Kaybettiğin için kutlarım seni!
Yakın zamanda ilgimi çeken bir animasyon filmini izleme imkânım oldu. Arabalar isimli bu filmde hayatı her zaman hızlı yaşamak ve kazanmak olarak algılayan, bu hedef peşinde koşan genç bir yarış arabasının küçük bir kasabada hayatını sorgulamasıyla ilgili güzel mesajlar ihtiva eden dersler vardı. Ancak beni en çok etkileyen cümle, filmin sonunda geldi. Kasabada yaşadıklarından sonra hayatındaki hedeflerin yanlışlığını anlayan genç yarış arabası, büyük yarışta tam çok istediği şampiyonluğu kazanmak üzereyken, kaza yaparak yarış pistinin dışında kalan yaşlı bir yarış arabasına, son yarışını pistlerde tamamlaması için geri dönerek yardım ediyor ve yarışı kaybederek şampiyonluktan oluyordu. Bu esnada genç yarış arabasının kazanması için uğraşan, kendi ekibinden bir arkadaşı ona şöyle diyordu: ‘Kaybettiğin için kutlarım seni’
Günümüzün sebepler dünyasında, sürekli mücadele, kazanma, kariyer, para, dünyevî mevkiler gibi hedeflerin önemi konusunda adeta beyni yıkanan, hayatın anlamını bunlarda bulan bir nesil için, kaybetmenin kutlanacak bir tarafı yok belki. Öyle ya, kaybeden yarış dışı kalmıştır, nesini kutlayacaksınız ki! Önemli olan sürekli yarış pistinde kalabilmektir, önemli olan iş hayatında yer edinip yüksek makamları ele geçirmektir, önemli olan parlak ünvanlara sahip olabilmektir, önemli olan lüks hayatları yaşamaktır, bunun için de sürekli kazanmak gerekir. Hem de ne pahasına olursa olsun.
Yıllardır çözülemeyen başörtüsü yasağı meselesinde de dindar kesimin duruşu aslında başörtüsünden ziyade kazanma ve dünyevîleşme konusuyla ilgilidir bence. Yakın zamanda başörtülü bir öğrencinin üniversiteye perukla da alınmaması, bence başörtüsü dâvâsında sağlam duramayan dindar kesimle, yasakçıların adeta alay etmesidir. ‘Madem başörtüsüyle okutmuyorsunuz, bari peruğumuzla kabul edin bizi’ diyen bir tavrın neticesinde başka ne sonuç bekleniyordu ki?
Bugün ülkemizde üniversite okumaya adeta bir kutsallık atfedilmiş durumda. Özellikle de kendisi okumamış veya okuyamamış bazı anne-babalar kızlarını tesettürden taviz verme pahasına okutmaya zorluyorlar. Bu anne babalar kendi içlerinde kalan ukdelerini kızları üzerinden gerçekleştirmeye çalışırken, çocuklarını nereye sevk ettiklerinin ne kadar farkındalar acaba? Gelecek endişesi hissi, rıza-yı İlâhîyi unutturabilir mi? “Onlar dünya hayatını seve seve ahirete tercih ederler”1 âyetini herkesin kendi hayatı için sorgulaması gerekmez mi? “İnsanlar, ‘İnandık’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler?”2 âyeti, imtihanın her zaman olacağını göstermiyor mu? Kıymetli cevherleri meydana çıkarmak için bileşiklerin ateşe atılması gibi, yüksek ruhların ortaya çıkması için de her zamanın ateşli imtihanları olacaktır elbette.
Başörtüsünden taviz vermeyi mazur göstermek için söylenen, ‘Yüksek yerleri başkalarına mı bırakacağız?’, ‘İlim de farzdır’, vs. gibi cümleler de bana hiçbir zaman anlamlı gelmemiştir. Farz olan ilim, üniversitelerde okutulan çoğunlukla içi boş olan, seküler eğitimde öğretilen bilgiler olmasa gerek. Hem Allah bize yüksek yerleri ele geçirin diye emretmiyor ki. Allah bu dini bir facirin eliyle de yüceltebilir. O Allah’ın vazifesidir. Bizim vazifemiz meşrû dairede hizmet etmektir. Meşrû dâvâlara hizmetin vasıtaları da meşrû olmalı.
Dindar bayanlar, günümüz sosyal ve kamusal alan anlayışının kendileri için anlamını bir an önce sorgulamalı artık. Meselâ, Bediüzzaman’ın ‘Kadınlar yuvalarına dönmeli’ ikazı acaba artık geçerliliğini yitirmiş midir? Kadının öncelikli görevi iş hayatında kariyer yapmak, kamusal alanda daha fazla görünmek midir? Kadının kendi evindeki özel alanı yerine büyük oranda sokağın kamusal alanı tercih edilmiştir günümüzde maalesef. Halbuki özel olan her zaman daha değerlidir.
Bazen kazanırken kaybeder insan, bazen de kaybederken kazanır. Meselâ müşrikler tarafından şehit edilirken, ‘Vallahi zafere eriştim’ diyen bir sahabe hayatını kaybederken neden zafere ulaştığını söylüyordu acaba? Çünkü hayatını kaybederken, aslında kazandığını biliyordu. Bunun içindir ki, başörtüsünde idealist davrananlar bazı ünvanları, kariyer ve ekonomik özgürlük kandırmacalarını, bir kısım mevkileri kaybediyor gözüküyorlar belki. Ama bu kayıp kutlanacak bir kayıp. Kazanır gözükenlerin aslında kaybettiği, piste çıkanların hükmen mağlûp olduğu bir yarışta, yarış dışı olmak, pistlerin dışında kalmak çok daha iyi bir tercihtir. Selâm olsun bu tercihi yapabilenlere. Kaybettiğiniz için kutlarım sizi!
Dipnotlar:
1. İbrahim Sûresi, 3
2. Ankebut Sûresi, 2
Not: Kitap okumayı teşvik için çok güzel çalışmalarda bulunan Elbistan’daki ‘Al Götür Oku Getir’ Kütüphanesi için aşağıdaki adrese kitap destekleriniz beklenmektedir.
Adres: A. Kadir Şahin. Barla Kitabevi. Al Götür Oku Getir Kütüphanesi. Güneşli Mh., Maarifler Sk., Ulu Cami Cd., No: 5 Elbistan/K.Maraş Tel: 0(344) 415 59 86
|
Hasan YÜKSELTEN
18.10.2006
|
|
Yüksel Ağabeyin ardından
Bir dâvâ adamı daha Hakka yürüdü... Hayatını Kur’ân hizmetine adamış, bu yolda serdengeçen, gözünü kapayacağı son anda bile ‘’Risâle, hizmet ve Nurlar’’ diyen, aramızdan ayrılırken bile lisan-ı haliyle ‘’mevtin güzelliği’’ konusunu işleyerek bizlere öyle vedâ eden Eskişehirli Yüksel Urak Ağabeyimizin vuslata erdiği gün, 3 Ekim 2006 Salı, sahur vakti...
Yüreklerimiz dağlandı o günde. Gözyaşlarımız sel gibi aktı. Bu derin acı bana, aileme, arkadaşlarıma, yani cemaatteki tüm kardeşlerimize mükemmel bir Kur’ân tefsiri olan Nur Külliyatını tanıtan Yüksel Ağabeyimizin acısıydı.
Haberi aldığımız ilk andan itibaren şehir içindeki ve dışındaki tüm kardeş ve ağabeylerimize haber verdik. Hemen hemen herkes soluğu taziye evinde alıp, iki dünya saadeti kapılarını Risâle-i Nurlarla aralamalarına vesile olan Yüksel Ağabeyleri için gözyaşları içerisinde bir şeyler yapabilme telâşındaydı.
O kabrine koyulmadan, Kur’ân-ı Kerim hatimleri, Cevşen hatimleri, binlerce Kelimei Tevhidler, Hizbü’l-Kur’ânlar indirildi. Çok sevdiği Risâle-i Nur Külliyatından eserler okunarak, ebedî güzergâhına yerleştirildi.
Ertesi gün gazetemiz yazarlarından Sn. Halil Uslu Ağabeyimiz, şehir dışından uzaklardan Eskişehir’e gelerek “iman nuru eşliğinde vefatın güzelliğini, mevtin tamamen bir tebdil-i mekân olduğunu, sevgiliye kavuşmak olduğunu, imtihanın bitip ödülün kazanıldığı gün olduğunu” Risâle-i Nur çerçevesinde bizlere aktardı. Nispeten tesellî bulduk.
Yüksel Ağabeyimiz bir sokakla, bir mahalleyle kalmamış gönülleri fethettiği gibi Eskişehir’i bir uçtan diğer ucuna kadar fethetmişti.
Böyle geniş bir halkanın gözyaşlarını silmenin bir gün kadar kısa bir süreye sığmayacağını fark eden Halil Ağabeyimiz akşamın kalabalık teravihli semt sohbetinden sonra, ertesi sabah Yüksel Ağabeyi sevenlerle birlikte, hizmet için koşturmaya devam etti. Ayların Sultanı Ramazan ayında olmamız sebebiyle hemen hemen her sokakta Kur’ân hatmi için belli evlerde toplanmış kardeşlerimizi ziyaret ederek, hem Ramazanlarını kutlayıp, hem de taziyelerini sundular.
Vaktin sanki genişlediği, yolların sanki adım kadar yakınlaştığı bir gündü. Eskişehir’in bir ucundan diğer ucuna kadar, kısa bir zaman diliminde bir çok ev ziyareti yapılmış her evde 17. Söz’den, 26. Lem’a’dan, 20. Mektub’dan, 10. Söz’den aktardıkları iman hakikatleri ile gözyaşlarımız biraz olsun silinmiş, mevtin güzelliği; zihinlere, gönüllere ilmik ilmik işlenmişti.
Günün bitimine yani iftar saatine yaklaşırken, Mevlânâ diyarına dönmek için hazırlanan Halil Ağabeyle, Yüksel Ağabeyimizi ebedî güzergâhında çok kalabalık bir hanım grubuyla ziyaret etmeye gittik. Herkes içinden geçen özel duâsını yaptıktan sonra, Halil Ağabey bizlere umumî bir duâ ve ardından veda ve tesellî konuşması yaparak memleketine dönmek için oruçlu olarak aramızdan ayrıldı...
‘’Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz’’ buyurmuş Efendimiz (asm)... İşte bu hadis-i şerifi yaşayarak ve bizlere nasıl yaşanıldığını göstererek ebedî yolculuğuna çıkan Yüksel Ağabeyimize Cenâb-ı Hak’tan rahmet ve mağfiret diler, geride kalan ailesine ve onu sevenlerine sabr-ı cemil niyaz ederiz. Bizleri bu acılı günümüzde yalnız bırakmayan, hem üzüntümüzü sohbetleriyle, dersleriyle bizimle paylaşan, hem de mevtin güzelliğini anlatan bütün ablalarımıza ve başta Halil Uslu Ağabeyimiz olmak üzere bütün Eskişehirli ve yakın çevreden gelen gönül insanlarına cân-ı gönülden teşekkür ederiz. Allah herkesin mekânını Cennet eylesin.
|
Tuğba ŞEKERCİ
18.10.2006
|