|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Zâten onlara Rablerinin âyetlerinden hiçbir âyet gelmedi ki, yüz çevirmiş olmasınlar.
Yâsin Sûresi: 46
|
18.10.2006
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Kim yerdekilere merhamet etmezse, göktekiler de ona merhamet etmez.
Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3758
|
18.10.2006
|
|
İsraf, bereketsizlik sebebidir
Üçüncü Netice: Hırs, ihlâsı kırar, amel-i uhreviyeyi zedeler. Çünkü, bir ehl-i takvânın hırsı varsa, teveccüh-ü nâsı ister. Teveccüh-ü nâsı mürâât eden, ihlâs-ı tâmmı bulamaz. Bu netice çok ehemmiyetli, çok câ-yı dikkattir.
Elhasıl, israf, kanaatsizliği intaç eder. Kanaatsizlik ise, çalışmanın şevkini kırar, tembelliğe atar, hayatından şekvâ kapısını açar, mütemadiyen şekvâ ettirir.(HAŞİYE-1) Hem ihlâsı kırar, riyâ kapısını açar. Hem izzetini kırar, dilencilik yolunu gösterir.
İktisat ise, kanaati intaç eder.
“Kanaat eden aziz olur; tamah eden zillete düşer” hadisin sırrıyla, kanaat, izzeti intaç eder. Hem sa’ye ve çalışmaya teşcî eder. Şevkini ziyadeleştirir, çalıştırır. Çünkü, meselâ bir gün çalıştı. Akşamda aldığı cüz’î bir ücrete kanaat sırrıyla, ikinci gün yine çalışır. Müsrif ise, kanaat etmediği için, ikinci gün daha çalışmaz. Çalışsa da şevksiz çalışır.
Hem iktisattan gelen kanaat, şükür kapısını açar, şekvâ kapısını kapatır. Hayatında daima şâkir olur. Hem kanaat vasıtasıyla insanlardan istiğnâ etmek cihetinde, teveccühlerini aramaz. İhlâs kapısı açılır, riyâ kapısı kapanır.
İktisatsızlık ve israfın dehşetli zararlarını geniş bir dairede müşahede ettim. Şöyle ki:
Ben, dokuz sene evvel mübarek bir şehre geldim. Kış münasebetiyle o şehrin menâbi-i servetini göremedim. Allah rahmet etsin, oranın müftüsü birkaç defa bana dedi: “Ahalimiz fakirdir.” Bu söz benim rikkatime dokundu. Beş altı sene sonraya kadar, daima o şehir ahalisine acıyordum. Sekiz sene sonra yazın yine o şehre geldim. Bağlarına baktım. Merhum müftünün sözü hatırıma geldi. “Fesübhânallah,” dedim. “Bu bağların mahsulâtı, şehrin hâcetinin pek fevkindedir. Bu şehir ahalisi pek çok zengin olmak lâzım gelir.” Hayret ettim. Beni aldatmayan ve hakikatlerin derkinde bir rehberim olan bir hatıra-i hakikatle anladım: İktisatsızlık ve israf yüzünden bereket kalkmış ki, o kadar menâbi-i servetle beraber, o merhum müftü “Ahalimiz fakirdir” diyordu. Evet, zekât vermek ve iktisat etmek, malda bittecrübe sebeb-i bereket olduğu gibi, israf etmekle zekât vermemek, sebeb-i ref-i bereket olduğuna hadsiz vakıât vardır.
İslâm hükemasının Eflâtun’u ve hekimlerin şeyhi ve filozofların üstadı, dâhi-i meşhur Ebu Ali ibni Sina, yalnız tıp noktasında, “Yiyin, için, fakat israf etmeyin” (A’râf Sûresi, 7:31.) âyetini şöyle tefsir etmiş. Demiş:
“İlm-i tıbbı iki satırla topluyorum. Sözün güzelliği kısalığındadır. Yediğin vakit az ye. Yedikten sonra dört beş saat kadar daha yeme. Şifa hazımdadır. Yani, kolayca hazmedeceğin miktarı ye, nefse ve mideye en ağır ve yorucu hal, taam taam üstüne yemektir.”HAŞİYE-2
HAŞİYE-1: Evet, hangi müsrifle görüşsen, şekvâlar işiteceksin. Ne kadar zengin olsa da yine dili şekvâ edecektir. En fakir, fakat kanaatkâr bir adamla görüşsen, şükür işiteceksin.
HAŞİYE-2: Yani, vücuda en muzır, dört beş saat fasıla vermeden yemek yemek, veyahut telezzüz için mütenevvî yemekleri birbiri üstüne mideye doldurmaktır.
Lem’alar, 19. Lem’a, s. 208
|
18.10.2006
|
|
Bediüzzaman’ın Doğu illerindeki barışa katkısıhâlâ devam ediyor
Van’ın Başkale İlçesi’nde yaşayan ve 30 binden fazla insandan sorumlu olan İskender Ertuş, soyadını aldığı Ertuş (Ertoşi) Aşireti’nin reisi. Bu zamana kadar yüzlerce barışa katılmış ve kan dâvâlarının sona ermesini sağlamış. Amacını “devlete yardımcı olmak” şeklinde açıklıyor: “Türkiye bir hukuk devleti. Ama bu durum batıdan göründüğü gibi değil. Burada bazı problemleri kendimiz aşmak zorundayız. Çevre aşiretlerle akraba olmamızdan dolayı ihtilafları kendimiz çözmeye çalışıyoruz. Bazen olay devlete intikal etmeden çözüme kavuşturuluyor. Bu da bizim vatandaşlık görevimizdir.” Barışa kendi aşireti içindeki husumetleri gidermekle başlayan İskender Ertuş, çağdışı ve insanlığın asla kabul etmeyeceği kan dâvâlarının sona erdirilmesi için kendine, doğunun en büyük âlimi olarak nitelendirdiği Bediüzzaman Said Nursî’yi rehber edindiğini söylüyor. Ertuş’a göre, Said Nursî bölgedeki barışa büyük katkı sağladı. Kan dâvâlarını çözdü.
Bediüzzaman Said Nursî, Ertuş (Ertoşi) Aşireti’nin geçmişinde önemli bir yere sahip. İskender Ertuş’un dedesinin kan dâvâsını Üstad Bediüzzaman çözüyor. Hadise, Abdülkadir Badıllı’nın hazırladığı Mufassal Tarihçe-i Hayat isimli kitapta şöyle geçiyor: “Bediüzzaman Molla Said-i Meşhur ara-sıra, Van’ın etrafındaki kaza ve kasabalara da giderek ilmî toplantılar tertip eder, müşkil mes’eleler üzerinde tartışmalarda bulunurdu. Bir taraftan da aşâirin içlerini dolaşarak onların salâh-ı hallerine çalışırdı. Husumet ve adavetlere müdahale eder, hemen barıştırırdı. Çok büyük aşiret ve kabilelerin de araları bozulduğu zaman, hemen müdahale eder, irşad eder, müsalâhalarını te’min ederdi. Hatta hükümetin, Valilerin bile barıştırmaktan âciz kaldıkları Ertoşî aşiretinin Giravî kolunun reisi Şeker Ağa ile Miran Aşireti reisi Mustafa Paşa’yı bile barıştırarak, aralarında devam eden yayla hudutları üzerindeki muharebelerini durdurmuştur. Bu iki reisi barıştırırken, Mustafa Paşa’ya ‘Daha tövbe etmedin mi?’ diye hiddet eder. Paşa ise: ‘Seyda! Ne söylerseniz, sözünüzden çıkmam’ demiş ve barışmayı kabul etmiştir.”
(Haşim Söylemez, Aksiyon, Sayı: 570, 07.11.2005) - www.bediuzzaman.net
|
18.10.2006
|
|
Sorularla Risale-i Nur
Sabır kaç çeşittir?
Sabır üçtür:
Biri: Mâsiyetten kendini çekip sabretmektir. Şu sabır takvâdır; "Allah takvâ sahipleriyle beraberdir" (Bakara Sûresi, 2:194.) sırrına mazhar eder.
İkincisi: Musibetlere karşı sabırdır ki, tevekkül ve teslimdir. "Muhakkak ki Allah tevekkül edenleri sever." (Âl-i İmrân Sûresi, 3:159.) "Muhakkak ki Allah sabredenleri sever." (Âl-i İmrân Sûresi, 3:146.) şerefine mazhar ediyor. Ve sabırsızlık ise Allah’tan şikâyeti tazammun eder. Ve ef’âlini tenkit ve rahmetini itham ve hikmetini beğenmemek çıkar.
Evet, musibetin darbesine karşı şekvâ suretiyle elbette âciz ve zayıf insan ağlar. Fakat şekvâ Ona olmalı; Ondan olmamalı. Hazret-i Yakup Aleyhisselâmın "‘Ben derdimi de, üzüntümü de ancak Allah’a şikâyet ederim’ dedi." (Yusuf Sûresi, 12:86) demesi gibi olmalı. Yani, musibeti Allah’a şekvâ etmeli; yoksa Allah’ı insanlara şekvâ eder gibi "Eyvah! Of!" deyip "Ben ne ettim ki bu başıma geldi?" diyerek âciz insanların rikkatini tahrik etmek zarardır, mânâsızdır.
Üçüncü sabır: İbadet üzerine sabırdır ki, şu sabır onu makam-ı mahbubiyete kadar çıkarıyor, en büyük makam olan ubudiyet-i kâmile cânibine sevk ediyor.
Mektubat, s. 271-72
|
18.10.2006
|
|
Yarınki gecenin Kadir olması
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: Yarın gece Leyle-i Kadir olmak ihtimali çok kuvvetli olmasından, bir kısım müçtehidler o geceye Leyle-i Kadri tahsis etmişler. Hakikî olmasa da, madem ümmet o geceye o nazarla bakıyor, inşaallah hakikî hükmünde kabule mazhar olur.
Şuâlar, s. 438
|
18.10.2006
|
|
Münâcâtü'l Kur'ân
AHKAF:
1. Ey insana, anne ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye eden! Zira annesi, onu karnında zorluğa uğrayarak taşımış; onu güçlükle dünyaya getirmiştir. (15)
2. Ey çevrelerinde bulunan birçok kasabaları yok eden ve belki doğru yola dönerler diye âyetlerini türlü türlü anlatan! (27)
3. Ey gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmada hiçbir güçlük çekmeyen! (33)
MUHAMMED:
1. Ey dünyada dolaştığımız yeri de, âhirette duracağımız yeri de bilen! (19)
2. Ey kullarını, içlerinden mücâhidleri ve sabredenleri ayırd etmek ve hallerini meydana çıkarmak için imtihan eden! (31)
FETİH:
1. Ey Hz. Muhammed'e (a.s.m.) ap açık fetih ve zafer sağlayan, ona olan nîmetini tamamlayan ve böylece kimsenin güç yetiremeyeceği şekilde yardım eden! (1-3)
2. Ey göklerdeki ve yerdeki ordular kendisine âit olan Alîm ve Hakîm! (4)
3. Ey, "O ağacın altında sana bîat eden mü'-minlerden Allah râzı oldu. Kalplerinde olanı bildiği için Allah onlara sükûnet ve emniyet indirdi ve onları pek yakın bir fetihle mükâfatlandırdı" diye buyuran! (18)
4. Ey bütün dinlerden üstün kılmak üzere Resû-lünü hidâyet ve hak din ile gönderen ve şâhid olarak kullarına yeterli olan! (28)
|
18.10.2006
|
|
Zübeyir Gündüzalp'in Kaleminden
Risâle-i Nur’a her kesim muhtaç
Risâle-i Nur’da çok üstün meziyet ve hususiyetler vardır. O mümtaz ve müstesna hâsiyetler şimdiye kadar telif edilmiş olan hiçbir eserde görülmüyor. Ömrünü okumakla geçiren hakiki ilim adamlarından Risâle-i Nur’u okuyanlar bu hakikatı izhar ediyorlar. Ve o kadirşinas ve üstün şahsiyetler bu zamanda yaşayan insanların, ilmi ne kadar zengin olursa olsun Risâle-i Nur’u okumaya muhtaç oldukları kanaatına varıyorlar. Enaniyet ve ilmî kıskançlık gibi hastalıklara müptela olmaktan korkan faziletli âlim ve münevverler Risâle-i Nur’a derhal sarılıyorlar. Bazıları altmış yetmiş yaşlarında olduğu halde yine Nur Risâlelerine talebe olmak şeref ve nimetini kazanmaya çalışıyorlar.
|
18.10.2006
|
|
|
|