Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Taner Kılıç-Türkiye kararı ile, 28 Şubat uygulamalarının şiddetlendiği 1999 yılında Mazlum-Der genel merkeziyle bütün Türkiye’deki şube yöneticilerinin ev ve işyerlerinde yapılan aramaların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin özel hayatın dokunulmazlığını düzenleyen 8. maddesine aykırı olduğuna hükmederek Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkûm etti.
28 Şubat döneminde düşünce ve ifade özgürlüklerine yapılan baskı ve keyfi müdahaleler AİHM tarafından cezalandırıldı. AİHM, Taner Kılıç-Türkiye kararı ile 28 Şubat sürecinin devamı niteliğindeki 1999 yılında Mazlumder yöneticilerinin ev ve işyerlerine yapılan aramaların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) özel hayatın dokunulmazlığını düzenleyen 8. maddesine aykırı olduğunu hükmederek Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkûm etti.
FİDAN DİKME KAPATMA GEREKÇESİ
28 Şubat postmodern darbesi sürecinde başlatılan baskı ve yıldırmaların bir örneği 1999 Haziran ayında Mazlumder hakkında kapatma talebi ile görüldü. Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel tarafından yürütülen soruşturmanın gerekçeleri arasında “bazı yöneticilerin birtakım süreli yayın organlarında yazı yazmış olması, Başörtüsüne Özgürlük Ormanı için fidan dikilmesi, bazı ülkelerde yaşanan insan hakları ihlallerine tepki gösterilmesi” yer alır. Yüksel bu gerekçelere dayanarak Mazlumder’in genel merkezinde ve tüm şubelerinde arama yapılmasını talep eder.
Dönemin DGM Askeri Hâkimi Ülkü Coşkun tarafından talep edilen arama işlemi yönünde karar verilir. Aranmasına hâkim kararı ile karar verilen yer sayısı 16’dır. Ankara DGM Savcısı Yüksel, DGM askerî hâkiminin kararından bir gün sonra İçişleri Bakanlığı’na yazmış olduğu yazıda “gecikmesinde mazarrat umulan hal” gerekçesiyle arama kararı kapsamının “Derneğin genel merkez yönetim kurulu üyelerinin ev ve işyerlerine de” genişletilmesini ister. Böylece aranacak yer sayısı 38 olur. Savcı Yüksel’in talebi dönemin İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Yahya Gür tarafından 80 İl Valiliğine gönderilen yazıda “Şubelerin yönetim kurulu üyelerinin ev ve işyerlerinin de aranması”na dönüşür. Bu emirle aranması istenen yer sayısı 188’e çıkar. Hatta bazı şubelerde yedek yönetim ve denetim kurulu üyelerinin ev ve işyerleri de aranır.
Hâkim denetiminden geçirilmeden gerçekleştirilen işlemler Mazlumder’in genel merkez ve tüm şubelerinin bulunduğu il ve ilçelerde aynı gün, aynı saatte yürütülür. Birçok kitap, belge, teyp ve video kasetine el konulur. Arama işlemlerinde hiçbir suç unsuruna rastlanmaz ve bir süre sonra bizzat dönemin DGM Savcılığı tarafından yürütülen hazırlık soruşturması için “takipsizlik” kararı verilir.
İÇ ÇAMAŞIRDA GÜVENLİK ARAMASI
Mazlumder İzmir Şubesi yöneticilerinden Av. Taner Kılıç savcı Nuh Mete Yüksel ile müsteşar Yahya Gür hakkında Savcılığa söz konusu keyfi arama sebebiyle suç duyurusunda bulunur. Ancak sahip oldukları hukuki pozisyon gereği alınması gereken “soruşturma izinleri” verilmez, bu kararlara yönelik olarak yapılan itiraz ve temyizler de yine olumsuz sonuçlanır. Söz konusu işlem hakkında iç hukuk yolları tükendikten sonra Av. Taner Kılıç, vekili Av. Orhan Kemal Cengiz vasıtasıyla Ocak 2001’de AİHM’ye başvurur. AİHM başvuruyu karara bağlıyarak anılan işlemin AİHS’ne aykırı olduğunu tespit ederek başvurucu için 2.000 Euro tazminat ile 1.000 Euro mahkeme masrafı ödenmesine karar verir.
28 Şubat süreciyle başlayan uygulamaların devamı niteliğindeki dâvâyı eleştiren şikâyetçi Av. Taner Kılıç, aramaların onur kırıcı olduğunu ve evlerinde iç çamaşırlarına kadar arandığını ifade ederek, “devlet iç çamaşırlarına niye baksın. Ne aradıklarını bildiklerini sanmıyorum. Neticede suç unsuruna rastlanmadı” değerlendirmesinde bulundu.
TAZMİNAT BEDELİ MAHKUMİYETE
SEBEP OLANDAN ALINMALI
AİHM’ ye müracaat eden Av. Orhan Kemal Cengiz ise tazminat bedellerinin eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk imzalı 04.07.2000 tarihli genelgede belirtildiği gibi mahkûmiyete sepep olan kişilerden tahsil edilmesi gerektiğini ifade etti. AİHM’in Türkiye’yi kendi yasa ve kurallarına uymadığı için mahkûm ettiğini vurgulayan Cengiz, “Bu müdahalelerin keyfi boyutunu vurgulamaktadır” dedi. Cengiz, “Söz konusu kararın sembolik değeri büyüktür. Bir dönem, rutin haline gelmiş uygulamaların AİHM nezdinde mahkûm edilmesi, söz konusu kararın, sadece tazminat ödenerek infaz edilmesini olanaksız kılmaktadır” şeklinde konuştu.
|