‘Aydın’ sıfatını, mensup oldukları zümrenin jenerik adı olarak kabul edenlerin karakteristik özelliklerinden biri, kendilerini aynı zamanda açık fikirli, hoşgörülü ve demokrat olarak nitelemeleridir. Bunlar kendilerinde vehmettikleri bu gibi hasletleri sıradan insanları -yani, kendileri dışında kalanları- ‘uygarlaştırmak’ ve ‘aydınlatmak’ misyonlarının meşruluk dayanağı olarak görür ve gösterirler.
Ne var ki, ‘aydınlar’ın çoğu kendilerinde var olduğunu vehmettikleri hasletlere sahip olmadığı gibi, belki de ‘aydınlık’a asıl ihtiyacı olan onların kendisidir. Bütün aksi yöndeki iddialarına rağmen bağnazlıkta bu tür aydınlarla pek az kişi yarışabilir. Çünkü nihaî hakikati bulduklarından, daha doğrusu statüleri gereği hakikate zaten sahip olduklarından o kadar emindirler ki, bu onların bakar-kör olmalarına ve yalın olguları bile yanlış görmelerine neden olur.
Geçenlerde bunlardan biri, Türkiye’de üniversite gençliğinin yüzde 60’dan fazlasının Cum’a namazına gidiyor olmasını, Türkiye’nin ‘karanlık’a doğru gittiğini gösteren ‘vahim’ bir olgu olarak takdim eden bir yazı yazdı. Ona göre, üniversiteli bir gencin ‘normal olarak’ yapması gerekenler arasında ‘Cum’a namazı’na gitmek diye bir şey olamazdı.
Peki, üniversite öğrencileri ‘normal olarak’ ne yaparlarmış dersiniz? Cevap şöyle: ‘Ders çalışır, müzikle ilgilenir, sporla uğraşır, zamanını kız ya da erkek arkadaşlarıyla paylaşır, sinemaya, tiyatroya gider, ders kitapları dışında kitaplarla haşir neşir olur, ülke ve dünya siyasetini her yönden kendi arasında tartışır.’
Üniversite öğrencileri için belli bir davranış kalıbını ‘normal’ olarak belirlemedeki dar görüşlülüğü ve özgürlük karşıtlığını bir yana bırakalım; ama yine de bu akıl yürütme tarzına hakim olan bakar-körlük karşısında hayrete düşmemek imkánsız. Yani, şimdi bu ‘ilerici’ ve ‘aydın’ yazar Cum’a namazı kılanların ders çalışmadıklarını, müzikle ilgilenmediklerini, sporla uğraşmadıklarını, arkadaşlarıyla zamanlarını paylaşmadıklarını, sinemaya, tiyatroya gitmediklerini, ders kitapları dışındaki kitaplara dönüp bakmadıklarını, ülke ve dünya meseleleriyle ilgilenmediklerini mi sanıyor?
Aslına bakarsanız, bu algı bozukluğu hiç de tesadüf değil. Siz eğer hayata sadece kendinizinki gibi bakılabileceğine inanır ve sizinki kadar meşru başka hayat görüşlerinin de var olduğunu düşünemezseniz, o zaman zihinsel olarak şartlanmış olduğunuz kalıba uymayan olguları elbette çarpık görürsünüz.
Çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede Cum’a namazına gidenlerin oranının yüksek olmasına şaşılmasında, ‘beş vakit namaz’ kılmakla sadece Cum’a namazına gitmenin farklı anlama geldiğini bilmemenin de etkisi olsa gerektir. Oysa düzenli olarak namaz kılmayan Müslümanların bir kısmı, Cum’a namazını ‘kaçırmama’yı tercih eder. Onun içindir ki, sırf Cum’a namazına gitmek dindarlığın yoğun yaşandığının bir kanıtı değildir. O kadar ki, Cum’a namazını ‘kaçırmama’ hassasiyeti taşıyanların önemli bir kısmı, alışılmış bir dindarlığın kabul edemeyeceği başka pek çok şeyi de yapar.
Ayrıca bu olgu neden Türkiye’nin karanlığa doğru gittiğinin bir göstergesi olsun ki? Çünkü o mantık açısından ‘aydınlık,’ toplum hayatının dinsel olan veya dini çağrıştıran her şeyden arındırılmasını gerektiriyor. Uygar dünyada artık terkedilmiş olan bu görüş
Star, 2.11.2006
|