Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Demokrasiye 301. madde ayıbı!

301. madde gibi ifade özgürlüğüne çok rahat müdahale edilebilecek uygulamalara yol açan düzenlemelerin kaldırılması gerekmektedir. Kavramların ve kurumların saygınlığı özel ceza maddeleriyle korunamaz.

İfade özgürlüğünü sınırlayan ve kolayca uygulanan eski TCK 159. madde, yeni TCK 301. madde düzenlemesiyle çok daha kolay uygulanır hale getirilmiştir. Üç hususu tartışmak gerekir.

1) Türklük, cumhuriyet gibi kavramları özel bir madde ile korumaya gerek var mıdır?

Türklük açısından: 1889 tarihli İtalyan Ceza Kanunu’nda bulunmayan bu kavram 1926 tarihli TCK’ya konulmuş olup, bu kavrama ilişkin hiçbir gerekçe gösterilmemiştir. Bu kavramın karşılığı faşist nitelikli İtalyan Ceza Kanunu’na 1930 tarihinde girmiştir. 1936 yılında maddede değişiklikler yapılırken Türklüğü tahkirin yabancı ülkede bir Türk tarafından yapılması durumunda cezanın arttırılması öngörülmüştür. Ancak bu değişikliğin de gerekçesi yazılmamıştır. Doktrindeki görüşlerden ve içtihatlardan oluşan gerekçelere göre devletin millet unsuru devletin varlığı ve bu varlığın devamlılığı yönünden önem taşımakta, milletin bölünmezliği, devletin varlığı içinde moral bir değer ve güç ifade etmektedir. Devlet ve milleti simgeleyen alametlerin korunması millet bütünlüğü duygusunun korunması, ile çok yakından ilgilidir. Nitekim 1982 Anayasası’nın başlangıç bölümünün 1. ve 5. paragraflarındaki ‘Türk milleti, Türk milli menfaatleri, Türklüğün tarihi ve manevi değerleri, Türk devletinin bölünmez bütünlüğü’ gibi vurgulamalar da bu gerekçelere destek sağlamaktadır. Bu gerekçelerden çıkan sonuç, milletin bir devleti olmadığı, aksine devletin bir milleti olduğudur. Devleti kuranlar bir millet yaratmışlardır ve bu milletin devletin vesayeti altında tutulup, kollanması gerekmektedir. Devlet kavramı, millet kavramı ile aynileşmekte ve devlet kavramı milleti de kapsamaktadır. Bu anlayışta devletin bir hizmet aracı olarak millet tarafından toplumsal bir uzlaşma ile kurgulanması düşüncesi yer almamaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin demokratikleşmesi ve özellikle ifade özgürlüğünün sağlanması büyük bir anlayış değişikliğini gerektirmektedir. Devletin aynı sınırlar içinde, aynı coğrafyada yaşayan her türlü etnik kimliğe ya da inanca sahip yurttaşlarına hizmet etmek için kurulmuş bir organizasyon olduğu anlayışının bulunduğu yerde etnik bir kimliğe vurgu yapmak anlamsızlaşır. Devletin bir millet yarattığının ve tek etnik vurgulu bu milletin devletle iç içe girdiğinin düşünüldüğü bir yerde Türklük kavramı devleti de kapsar bir şekilde ceza kanunu koruması altına sokulmuştur. Eğer Türkiye coğrafyasında yaşayan insanlar devlete Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı üst kimliği ile bağlı iseler tüm alt kimliklerinin eşitliği söz konusudur. Bu durumda Türklüğün aşağılanmasının suç olarak kabul edilmesi karşısında Kürtlerin de, Lazların da, Ermenilerin de diğer alt kimliklerin de kendileri için bir düzenleme isteme hakları ortaya çıkar. Görülmektedir ki tek etnik kimliğe çoğunluk da olsa sürekli üst kimlik gibi vurgu yapmak siyasal birliği güçlendirmemekte, aksine zayıflatmaktadır. Bu nedenlerle demokrasiye ve siyasal birliğe zarar veren bu suçun kaldırılması gerekmektedir. Kaldı ki yeni TCK’nın 216. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenleme kamu barışını sağlamaya yeterlidir. Bu düzenlemeyle halkın bir kesimini sosyal, sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak aşağılamak cezalandırılmıştır.

Cumhuriyet Kavramı açısından:

Gerek 1889 tarihli İtalyan Ceza Kanunu’nda gerekse TCK’nın 159. maddesinin ilk şeklinde cumhuriyet kavramı geçmemektedir. 1936 yılında hükümet teklifinde olmadığı halde cumhuriyeti tahkir etmek de madde kapsamına alınmıştır. İtalyan Ceza Kanunu’na ise bu kavram cumhuriyetin ilanıyla birlikte 1947 yılında girmiştir. Anayasa Mahkemesi cumhuriyet sözcüğü ile adlandırılanın devlet sistemi olduğuna işaret ederek, değişmezlik ilkesine bağlananın cumhuriyet sözcüğü olmayıp, anayasada nitelikleri belirtilmiş olan cumhuriyet rejimi olduğunu belirtmektedir. Böylece Anayasa Mahkemesi cumhuriyeti çok geniş manada anlamaktadır. Bu durumda devletin nitelikleri de cumhuriyet sözcüğü içine alınarak korunmaktadır. Nitekim 301. madde gerekçesinde açıkça, cumhuriyetten, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anlaşılacağı belirtilmiştir. Oysa doktrin, cumhuriyet kavramının genişletilemeyeceğini savunmuştur. Doktrinde cumhuriyetin hukuk terimi olarak herhangi bir devlet yetkisinin soydan geçme yollarla bir hanedana bırakılmasını yasaklayan bir devlet biçimi olduğu, Anayasa Mahkemesi’nin cumhuriyet sözcüğüne Anayasa’nın başka ilkelerini ekleyerek o ilkelere de değişmezlik kazandırma yetkisine sahip olmadığı belirtilmiştir.

Uygulamada Yargıtay’ca da cumhuriyetten anlaşılanın Türkiye Cumhuriyeti Devleti olduğu belirtilmiş, devlete yönelik hakaretler cumhuriyete yapılmış gibi kabul edilmiştir. Burada da Türklük kavramı gibi cumhuriyet kavramı da devletle özdeşleştirilmiştir. Hukukta bu tür soyut ve içinin doldurulması tartışmalı kavramlar üzerinden suç yaratmak demokratikleşme ve ifade özgürlüğü açısından sakıncalıdır. Cumhuriyetin ceza kanunuyla korunmasına ihtiyacı bulunmamaktadır. Bu nedenlerle bu suçun da kaldırılması gerekmektedir.

2) Devletin silahlı güçlerini özel bir madde ile korumaya gerek var mıdır?

Maddenin gerekçesinde devletin askerî ve emniyet teşkilatının yani silahlı güçlerinin neden özel bir maddeyle korumaya alındıkları belirtilmemiştir.1889 tarihli İtalyan Ceza Kanunu’nun 126. maddesinde anayasal kuruluşlar alenen tahkir ve tezyif eylemlerine karşı korunmuş olup, silahlı güçlerden söz edilmemiştir. İtalya’da daha sonra ordunun anayasal organ olup, olmadığı tartışılmıştır. 1930 tarihli İtalyan Ceza Kanunu’nda ordu da madde kapsamına alınmıştır. Alman Ceza Kanunu’nda silahlı güçler bu tür özel bir koruma altına alınmamıştır. Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik rejimlerde üç ana erk bulunmaktadır. Askerî güçler veya emniyet güçleri bunların dışında ayrı bir erk değildirler. Bu güçlerin doğal yerleri yürütmenin içidir ve bu güçler yürütme erkinin emrinde ve parlamentonun gözetimi ve denetimi altındadırlar. Bu bakımdan söz konusu güçlerin özel bir koruma altına alınmalarına gerek bulunmamaktadır. Yeni TCK’nın hakaret suçunu düzenleyen 125. maddesinin 5. fıkrasında kurul halinde çalışan kamu görevlilerine hakaret edilmesi durumunda suçun kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılacağı belirtilmiştir. Silahlı güçlerin hakarete uğramaları durumunda ceza yargılamasına ve tazminat davası yoluyla hukuk yargılamasına başvurma olanakları vardır.

Demokrasinin sağlığı için 301 kaldırılmalı

3) TBMM, hükümet ve yargıyı özel bir madde ile korumaya gerek var mıdır?

Her üç organın da tüzel kişilikleri bulunmamaktadır. Bu nedenle tüzel kişilikleri olmayan organların manevi kişilikleri de bulunmamaktadır. TBMM millete ait olan bir egemenliği en yüksek düzeyde kullandığından bilimsel anlamda olmayan manevi kişilik sembolik olarak tanınmış olmaktadır. Hükümet ve yargı için de aynı durum söz konusudur. Doktrinde bunun dışında söz konusu organların gördükleri fonksiyon itibariyle korunmaları gerektiği görüşü de öne sürülmüştür. Eski TCK 159. maddede alenen tahkir ve tezyifin her üç organ bakımından da manevi kişiliklerine yönelik olması aranmaktaydı. Bu soyutlamanın maddenin gelişigüzel uygulanmasını önlediği açıktır. Yeni düzenlemede bu unsur kaldırılmış ve maddenin sınırları belirsiz duruma gelmiştir. Yine eski madde suçun oluşması için tahkir ve tezyifi (hakaret ve aşağılamayı) bir arada aramış olmasına rağmen yeni maddede sadece aşağılama (tezyif) cezalandırılma için yeterli görülerek maddenin daha kolay uygulanmasının yolu açılmıştır. Demokratik sistemin üç ana unsuru olan bu organların korunmaya ihtiyaçları olup olmadıkları tartışılabilir. Kanımızca yeni TCK’nın 125. maddesindeki düzenleme koruma sağlamaya yeterlidir. Söz konusu organlar kurul olarak çalışmaktadırlar. Bu organlar ve kurulları görevlerinden dolayı hakarete uğradıklarında suçun kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılacağı öngörülmüştür.

İfade özgürlüğünün demokratik bir toplumda ne anlama geldiği AİHM’nin Handyside örnek kararında belirtilmiştir. “İfade özgürlüğü toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. İfade özgürlüğü salt lehte olduğu kabul edilen ya da zararsız ya da ilgilenmeye değmez bilgi ve düşünceler için değil ama ayrıca, devletin veya halkın bir bölümünün aleyhinde olan (offend) çarpıcı gelen (shock) rahatsız eden (disturb), bilgi ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir. Bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz.” Bu nedenlerle 301. madde gibi ifade özgürlüğüne çok rahat müdahale edilebilecek uygulamalara yol açan düzenlemelerin kaldırılması gerekmektedir. Kavramların ve kurumların saygınlığı özel ceza maddeleriyle korunamaz. Onlara inancı ve güveni sağlayacak olan birey yurttaşların rejime olan inançlarıdır.

Zaman, 23.9.2006

Ümit KARDAŞ / Emekli askerî hakim

24.09.2006


 

AK Parti yanlış yolda

İktidarının ilk üç yılında AB reformlarını hedefleyen, toplumun ortak umudunu yeşerten, çok önemli reformlara imza atan AK Parti’nin politika değiştirdiği seziliyor. AK Parti daha önceki Türkiye’yi çağa taşıma iddiasını bırakmış, iç siyasette “milliyetçi” oyları kendine hem muhatap hem de pusula yapmış.

İktidarın “milliyetçi” söylemi kendine muhatap alması, bu söylemin kaynağı olarak gösterilen partiyi de gücünün çok üzerinde bir noktaya, hatta “ana muhalefet” konumuna taşımış.

*

İnsan büyük tabloya bakınca, sanki gizli bir siyasi plan AK Parti iktidarını, her seferinde Türkiye’yi dünyaya rezil eden yeni Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi üzerinden avlamaya girişmiş gibi gözüküyor.

AK Parti içindeki bir grubun, partinin siyasetini “milliyetçi oylara” endeksleyerek yapılması gereken değişimlere karşı çıkması, yeni uyum paketi görüşülürken Müslüman olmayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına “yabancı” muamelesi yapılmasını isteyen CHP’den de destek görüyor. Yorumlara göz atınca, etkin odakların da AK Parti’yi “Türklük” ekseni üzerinde hamaset yapan bir zihniyetle kapıştırma peşinde olduğunu seziyorsunuz.

AK Parti’nin böyle bir anlayışı kendine muhatap alması Türkiye’de içe kapanmacı bir söylemin ciddiyet ve güç kazanmasına neden olacak. Türkiye dünyaya açılmayı hızlandırmak yerine, içe kapalı bir anlamsızlıkta enerji kaybedecek. Umudunu yitirecek.

*

İçe kapanmacı bir anlayışı ciddiye alarak o mıntıkada siyaset geliştirmek iki sonuç doğurur; bunlardan biri Türkiye’nin şimdi olduğu gibi toplumsal umudunu yitirerek pörsümesi, ikincisi de militarizmin hızla taban kazanması.

Bugüne kadarki gelişmeler, AK Parti’nin AB istikametine hız verdiğinde gücünü ve toplumsal desteğini artırdığını göstermekte... Ancak bir zamandan beri birileri bunun tersi bir anlayışı körüklemekte, siyasal milliyetçi bir söylem kulvarına yazılmayı uygun görmekte... Bunu önerenler bu siyasetin genel seçimlerde kârlı çıkacağı iddiasında...

Bu öngörünün gerçekleşmesi zor. Üstelik bu doğru olsa ve oyu artsa da, toplumun umudunu parlatan bir projeyle arasına mesafe koyduğu için AK Parti’nin alacağı varsayılan oyların niteliği düşer, dolayısıyla parti ağırlığını yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.

*

Yumurta, tıp biliminin en has konularından biri... Düne kadar kolesterolü artırdığı söylenirken, şimdi kök hücreleri yenilediği iddia edilmekte... Yumurtadaki kolesterol konusu ana gündem maddesi iken, Amerika’da bir üretici kolesterolsüz yumurta üretti. Yumurta üreticileri üretimi artırma peşinde koşarken, kolesterolsüz yumurta bu itiş kakışın dışında “rekabet üstü yumurta” haline geldi.

Gündem belirleyemeyen, beklenti yönetemeyen AK Parti düne kadar AB konusundaki enerjik tutumuyla diğerlerine fark attı. Bugün “rekabet üstü yumurta” anlayışından epeyce uzağa düşmüş vaziyette. Bunu görenler de bu zafiyeti iyice kanırtma peşinde.

AK Parti ya da bir başkası, Türkiye’nin toplumsal umudu olan “dünyalaşma” arzusuna karşı içerdeki beceri yoksunu sınırlı bir lümpen davranışa prim vererek karşı durursa, sıradan yumurtacıya dönüşür.

Eprimiş eski hamasete endeksli yarış etkili olsaydı AK Parti geçen seçimleri kazanamaz, bu eski görüşün sahipleri iktidarlarını sürdürürdü. Halbuki ağır sorunlar içinde bunalan ülke rekabet üstü bir vizyona ihtiyaç duyuyor. AK Parti, o vizyonun sahibi olmazsa gideceği yer diğerlerinin yanıdır.

Türkiye, kendini yeni umutlara taşıyacak bir partiyi yaratmayı becerir. Her zaman da becerdi. Bu gerçeği en iyi bilenlerden biri AK Parti’ydi.

Ama galiba bildiklerini unutmaya başladı.

Sabah, 23.9.2006

Mehmet ALTAN

24.09.2006


 

Yeni Asya ve 12 Eylül

Yeni Asya gazetesi 12 Eylül 1980 ihtilâlinden bir ay sonra sıkıyönetim tarafından kapatılmış, ama cemaat Yeni Nesil adıyla yoluna devam etmişti.

Emekli general Süleyman Tuncel’in “Hürriyetçi parlamenter rejimi bu anayasa ile kurmak mümkün değil” manşetiyle verilen haber üzerine Yeni Nesil de 5 Kasım 1982’de, anayasa referandumundan bir gün önce kapatıldı. Bu sefer Tasvir adıyla çıktı. 1 Ekim 1983’de o da kapatıldı. 15 Kasım 1983’de Yeni Nesil tekrar açıldı.

Sabah, 23.9.2006

Nevzat ATAL-Erdal ŞİMŞEK

24.09.2006


 

Jakoben ihtilâlci

Afet İnan’ın yayımladığı defter, Mustafa Kemal’in 37 yaşında bir general olarak Karlsbad’da tedavi gördüğü sırada yazılmıştır. Defterde, emir eri Şevki’nin kendisini tıraş ederken yanağını kanatması yüzünden Ata’nın nasıl sinirlenip “Yanımda yürümesine bile hiddetleniyordum” demesine benzer pek çok ilginç anı vardı.

Paşa günlüklerinin bir yerinde harcamalarının aldığı maaştan fazla olduğundan yakınır, bir başka sayfaya kendisini derinden etkileyen bir şarkının sözlerini not alır.

Ama Avrupa’yı ve Batılı kadını gördükten sonra “Elime yetki versinler, sosyal yaşamda istenen devrimi bir anda bir darbeyle uygularım” notu da bu defterdedir.

Şöyle devam eder:

“Ben bazıları gibi bu işin yavaş yavaş yapılabileceğini kabul etmiyorum. Neden ben bu kadar yıllık bir yükseköğretim gördükten, uygar yaşamı ve toplumu inceledikten ve özgürlüğü elde etmek için hayatı ve yılları harcadıktan sonra cahiller derecesine ineyim? Onları kendi dereceme çıkarırım. Ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar.”

Bu satırlar, Jakoben bir ihtilalcinin habercisidir.

Milliyet, 23.9.2006

Can DÜNDAR

24.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004