NUR ÂYETİNİN TEFSİRİ- M. ALİ KAYA
“Allah göklerin ve yerin Nur'udur. O’nun nuru içinde ışık bulunan bir kandil yuvasına benzer ampul gibidir. O ışık cam bir fanus içindedir. Cam ise sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır. Onun ışığı ne doğudan ve ne de batıdan gelmeyen bereketli bir zeytin ağacındandır. Ateş değmediği halde her yeri aydınlatır. O nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur. Allah insanlara misâller vererek gerçekleri açıklar ve Allah her şeyi bilir.” (Nur, 24: 35)
GİRİŞ
Peygamberimiz (asm) “Şüphesiz Allah, nurdan ve zulmetten yetmiş bin perde/hicap arkasında kendisini gizlemiştir. Şayet o perdeler açılsa ‘sübuhat-ı vechî’ (cemâlinin parlaklığı) gözü idrak eden her şeyi yakardı” (Müslim, İman, 293; İbn-i Mâce, Mukaddime, 13) buyurmuşlardır. Bu hadis-i şerif yüce Allah’ın sıfat, esma ve şuunât perdesi arkasında Kendisini gizlediğini anlatmaktadır. Allah esmâ ve sıfatın tecellisi ile “her şeye her şeyden daha yakın, mahlûkat ise ondan nihayetsiz uzak olduğu halde tasarruf etmektedir.” Onun esma ve sıfatının tecellîsi, güneşin ışığının her şeyi kuşattığı gibi bütün kâinatı kuşatmıştır.
İslâm büyükleri demişler ki: “Hür insanların göğüsleri İlâhî sırların kabirleridir.” İlâhî hakikatler nefsânî ve şehvâni arzulardan, heva ve heveslerden sıyrılarak hür olmuş kalplerde yerleşir ve saklanır. Arifler “Esrar-ı Rububiyeti ifşa etmek caiz değildir” diyerek sırları saklamayı esas almışlar ve ehil olmayanlara anlatmamışlardır. Peygamberimiz (asm) “İnsanlara akıllarına göre konuşun. İnsanların söylediklerinizi yalanlamasını ister misiniz?” (Ebu Davud, Edeb, 20) buyurmuştur. Arif-i billah olanlar “İlimde örtülü olanlar ve açıklanması caiz olmayanlar vardır. Bunu ancak Allah’ı tanıyan arifler bilirler. Arif olmayanlar ise onları inkâr ederler. Arif olmayanlar çok daha fazla olduğu için İlâhî sırları bunlara açıklamak caiz değildir ve saklamak vacip olmuştur” demişlerdir. Ancak ilim ve marifette terakkî edenlere sırası geldikçe ve liyakat kesp ettikçe bu sırlar anlatılır ve onlar da kabiliyetlerine göre bu sahada terakkî ederek her biri kabiliyetine göre farklı sahada marifet sırlarına vakıf olurlar.
“Değerini bilmeyene ilmi veren zayi eder; lâyık olmayana ilim öğreten ise zulmeder. Kalplerin anahtarı Allah’ın elindedir, dilediğine dilediği şekilde açar” denilmiştir; ancak Allah lâyık olmayana lâyık olmadığı şeyi vermez. Kişi isteği, gayreti ve talebi ile lâyık olmalı ki Yüce Allah ona lâyık olduğu şeyi versin.
Nur âyetinde de pek çok sır saklıdır; ancak bunu akıl sahibi olanların amelleri ile liyakat kesp edenlerine açılır. Allah bu âyette akla “nur” demiştir. (Nur, 24: 35) Zira ilmin kaynağı ve kökü akıldır. Akla nispetle ilim, ağaca nispetle meyve ve güneşe nispetle ışık ve göze nispetle görme gibidir. Yüce Allah ayrıca akılla kazanılan ilme de rûh ve hayat adını vermiştir. (Şûrâ, 42: 52)
Ancak zamanımızda ilim tekâmül etmiş ve buna göre insanların akılları ve anlayışları eskiye nispeten daha da artmıştır. Bu sebeple İman ve Kur’ân hakikatleri ve İlâhî sırlar, esmâ ve sıfatın tecellileri ile şuunât-ı İlâhiye daha kolay anlaşılacağı için, bu sırları aklî ve mantıkî deliller ve temsillerle anlatmakta sakınca yoktur. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri “Risale-i Nur Külliyatı” ile bu mesleği takip etmiştir.