“Dindarlar iktidara gelemeselerdi mevcut iktidar kendini değiştirmek zorunda kalacaktı. 1995’te dindarlar belediyelere geldiklerinde sistem tıkanmıştı zaten. Kemalistler iktidarı elden çıkarmak tehlikesiyle karşı karşıya kaldıkları için görmek istemiyorlar. Eğer dindarlar gelmeseydi sistem tıkanmıştı.”
SOSYOLOG ABDURRAHMAN ARSLAN: Kamusal alan dindarları aşındırdı
SOSYOLOG yazar Abdurrahman Arslan samimiyetinden hiçbir zaman ödün vermemiş bir âlim. İslâm, modernlik, iktidar ve akıl konuları üzerinde çalışan Arslan’la günümüzde dindarların düştüğü tuzakları, geçirdikleri dönüşümleri ve son ortaya çıkan siyasi tabloyu konuştuk.
Dindarların iktidar olması Müslümanların dönüşümünü nasıl etkiledi?
Müslümanlar uzun zamandan beri iktidarın baskısı nedeniyle sıkıntıya giren insanlar. Bu sıkıntıyı Türkiye’de kimler yaşadı. Başta Solcular, Müslümanlar ve Kürtler yaşadılar. Dolayısıyla iktidarın yumuşaması ya da bu baskıcı uygulamalarından çıkmasının Müslümanları daha rahat Müslümanca bir hayatı yaşayacaklarına dair bir kabul vardı. Bu pek olmadı gibi geliyor bana. Müslümanlar bunda bir bedel ödemek zorunda kaldılar. Dindar insanlar iktidara gittiğinde bu kitle ile onları temsil edenler arasındaki karşılıklı etkileşimle birlikte, o dindar insanları destekleyen Müslüman kitle de dönüşmeye başladı. Sadece kitle kendi isteğini iktidara taşımadı aynı zamanda da kendi seçtiği liderlerin de öncülüğünde isteyerek ya da istemeyerek bir dönüşüme uğradı. Karşılıklı bir değişim ve dönüşüm süreci yaşamaktadır Müslümanlar.
Ne yönde bir değişim oldu?
Hiç kimse baskıyı istemez fakat zulüm ve baskı ortadan kalkınca Müslümanlar kendi hedeflerine varamadılar. Bir kere iktidardan sınırlı bir şekilde faydalanma noktasında bir gayret sarf edildi. İkinci husus da Müslüman kesim büyük nispette sosyal bir dönüşüme, kültürel bir dönüşüme maruz bırakıldı. Şu anda da bu süreçleri yaşamaktayız. Televizyon dizilerinden tutun da pek çok konuda bunu yer yer görmemiz mümkün.
KAMUSAL ALAN YANLIŞ HEDEFTİ
Neyi yanlış yaptık?
Müslümanlar başları kapalı olarak kamusal alana girdiler fakat kamusal alanın dönüştürücü gücüyle onlar da dönüşmeye başladı. Peki bunu nasıl açıklayacağız? Kamusal alana alınmayı sahici bir hedef olarak gördüler. Ama bence en büyük yanılgı buydu. Oraya katılmak sahici bir hedef olmamalıydı. “Ev”lerini terk ettikleri günden itibaren değerlerini kaybettiler. Belki bunu evi terk etmeden düşüneceklerdi. Müslüman erkek kamusal alana katıldığında kapitalizmin nesnesi oldu. Bu erkekteki helal ve haram duygusunu alt üst etti. Müslüman kadın ise feminist değerlerinden büyük nispette etkilendi. Bu da kadının zihnini eşitlikçi bir zihniyete dönüştürdü ve kadın her şeyde başta kadın erkek ilişkileri olmak üzere eşitlik aramaya başladı. Ama unutmayalım İslam adalet dinidir, eşitlik dini değil. Adalet üzerinde yeterince tefekkür etseydik bu ikisi arasındaki ontolojik farkı anlayabilirdik. Kamusal alan Müslümanları aşındırmaya başladı. Şu anda bile düne göre çok özgür olan Müslümanlar gelecek kuşaklar hakkında endişe taşıyorlar. En azından ben böyle bir endişe taşıyorum.
Dindarlar iktidara gelmeseydi ne olurdu?
Dindarlar iktidara gelemeselerdi mevcut iktidar kendini değiştirmek zorunda kalacaktı. 1995’te dindarlar belediyelere geldiklerinde sistem tıkanmıştı zaten. Kemalistler iktidarı elden çıkarmak tehlikesiyle karşı karşıya kaldıkları için görmek istemiyorlar. Eğer dindarlar gelmeseydi sistem tıkanmıştı. Bu sistem gidemezdi. Şu anda da dindarların bu sisteme en büyük faydaları kilitlenmiş bir sisteme açılım getirmeleridir.
Türkiye’nin geçmişinden bugüne baktığımızda Müslümanlar en belirgin olarak neyi kaybetti?
Kişisel kanaatim ve çok üzüldüğüm bir şey Müslümanlar son 60-70 yıl içerisinde “emin” vasıflarını kaybettiler. Hadis-i Şerif’teki gibi Müslüman elinden dilinden kimseye zarar gelmeyen insandır. Ben bu emin vasfımızı giderek ve hızla kaybettiğimizi düşünüyorum. Kanaatime göre Müslümanlar için çok büyük kayıp. Çünkü bazı şeyleri kaybettiğinizde kolay kolay yerine koyamazsınız. Koymak istediğinizde de çok büyük çaba ve zamana ihtiyacınız olur. Müslümanlar bunu telafi etmek isterse birkaç nesil alacaktır bu. Fakat küreselleşme ile gelen süreçlerin içinde yer alma arzusu ya da sınıf değiştirme kaygısı içindeki Müslümanların bu konuyu şimdilik ertelediğini düşünüyorum.
Bir Müslümanın kendinde bulunması gereken ahlaki tutarlılığı bugünün küresel dünyasında sağlayabilmesi sıkıntılı bir süreç diyorsunuz. Nasıl problemler söz konusu?
Bu tutarsızlığın getirdiği en büyük yıkım imanla amel arasında büyük bir makas açılımına sebep olmasıdır. Bunun diğer adı sekülerleşmedir. Geçmişte bir çok kavmin başına gelmiştir. Buradaki temel sorun imanla amel arasında bir açılım söz konusuysa, böyle bir süreçte Müslümanlardan kendi akidelerine bağlı ameller beklemek giderek zorlaşır. Biz böyle bir süreçten geçiyoruz. Buna bağlı olarak da emin vasfımızı kaybediyoruz. İçinde yaşadığımız sosyal gerçeklik bu makasın açılmasını teşvik ediyor. Bu da Müslümanın bilincinde ciddi bir kırılma meydana getiriyor. Deyim yerindeyse çift muhayyileli çift bilinçli bir Müslüman aklı söz konusu.
HARAM YAKLAŞTI, HELÂL UZAKLAŞTI
Müslümanların zihin dünyasında sapma yaşandı mı?
Aslında hâlâ yaşamaktayız. Şu anda toplumumuza yeni iktisadi ilişkiler yeni bir kültür hakim. Müslüman doğal olarak ekonomik faaliyette bulunuyor, televizyon seyrediyor, gazete okuyor, sosyal kültürel faaliyetlerde bulunuyor ya da bu kültürü en azından eğitim olarak içselleştiriyor. Müslümanların bu karmaşık süreçlerde elde etmekte olduğu yeni zihin dünyasının İslam’ın kurmak istediği zihin dünyasından ciddi şekilde bir ayrılma dönüşüm ve kopuşa giden bir süreç yaşadığını düşünüyorum. Biz Müslümanlar dünyaya çok Müslümanca bakamıyoruz. Çünkü Müslüman olmakla dünyaya Müslümanca bakmak arasında fark vardır. Bu bilinç halinin tamir edilmesi gerekir.
Baktığımızda özgürlükler artıyor ama ne eksik?
Burada Müslümanların yapması gereken bir şeyi yapmadık. Bu özgürlüğü tahlil etmedik. Çünkü her özgürlük anlayışı belli bir zihniyet yapısını yansıtır ya da belli bir ideolojik inşadır. Üstelik de günümüze hakim özgürlük telakkisi ciddi şekilde sorunludur. Çünkü bu özgürlük daha çok insanın nefsi boyutunu özgür kılan ona öncelik veren bir özgürlüktür. Deyim yerindeyse günümüzün dünyasında haramlar yaklaştırılıp helaller uzaklaştırılmıştır. Böyle bir durumda Müslümanların değerlerinin iç anlam dünyaları boşalmaktadır. Bu özgürlük bir çok şeyin içini boşaltıyor. Her şeyin anlam dünyasının içini boşaltıyor. Bundan dolayı her şey anlamını yitiriyor.
ENFÜSİ ZENGİNLİĞİMİZ AZALDI
Evet başörtüsü problemi çözülüyor diyoruz ama sanki elimizde sadece başörtüsü kalıyor...
Evet, neden derseniz günümüzde yazının ve sözün ağırlıkta olmadığı ama her şeyi görüntünün belirlediği bir kültürün dünyasındayız. Bu her şey görüntüye indirgenmiş demektir. Onun muhtevası ihmal edilmiştir, önemsizleştirilmiştir ve insanları ilgilendirmemektedir. Bu başörtüsü için de geçerlidir. Doğrudur başörtülülerin sayısı artmıştır, başörtüsü daha serbestçe kullanılmaktadır, kullanılacaktır bundan sonra da ama o başörtülü insanın enfüsi zenginliği alabildiğine fakirleşmektedir. Belki şunu söylemek mümkün. Dindarlığı dışlaştıran, görünüşe indirgeyen ama aynı nispette içsel olarak dindarlığın azaldığı yeni bir dindarlıkla karşı karşıyayız. Bu daha çok sözde, arabada dinlenen kasette, tesettürde, sakalda kendini gösteren, fakat muhteva olarak giderek fakirleşen bir dindarlık. Zaten o içsel zenginlik enfüsi zenginlik giderek azaldıkça dışarıya sarkan görünüşü öne alan bir dindarlık ortaya çıkar. Bence böyle bir dindarlıkla karşı karşıyayız. Müslümanlar amel olarak enfüsi zenginlik olarak fakirleşmektedirler.
Ne yapılabilirdi?
Bence Müslümanların yapmaları gereken şeylerden biri kamusal alanı bir tahlil etmekti. Çünkü günümüzün kamusal alanı o bildiğimiz kamusal alan değil. Herşeyi gösteriye dönüştüren bir kamusal alan. Dinin de gösteriye dönüşmesi bilerek ya da bilmeyerek kaçınılmazdır. Şu anda gördüğümüz de budur.
Konuşan: Emeti Saruhan
Yeni Şafak, 19.6.2011