Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 20 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Mehmet Ağar!

DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar, siyasete ilk atıldığı dönemde, geçmiş görüntüsü itibarıyla statükoya sahip çıkan, devletçi ve katıldığı bazı eylemler açısından illegaliteye başvurmuş, hatta belki de bu illegal faaliyetler içerisinde kendine maddi çıkar sağlamış bir kişi olarak takdim edildi.

* * *

Mehmet Ağar neredeyse iki yıldır Anadolu’yu karış karış gezen tek parti lideri. Onu bu çabasını medya olarak uzun süre görmezden geldik.

Bugün ise Mehmet Ağar, medyada ağırlık verilerek tartışılan bir lider haline geldi. Neden?

1) Milletin ayağına giderek “onun değerlerine sahip çıktığını” gösterdi, muhafazakár tutumlara saygılı tavrıyla onlara iç-grup (kendilerinden birisi) olduğunu kabul ettirdi.

2) Şimdi de PKK’ya karşı çok çetin mücadele vermiş bir kişi olmasına rağmen Kürt meselesinde statükonun aksine devrimci/değişimci bir tavır sergileyebileceğini biraz da şaşkınlıkla izliyoruz.

Bu arada bir kişin dahi geçmişinde kendine maddi çıkar sağladığına dair en ufak somut bir söylemi olmadı. Bu iddia havada kaldı, tutmadı. İllegalite sorunu ise dönemin cumhurbaşkanı, hükümeti ve MGK’sının müteselsil sorumluluğu altında tarihteki yerini aldı.

* * *

Mehmet Ağar’ın siyasilerin kolay tutulduğu kibir salgınından uzak, muhafazakár değerlere sahip, ancak son dönem itibarıyla liberal demokrat anlamda devrimci çıkışı sadece medyanın değil, hemen herkesin dikkatini çekiyor. Bu konuda çok soru alıyorum.

Genelkurmay Başkanı’nın çoğunluk tarafından bir anlam verilemeyen çıkışı karşısında duruşu da, bürokratlık hayatında gösterdiği cesareti şimdi de siyasi hayatında sergileyeceğine dair ipucu olarak kabul ediliyor.

Lider olarak algılanmak istiyorsa kimseyle kavga etmeden cesur tavrını koruyabilmesi, radikal söylemlerinin ardında durabilmesi gerekir.

* * *

Ayrıca yine de, Mehmet Ağar’ın muhafazakárlık ile devrimciliği tahin-pekmez kıvamında meczedebilmesi için Kürt meselesinde ne dediğini derinine berraklaştırması, Alevilik meselesi karşısında duruşunu ve laiklik hassasiyeti ile dini hassasiyeti ağır basanları nasıl uzlaştıracağını belirlemesi ve tartışmaya açması gerekir.

Ben kendisinden; sahip çıktığı köylü kesimin bugün yaşadığı maddi sorunları serbest piyasa ekonomisine zeval vermeden ve global ekonomiden kopmadan nasıl çözeceğini de kamuoyuna açıklamasını beklerim.

* * *

Önümüzdeki dönemde Mehmet Ağar’ı her zamankinden daha dikkatli izleyeceğim!

Hürriyet, 19.10.2006

Cüneyt ÜLSEVER

20.10.2006


 

‘Dar alanda’ siyaset yapmak!

DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’ın tartışma yaratan sözleri birkaç açıdan dikkatle incelenmeli.

Ağar’ın ilk sözü son 20 yılın temel sorunu terörle ilgiliydi:

“Dağda silahla gezeceklerine, düz ovada siyaset yapsınlar.”

İkinci sözü ise çok daha derin bir soruna parmak basıyordu:

“Askerle siyaset yapılmaz ama askersiz de devlet yönetilmez.”

Bu sözler, Türkiye’de gündem yaratan yeni bir siyasi söylemin doğuşuna işaret ediyordu. Bu yüzden hem destek gördü hem de tepki aldı.

Özellikle muhalefetten tam bir yaylım ateşi geldi. Ama en çarpıcı olanı ise Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükkanıt’ın açıklamasıydı. Türkiye, askerlerin sivil iktidarları darbeyle devirmelerine, muhtıralarına, balans ayarlarına alışıktı ama ilk kez bir muhalefet partisine yönelik “muhtırasına” tanık oluyordu.

Bu açıklama, şu gerçeği bir kez daha gösterdi: Türkiye’de siviller “dar alanda siyaset” yapmaya mahkum.

Bu yapı ne yazık ki 50 yıldır hiç değişmedi.

Bu yüzden de siyasetçiler değişse de siyasete güven yerlerde sürünüyor.

Çünkü, bırakın projeye sahip olmayı sözünü etmek bile “ihanetle” suçlanmaya yetiyor.

Oysa 90’lı yıllarda teröre karşı başlatılan mücadele sonrasında ne deniyordu: “Asker görevini yaptı, teröre karşı mücadeleyi kazandı. Şimdi sıra siyasetçide.”

Peki siyasetçi ne yapmalı?

İşte sorunun “bamteli” de bu “ne yapmalı?” sorusunda.

Çok değil son 15 yıl içinde sivil siyasetçilerin bu soruya verdikleri yanıtların hiçbiri hayata geçirilemedi.

Ne “realite” nin gereği yapıldı, ne “Bask modeli” tartışıldı, ne de “AB’nin yolu Diyarbakır” dan geçti.

Her defasında yeniden başa dönüldü.

İşte DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’ın bu sözleri, o günlerin içinden gelen ve devleti bilen biri olduğu için gerçekçi bulundu ve yankı yarattı.

Zamanlaması da bu nedenle uygundu.

Ayrıca bu siyasi çıkışın perde arkası da bir o kadar ilginçti.

Denilenlerin aksine bu siyasi tespitler günübirlik söylenmiş sözler değil; bir hatta iki yıl önceye uzanan bir hazırlık geçmişi vardı.

Genç bir DYP kurmayı şöyle diyor:

“Birçok insan bu çıkışın oy kaygısıyla yapıldığını söylüyor. Bu doğru değil. Doğru olan şu: Türkiye bu şekilde devam ederek hiçbir sorunu çözemez . Kim çözdü? Bu kaos devam mı etsin? Mehmet Ağar hayatının en anlamlı ve tarihi girişiminde bulundu. Biz bir süredir bunun hazırlığını yapıyoruz. Doğu Çalışma Komisyonu kurduk. 25’e yakın önemli aşiretin, sivil toplum ve dini önderlerin çocuklarıyla genel başkan ayda 2 defa toplantı yaptı. Onların verdiği bilgiler ve bölgeyle ilgili bir yıl süren çalışmalar sonucu Diyarbakır’da fevkalade etkili açıklama yapıldı.”

Bu tür çalışmaların sadece “Doğu Sorunu” yla ilgili olmadığını söyleyen DYP kurmayı şöyle devam ediyor:

“Asıl amaç yeniden sivil demokrasiyi kurmak, devletin bütün kurumlarının rehabilitasyonunu sağlamak . Bunun bir parçası da dini hayatla ilgili olandır. Bayram sonrası bu konuda genel başkanın önemli açıklamaları olacak. Bunlar bir anda ortaya atılmış şeyler değil. Genel Başkan partinin dışında çok ciddi bir akademisyen ekiple işbirliği yaptı. Ve son iki yıl içinde ciddi bir enformasyon içine girdi. Adamın hayatını cehenneme çevirdik . Bir anlamda Mehmet Ağar kendini yeniden inşa etti. Buna Türkiye’nin ihtiyacı vardı ve toplumdan gelen tepkiler de doğru yolda olduğumuzu gösteriyor.”

Ağar’ın bu çıkışı siyasette “gündem yaratmak” denilen şeye de iyi bir örnek oldu. Bunu en iyi yapanlardan biri Özal’ dı.

Dikkat edin şimdi, sadece medyanın değil muhalefet partilerinin iç gündemi, siyaset kulisleri bile Mehmet Ağar üzerine kurulu.

Bu da medyadan şikayet etmekten daha anlamlı değil mi?

Sabah, 19.10.2006

Mahmut ÖVÜR

20.10.2006


 

Hiç aklıma gelmezdi!

Siyasette çok şey aklıma gelirdi de, Baykal’ın Kürt sorunu konusunda Mehmet Ağar’ın da gerisine düşeceği, MHP lideri Bahçeli’yle kafa tokuşturmaya kalkacağı gelmezdi.

Bu da oldu.

Bunu da başardı Baykal.

Devlet Bahçeli ya da Yaşar Büyükanıt Paşa, DYP lideri Ağar’ı nasıl eleştirdilerse, Baykal da öyle eleştirdi.

Ağar’a şöyle sesleniyor:

“Sizi anlamıyorum diye üzülmeyin. Sizi, İmralı’daki Öcalan anlıyor.”

Ne istemiş DYP lideri? Silahların susmasını... PKK’nın dağdan indirilmesini... Bütün anaların gözyaşlarının dinmesini... Şiddet ve silahın değil siyasetin egemen olmasını... ‘Ateşkes’in önemsenmesini...

Bunların eleştirilecek nesi var? Güneydoğu’daki yangını söndürmek, bütün Türkiye’nin çıkarına değil mi?

Eğer aş ve iş sorununu çözmek diyorsan, eğer Türkiye’de demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları çıtasını çağdaş düzeye yükseltmek istiyorsan, bütün bunların Kürt sorununu çözüm rayına oturtmadan olamayacağını bilmiyor musun?

Bal gibi biliyorsun.

Ama oy avcılığı peşindesin!

MHP ile milliyetçilik yarışına çıkarak, Bahçeli’yle kafa tokuşturarak daha çok oy alacağını sanıyorsun.

Yazık!

Oysa, CHP’nin programında sosyal demokrat yazıyor. Böyle bir partinin lideri, MHP ile milliyetçilik yarışına çıkar mı? Bahçeli’yle kafa tokuşturmaya kalkar mı?

Muhalefet liderine -Ağar’a- cevap yetiştiren bir Genelkurmay Başkanı’nın, açıkça siyasal tavır alan bir asker kişinin bu tutumunu onaylar mı?

Sosyal demokratlık değil bu.

Bunda bir çarpıklık var.

Nitekim, CHP lideri Baykal’ın sosyal demokratlıktan bir hayli sapan yeni çizgisi son zamanlarda Sosyalist Enternasyonal’de de yakın markaja alınmış, sorgulanmaya başlamış durumda.

Sosyalist Enternasyonal Başkanı Yorgo Papandreu’yla, Finlandiya eski Başbakanı ve Finli Sosyalist lider Paavo Lipponen’in son Ankara ziyaretleri sırasında da CHP’nin bu durumu değişik vesilelerle ve diplomatik bir üslupla sorgulanmadı değil.

Soruların özeti şöyle:

CHP’nin ifade özgürlüğüne ilişkin tutumu ne kadar net? 301 ve 288 gibi özgürlükleri kısıtlayıcı yasal düzenlemelerle ilgili olarak CHP parlamentoda neden değişiklik önergesi vermedi? ‘Türklüğün aşağılanması’nın ırkçı bir deyim olduğunu düşünmüyor mu CHP? Azınlık haklarının genişletilmesine karşı çıkmakla sosyal demokratlık bağdaşır mı?

Soruları çoğaltmak mümkün. Ama gerekmiyor.

Baykal’ın hükümete karşı CHP’yi getirmiş olduğu muhalefet çizgisi birçok açıdan sosyal demokratlığa sığmıyor. Ayrıca, CHP’nin bu tutumuyla iktidar alternatifi olması kolay değil.

Şunu da yazın bir kenara:

Baykal’ın bu tutumu, seçim sandığında kendi partisi CHP’den çok MHP’ye, yani ‘asıl adres’e yarayabilir.

Milliyet, 19.10.2006

Hasan CEMAL

20.10.2006


 

Önce haberi çıktı, sonra heykel kırıldı

Başbakan Tayyip Bey’in henüz dünyaya gelmemiş olduğu 1952-53 yıllarında, birdenbire bir Ticani eylemi ortaya çıkmıştı.

Ticaniler Atatürk’ün büstlerini kırıyorlardı.

Ne var ki, “Ankara’daki büstlerden birinin daha kırıldığı” haberi; büstün kırılmasından önce yayımlanmış, büst ise ertesi gün kırılmıştı.

***

Haberi olaydan önce yazmış olan meslektaş, Ankara Sulh Ceza Mahkemesi’ne verilmiş, bendeniz de kendisinin savunma avukatlığını almıştım. Hayatımda 3 kez giydiğim avukatlık cüppesinin ilk deneyimiydi.

Oturum sırasında yargıç, o zamanki Türk Ceza Yasası’na bakmak istedi, Ceza Yasası’nı bulamadı. Mübaşir, Ceza Yasası’nı, Asliye Ceza yargıcına götürüp vermişti.

Yargıç da sıkıldı ve “görevsizlik” kararı vererek, dosyayı Asliye Ceza’ya gönderdi.

Savunmasını aldığım meslektaş ise, ilk avukatlığımda davayı daha da beter bir duruma soktuğumu anlayamamış, sorup duruyordu bana:

- Şimdi ne olacak, diye...

***

Her türlü abuk sabuklukla, zırtapozluğun kara dikenli cümbüşlerinden geçe geçe ömrü tüketmiş bir kuşağız. AB üyeliği gerçekleşinceye dek, 20-30 yıl daha birtakım sürprizli çalkantılar da süreceğe benzer...

Milliyet, 19.10.2006

Çetin ALTAN

20.10.2006


 

Siyasetten korkmak

DYP lideri Mehmet Ağar’ın PKK’lılara yönelik “dağda silah tutmak yerine ovada siyaset yapmak” önerisi tek başına Kürt sorununa yeni bir soluk getirdi. Bu soluk, bir nebze de olsa niyetlerini farklı kelimelerin örtüsü altına gizlemeye çalışanları deşifre etti.

Bu örtü siyasete karşı duyulan korkuyu da gizliyor. Sorunların her zaman bir de “siyasî çözüm”ü vardır ve bu çözüm hiçbir zaman tek değildir. Siyasî çözümlerin peşinen sahip olduğu avantaj, halkı çözüme dahil etmesidir. Gücünü ve yetkisini doğrudan halktan alan siyasetçi halkı çözümün içine taşıyarak sağlıklı ve kalıcı çözümlere imza atar. Siyasî çözümü bir kategori olarak reddetmek, bir korku halidir. En büyük korku, Latin Amerika ülkelerinde görüldüğü üzere ayrıcalıklarla ve silahlarla donatılmış kurumların güç ve itibar kaybına uğrama korkusudur.

Asker, siyasetten başka hiçbir şeyden korkmaz. Kesin kuralların ve keskin bir hiyerarşinin bulunduğu yerde, zengin alternatiflerin dünyasına girmek, kuralı ve sınırları olmayan bir işle uğraşmak demektir. Askerlere siyaset yasağı, demokratik bir prensip olmanın ötesinde, askerleri beceriksiz ve başarısız duruma düşecekleri bir işle meşgul etmemek içindir.

(...)

Etkisiz kılmayı, yok etmeyi hedef alan askerî çözüm, siyasetin tükendiği yerde devreye girer. Siyasî çözümü peşinen reddetmek silahı tek çözüm olarak sunmak demektir. Siz siyaseti reddederek silahı tek çözüm olarak kabul ediyorsanız o zaman karşı tarafın terörünü de meşrulaştırmış olursunuz. “Bize başka çare bırakmadılar!” diyecektir silahı eline alan. Şiddete dayalı çözümleri tek çözüm olarak kabul eden devlet, kendi vatandaşları nezdinde meşruiyetini kaybeder. Baykal’ın yaptığı gibi “dağda terörü yapanla ovada siyaseti yapanı” aynı kefeye koyan siyasetçi de teröre meşrû bir gerekçe sunmuş olur.

Kürt Sorunu yeni bir evreye girdi. Bu evre “şiddetin mantığını ve gerekçelerini” tüketmesi anlamına geliyor. Bu sadece PKK terörünün değil, devlet katındaki “askerî çözüm”ün de tükenmesi demek. Türkiye’de “çözüm”ü devlete havale ederek “askerî çözüm”e teslim olarak “düşünmeme lüksü”nü yaşayanların da yeniden düşünmeye başlamaları gerekiyor.

Zaman, 19.10.2006

Mümtaz’er TÜRKÖNE

20.10.2006


 

Anayasa ve toplumun özgürleşmesi

Anayasa’da bugüne kadar -1995 ve 2001 yıllarındakiler hariç tutulursa- küçük çaplı birçok değişiklik yapıldı. Milletvekili seçilme yaşını 25’e düşüren en son değişiklik de öyle. Anayasa’da ara ara bu türden ufaktefek değişiklikler yapmak, son yılların tuhaf bir alışkanlığı.

Başta anayasa olmak üzere pozitif hukuku iyi yönde değiştirmek elbette takdire değer. Ne var ki, ancak somut ihtiyaçlar -ki başlıcası, AB’ye uyum ihtiyacıdır- bastırdıkça yapılan ve sistemli bir çabanın ürünü olmayan böylesi değişikliklerin Türkiye’nin özgürleşmesi davasına hatırı sayılır düzeyde katkı yapması kolay değil. Bu meselede daha doğru olan, Anayasa’nın tutarlı bir siyasi felsefenin ışığında ve bir defada kapsamlı bir değişikliğe uğratılmasıdır.

Böyle yapılmadığı için, bugünkü haliyle Anayasa iç tutarlılığı olmayan bir metin durumundadır. Öyle ki, halihazırdaki Anayasa insan hakları, hukuk devleti ve demokratikleşme perspektifiyle uyumlu hükümler yanında otoriteryen hükümler de taşımaktadır. Bu durum, daha özgür ve medeni bir toplum tasavvuruna sahip olanların Anayasa’ya atıfta bulunmalarını işlevsizleştirebiliyor. Çünkü, Anayasa’nın bu ikili yapısı otoriteryenizm yanlılarının da yine onun kendi anlayışlarına uygun düşen öbür hükümlerine dayanabilmelerine imkan veriyor. Böyle bir ‘referanslar çatışması’ durumunda otoriteryen tezin ağır basacağını tahmin etmek hiç de zor değil. Hem cari sistemin bütün ‘reformlar’a rağmen esasta değişmemiş olan güç ilişkileri yapısından, hem de sistemin meşruluğunun asıl dayanağının resmi ideoloji olmasından dolayı ne yazık ki bu böyle.

Otoriteryen hükümler

Onun için, yapılacak kapsamlı bir anayasa değişikliğinin, başta en otoriter kısmı olan ‘Başlangıç’ı başta olmak üzere, Anayasa’daki bütün otoriteryen unsurları tasfiye etmesi zorunludur. Bu ‘tasfiye’ işlemi, bazı durumlarda otoriteryen hükümlerin toptan kaldırılması, başka bazı durumlarda da otoriteryen yanları olan bazı normların özgürlükçü doğrultuda yeniden formüle edilmesi yoluyla gerçekleştirilebilir. Birinci gruba giren hükümlere Anayasa’nın 118., 125/2., 136., 156., 157. ve. 174. maddelerini örnek verebiliriz. Daha kabarık olan ikinci gruba giren hükümlerin en önemlileri ise şunlar: m. 2, m. 14, m. 24, m. 27, m. 42, m. 68, m. 69, m. 117, m. 130, 135, m. 144, m. 145, m. 159.

Toplumun özgürleşmesi dâvâsı

Ne var ki, Anayasa’nın yeni baştan yapılmasını gerektiren böyle kapsamlı bir girişim bile özgürlüğü garanti etmeye yetmez. Anlatmak istediğim, tek başına legalist bir yaklaşımla toplumun özgürleşmesi davasının başarılamayacağıdır. Bunu bir hukukçunun söylemesi garip gelebilirse de, eğer ‘hukukçu’dan genellikle yapıldığı gibi ‘hukuk teknisyeni’ni anlamazsanız garip olan bir şey kalmaz.

Kısaca, anayasa bir özgürlük abidesi olsa bile, toplumdaki güç ilişkileri ondan yana değilse, toplum özgürleşemez. Şöyle de diyebiliriz: Özgürleşmek yasalarla olduğundan çok, toplumun özgürleşme iradesiyle başarılabilecek bir iştir. Bu iradenin zayıf olduğu yerde yasalar toplum için bir cendereye dönüşebilir. Türkiye’de kısmen olduğu gibi.

Star, 19.10.2006

Mustafa ERDOĞA

20.10.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004