Bugünkü hazin tabloda telef olan sadece Lübnan ve Filistinliler değil. Olup bitenler uluslararası hukuk ve diplomasinin de onulmaz yaralar aldığı bir dönemin taze kanıtı. Ortadoğu’nun tek demokrasisi olmasıyla övünülen İsrail tıpkı ABD gibi sadece kendine demokrat.
Kaldı ki bu demokratlık sıfatı hızla, askerî çözüm yanlılarının ülkenin ve dolayısıyla bölgenin istikbalini belirleyen kararlarda üstün geldikleri bir siyasetle ikame ediliyor. Bu süreçte ülkenin kurucu iradesini temsil eden ve İsrail demokrasisinin temelini atan Avrupalı Museviler giderek yerlerini demokrasiden nasibini almamış Ortadoğulu Arap, Habeş ve Rus Musevîlerine terk ediyorlar. Hatta bunların artık göç ettikleri ve eski ülkelerine geri gittiklerine dair bilgiler mevcut. İsrail askerîleşiyor, ortadoğululaşıyor. ABD’nin gönlündeki “yeni” Ortadoğu bu olsa gerek.
Yegâne çare olarak yerleşen askerî çözüm bölgenin bekası açısından, bölge halklarının Batı ile olan ilişkileri açısından ve İran’ın bölgedeki konumu açısından muazzam tehlikelere gebe. Gidişat İsrail başta olmak üzere kimsenin hayrına değil. Kazanıyor gibi görünen İsrail’in uzun vadede kaybeden olacağını ve saldırının yeni bir intihar teşebbüsü olduğunu söylemek abartı olmayacak. Zira İsrail tüm ihtişamına ve muzaffer görüntüsüne rağmen korkuyla yani akıldışı hareket ediyor.
Hangi barışın gücü?
Uluslararası diplomatik lisanda dünyanın sıcak noktalarında görev yapan Birleşmiş Milletler (BM) barış gücü askerlerinin yaptığı işe umumiyetle “olmayan barışı koruma” denir. Lübnan’da 1978 yılından bu yana görev yapan “BM Geçici Barış Gücü” UNİFİL tam da bu konumda. Görev süresi tesadüfen 31 Temmuz’da dolan ve Güney Lübnan’daki Nakura’da üslenmiş olan UNİFİL, bugün 1990 kişilik bir birlikten oluşuyor.
UNİFİL 1978’de göreve başladıktan sonra görev tanımına giren hiçbir şey gerçekleşmedi. Sınır ötesi savaş devam etti, İsrail tamamen geri çekilmedi ve Lübnan hükümetinin güney bölgesindeki otoritesi yeniden tesis edilemedi. Haziran 1982’de İsrail alay edercesine Lübnan’ı tekrar işgal etti, kendi güvenlik bölgesini oluşturdu ve geri çekildiği Haziran 2000’de kadar orada varlığını sürdürdü. Bu işgal esnasında da Filistin mülteci kampları Sabra ve Şatila’da Maruniler tarafından gerçekleştirilen ve insanlığı ayağa kaldıran katliama seyirci kaldı. Tüm bunlar UNİFİL oradayken meydana geldi. Hizbullah ise sınır bölgesine Haziran 2000’de Mavi Hattın Lübnan’da kalan kısmı boyunca fiilî kontrol uygulamaya başlayarak yerleşti.
Barış koruma operasyonlarının üç temel ilkesi vardır: tarafların rızası, tarafsızlık ve meşru müdafaa dışında güç kullanmama. UNİFİL’in durumunda, pek çok benzer operasyonda da olduğu gibi, güç kullanmama ilkesine bağlılık, ciddî sorunlara yol açmış ve UNİFİL, genellikle kendilerinden daha ağır şekilde silahlanmış olan çeşitli gruplarla uğraşmak zorunda kalmıştır. İlgili hükümetlerin rızası ile sağlanan garantiler olmaksızın bir yarı savaş ortamında faaliyet göstermiştir. Üstelik ne 1982’deki ne de bugünkü İsrail saldırı ve işgalini engelleyemediğinden yöre halkının gözünde pek bir itibarı kalmamış, bilakis suç ortağı konumuna düşmüştür.
İşte Türkiye’nin bu şartlardan hiç farklı olmayacak bir ortamda başta Hizbullah’ı silâhsızlandırmak üzere sorumluluk alması isteniyor. “Dünya gücü”, “çok taraflı dış politika” gibi içi boş kavramların verdiği ehemmiyet hissiyle ve kimsenin ciddiye almadığı bir arabuluculuk sevdasıyla askerin oraya gönderilmesi isteniyor. Ne Musa’ya ne de Ali’ye yaranılamayacağını ve koruyacak barış bulunamayacağını bile bile...
Vatan, 10.8.2006
|