Ulu Camii’de 30 yıl imamlık yapan 81 yaşındaki Hafız Ali Mülâyim, Bediüzzaman’ı rüyasında görmesiyle başlayan ilgili ilginç hatırası anlattı.
ÜÇ GECE RÜYASINDA ÜSTAD'I GÖRDÜ
Almanya’ya gitmek için önce İstanbul’a gelen Mülayim, Sirkeci Oteli’nde yaşadıklarını Al Jazeera Türk muhabiri Abdülkadir Konuksever'e anlattı: Şirketin bürosu Beyoğlu’ndaydı. Muamelelerin tamamlanması için bir iki gün kalmam gerekiyor. Gece odamda uyuyorum. Bir zat rüyama girdi. Dedi ki; “sen Hâfız’ül Kur’an’sın. Sana yakışır mı Almanya’ya gitmek. Kalk Bitlis’e git.” Uyandıktan sonra biraz düşündüm ama oralı olmadım. Ertesi akşam yine aynı zat rüyama geldi. “Bu işten vazgeç, kalk git Bitlis’e” dedi. Biraz korktum. Ertesi akşam kapıyı pencereyi iyice kapatıp yatağıma girdim. Tebâreke suresini okumaya başladım. Son ayette uykuya geçecekken pencerem açıldı. Zat içeri girdi ve “Kalk Hâfız Ali, üç gecedir beni buraya getiriyorsun. Bitlis’e gideceksin. Bilâl-i Habeşî’nin torunusun, seni talebeliğime de kabul edeceğim” deyip adını bağışladı. “İsmim Said-i Nursi” dedi. Fırladım yataktan, kapı pencere kapalı, dedim ki bu zat her kimse büyük bir zat, o güne kadar adını duymamışım.
BİTLİS’E DÖNDÜ, ASKERLİK İÇİN ISPARTA'YA SEVK EDİLDİ
Şirkete Almanya’ya gitmeyeceğini söyleyip Bitlise 4 günde geri dönen Mülayim asker kaçağı olduğu gerekçesiyle Isparta’ya sevk edildi. Ispartaya vardığında direk birliğine gitmeyen Mülayim yaşadıklarını “Mimar Sinan Câmii'nde akşam namazımı kılıp Güven Palas Oteli'ne yerleştim. Niyetim gidip üstadı ziyaret edip Almanya’ya gitmeme niye izin vermediğini sormaktı. Sordum soruşturdum buldum adresini. Sabah gittim, Kirazlı Câmii'nin yanında altı numaralı ev. Sokağa girdiğimde bir adam kesti yolumu; ‘kimsin ve ne geziyorsun burada’ dedi. Dedim ki, Bediüzzaman buradaymış, elini öpmeye geldim.’ ‘akrabası mısın?’ diye sorunca ‘yok’ dedim. ‘Nerelisin’ dedi, ‘Bitlis’ deyince ‘aha’ dedi. Beni oyalayınca elimle itip, ‘git’ dedim. Ceketini açtı, baktım polis yıldızı. Bu sefer ben ‘aha’ dedim. Çıkardı kelepçelerini. O zaman ağlamaya başladım. ‘askerlik için geldim, bu zatı tanımam, rüyamda gördüm, elini öpmeye geldim’ deyince kalbi yumuşadı. ‘Git bir daha burada görmeyeyim’ deyince otelime döndüm. Otelde Ahmet adında biriyle tanıştım. Adam, Bediüzzaman’dan hükümet erkanlarının korktuğunu söyledi, bu nedenle polis kontrol altında tutuyormuş evini. Dedim ki, ‘topu, tüfeği mi var niye korkuyorlar.’ Dedi ki; ‘imanı var ondan korkuyorlar.’ Ben de, madem öyle ben de yarın kalkıp yine gideceğim’ deyince Ahmet, ‘senin gibi gençleri karakola götürüp kaybediyorlar’ dedi. Sabah erkenden kalkıp abdestimi aldım. Gittim üstadın evine. Bu sefer tecrübeliyim; önce gözledim. Nöbet tutan polis bir ara ayrıldı. Ben de gidip kapısını çaldım. Kapı açıldı, ‘Hâfız Ali sen misin' deyince ağlayarak ayaklarına sarıldım. ‘Ben Ceylan abi, üstat 2,5 saat önce Barla’ya gitti, bana dedi ki; Hâfız Ali gelirse selamımı söyle, talebeliğime kabul ettim, yalnız buraya bir daha gelmesin gidip kıtasına teslim olsun.’ Çaresiz gittim teslim oldum.” şeklinde ifade etti.
TESLİM OLDUKTAN SONRA GÖRÜŞTÜ
Askerlikte çavuş olduğunu ifade eden Mülayim bir anısını şu şekilde aktardı: “Erbaş talimgâhında görev yapıyorum. Bir gün baktım uzaktan bir araba geliyor. Toz bulutu kaldırmış siyah bir araba. Talimgâhta her asker bir tarafa dağılmış, komutanımız uyuyor. İçimden dedim ki, ‘bu 55. Tümen Komutanı Fevzi Okan’ın arabası.’ Isparta’da başka araba yok öyle çünkü. Koştum komutanımı uyandırıp bu düşüncemi anlattım, zaten sürgünde olduğumuzu, bu halde görürse daha kötü olacağını söyledim. Hemen askerleri topladık, sıraya geçtik, araba yanımızdan geçerken selam durduk. Baktım arabanın penceresinde sarıklı bir adam. Dedim ki, ‘herhalde Osmanlı’nın son paşalarından biridir, numunelik için tutuyorlar.’ Sarıklı iki elini sallayarak selamımıza karşılık verdi. Gittikten sonra dağıldık. O zaman ben de bilmiyorum. Bir subay gelip beni buldu ve komutanın çağırdığını söyledi. ‘Herhalde mükâfat verecekler’ diye düşündüm. Komutanın yanına varır varmaz tokadı patlattı. Yere düştüm, kim var kim yok dövmeye başladılar. Dediler ki, ‘bizi o adama selam durdurdun.’ O adam dedikleri Üstat Bediüzzaman Said-i Nursi imiş ilk ve son olarak o zaman gördüm. Şehirde birbirinin aynısı iki araba varmış. Biri tümen komutanının diğeri de üstadın öğrencilerinin aldığı Chevrolet marka araba.”