Demokrat Hukukçular Derneğinin “Bir arada yaşama arzusu” başlıklı panelinde konuşan Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, “Cumhurbaşkanı, genelkurmay başkanı, bürokratlar sürekli insanların nasıl yaşayacağı ile ilgili konuşuyor. İlkokuldan beri duyuyoruz bunları. Bürokratların bizimle ilgili buyruklarına kuşkulu bakmalıyız. Bu buyruklar bazan bizim hoşumuza gidebilir. Ama başkaları için ıztırap nedeni olabilir. O zaman zulme ortak oluruz” dedi.
Demokrat Hukukçular Derneği’nin düzenlediği “Bir Arada Yaşama Arzusu” konulu panel Ankara İlci Otel’de yapıldı. Doç. Dr. Ahmet Battal’ın yönettiği panelin açış konuşmasını yapan Demokrat Hukukçular Derneği Başkanı Avukat Halil Doğan, dünyanın küresel bir köy haline geldiğini, iletişimin hızı sayesinde faklılıklarla tanışma ve muhatap olma mecburiyetinin ortaya çıktığını ifade etti.
HERKES İÇİN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
Türkiye’nin faklılıkların buluştuğu bir coğrafya olduğuna dikkat çeken Doğan, “Ötekiyle birlikte yaşamak için önce muhatabın öteki kimliğini kabul etmek gerekir. Sindirilmiş, asimile edilmiş ötekinin olduğu toplumda bir arada yaşama sağlıklı olmaz. Farklı kimliklerin bir arada yaşayabilmesi için ifade özgürlüğünün olması gerekir. Herkesin kimliğini ifade ve kimliğinin gereklerini yaşama hakkı olmalıdır, tabii ki ötekinin haklarına tecavüz etmemek şartıyla” diye konuştu.
İSLAM’DA ÖTEKİ VARDIR
Avukat Ömer Faruk Uysal da bazı kesimlerin İslamı bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde totaliter bir din gibi algıladığını belirterek, “Kur’ân’ın müeyyideleri neticesinde böyle bir kanaat hasıl olabilir ancak Kur’ân uhrevi bir müeyyide öngörmekte, yoksa gayrımüslimlerin Müslümanlar tarafından yok edilmesi emredilmemektedir. Fethedilen ülkelerde hiçbir zaman Müslüman olmayanlar üzerinde bir baskı uygulanmamıştır.
Uysal, “İslam’da öteki vardır. Kur’âni perspektif herkesin Mü’min ve Müslüman olmasını elbette ister, kimsenin kâfir olmasını ise istemez. Fakat bunları dayatmaz. Said Nursî’nin de belirttiği gibi bir Mü’minin bütün vasıfları Mü’min olmak gerekmediği gibi, bir kâfirin de bütün vasıfları kâfir olmak gerekmez. Gayrı mü’min bir Müslim, gayrımüslim bir mü’min olabilir. Bizim gayrımüslimlerin mü’minane yönleriyle paylaşacağımız çok şey vardır” diye konuştu.
FARKLILIKLAR MEŞRû SAYILMALI
Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Erdoğan yaptığı konuşmada farklılık kavramının son 20 yılda siyaset ve sosyal bilimler literatürüne girdiğini söyledi.
Benzer tartışmaların yeniden gündeme gelmesinin sebebinin siyasi teşkilâtlanmanın bünyede zorlanmaya yol açtığına işaret eden Erdoğan, “Tartışmaların sebebi çeşitliliği, farklılığı tanımama sonucunda ortaya çıkan tıkanmadır. Dünyada faklılıklar mümkün olduğunca törpülenmek isteniyor. Buna karşılık Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla topluluklar kendi kimliklerini, haklarını yeniden keşfetmeye başladı. İnsanlar iletişimin kolaylığı sayesinde birbirleriyle bir anda haberdar oluyor. Dolayısıyla kafadaki hürriyet fikri uyarılıyor” dedi.
Türkiye’de yaşanan problemlerin sebebinin millî devlet anlayışında yattığını ifade eden Erdoğan, şunları kaydetti:
“Problemin esası millî devlet politikasında. Çözüm bu siyasi projenin bizim zihinlerimizde hakim olan paradigmayı sarsmamızla onu silkelememizle ilgilidir. Titreyip kendimize gelmemiz gerekiyor. İnsanlar alıştıklarına direniyor. Zira ilkokuldan beri yapılan propagandalardan hepimiz ister istemez etkileniyoruz. Bu nedenle ortaya bir farklılık çıktığı zaman ‘bir kere bu problem yanlış olmalı’ diye düşünüyoruz. Kimlik tartışmalarında da anlamak yerine, ‘aslında sen şusun’ diyerek karşı çıkılıyor. Farklılıklar meşru sayılmalı. Halbuki millî devlet bunu meşru saymıyor. Allahtan millî devlet anlayışı Türkiye’ye geç hakim oldu. Halbuki bizde hayırhah bir şeymiş gibi anlatılır.
Ulus kavramı bir kurgudur. Bilinçli olarak üretilmiştir. Devletin işbirlikçisi olan aydınların ürettiği bir fikirdir. Devlet de eğitimle bunu genellemiştir. 120 sene önce Türk ulusu diye bir şey yoktu. Ulus diye bir kavram yoktu. Geç ulusçu olduk. İyi ki de geç olduk. Dileriz bu anlayıştan çıkarız. Devlet ideolojisinde ulus kavramının millet kavramıyla ilgisi yoktur. Milletin manevi bir yönü de vardır. Ulus kavramında böyle bir anlam yoktur. Ulus kavramı zorlama ve cebir gerektirir. Nush ile uslanmayan farklı şekilde uyarılır. Nushun en iyi örneği resmi eğitimdir. Eğer bu yeterli olmuyorsa arkasından tekdir daha sonra da kötek gelebilir.”
OTORİTEYİ BİZİM
SINIRLAMAMIZ GEREKİR
Bir arada yaşamak için mümkün olduğunca devletin genel çerçevesini çok mütevazi tutmak gereketiğini belirten Erdoğan, çok fazla kriter beyan etmenin farklılıklar arasında ayrımcılığa yol açağına, bu kriterlerin uygulanması için ise cebir kullanılcağına dikkat çekti. Erdoğan, siyasi birlik tutkusunun da sorgulanması gerekitini kaydederek şöyle devam etti:
Birlik tutkusu modernlere hoş geliyor. Bir aradalıkla birlik aynı şey değildir. Birlik kavramında otorite eliyle düzenleme vardır. Bir arada kavramında ise gönüllülük esastır. Birlik genelde tek düze anlamında kullanılır. ‘millî birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde’ cümlesini çocukluktan beri duyarım. Ne zamandır bu birlik? 85 sene önce mi, geçen yıl mı, bu yıl mı? Hiçbir otorite bize nasıl yaşayacağımızı söyleyemez. Cumhurbaşkanı, genelkurmay başkanı, bürokratlar sürekli insanların nasıl yaşayacağı ile ilgili konuşuyor. İlkokuldan beri duyuyoruz bunları. Bürokratların bizimle ilgili buyruk iddialarına kuşkulu bakmalıyız. Bu buyruklar bazen bizim hoşumuza gidebilir. Ama başkaları için ızdırap nedeni olabilir. O zaman zulme ortak oluruz. Mümkün olduğunca devlet ve bürokratlar nötr olmalıdır. Modern devlet böyle yapamaz. Hiçbir devlet böyle yapamaz. Otoriteye kendi düşüncelerimizi bizim dayatmamız gerekir. Otoriteyi bizim sınırlamamız gerekir. Bizimle ilgili sınırlar belirlemesine karşı olmalıyız.”
Panele TBMM İçişleri Komisyonu Başkanı Ziyaeddin Akbulut ve çok sayıda davetli katıldı.
|