yapmaktan bahsediyorsunuz?” diye sordu. Selçuk Özdağ, yaptığı yazılı açıklamada Devlet Bahçeli’nin teröristbaşı Öcalan’ın söylemleri ile benzer ifadeler kullandığına dikkat çekeerek, teröristbaşı Öcalan’ın, terör örgütü PKK ve bunların avukatları ve yardakçılarının da Öcalan’ın F tipi cezaevine naklini istediklerini hatırlattı ve Bahçeli’ye “Terörist başı, yardakçılarının ve yandaşlarının özlemini dile getirdiğinizin farkında değil misiniz?” diye konuştu. Dr. Özdağ, teröristbaşı Abdullah Öcalan’a bir devlet adamı gibi özel statü kazandıranların DSP, MHP ve ANAVATAN iktidarı olduğunu hatırlatarak, ellerinde yetki varken normal cezaevlerinden birine ya da F tip cezaevine hapsetmediklerini, şimdi ise MHP’nin tribünlere oynadığını ifade etti.
|
/ ANKARA
22.11.2006
|
|
|
Rektörler katsayıda diretiyor |
Rektörler Komitesi, Millî Eğitim Şûrâsında, “meslek liseleri için katsayı uygulamasını kaldırmayı” amaçlayan ve “İHL mezunlarına uygulanan engelin aşılması” olarak ünlenen temennî kararı alındığını belirterek, yüksek öğretimde onarılamayacak tahribata yol açacağını savunduğu bu temenninin kesinlikle benimsenmediğini ve ÖSS'de bu konuda bir değişikliğe gidilmeyeceğini bildirdi.
Rektörler Komitesi, YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç başkanlığında YÖK’te toplandı. Toplantının ardından Teziç, alınan kararlara ilişkin bildiriyi okudu. Bildiride, şöyle denildi: “1- Meslekî eğitim ile genel eğitim; amaçları, konuları ve fiziki altyapıları farklı olan iki ayrı eğitim-öğretim alanıdır. 2- Şûrâ kararları bilindiği üzere uygulanma zorunluluğu olmayan, temenni niteliği taşıyan kararlardır. Rektörler Komitesi, Türk yüksek öğretiminde ve ülkemizin insan kaynağı planlamasında onarılamayacak tahribata yol açacağını düşündüğü bu temenniyi kesinlikle benimsememektedir. Bunun gerçekleştirilmesi için yüksek öğretim üst kurullarının iradesi dışında girişimde bulunulması halinde, bu girişimleri engelleyebilmek amacıyla her zamanki gibi yasal zeminde bütün gayretleri sebatla sürdüreceğini ve yaklaşan ÖSS’de bu konuda değişiklik yapılmayacağını kamuoyuna açıklamayı bir görev bilir.”
|
/ ANKARA
22.11.2006
|
|
|
HRW’den Erdoğan’a “Vicdanî red” mektubu |
İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) Başbakan Tayyip Erdoğan’dan vicdanî red ile ilgili yasaların düzenlenmesini istedi. Örgüt, Avrupa Konseyi içinde söz konusu yasayı uygulamayan iki ülkeden birinin Türkiye olduğunu açıkladı.
HRW Avrupa ve Orta Asya Bölümü Müdürü Holly Cartner’in Başbakan Erdoğan’a gönderdiği mektupta, Türkiye’nin, Avrupa Konseyi’ne üye devletler içinde, alternatif hizmet imkânını sunmayan ve vicdanî retçileri cezalandırmaya devam eden iki ülkeden biri olduğu hatırlatıldı. Vicdani ret hakkını tanınmasının, Türkiye’nin devam eden reform sürecinde önemli bir adım olacağına dikkat çekilen mektupta bu konuda bir girişimde bulunulması istendi.
SADECE TÜRKİYE VE AZERBAYCAN KALDI
Mektubunda Türk hukukunun vicdani retçileri yargıladığına dikkat çeken Cartner, “bu yaptırımlar vicdanî red hakkını tanıyan uluslar arası insan hakları hukukuyla çelişiyor. Türkiye tarafından kabul edilmiş bulunan Uluslar arası Sivil ve Medenî Haklar Sözleşmesi’nin (USMHS) 18. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 9. maddesi, ki her iki anlaşma Türkiye tarafından kabul edilmiş durumda, ifade, vicdan ve din özgürlüklerini koruma altına alıyor. Avrupa Konseyi, askerlik hizmeti yapmakla mükellef olan herkesin, vicdanî sebeple silâh kullanmayı reddetmesi halinde, bu hizmeti yerine getirme zorunluluğundan muaf tutulmasını öngörüyor” dedi.
Avrupa Konseyi’ne üye ülkeler arasında yalnızca Türkiye ve Azerbaycan’da askerlik hizmetinin hiç bir alternatifinin olmadığına dikkat çeken Cartner, Azerbaycan’ın alternatif sivil hizmet olanağını oluşturan bir yasa taslağı üzerinde çalıştığını vurguladı.
|
Kemal BENEK
/ ANKARA
22.11.2006
|
|
|
Bu işler şantajla olmaz |
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül ile Devlet Bakanı, Başmüzakereci Ali Babacan’ı TBMM’deki makamında kabul ederek görüştü.
Dışişleri Bakanı Gül, görüşmeden ayrılırken, gazetecilerin, Kıbrıs Rum Kesimine deniz ve hava limanlarının açılması için Finlandiya Dönem Başkanlığının 6 Aralık’a kadar Türkiye’ye süre vermesine ilişkin sorularını cevaplandırdı. Pazar günü Finlandiya’ya gideceğini hatırlatan Gül, şöyle konuştu:
‘’Zaten görüşülecek. Finliler de görüşüyor. Bir yol bulabilirsek, büyük bir memnuniyetle bekleriz ama Türkiye üzerine düşeni yapmıştır. Türkiye’nin protokolü imzalarken beklentisi, AB’nin Kıbrıs Türkleri ile serbest ticareti başlatmasıdır. Bütün beklentisi buydu. Bu protokol imzalanmadan önce, protokolün taslağı, ‘Türkiye, protokolü imzalayacak ve koşulsuz onaylayacak’ şeklindeydi. Oradaki tartışmalarımız ve görüşmelerimiz neticesinde ‘’Türkiye, protokolü sadece imzalayacak’ haline geldi. ‘Onaylayacak’ ve ‘koşulsuz’ lafları kaldırıldı. Bütün bunların arkasındaki görüş ve beklenti, AB’nin Kıbrıs Türklerine verdiği sözü tutmasıydı. Bu nedir; onların serbest ticareti başlatması. Dolayısıyla bu yönde çalışmalar devam ediyor. Daha çok vakit var. Ben geçenlerde Kıbrıs’a niye gittim? Özellikle o gün gittim Kıbrıs’a... Özellikle de orada konuştum. Sayın Başbakan, zaten defalarca Türkiye’nin görüşlerini orada söyledi. Bu işler böyle tarih verme, şantaj... Bunlarla olmaz. Zaten öyle bir şey de söz konusu değil. Bunlar, bazen farklı farklı yansıyor. Finlandiya Dönem Başkanlığı bir gayret içerisinde, biz de o gayretleri destekliyoruz.’’
ERDOĞAN: FARKLI ADIM SÖZ KONUSU DEĞİL
Başbakan Erdoğan da TBMM’deki makamından ayrılırken ‘’Finlandiya’nın 6 Aralık önerisine ilişkin bir değerlendirmeniz olacak mı?’’ sorusu üzerine şunları söyledi:
‘’Teknokratlar, bürokratlar hepsi gidiyorlar, orada görüşmeler yapacaklar. Dışişlerindeki arkadaşlar da gidiyor. Ardından da Abdullah Bey, Helsinki’ye gidecek. Bizim bugüne kadar çizdiğimiz çerçeve belli. Biz her zaman görüşmedeyiz, görüşmelerimiz devam edecektir. Kabullenemeyeceğiz şeyler önümüze geldiği zaman farklı bir bir adım söz konusu olmayacaktır. Bugüne kadar söylediklerimizi biliyorsunuz.’’
|
/ ANKARA
22.11.2006
|
|
|
Türkiye’yi AB’den uzak tutmak akılsızlık olur |
Federal Almanya eski Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, Türkiye’nin Avrupa’dan uzak tutulmasının ‘akılsızlık ve stratejik açıdan aptallık’ olacağını söyledi.
Hypo-Vereinsbank’ın Münih’te düzenlediği, ‘Avrupa’nın geleceği’ konulu Forum’da konuşan Avusturya Başbakanı Wolfgang Schüssel, Avrupa Anayasası ile ilgili olarak Avrupa genelinde aynı gün bir referandum yapılmasından yana olduğunu belirtti. Alman hükümetinin, AB’nin sınırları konusundaki tartışmayı da yeniden canlandırması gerektiğini kaydeden Schüssel, Türkiye ile sürdürülen AB’ye katılım müzakereleri konusunda ise temkinli açıklamalarda bulunarak, “Netice itibarıyla şu an tanıdığımız tam üyelikten farklı bir şeyle sonuçlanacak” diye konuştu.
Federal Almanya eski Dışişleri Bakanı Joschka Fischer ise konuşmasında, Türkiye’nin Avrupa’ya daha sıkı bir şekilde bağlanması gerektiğini belirterek, ülkenin Avrupa’dan uzak tutulmasının ‘akılsızlık ve stratejik açıdan aptallık’ olacağını söyledi.
Sonuçta Türkiye’nin, Orta Doğu’da güvenlik ve istikrar sağlamakta önemli bir rol üstlendiğini söyleyen Fischer, Avrupa’nın sırt çevirmesiyle Batı karşıtı tutumun güçlenmesi halinde, ‘Türkiye, İran ve Rusya arasında bir çıkarlar koalisyonu’ oluşabileceğini, bunun ise Avrupa’nın yararına olmayacağını kaydetti.”
|
/ MÜNİH
22.11.2006
|
|
|
Çocuklar her şeyin en güzeline lâyık |
DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar, toplumda sorumluluğa sahip insanların “kendi çocuklarına lâyık gördükleri şeyleri bütün çocuklar için istemeleri gerektiğini” kaydetti.
Türkiye Çocuk Zirvesi organizasyonu, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin Türkiye’de kabul edilişinin 11. yılı ve 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü sebebiyle İstanbul Grand Cevahir Otel Kongre Merkezi’nde bir kutlama programı düzenledi. Kutlama programına eşi Emel Ağar ile birlikte katılan Mehmet Ağar, burada yaptığı konuşmada, eğitim hakkının çocukların en temel hakkı olduğunu vurgulayarak, modern toplumlarda çocuk haklarının mutlaka toplumsal değişimin merkezinde bulunması gerektiğini söyledi.
Ağar şöyle devam etti: “Çocuk haklarını korumak geliştirmek aynı zamanda toplumun tümünü geliştirmek demektir. Dileğimiz tüm çocukların kendilerine sağlanan imkânlardan eşit bir şekilde yararlanmasıdır.”
“Bugünün çocukları artık dünün çocukları değildir” diyen Ağar, şunları söyledi: “Günümüzün çocukları meseleleri bilen, anlayan, kavrayan ve konuşan çocuklardır. Onların bugün konuşma, kavrama ve meselelerini ifade edebilme yetenekleri gelecekte toplumun daha güçlü ve gelişmiş olmasını sağlayarak en önemli bir gelişme tablosudur. Biz bunun heyecanını hayatımızın her noktasında yaşayarak geldik.”
Tüm çocukların eşit şekilde önemli olduğunu ve her birinin mutlak şekilde korunması gerektiğini ifade eden Ağar, “Yoksulluk nedeniyle çocuk işçiliği yaygınsa ve çocuklar okula gönderilemiyorsa çocuk haklarından bahsedebilmemiz mümkün değildir. Çocuk haklarını korumak ve geliştirebilmek aynı zamanda toplumun tümünü geliştirebilmek demektir’’ şeklinde konuştu.
ÇOCUKLAR GELECEĞİMİZ
Programda açılış konuşmasını yapan Türkiye Çocuk
Zirvesi Genel
Sekreteri Ebrize Çeltikçi, bir
toplumun çocuklara verdiği önem ve
çocuk haklarına gösterdiği özenin, o toplumun geleceği oluşturmasının en
önemli adımını teşkil ettiğini söyledi.
Çeltikçi, çocukların anlayış, barış ve
hoşgörü içinde yetiştirilmesi gerektiğini kaydetti.
İstanbul Valisi Muammer Güler’in eşi Neval Güler ve Vali Yardımcısı Mehmet Seyman’ın da katıldığı kutlama programında Türkiye Çocuk Zirvesi’nin geçmişine yönelik bir multivizyon gösterisi sunuldu, Çocuk Hakları konulu panel gerçekleştirildi. Toplantının sonunda Bakırköy’ün çeşitli okullarından öğrenciler Çocuk Hakları Dünya Mesajını okudu.
|
Mustafa GÖKMEN
/ İSTANBUL
22.11.2006
|
|
|
Selzede çocuklara oyun çadırı |
Batman’da selzedelere her türlü yardımı sağlamlaya çalışan Kızılay tarafından çadır şehirde kurulan oyun çadırı, çocukların akınına uğruyor.
Sel felâketinin yaralarını sarmaya çalışan Kızılay, Seyitler Mahallesi’ndeki çadır şehirde bulunan çocukları da unutmadı. Kurulan oyun çadırı, çocuklar tarafından büyük ilgi görüyor. Resim yapma ve ders çalışma masalarının da olduğu çadırda, küçük çocuklar için çeşit çeşit oyuncaklar bulunuyor. Çadır kentte bazı öğrenciler ise, güneş altında çadırlarının önünde ders çalışmayı tercih ediyor.
|
/ BATMAN
22.11.2006
|
|
|
Eğitim ve sağlıkta fırsat eşitliği sağlansın |
KESK Genel Başkanı İsmail Tombul, eğitim ve sağlıkta eşitsizlikler ve yıkım sürecinin devam ettiğini öne sürdü.
KESK’ten yapılan yazılı açıklamada, hükümetin eğitim ve sağlık alanında özelleştirmeye yönelik girişimlerde bulunduğu, eğitim ve sağlık harcamalarının millî gelir içindeki payını aşağı çekmeyi hedeflediği öne sürüldü. GSMH’dan Millî Eğitim Bakanlığına 2006’da 3.02, 2007’de 3.33, 2008’de tahmini 3.17, 2009’da 2.81 pay ayrıldığı belirtilen açıklamada, Sağlık Bakanlığına da 2006’da 1.33, 2007’de 1.04, 2008’de tahmini 0.98 ve 2009’da 0.9 kaynak ayrıldığı ifade edildi. KESK Genel Başkanı Tombul, temel insanî haklardan olan eğitim ve sağlığa bu yıl da yeterli kaynak ayrılmadığını, bunun sonucunda eğitimde ve sağlıkta eşitsizlikler ve yıkım sürecinin devam ettiğini savundu. Eğitim ve sağlığa ayrılan payın ihtiyaçlar çerçevesinde yeniden belirlenerek artırılması, kamu hizmetlerinden eşit, ücretsiz, nitelikli ve herkese ulaşılabilir olmasının sağlanması gerektiğini vurgulayan Tombul, Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın durdurulmasını, okullara ödenek, eğitime yeterli bütçe ayrılmasını istedi.
|
/ ANKARA
22.11.2006
|
|
|
Adlî Yargı Hakim Adaylığı Sınavı ertelendi |
ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, 25 Kasımda yapılacak Adli Yargı Hakim ve Savcı Adaylarını Seçme Sınavı’nın ertelendiğini bildirdi.
Prof. Dr. Yarımağan yaptığı yazılı açıklamada, Danıştay 12. Dairesinin Ankara’da yapılacak sınavla ilgili 13 Kasım 2006’da yürütmeyi durdurma kararı verdiğini hatırlatarak, şunları kaydetti:
“Yürütmeyi durdurma kararı ve bu karara taraflarca yapılacak itiraz nedeniyle sınavın ertelenmesine karar verilmiştir. Sınavın yapılıp yapılmayacağı, yapılacaksa da hangi tarihte yapılacağı daha sonra kamuoyuna duyurulacaktır.’’
|
/ ANKARA
22.11.2006
|
|
|
Zengin olmak mutlu olmaya yetmiyor |
MTV Networks International’ın yaptığı araştırmaya göre en mesut gençler Hindistan’da, en bedbaht olanlar ise Japonya’da.
14 ülkede 16-34 yaş arası 5 bin 400 kişi üzerinde yapılan araştırmaya göre, ABD ve İngiltere’de gençlerin yüzde 30’dan azı ‘mutlu ve umutlu’. Bu oran Japonya’da yüzde 8’e kadar düşüyor.
Çin’de gençlerin yüzde 84’ü ise gelecekte hayatlarının daha iyi olacağını düşünüyor. Arjantin ve Güney Afrika’da yaşayanlar da yüzde 75’le dünyanın en mutlu insanları arasında bulunuyor.
Gençlerin geleceğe bakışları, kendilerini güvende hissedip hissetmedikleri ve topluma uyumları konusunda yapılan araştırmaya göre, gelişmiş ülke insanları küreselleşme konusunda kötümser.
Almanya’da gençlerin yüzde 95’i küreselleşmenin kültürlerini olumsuz etkilediğini düşünüyor. Araştırmada, İngiltere’de bu yaş grubundakilerin yüzde 80’inin terörden kansere yakalanmak kadar korktukları ortaya çıktı. Az gelişmiş ülkelerin mutlu insanları aynı zamanda dinî inançları da güçlü olanlar.
Gelişmiş ülkelerdeki mutsuzluğun sebepleri arasında başarılı olma baskısı, kötümserlik ve iş kaygısı da bulunuyor. Az gelişmiş ülkelerde insanların daha mutlu olmasının sebebi ise gençlerin daha iyi bir geleceğe sahip olacaklarına inanmasına bağlanıyor.
Araştırma, Arjantin, Brezilya, Çin, Danimarka, Fransa, Almanya, Hindistan, Endonezya, Japonya, Meksika, Güney Afrika, İsveç, İngiltere ve ABD’de yapıldı.
|
22.11.2006
|
|
|
İDO öğretmenleri ücretsiz taşıyacak |
İstanbul Deniz Otobüsleri (İDO) 24 Kasım’da kutlanacak Öğretmenler Günü sebebiyle tüm Öğretmenlerin yararlanabileceği bir uygulama başlattı.
Öğretmenler 5 hafta süreyle şehirhatları vapurlarında ücretsiz yolculuk yapacak. İDO, 24 Kasım Öğretmenler Günü hediyesi olarak tüm öğretmenlere şehir hatları vapurlarında ücretsiz geçiş hizmeti sunacak.
|
Yeni Asya
/ İSTANBUL
22.11.2006
|
|
|
Evlerin yüzde 30’unda diş macunu bulunmuyor |
Ağız ve Diş Sağlığı Haftasında Türk Sağlık-Sen yaptığı bir araştırmayla Türkiye’de görev yapan diş hekimlerinin dağılımlarını ve ağız ve diş sağlığı ile ilgili olarak yaşanan sorunları ortaya çıkardı.
Araştırmada Türkiye’deki diş hekimleri sayıları, diş hekimlerinin en az ve en çok bulunduğu iller ve Türkiye’de ağız ve diş sağlığına verilen önemi gösteren veriler ile ilgili çarpıcı bilgilere yer verildi.
Araştırmaya göre Türkiye’de Sağlık Bakanlığına bağlı kuruluşlarda toplam 4 bin 378 diş hekimi görev yapıyor. Sağlık Bakanlığındaki görevli diş hekimleri dikkate alındığında Türkiye’de bir diş hekime 15 bin 487 kişi düşüyor. Araştırma’ya göre 2005 yılında Türkiye’de en az diş hekimi Kilis’te (6) görev yapıyor. Hakkari’de 9, Bayburt’ta ise sadece 10 tane diş hekimi var. Türkiye’de görev yapan diş hekimlerinin yüzde 36’sı üç büyük şehir olan Ankara İzmir ve İstanbul’da görev yapıyor. Araştırmada Türkiye’de diş macunu kullanımının Avrupa Birliği ülkelerinin çok gerisinde olduğuna dikkat çekilerek İngiltere’de bir kişi yılda ortalama yarım kilogram diş macunu kullanmakta iken, Türkiye de ise ortalama olarak bin kişinin yılda 100 gram civarında macun kullandığı, evlerin yüzde 30’unda ise hiç macun bulunmadığı belirtildi.
Araştırmada ayrıca Türkiye’de toplumun yüzde 80’nin üzerinde ağız ve diş sağlığı ile ilgili problem yaşanmakta olduğu vurgulandı.
Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci Türkiye’de ağız ve diş sağlığına gereken önemin verilmediğine dikkat çekti. Kahveci, koruyucu ağız ve diş sağlığı tedbirlerine yeterli önemin verilmemesini, insanlarımızın ağız ve diş sağlığı sorunlarını hâlâ bir sağlık sorunu olarak görmemesine, diş hekimi korkusuna bağladı.
|
Ahmet TERZİ
/ ANKARA
22.11.2006
|
|
|
Harran’da turist çok, tesis yok |
Şanlıurfa’nın konik kubbeli evleriyle ünlü Harran ilçesini 10 ayda, 70 binin üzerinde yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği bildirildi.
Harran Kaymakamı Hasan Yaman, yaptığı açıklamada, dünyanın ilk İslâm üniversitesinin kalıntılarının bulunduğu, kendine özgü mimarisi ve kümbet evleriyle turistlerin ilgisini çeken ilçeye, genellikle günübirlik ziyaretler yapıldığını söyledi. Kısa vadede konaklama sorununun giderilmesi gerektiğini aktaran Yaman, şunları söyledi: “Harran’ı 10 ayda, 70 binin üzerinde yerli ve yabancı turist ziyaret etti. Ancak konaklama hâlâ sorun. 7 yıl önce kaymakamlık tarafından inşa ettirilen 20 yatak kapasiteli motel ve öğretmenevi dışında konaklayacak alan bulunmuyor.’’
|
/ ŞANLIURFA
22.11.2006
|
|
|
|