Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Ağustos 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Neocon politikalar ABD’yi de felâkete sürüklüyor

George W. Bush’un görev süresini tamamlamasına, maalesef, daha hayli zaman var. Fakat Bush ABD tarihine ülkenin gördüğü “en kötü başkan” olarak geçmeyi çoktan garantiledi.

Her iki defasında da şaibeli, yani hileli seçimlerle başkanlık koltuğunu işgal eden Bush, demokrasinin kalelerinden biri olan ABD’yi adım adım demokrasiden uzaklaştırıyor. Hıristiyan Siyonistler, silah ve petrol sanayileri gibi ABD’nin en gerici güçlerinin desteğinden yararlanan, İsrail lobisinin bir oyuncağı olan Bush ve kliğinin “terörle savaş” adı altında yürüttüğü, dünyayı ABD ve İsrail’in önceliklerine göre silah zoruyla yeniden şekillendirmeyi amaçlayan politikalar, yalnız dünyayı değil ABD’yi de felakete sürüklüyor.

Bir umut ışığı, bu durumun en iyi bilincinde olanların yine Amerikalılar oluşu. ABD’nin eski Ulusal Güvenlik Danışmanlarından, ünlü uluslararası ilişkiler profesörü Zbigniew Brzezinski’nin NPQ dergisinin editörü Nathan Gardels’e verdiği mülakatı (HuffingtonPost.com, 1 Ağustos 2006) okurken, bunu düşünmemek mümkün değil. Bakın Brzezinski, Ortadoğu’daki son gelişmelerle ilgili olarak neler söylüyor:

“İsrail’in de benzerlerine sahip olduğu neocon reçeteler, Amerika ve İsrail’i ölümcül sonuçlara doğru götürüyor. İzlenen politikaların Ortadoğu halklarının ezici çoğunluğunu ABD aleyhine çevirmesi kaçınılmaz. Irak’ın dersleri ortada. Eğer neocon politikalarda ısrar edilecek olursa, ABD bölgeden kovulacak ve bu İsrail için de sonun başlangıcı olacak…

“Yeni durum, İsrail - Filistin sorunu ile Irak ve İran sorunlarını birbirinden ayırmanın giderek zorlaşması. Ne ABD, ne de İsrail Ortadoğu’ya tektaraflı bir çözüm dayatma yeteneğine sahip. Buna inananlar kendi kendilerini aldatıyor. İsrail - Filistin sorununa çözüm ancak iki tarafın ılımlılarını destekleyen ciddi bir uluslararası girişimle mümkün olabilir...

“Irak Başbakanı Cevat El Maliki, Lübnan krizi yüzünden İsrail’i sert bir şekilde eleştirdiğinde, gelecekte olacakların bir işaretini veriyor. ABD işgalinin sonunda uyumlu, demokratik, istikrarlı, Amerikan yanlısı, İsrail aşığı bir Irak yaratacağı, giderek açığa çıkan bir efsane...

“İran’la nükleer sorun ciddi ise ve İran marjinal olarak Lübnan’a karışıyorsa da, gerçek şu ki İran, yakın bir tehdit arzetmiyor. Son tahlilde İran ciddi bir ülke; Irak değil. Varolmaya ve bir oyuncu olmaya devam edecektir. Ve uzun vadede İran, okuryazarlık oranı, yüksek öğrenimden yararlanma ve kadınların toplumdaki rolü gibi ölçülerle yapıcı bir iç evrim için gerekli bütün önşartlara sahiptir. Mollalar İran’ın geleceği değil geçmişidir. Ama İran’a değişim, onunla çatışma değil diyalog yoluyla gelecektir...

“Eğer doğru politikalar izlersek, belki olacakların en kötüsünü önleyebiliriz. Ama öyle yapmazsak, korkarım bölge infilak edecektir. Bu takdirde İsrail uzun vadede büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır.”

ABD’nin ve onun “kayıtsız şartsız” müttefiki İsrail’in aklı başında insanları Brzezinski’nin bu uyarılarını can kulağıyla dinlemeli.

İsrail hükümetinin izlediği “şiddet yoluyla çözüm” politikaları Yahudi diasporasını da derinden kaygılandırıyor. Bu kaygıyı dile getirenlerin biri de İngiliz Yahudilerinin önde gelen sözcülerinden, Haham Dr. David Goldberg:

“Filistin sorununun çözümü yakın olmadığı halde, Lübnan’da bir kargaşa yaratıp buna barış demek suretiyle İsrail, Hizbullah’ın davası için binlerce yeni militan edinmesini sağladı. İsrail’de askeri ve siyasi planlamadan sorumlu olanlar kendilerine, bu şekilde sağlanan güvenliğin daha ne kadar devam edebileceğini sormak durumunda. İsrail’in orantısız mukabelesi, Araplar arasında nefreti körüklemeye, dünya kamuoyunu yabancılaştırmaya ve hepsinden önemlisi diasporadaki, İsrail’in güven içinde yaşamasını isteyen ama Yahudi devletinin kendi adlarına yaptıklarını onaylamakta gittikçe daha büyük güçlük çeken, giderek artan sayıdaki Yahudi’nin eleştirilerine hedef olmaya değer miydi?” (Guardian, 9 Ağustos)

Zaman, 10.8.2006

Şahin ALPAY

11.08.2006


 

Ne oluyor, bu AKP’li milletvekillerine?!

İsrail’in saldırgan tutumunu artırması ile birlikte Türkiye kamuoyunda bir talep oluştu.. Herkes İsrail’e tepkisini kendi imkânı ölçüsünde ortaya koymaya çalışıyordu. Herkes bulunduğu noktada, İsrail’le arasındaki mesafeyi bir adım geriye çekmek için çırpınıyordu.

İsrail’le alışverişi olan, bu ilişkisini birazcık olsun azaltmaya; haftada bir giden, bu ziyaretlerini azaltmaya; İsrail mallarını kullananlar, başka mallara yönelmeye, ama herkes İsrail’e tepkisini bir şekilde göstermeye çalışıyordu.

Böyle bir ortamda, “Türkiye-İsrail Dostluk Grubu” adıyla oluşturulmuş yapının üyelerinden de bir adım atmalarını istemek hakkımız değil miydi?

Tabii ki hakkımızdı.. Nitekim halk, bu grubdan da bir şeyler yapmalarını isteme hakkına sahip olduğunu düşünüp, “istifa çağrısı”nda bulundu milletvekillerine. Birer ikişer, daha sonra beşer onar istifalar ardı ardına geldi. CHP’lisiyle, AKP’lisiyle..

Ama dün farklı bir açıklama da geldi “Dostluk Grubu”nun başkanından..

“Dostluk grubumuz, kamuoyunda bazı çevrelerce, sanki Filistin ve Lübnan’a karşı bir grup gibi algılandırılmaya çalışılmaktadır” diye girmiş söze, “Dostluk grubundan istifa etmek soruna çözüm değil” diye devam ettirmiş açıklamasını!

Kimmiş bu Dostluk Grubu Başkanı?

AKParti Adana Milletvekili Vahit Kirişçi..

Gerekçe olarak da şöyle bir izahat sunmuş sayın milletvekili: “Ben grubun başkanı olarak, İsrail Büyükelçiliği aracılığıyla gerekli mesajları elimizde bulundurduğumuz sıfata dayanarak iletebiliyorum. Bu sıfatım olmasa, hiçbir fonksiyonumuz ve etkinliğimiz kalmaz.”

O zaman samimi olarak soralım sayın Kirişçi’ye: “Bugüne kadar istifa etmediğiniz için, İsrail Büyükelçiliği’ne hangi mesajları ilettiniz ve bu mesajlardan hangileri için ne işlem yapıldı?”

Öyle ya, Dostluk Grubu Başkanı, “Biz dostluk grubunun amacının barışa katkı olduğunu söylüyoruz. Gruptan istifa etmekle barışı sağlamış olmayacağız. Aksine grupta kalıp, bu grubun üyesi olmanın verdiği sorumlulukla ilgili yerlere mesajlarımızı iletme imkânımız var. Ankara’da İsrail Büyükelçiliği’ne bu konudaki tepkilerimizi sürekli dile getiriyoruz. Onlar da bizi grubun üyesi olmamız sıfatıyla dinliyor” diyor ya, biz de merak ediyoruz, acaba hangi taleplerini dinlemiş o İsrail?

Bilelim de, haksızlık yapmayalım sayın Kirişçi’ye!

“Kana’daki çocukların ölümü büyük bir vahşetti. Bu eyleminiz sebebi ile özür dilemeyi düşünüyor musunuz?” türünden bir mesaj mı ilettiniz İsrail Büyükelçisi’ne?

Veya “Kana’dan sonra da Hula’da sergilenen benzeri saldırı” sebebiyle bir talepte mi bulundunuz İsrail’den?

Mesela, “Türkiye-İsrail Dostluk Grubu olarak, Hula’da suçsuz yere sivilleri öldüren İsrailli askerlerin derhal tesbit edilerek, uluslararası mahkemede yargılanmalarının sağlanmasını talep ediyoruz” türünden bir çağrıda mı bulundunuz?

Öyle ya, Dostluk Grubu dağılırsa, barışa katkıda bulunulmuş olunmazmış!

Öyle ise, grubu dağıtmayarak barışa yaptığınız katkıyı ispatlayın şöyle!

Ne yapıyorsunuz da, barışa katkıda bulunuyorsunuz?

Daha ötesini sorayım: “İstifa ederek barışa katkıda bulunulmuş olunmuyor da, grubda üye olmaya devam edilerek mi barışa katkıda bulunulmuş olunuyor?”

Aslında olay bu kadar da masum değil!.

İsrail’le bir dostluk grubunun varlığı, Filistin’de,Lübnan’da katliamlar sürerken bu grubun hiçbir şey yokmuş gibi varlığını sürdürmesi, İsrail’in terörist eylemlerini dünya kamuoyunda, Türkiye kamuoyunda meşru göstermeye çalışan bir girişimden başka bir şey değildir.

Biraz abartılı bir örnek vereyim..

Bugün bazı milletvekilleri çıksa ve “PKKile Dostluk Grubu” kursa ve eleştirilere de, aynen Kirişçi’nin getirdiği savunma gibi, “Biz dostluk grubunun amacının barışa katkı olduğunu söylüyoruz. Gruptan istifa etmekle barışı sağlamış olmayacağız” cevabını verse, ne derece kabul edilebilir bu gerekçe?

İsrail’in yaptığı katliamların, PKK’nın yaptıklarından ne farkı var?

O da asker-sivil demeden insan öldürüyor, o da..

Ne farkları var ki, “PKK ile Dostluk Grubu” diye bir şeyi ağzımıza bile alamıyoruz da, İsrail’le Dostluk Grubu’nu ısrarla ayakta tutmaya çalışıyoruz?

Ve sayın Kirişçi’den samimi bir talep.. Kendi vicdanınızda bir sorgulama yapsanız.. Sizin, “Ben grubun başkanı olarak İsrail Büyükelçiliği aracılığıyla gerekli mesajları elimizde bulundurduğumuz sıfata dayanarak iletebiliyorum. Bu sıfatım olmasa hiçbir fonksiyonumuz ve etkinliğimiz kalmaz” demeniz bile, aslında İsrail’i talepleri dikkate alan bir devlet gibi gösterme yanlışına düştüğünüzün delili değil mi?

İsrail kimi dinlemiş ki, sizi dinlesin? BM’yi dinlemeyen, sizi dinler mi sayın Kirişçi?

Vakit, 10.8.2006

Ali KARAHASANOĞLU

11.08.2006


 

İsrail’in savaşı, Türkiye’nin arabuluculuğu

Bugünkü hazin tabloda telef olan sadece Lübnan ve Filistinliler değil. Olup bitenler uluslararası hukuk ve diplomasinin de onulmaz yaralar aldığı bir dönemin taze kanıtı. Ortadoğu’nun tek demokrasisi olmasıyla övünülen İsrail tıpkı ABD gibi sadece kendine demokrat.

Kaldı ki bu demokratlık sıfatı hızla, askerî çözüm yanlılarının ülkenin ve dolayısıyla bölgenin istikbalini belirleyen kararlarda üstün geldikleri bir siyasetle ikame ediliyor. Bu süreçte ülkenin kurucu iradesini temsil eden ve İsrail demokrasisinin temelini atan Avrupalı Museviler giderek yerlerini demokrasiden nasibini almamış Ortadoğulu Arap, Habeş ve Rus Musevîlerine terk ediyorlar. Hatta bunların artık göç ettikleri ve eski ülkelerine geri gittiklerine dair bilgiler mevcut. İsrail askerîleşiyor, ortadoğululaşıyor. ABD’nin gönlündeki “yeni” Ortadoğu bu olsa gerek.

Yegâne çare olarak yerleşen askerî çözüm bölgenin bekası açısından, bölge halklarının Batı ile olan ilişkileri açısından ve İran’ın bölgedeki konumu açısından muazzam tehlikelere gebe. Gidişat İsrail başta olmak üzere kimsenin hayrına değil. Kazanıyor gibi görünen İsrail’in uzun vadede kaybeden olacağını ve saldırının yeni bir intihar teşebbüsü olduğunu söylemek abartı olmayacak. Zira İsrail tüm ihtişamına ve muzaffer görüntüsüne rağmen korkuyla yani akıldışı hareket ediyor.

Hangi barışın gücü?

Uluslararası diplomatik lisanda dünyanın sıcak noktalarında görev yapan Birleşmiş Milletler (BM) barış gücü askerlerinin yaptığı işe umumiyetle “olmayan barışı koruma” denir. Lübnan’da 1978 yılından bu yana görev yapan “BM Geçici Barış Gücü” UNİFİL tam da bu konumda. Görev süresi tesadüfen 31 Temmuz’da dolan ve Güney Lübnan’daki Nakura’da üslenmiş olan UNİFİL, bugün 1990 kişilik bir birlikten oluşuyor.

UNİFİL 1978’de göreve başladıktan sonra görev tanımına giren hiçbir şey gerçekleşmedi. Sınır ötesi savaş devam etti, İsrail tamamen geri çekilmedi ve Lübnan hükümetinin güney bölgesindeki otoritesi yeniden tesis edilemedi. Haziran 1982’de İsrail alay edercesine Lübnan’ı tekrar işgal etti, kendi güvenlik bölgesini oluşturdu ve geri çekildiği Haziran 2000’de kadar orada varlığını sürdürdü. Bu işgal esnasında da Filistin mülteci kampları Sabra ve Şatila’da Maruniler tarafından gerçekleştirilen ve insanlığı ayağa kaldıran katliama seyirci kaldı. Tüm bunlar UNİFİL oradayken meydana geldi. Hizbullah ise sınır bölgesine Haziran 2000’de Mavi Hattın Lübnan’da kalan kısmı boyunca fiilî kontrol uygulamaya başlayarak yerleşti.

Barış koruma operasyonlarının üç temel ilkesi vardır: tarafların rızası, tarafsızlık ve meşru müdafaa dışında güç kullanmama. UNİFİL’in durumunda, pek çok benzer operasyonda da olduğu gibi, güç kullanmama ilkesine bağlılık, ciddî sorunlara yol açmış ve UNİFİL, genellikle kendilerinden daha ağır şekilde silahlanmış olan çeşitli gruplarla uğraşmak zorunda kalmıştır. İlgili hükümetlerin rızası ile sağlanan garantiler olmaksızın bir yarı savaş ortamında faaliyet göstermiştir. Üstelik ne 1982’deki ne de bugünkü İsrail saldırı ve işgalini engelleyemediğinden yöre halkının gözünde pek bir itibarı kalmamış, bilakis suç ortağı konumuna düşmüştür.

İşte Türkiye’nin bu şartlardan hiç farklı olmayacak bir ortamda başta Hizbullah’ı silâhsızlandırmak üzere sorumluluk alması isteniyor. “Dünya gücü”, “çok taraflı dış politika” gibi içi boş kavramların verdiği ehemmiyet hissiyle ve kimsenin ciddiye almadığı bir arabuluculuk sevdasıyla askerin oraya gönderilmesi isteniyor. Ne Musa’ya ne de Ali’ye yaranılamayacağını ve koruyacak barış bulunamayacağını bile bile...

Vatan, 10.8.2006

Cengiz AKTAR

11.08.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004