Başbakan Yardımcısı Arınç, Paris'teki saldırılara ilişkin, "Elinde silahla şiddet uygulayan bir insan teröristtir, bunun mazur görülmesi mümkün değil" dedi.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Fransa'daki terör saldırılarına ilişkin, "Şimdi bu olayın karşılığında Müslümanlar, camiler hedef gösterilirse, dindar insanlar, sakallı veya örtülü insanlar hedef gösterilirse, yüksek bir kavgaya sebebiyet verir. Bugünkü olaylar durduğu yerde kalmaz, Allah saklasın daha büyük yangınlar da çıkabilir. O yüzden siyasetçiler de söylemlerine dikkat etmeli, medya da bunu körükleyen yayınlar yapmamalı" dedi.
Bursa'da, AS TV'de canlı yayınlanan "Platform Özel" programına katılan Arınç, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun, bronşit ve yorgunluk nedeniyle solunum yollarının fevkalade olumsuz etkilediğini söyledi.
Doktorlarının duruma el koyduğunu, "İstirahat etmeniz lazım, arkadan yurtdışı seyahat geliyor, yolculuk ve kongrelerdeki enfeksiyon kapma vesaire sebebiyle biz sizi göndermiyoruz" dediğini aktaran Arınç, Davutoğlu'nun Karabük'teki AK Parti Olağan İl Kongresi'ne katılamadığını hatırlattı.
Arınç, Davutoğlu'nun Bursa ve Yalova kongrelerinde bulunamayacağını ifade ederek, şöyle konuştu:
"Bir ihtimal, 'Doktorlar bugünkü istirahati kafi görürlerse, yarın Bursa'yı tekrar yapabiliriz' demişti. Kendisi aradı, dedi ki 'Bana izin vermiyorlar, kusura bakmayın, Bursa'ya da çok selamlarımı iletin, inşallah yakın bir zamanda kısmet olur.' Biz de kendisine acil şifalar diledik. Pazar günü de aslında iki ilin kongresi vardı; Antalya ve Isparta, herhalde oralara da gidemeyecek. 3 günlük istirahatin arkasından pazar akşamı kendisinin söylediği kadarıyla Merkel'in daveti üzerine Almanya ziyareti vardı, inşallah onu gerçekleştirecek. Bir günlük bir ziyaret, salı günü de Bakanlar Kurulumuzu yapacağız."
"Kınıyoruz, lanetliyoruz"
Fransa'nın başkenti Paris'teki terör saldırılarına ilişkin bir soru üzerine Arınç, bundan duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Arınç, şöyle devam etti:
"Tabii çok acı bir olay. Bunu fevkalade büyük bir üzüntüyle kınıyoruz, lanetliyoruz. Terörden çok acı çekmiş bir ülkenin insanı olarak, bizim ülkemizde de buna benzer maalesef masum insanların hayatına kıyanlar oldu. Çocuklarımızı, kadınlarımızı, sadece asker ve polisimizi değil, anne karnındaki bebekleri bile katleden, acımasız, insanlığa karşı suç işleyen terör ve teröristler... Bugüne kadar bunun acısını çok çektik. Dolayısıyla dünyanın neresinde olursa olsun terör amacıyla insanları sorgusuz sualsiz, hiçbir sebebe dayanmadan masumiyet içinde öldüren insanlar birer canidir, katil sürüsüdür, bunlarla mücadele edilmelidir."
Terörle mücadelenin, bir ülkenin tek başına yapabileceği bir iş olmadığını, dolayısıyla bütün dünyada teröre karşı ortak mücadele yapılması gerektiğini vurgulayan Arınç, Türkiye'nin en yakın dostları Afganistan ve Pakistan'ın terör kıskacında olduğunu, Bangladeş ve Hindistan'da bile terör eylemleri yaşandığını belirtti.
"Elinde silahla şiddet uygulayan bir insan teröristtir"
Arınç, Batılı ülkelerde, Avrupa Birliğinde, ABD'de, "Teröre karşı ortak mücadele edelim" dediklerinde karşılarına çıkan sorunlardan birinin, terörün tarifi olduğunu ifade etti.
Bazı terör örgütlerinin kendilerini özgürlük mücadelesi yapan gruplar olarak gördüğünü, kimilerinin de hak arama mücadelesi yaptığını iddia ettiğini dile getiren Arınç, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Bir başkası, 'Biz ezilen insanlarız, sesimizi ancak böyle duyurabiliyoruz' diyor. Terörün Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyinde de BM literatüründe de uluslararası sözleşmelerde de belli bir tanımı var. Bizde de Terörle Mücadele Kanunu var, orada terör tarif edilmiştir. Aynı zamanda Türk Ceza Kanununun bazı maddelerinde de 'Bu suçlar terör amacıyla işlenirse onlar da terör suçudur' denilmiştir fakat bu konuda tam bir netlik de maalesef yok. Üçte ikisi diyor ki 'Bunların hepsi terördür, buna karşı beraberlik yapalım', üçte biri de 'Hayır bunlar terör değildir' diyerek mazur göstermeye çalışıyor. Biz o üçte ikinin içindeyiz Türkiye olarak ve bu olayları isterse Müslüman yapsın, isterse Budist yapsın, dini, kimliği, rengi önemli değil, elinde silahla şiddet uygulayan bir insan teröristtir, kime karşı yaparsa yapsın bunun hiçbir zaman da tarifi veyahut da cevaz verilmesi veya mazur görülmesi mümkün değil."
"Yapılan iş vahşettir, yapılan şey terördür"
Başbakan Yardımcısı Arınç, her ülkede olduğu gibi Fransa'da da terör saldırıları yaşanabildiğini belirtti.
Bazı terör olaylarının engellenemediğini anlatan Arınç, şunları kaydetti:
"Buna karşı tedbirler alınmalıydı, istihbaratıyla, güvenlik meselesiyle, belki buna karşı bir dayanışma içinde başka ülkelerle de işbirliği yapılabilirdi ama ne yaparsanız yapın, nasıl Türkiye'de bazı eylemleri maalesef önleme imkanımız yoksa Dolmabahçe'de, Sultanahmet'te olduğu gibi, daha önce başka yerlerde olduğu gibi, Paris de dünya metropollerinin en büyüklerinden biri, bu iki kişi nasıl olacak, bir tane de şoför bulacaklar, bir arabayla gidecekler, dışarıdaki iki polisi öldürüp, içeri girip, 12 kişiyi de orada katledecekler. Tabii ben ülkemde yaşananlara da bakarak, en azından terör konusunda, bir şeyler söyleme hakkını kendisinde gören bir insan olarak, içinden teröristlerin indiği bir aracın kapılarının açık tutulduğunu görüyorum, şoför de direksiyon başında. Onlar işlerini bitirip koşuyorlar, arabayla uzaklaşıyorlar ama hayret ediyorum o nasıl bir yoldur ki nasıl bir caddedir ki araç yolun ortasında duruyor, ne önden gelen var, ne karşıdan giden var, yani onlar işlerini rahatlıkla bitirip kaçana kadar herhangi bir kişiden, vasıtadan, yerden müdahale yapılmıyor, çekilen bütün görüntüler olayın işlendiği binanın teras katından amatörce insanların çektiği görüntüler."
Arınç, Bursa'nın bile bir sokağında, caddesinde bir aracın yolun ortasında durup 3-5 dakikadan fazla bekleyemeyeceğini, Paris'teki olay mahallinin ya müdahale edilemeyecek kadar sapa bir bölümde kaldığını ya da gerçekten yolun bazı yerlerinden kesildiğini veya bir başka zaafiyetin söz konusu olduğunu ifade etti.
"Yapılan iş vahşettir, yapılan şey terördür" diyen Arınç, saldırganlarının Cezayir asıllı olmalarının da hiç önemli olmadığını dile getirdi.
"Türkiye bu konuda çok hassas"
Arınç, son zamanlarda farklı terör örgütlerinin, farklı amaçlarla ortalığı kana buladıklarını ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Ortadoğu'da ismini çok duyduğumuz, El Kaide'den El Nusra'dan başlayarak, sonunda IŞİD veya DAİŞ dediğimiz örgüte kadar, bunların yurtdışıyla yani Avrupa ülkeleriyle de bağlantıları var. El Cezire televizyonuna bir mülakat vermiştim, orada da sordular; 'Türkiye üzerinden DAİŞ'e katılmak üzere gelip geçenlerden ne kadar yakaladınız, ne kadarını sınır dışı ettiniz?' diye. Onlara bin rakamını verdim. 6 bin kişiye yakın olanı, pek çok ülkeden farklı olarak geleceğini bize haber verdikleri takdirde biz Türkiye'ye sokmuyoruz. Girmiş olanları da hemen yakalıyoruz, sınır dışı ediyoruz veya yargıya veriyoruz. Çok şükür ki Türkiye bu konuda çok hassas ama milyonlarca turistin geldiği Türkiye'ye, bir insan turistik pasaportla geliyorsa ve bize kendi ülkesinden herhangi bir bildirim de olmamışsa, Interpol, istihbarat vesaire aracılığıyla bu insan bizim üzerimizden Lübnan'a, Irak'a geçebilir, başka bir ülkeye gidebilir, İsrail'e gidebilir."
"Türkiye'de taban bulamadıklarını görüyoruz"
O taraflara geçişleri kontrol edememe, 910 kilometrelik bir sınırı her an her dakika ciddi şekilde denetleyememe imkanı doğduğuna göre, bu kişiler hakkında kendilerine bilgi verilmesi gerektiğini dile getiren Arınç, ancak o şekilde derdest edebileceklerini söyledi. Arınç, şu bilgileri verdi:
"(Hangi ülkelerden ne kadar insan bu örgütlere katılıyor?) denildiğinde, Fransızlardan, Belçikalılardan, İngilizlerden, İtalyanlardan çok yani Avrupa ülkelerinin pek çoğundan DAİŞ'e katılmak üzere giden, bizim üzerimizden geçmese bile başka yollarla giden pek çok insan var. Bugün DAİŞ'in 10-15 bin civarında bir gücünden bahsediliyor, bunun hemen hemen yarısına yakını, dışarıdan gelen savaşçılar. Onlar, cihatçılar ismini taksa da biz terörist diyelim veya savaşçı diyelim. Bunların büyük bir kısmının Irak veya Suriye dışında da irtibatı var. Bunlar sadece Pakistan'dan, Hindistan'dan gelmiyor, çok az Türkiye'den gidiyor. Bulduklarımızı yakalıyoruz ama bulamadıklarımızın ölüm haberleri o taraftan gelince 'Filan şehirden de filan gitmiş ve sonunda cenazesi gelmiş' diyoruz. Çok şükür diğer ülkelere baktığımız zaman Türkiye'de taban bulamadıklarını ve Türkiye'den geçişlerin çok az olduğunu görüyoruz. Bu, Türkiye için bir başarıdır ama Avusturya'dan, İngiltere'den, Fransa'dan, diğer ülkelerden, ne kadar saçlı sakallı da olsa tiplerinden hemen anlamak mümkün..."
"İslamofobi, İslam düşmanlığı, ırkçılık veya yabancı düşmanlığı"
Arınç, bu vahşete bu sürünün içine katılmak için ülke dışından bir şekilde bu tarafa bir geçiş olduğunun söylenebildiğini ve bunların hangi milletten olduğunun da öğrenilebileceğini belirterek, şöyle dedi:
"Şimdi bu insanlar Cezayir asıllı Müslümanlar diyelim. Cezayir yıllarca Fransızların sömürgesi oldu. 300 sene Osmanlı bayrağı altındaydı, bunlar da 30 sene kadar sömürgecilik yaptılar, sonunda çekip gittiler. Öldüler, yaktılar, yıktılar ve Fransızlar burada büyük bir sömürgecilik örneği verdiler. Esasen Afrika'nın hemen hemen üçte biri eski Fransız sömürgesidir. Hem Batı ülkeleriyle, Senegal ve çevresiyle hem Orta Avrupa'daki pek çok ülkeyle bütün kaynaklarını sömürmüşlerdir, insanlarını da geçmişte bir kısmını köle olarak Fransa'ya getirmişlerdir. En fakir kesim onlardır, dışlanmışlardır, günübirlik işlerde çalıştırılıp, açlığını giderinceye kadar kendilerine imkan verilmiştir. Bu bir nefreti meydana getirebilir. Bunun karşılığında da insanlar kendilerini temsil etme imkanı bulamazlarsa zora gidebilirler. Dolayısıyla o ülkelerde yaşayanların Cezayir'de yaşayanlar başta olmak üzere diğer sömürülmüş ülkelerden gelenler potansiyel olarak mevcut otoriteye karşı bir tepki içerisinde olabilirler. Özellikle son yıllarda İslamofobi, İslam düşmanlığı, ırkçılık veya yabancı düşmanlığı da hemen hemen Avrupa'nın pek çoğunda giderek yükseldi."
"Korkuların, nefret söylemlerinin süratle giderilmesi lazım"
Bülent Arınç, aşırı sağ veya ırkçılığın son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de federal parlamento seçimlerinde de çok yükseldiğine dikkati çekti.
Yabancı düşmanlığını körükleyen her şeyin kültürel anlamda da siyasi anlamda da tepkilerini farklı olarak ortaya koyabilecek grupların da bir tehlike oluşturduğuna değinen Arınç, şu ifadeleri kullandı:
"Büyük geçmiş olsun demeliyiz. Tabii kıstırıldıkları yerde öldürüldükleri anlaşılıyor. Rehinelerin de kurtarılmış olduğunu biliyoruz. Bunun sonu gelmeyebilir. O yüzden çok ciddi tedbirler alıp, en azından teröre karşı olan ülkelerin birbirleriyle yardımlaşması lazım ve bu fobilerin, korkuların, nefret söylemlerinin süratle giderilmesi lazım. Şimdi bu olayın karşılığında Müslümanlar, camiler hedef gösterilirse, dindar insanlar, sakallı veya örtülü insanlar hedef gösterilirse, yüksek bir kavgaya sebebiyet verir. Bugünkü olaylar durduğu yerde kalmaz, Allah saklasın daha büyük yangınlar da çıkabilir. O yüzden siyasetçiler de söylemlerine dikkat etmeli, medya da bunu körükleyen yayınlar yapmamalı. Çünkü Türkiye'de başta Diyanet İşleri Başkanımız olmak üzere Avrupa'daki Müslüman gruplar da bütün bu terör eylemlerini kınadılar, 'geçmiş olsun' dediler ve Fransız halkıyla dayanışma içinde olduklarını ifade ettiler."
Arınç, kendisinin de konuşmacı olarak bulunduğu 7'nci Büyükelçiler Konferansı'nda, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan ve diğer ilgili kişilerin hem iç hem de dış gelişmeler konusunda büyükelçileri bilgilendirmiş olabileceğini söyledi.
Büyükelçilerin, temsil ettiği ülkelerin pek çoğunda terör olaylarının giderek büyüdüğünü anlatan Arınç, "Üç yıl oldu, D-8 toplantısı için Nijerya’ya gitmiştim. Nijerya’nın başkenti Abuja’da rahmetli Erbakan Hoca döneminde kurulmuş, kalkınmakta olan 8 ülkenin toplantısında Türkiye'yi temsil etmiştim. İlk defa orada Boko Haram örgütünden bahsedildi" diye konuştu.
Arınç, "Neyin nesidir bu Boko Haram?" dedikten sonra onların yaptığı faaliyetleri gördüklerini ve şaşırdıklarını ifade etti.
Bu örgütün, çok garip, saçma, İslam ile hiç alakası bulunmayan, birilerinin kafalarının doldurulduğu bir yapı olduğunu, sadece kan döktüklerini, kan akıttıklarını, kızları kaçırıp öldürdüklerini, şehirleri bastıklarını dile getiren Arınç, şöyle devam etti:
"Şimdi bir kasabayı ateşe vermişler. 2 bin insanın ölümünden bahsediliyor. Yani 'Batılı anlamda her şey haramdır' diyebileceğimiz, garip, saçma sapan bir inancın içindeler. Başka yerde Şebab örgütü var, Somali’de. Onlar da kendilerinin Müslüman olduklarını söylüyor. Bunlar da kendilerine göre cihat ilan ediyor. Sudan’da, Ortadoğu’da buna benzer örgütler var. Tabii bunlar İslam’ın gerçek anlamından çok uzak, belli maksatlarla beyinleri yıkanmış, ellerine silah tutuşturulmuş insanlar. Bazıları selefi inançla kendilerinden başka herkesi kafir kabul eden, herkesi yok etmek için kendisini görevli sayan bir anlayışa sahip. Sayıları çok fazla değil ama besleniyorlar, büyütülüyorlar, ortaya salınıyorlar. Üç beş tanesini öldürseniz bile arkası gelecek şekilde. Maalesef bu konuda çaba gösteren bir üst aklın emrinde bunlar. Yoksa oturduğunuz zaman bu insanlara, 'İslam aslında böyledir' deseniz bile adeta zombi haline gelmişler. Yani kafaları bundan başka bir şeyi kabul etmeyecek bir durumda. Bu nasıl bir inançtır ki sadece İslam topluluklarının içinden değil, Batıdan, Batı mantalitesiyle yetişmiş insanları bile içine çekebiliyor? Bunların bir kısmı maceraperest."
Bunlarla mücadelede mutlaka bir sonuç alınacağına inandığını vurgulayan Arınç, teröre karşı faaliyetlerin sadece silahla olmayacağını belirtti. Şiddete karşı yalnızca şiddetle başarıya ulaşılamayacağına değinen Arınç, "Terörü ortaya çıkaran tüm sebepleri tespit edip, psikolojik, sosyal, toplumsal siyasi diğer konularda da teröre karşı mücadele vermeniz lazım. Biz veriyoruz. Diğer ülkelerle de iyi ilişki içindeyiz. Herhalde yapacağız" ifadesini kullandı.
"Ateş sönmesin diye herkes odun atıyor"
Arınç, terör olayları denildiğinde Türkiye'de son 30 yılda önce PKK terörünü anladıklarını ancak bunun yanında çok fazla örgüt bulunduğunu anlattı.
Herkesin bir terör örgütünü yaşatmaya çalıştığını ifade eden Arınç, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Ateş sönmesin diye herkes odun atıyor ve maalesef bu, yıllardan beri devam ediyor. Bir kısmı daha etkisiz, bir kısmı daha etkili, bir kısmı da hakikaten büyük ölçüde ülkemizi rahatsız eden ülkeler ama biz hep karakol basmaları, mayınların patlamasını sokaklardaki araçların patlatılmasını, sokaklardaki masum insanların öldürülmesini terör olarak gördük. Bir taraftan da polise, askere karşı veya çok ses getirecek eylemler yapmaya özenen örgütler gördük. Şimdi Sultanahmet’e, Dolmabahçe’ye gelmeden bakın. 7-8 Ekim’de yaşanan Kobani olaylarına bakmamız lazım. Kobani bahanesiyle Türkiye’de de terör eylemleri yapıldı. 50’ye yakın yurttaşımız bu eylemlerde hayatlarını kaybetti. Daha iki ay önce, üç aya yaklaştı. Şimdi onun öncesinde de münferit eylemler olabilir. Hiçbir zaman bir terör örgütünü sıfırlamak mümkün değil. 'Sona erdirdik, kökünü kazıdık', bu laflar size psikolojik rahatlık sağlayabilir ama dünyanın hiçbir yerinde bu örgütler hayatiyetlerini kaybetmez; velev ki kendi iradeleriyle bu işi bitirmedikten sonra. Terör örgütlerinin de bu işi bitirmeleri bazı ülkelerde müzakereler yolu ile olmuş. İrlanda'da, İspanya'da, başka yerde böyle olmuş ama Sri Lanka'da da başka türlü olmuş. Orada da Tamil gerillalarını bir adaya sürmüşler, hepsini öldürmüşler. Şimdi orada bile dışarıda kalan üç kişi varsa emin olun ki daha sonra yine Tamil Kaplanlarını ortaya çıkaracaktır. Çünkü bu işi ortaya koyan sebepleri yok etmedikçe terör örgütleri her zaman varlığını devam ettirecektir. Biz de şimdi bir çözüm süreci içindeyiz. Zaten üzerinde çok fazla durmamızın tek sebebi de çözüm süreci başarıya ulaşırsa örgüt silah bırakacak, eylem yapmayacak, artık bundan sonra da terör eylemleriyle karşı karşıya kalmayacağız. Ne kadar güzel, hepimizin çok özlediği bir tavır. Bunun için tabii sabırla yolumuza devam ediyoruz. Önemli olan örgütlerini minimalize etmek yani en asgariye indirmek, ateşi küçültmektir."
Dolmabahçe ve Sultanahmet'teki saldırılar
Arınç, Dolmabahçe saldırısındaki kişinin kimliğinin belirlendiğini, onun uzun süre cezaevinde yatmış, sonra belli bir rahatsızlık nedeniyle tahliye edilmiş birisi olduğunu ifade etti.
Turizm polisine karşı yapılan saldırıda da bir kadının, biraz abartılmış bir kıyafet giydiği halde onu oraya getiren taksi şoförüne göre Rusça konuşan, oradakilerin söylediğine göre öyle kaba saba bir İngilizceyle bir şey sormaya çalışan bir görüntüden bahsedildiğini aktaran Arınç, şöyle konuştu:
"Olabilir, herkes kendisini gizlemek veya polise karşı kendini muhatap yapmak için bir şeyler söylemek istiyordur. Canlı bomba olduğu için de hemen yanına gelen polisimiz hayatını kaybetti. Öbürü için üzülecek değiliz. Önce oradan bir fotoğraf yayınlandı. Geçmişte bazı olaylara karıştığı söylenen bir kadın için daha sonra annesi, 'Hayır bu yanlıştır, bu benim kızım değildir' der. Doğruymuş, sonra bunun Rusya uyruklu bir kadın olduğu ifade edildi, açıklandı. Kayıtlardan bulundu. Çeçen kökenli, Rus vatandaşı olduğu söylendi. Türkiye’de Çeçenler var. Biliyorsunuz Ruslar büyük bir baskı uyguladı Çeçenistan’a, Grozni'yi bombaladı. Çeçenlerin bir kısmı Türkiye’ye geldi fakat Rusya’daki belli bir örgüt onları, dünyanın neresinde olursa olsun, yok etmek üzere takip ediyor. Maalesef İstanbul’da şu ana kadar 5 Çeçen liderin veya önde gelen isimlerin bu örgüt tarafından katledildiğini biliyoruz ama faillerini yakalamak mümkün olmadı. Dolayısıyla Türkiye’deki Çeçenlerin Türkiye'ye karşı bir eylem yapmasından bahsetmek mümkün değil ancak Çeçenlerin de Ortadoğu’daki bu radikal unsurlar içerisinde çok önemli sayıda olduklarını biliyoruz."
IŞİD'in yerine DAİŞ
Başbakan Yardımcısı Arınç, IŞİD'in gerçek isminin DAİŞ olduğunun tespit edildiğini bildirdi.
İslam kelimesinin böyle bir örgütün adında bulunmasından rahatsızlıklarını ve bundan dolayı resmi kayıtlara DAİŞ ismini koyduklarını dile getiren Arınç, şunları kaydetti:
"Bundan sonra DAİŞ dediğimiz zaman IŞİD'i kastettiğimizi herkes bilsin. Onların içinde de mücadele etmek, savaşmak, cihatçı unsurlar gibi kendisini bir şekilde kaptırmış bazı kişiler olduğunu, kadın-erkek, biliyoruz ve duyuyoruz. Acaba orada Türkiye'ye bir mesaj için gönderilmiş birisi olabilir mi? O kadar zulüm görmüştür ki Çeçenler, eşleri, nişanlıları, babaları öldürülen pek çok kadın kendi başlarına bunların intikamını almak için söz vermişlerdir. Onlara bazen 'Karadullar' ismini taktılar. Acaba onlardan birisi midir? Karnında iki aylık çocuğu olduğundan bahsediliyor. Onun için bir insanın aklını kaçırması lazım ama gerçekten bu insanlar zombi haline getirilmiş, zihinleri, akılları, idrakleri o kadar kötü etkilenmiş ki arkadan kurulmuş bir robot gibi 'şuraya gideceksin, şunu yapacaksın' dendiğinde başka seçenekleri yok. Ya onu gönderenler, onu infaz ederler ya da onu gönderenler o kadar ikna etmişlerdir ki 'Sen cennete gideceksin veya büyük bir şöhret olacaksın, kahraman olacaksın, haydi şu eylemi yap' diye gönderildikleri de olabiliyor. Tabii biz araştıracağız. İki gün evvel bir televizyon kanalında '36 saate biz bu işi ortaya çıkarırız' demiştim. Çünkü hamdolsun hükümetimiz döneminde en karmaşık olayları bile en geç 36 saat içerisinde failleriyle beraber tespit edebiliyoruz. O, Türk güvenlik güçlerinin bir başarısıdır. Yoksa böyle isimli bir kadının ne zaman geldiği, bu cesedin ona mı ait olup olmadığını tespit edebilecek dünyada kaç tane hükümet vardır, kaç tane devlet vardır ve kaç tane polis teşkilatı vardır, doğrusu bilmiyorum. Bu konuda iddialıyız. Çok şükür fail bilindi. Amaç nedir, kimlerle bağlantısı vardır, onu da buluruz."
"Anayasa Mahkemesi'nin verdiği karar fevkalade isabetlidir"
Arınç, "Ben barajı kaldırsam yüzde 1'lik parti belki yüzde 1,5 alacak, yüzde 2'lik parti 2,5-3 alacak, 15 alan parti belki 16 alacak, 25 alan parti 26 alacak. Katlanarak gelmez bu" görüşünü dile getirerek, milletin partiye inanması halinde baraja filan bakmayacağını vurguladı.
AK Parti'nin kurulduktan 15 ay sonra seçimlere gittiğini hatırlatan Arınç, şöyle devam etti:
"2001 Ağustos'ta kurulduk, 2002 Kasım'da biz seçimlere gittik, hiçbirimizin ağzından 'Bu barajlar da nereden çıktı' diye bir şikayet duydunuz mu? Ama ben eski siyasetçiyim. Refah'ta bundan çok şikayet ettik biz. Neden? Çünkü 3,5'lar, 7'ler, 10'lar, 10,5'lar derken, Refah 1995'te yüzde 22'yle birinci parti olabildi. DSP 3'ler 5'ler derken, 1999'da yüzde 21,5 aldı. Evet 1965 ve 1969'da Demirel yüksek oy oranlarıyla tek başına iktidar oldular, 1983 ve 1987'de Anavatan Partisi, Demokrat Parti'ye kadar da gitmiyorum. Ama ondan sonra bırakın barajın altında kalmayı parti olmaktan da çıktılar. Hükmi şahsiyetleri kalmadı. Şimdi şunu söylemek istiyorum; Anayasa Mahkemesi'nin verdiği karar fevkalade isabetlidir, adeta oy birliğiyle karar almıştır. 'Bizim yetkimiz yok' diyor. Çünkü, yüzde 10'luk barajı yasama organı koymuş, yasama organının kararlarına karşı da bireysel başvuru olmaz' diyor. O zaman da söyledik bunu. Bazıları korktular, Anayasa Mahkemesi ya farklı karar alırsa? Farklı karar alsaydı dahi iş Meclis'e gelecekti, Meclis bir düzenleme yaparsa mesele yok. Meclis bir düzenleme yapmayıp da yüzde 10'u hala yeterli görüyorsa, aynı şekilde seçime devam edecekti."
Arınç, ayrıca seçime bir yıl kala, seçim kanunlarında değişiklik yapılamayacağını, yapılsa dahi o seçimde uygulanamayacağını vurgulayarak, "Bir yıl değil 5 ay kaldı. Bu iş bitti, yani mevcut seçimle inşallah seçimlere gideceğiz. Kendine güvenen çıksın, millet ne kadar oy veriyorsa da o kadar temsil hakkı olsun" değerlendirmesinde bulundu.
"Bu milleti hem seveceğiz hem de gazabından korkacağız"
Barajın, seçimlere parti olarak gireceğini açıklayan HDP için risk oluşturduğunun hatırlatılması üzerine Arınç, AK Parti için baraj sorununun olmadığını söyledi.
Arınç, 1995 seçimlerinde MHP'nin barajı aşamadığını, CHP'nin barajı yüzde 10,5 ile zor aştığını hatırlatarak, "Yarım puan daha almasa CHP barajı aşamayacak. Ama aynı CHP 1999'da yüzde 8,5'te kaldı. Barajı aşamadı. Yani korkmak lazım, olmaz olmaz demeyeceğiz. Olmaz olmaz. Bu millet gerektiği her zaman birilerine ders vermesini de çok iyi bilir. Bize de bilir. Biz de AK Parti olarak milletimize ters düşersek Allah korusun, sözümüzde durmazsak, milletle aramızdaki irtibatı bozarsak, yanlış işler yaparsak öbürlerine yaptığını bize de yapar. Bu milleti hem seveceğiz hem de gazabından korkacağız. O yüzden 'MHP'nin baraj altında kalma endişesi yok' derken, evet büyük ölçüde buna katılırız, 'CHP'nin baraj altında kalma endişesi yok' derken büyük ölçüde buna katılırız ama geçmiş örnekleri hatırlatmakta da fayda var. Bak 1999'da DSP yüzde 22 ile birinci parti oldu ama 3,5 sene sonra yüzde 1,5'e düştü. MHP yüzde 18,5 aldı 1999'da 3,5 yıl sonra 8,5'e düştü. Bunların hepsini gördük..."
Seçim sathı mahalinde milletin arzusunun hangi istikamette olacağını bugünden kestirmenin zor olduğunu ifade eden Arınç, yükselme trendi devam eden AK Parti adına çok rahat olduklarını, şu anda bile yüzde 48-52 bandında olduklarını, seçim atmosferinde en azından yüzde 55'leri bulacağını bildirdi.
"Sen Ağar'dan daha mı iyisin?"
Arınç, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"HDP'ye gelince bunların eski partilerine bakın, alfabede harf kalmamıştır, DEP, HADEP, DEHAP vardır, şu vardır, bu vardır. Bunlar kapatılır kurulur, şimdi artık kapatın diyorlar ama kapatacak Anayasa Mahkemesi yok. Buna rağmen bile kendi içlerindeki örgüt isimlerine bakarsanız 20'den fazla, örgütler vardır. Şimdi HDP, 'yüzde 10 baraj var' diyerek, bağımsız adaylarla seçime girdiler. Daha önce parti olarak girdikleri barajı aşamadıkları için onların milletvekillerini başka partiler çıkardı, çoğunu biz aldık belki. Şimdi parti olarak girmeye karar vermişlerse kendilerine güveniyorlar demektir. Bu takdir edilecek bir davranıştır. 'Ben güçlü bir partiyim, parti olarak bu seçimlere gireceğim'. Bunu bütün partilerimiz için teşvik etmemiz lazım. Ama arkadan söylediği söz ki, yani 'Biz barajın altında kalırsak, bu devlet düşünsün, isyan çıkar, darbe olur, sokaklar karışır', ne münasebet sen kimsin, neden böyle bir şey olsun. Gücün varsa yüzde 10'u aşarsın, millet sana oy verir, gücün yoksa millet sana oy vermezse de yüzde 10'un altında kalırsın. Sen Ağar'dan daha mı iyisin? Adam 9,5 ile 2002'de barajın altında kaldı. 8,5 ile Baykal 20-25 sene sonra barajın altında kaldı."
Kimsenin ağzından böyle laflar çıkmadığını dile getiren Arınç, "(Ben bu ülkeyi yakarım, yıkarım, sokaklar karışır, terörü önleyemem). Niye böyle olsun? Sen elinden silah ve şiddeti hala bırakmıyorsun demek ki. Sen seçime gireceksin, herkesin girdiği gibi, sandığa gideceksin" ifadelerini kullandı.
"Vallahi 10'u, 11'i al sana selam dururuz, alkışlarız"
Arınç, HDP'nin, Cumhurbaşkanlığı seçiminde 9-9,5 arasında oy topladığını, bunun bir başarı olduğunu hatırlatarak, şunları kaydetti:
"Cumhurbaşkanlığı seçiminde topladıkları oyları şöyle bir elekte elesen sana ait olanlar ne kadardır, CHP'ye ait olanlar ne kadardır, farklı marjinal gruplara ait olanlar ne kadardır, LGBT'ler ne kadardır, bunları da görmen lazım. Onları gördüğün zaman, sana kalan 6-7 kadardır ama dersen ki 'Ben 9'u da çok aşacağım, ben çok daha fazla oy alacağım, çünkü bileşenlerim bana güç veriyor. Onların tabiriyle söylüyorum; bileşenleri var onların nerede nasıl bileşiyorlarsa, işte Bursalı hemşehrimiz Ertuğrul Kürkçü'yle bileştikleri gibi. Şimdi onlarla ben 10'un üzerinde alacağım' diyorsun, vallahi 10'u, 11'i al sana selam dururuz, alkışlarız. 'Sen çok başarılı bir seçim kazandın' deriz, tabii şiddeti, terörü, baskıyı, şantajı, tehdidi de bırakmak şartıyla. 'Ben adayım arkadaş, benim partim' diyeceksin, her parti gibi eşit yarışa gireceksin, 10'un üzerinde aldığın zaman sen istikbal vaadeden, iktidar namzeti bir parti olarak seni kabul ederiz. Ama, bir taraftan şiddetle, baskıyla şantajla bu oyları almaya çalışacaksın bir taraftan da 'Eğer barajı aşamazsam bu ülkeyi yakarım' diyeceksin, yok o kadar ucuz değil. Otur oturduğun yerde. O zaman şapkanı başının önüne alırsın, 'Ben neden yüzde 10'luk barajın altında kaldım' dersin, gidersin sıfırdan başlarsın."
"Biraz daha fazla kitap okuyacağım"
Arınç, "Bülent Arınç Haziran'dan sonra ne yapacak?" şeklindeki soru üzerine, Allah izin verirse, ömür, sağlık, afiyet verirse tabii hazirandan sonra aktif politikadan ayrılacağını söyledi.
Deniz Baykal'ın, kendisinden 10 yaş büyük olduğunu, ancak bu sözleri söylemediğini ifade eden Arınç, şunları dile getirdi:
"Kimseye karışmak niyetinde değiliz, siyasetin yaşı olmaz. Herkes milletvekili, bakan olmak isteyebilir ama ben şahsen birkaç yıl öncesinden bu yana, bugün konuşmuyorum bunu, 'Artık benim için son dönem budur' dedim. Hatta bazıları dediler ki; 'Bu kadar erken söyleme bunu, dedikodu, fitne fesat olur, bu adam nasıl olsa gidecek, arkadan şunlar şunlar olur derler' dediler. 'Ben şimdiden söyleyeyim de ne olur ne olmaz' dedim. Çok şükür bu 75 kişinin içerisinde 'Artık bu son dönemimdir, aktif politikaya hayır' diyorum ama siyaset devam edecek dışarıdan diye' söylemiştim. İyi ki söylemişim, şimdi herkes benim kaldığım noktaya geldi."
Arınç, haziran ayından sonra temmuzda yine Bursa'ya gelmek istediğini ifade ederek, burada belediyeleri ziyaret edeceğini, köylere kasabalara gideceğini anlattı.
Türkiye'yi gezeceğine de değinen Arınç, "Türkiye'de gitmediğim birkaç yer kaldı. Mesela Iğdır'ı, Hakkari'yi, bir de Artvin'i görmedim. Kısmet olmadı, yukarıdan helikopterle bir gittim ama Artvin'de şehir içine girmedim, mesela Hopa'yı, Şavşat'ı, Ardanuç'u vesaireyi görmedim ama 81 ilde bu 3 tanedir. Diğerlerinin hepsini çok iyi bilirim, hepsinde bir hatıram vardır. İlçelerin çoğuna da gittim. Ama inşallah o Türkiye'nin güzelliklerini belki görürüm. Biraz daha fazla kitap okuyacağım. Yazma kabiliyetim az, belki konferanslar vereceğim, belki bazı konular üzerinde daha çok odaklanacağım, dilim döndüğü kadar, bildiğim kadarıyla vakıf çalışmaları think tank kuruluşları, bu tür çalışmaları, şüphesiz yine AK Parti siyasetini takip edeceğim. Yani AK Parti'nin başarılı olması için dışarıdan destek vermeye çalışacağız. Bize ayrı bir görev verilirse aktif siyasetin dışında genel merkezdeki kadrolaşmayı kastetmiyorum ona niyetim yok çünkü. Sen de şu işi takip et derlerse o işi de takip ederiz. Geri kalan ömrümüzü sağlıkla, afiyetle tamamlarız."
"Anayasa'ya aykırılık yok"
Arınç, "Madem ki böyle bir yetki vardır, madem ki geçmişte bazı cumhurbaşkanları 3'er 5'er defa başkanlık etmişlerdir Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın da Bakanlar Kurulu'nu davet etmesinde Anayasa'ya aykırılık yoktur" dedi.
Bu konuda kafaların çok karıştığını belirten Arınç, "Cumhurbaşkanının görevleri 101. Maddeden sonra Anayasa'da yazılıdır. 104. Maddede cumhurbaşkanının yargısal görev ve yetkileri, yasamayla ilgili görev ve yetkileri, yürütmeyle ilgili görev ve yetkileri vardır. Bugün elinde Anayasa bulunan herkes 104. Maddeyi açsın. Orada b fıkrası, yürütmeyle ilgili görev ve yetkiler kısımının 2. Maddesinde göreceklerdir ki 'Cumhurbaşkanı gerekli gördügü takdirde Bakanlar Kurulu'na başkanlık eder veya Bakanlar Kurulu'nu başkanlığı altında toplantıya çağırır' diyor" diye konuştu.
Arınç, bu konunun 61 ve 82 Anayasası'nda bulunduğunun altını çizerek, şunları söyledi:
"Bir sayesetçi 'Anayasa'da böyle bir yetkisi yok. Kendisini şimdiden başkan gibi görüyor' derse bu kadar cehalet olmaz. Herkes bir Anayasa kitabı bulsun. 104. Maddenin b fıkrasında cumhurbaşkanının yürütmeye ait yetkilerini açsın, okusun. İlkokul talebesi açsa, okusa anlayacak. Bakanlar Kurulu'na başkanlık edebilir cumhurbaşkanı. Bakanlar Kurulu'nu 'gelin ben size başkanlık edeceğim' diye toplantıya da çağırabilir. İkinci kısmı yanlış biliniyor. Özal 3-4 defa Bakanlar Kurulu'na başkanlık etmiştir. Demirel, 3-4 defa Bakanlar Kurulu'na başkanlık etmiştir. Evren'i saymayacağım. Evren, zaten ihtilalden sonra, darbeden sonra gelmiştir. O da 5-6 defa Bakanlar Kurulu'na başkanlık etmiştir. 'Yani darbeden sonra geldi onun için belki doğrudur' diyenler çıkabilir ama sivil olan cumhurbaşkanlarımızdan Özal da Demirel de Bakanlar Kurulu'na başkanlık etmiştir."
Cumhurbaşkanlığı seçiminden bu yana 5 ay geçtiğini anımsatan Arınç, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Bakanlar Kurulu benimle birlikte başkanlığım altında toplantısını yapsın" şeklinde bir davet hakkının olduğunu bildirdi.
Arınç, hiç kimsenin "buna hakkı yoktur" diyemeyececeğini ifade ederek, şu ifadeleri kullandı:
"Sayın Demirel'i söyledim. Rahmetli Özal'ı söyledim. Sezer zamanında böyle bir toplantı olmamıştır. Sayın Abdullah Gül döneminde de 7 yıl böyle bir toplantı yapılmamıştır. Onların döneminde yapılmamış olması böyle bir şeyin yapılmayacağı anlamına gelmez. Sayın Abdullah Gül böyle birşeye ihtiyaç duymamıştır. Hükümet, AK Parti hükümetidir. Kendisi AK Parti ilk başbakanıdır, ilk kurucusudur. Dolayısıyla hükümetle müzakere edeceği veya başkanlık etmeye ihtiyaç duyacağı herhangi birşey olmamış sayabiliriz. Bütün bunlardan yola çıkarak madem ki böyle bir yetki vardır, madem ki geçmişte bazı cumhurbaşkanları 3'er 5'er defa başkanlık etmişlerdir Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın da Bakanlar Kurulu'nu davet etmesinde Anayasaya aykırılık yoktur. Şüphesiz bu her ay yapılacak değildir. Her pazartesi Bakanlar Kurulu yapıyoruz. Her pazartesi Sayın cumhurbaşkanı 'gelin köşke toplanalım' derse bu garip kaçabilir. 'Nereden çıktı? Bu yetki var ama yetki de her Bakanlar Kurulu toplantısı için değildir' diyenler mutlaka olacaktır. 5 ay sonra Sayın Cumhurbaşkanı 'bazı konuları birlikte müzakere edelim' diyerek Anayasal yetkisini kullanıyor. Bunda garip birşey yok."
Başkanlık sistemi tartışmaları
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Bakanlar Kurulu'na başkanlık etmesi konusunun başkanlık, yarı başkanlık sistemiyle doğrudan ilgili olmadığını da bildiren Arınç, "82 Anayasası'nda bu yetki varsa bu yeni bir sistemi ortaya koymaz. Var olan yetkinin kullanılmasıdır ama Sayın Cumhurbaşkanımızın Türkiye için başkanlık sistemini daha uygun gördüğünü hepimiz biliyoruz" dedi.
Yeni Anayasa çalışmaları sırasında Meclis'te başkanlık veya yarı başkanlık sistemini tartışmaya açtıklarını belirten Arınç, diğer partilerin buna karşı çıktıklarını, sonrasında da bu çalışmanın rafa kalktığını hatırlattı.
Arınç, şuan halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanı olmasına karşın, parlamento tarafından seçilmiş cumhurbaşkanı yetkilerini kullandığını vurgulayarak, şunları kaydetti:
"Bunun sorumlusu da biz değiliz. 2007 Mayıs ayında Sayın Abdullah Gül'ün seçimine karşı CHP engelleme yapıp da Anayasa Mahkemesi'nden 367 oyla seçemezsiniz kararı çıkarmasaydı o zaman Parlamento'da seçilseydi cumhurbaşkanı, biz Anayasa değişikliği yapıp da halkın önüne gitmeyecektik. Kabahat kendilerinde. 'Seçilemez' dediler Parlamentoda, biz de 'o zaman halka gideceğiz' dedik. Halk da referandumda 'cumhurbaşkanını ben seçeceğim' diye karar verdi ama Anayasa'nın diğer maddelerini değiştirme imkanımız olmadı. Onun da sorumlusu biz değiliz. Anayasa'nın bir akort, birbiriyle uyumlu maddeler taşıyan bir Anayasa olması içın 3 ay masada bekledik ama dieğer partilerden karşılığını bulamadık. Şimdi ne oldu? Referandumla Anayasaya göre cumhurbaşkanını halk seçti ama eski yetkileri de kullanmak üzere."
"Milletimiz ne derse kabulümüzdür"
Yeni bir Anayasa yapmak için milletvekilliği genel seçimlerinde halktan en az 330 milletvekili isteyeceklerini söyleyen Arınç, şöyle devam etti:
"Şimdi önümüzdeki seçimde Allah kısmet ederse milletimize diyeceğiz ki; bize en az 330 milletvekili ver ama bunun kaymaklı baklavası 367'dir. 367'yi verirsen ey milletim, ben sana mükemmel bir Anayasa yapacağım ve bu Anayasa'da da Türkiye'nin yönetim sistemi, yeni yargısal reformlar ve diğerlerini senin istediğin gibi getireceğim. Yok 367'den az verirsen, 330'un üzerinde milletvekili olacağım için ben yine hazırlayacağım ama referanduma gideceğim. Milletimiz ne derse kabulümüzdür. 330'un altında vermeye kalkarsa da havada bulut sen yeni Anayasayı unut. O yüzden 330-367 arasındaki en güzeli 367 milletvekilidir. Hiç kimse 'alamazsınız' demesin. 367'yi de almasını biliriz. Yeter ki millet bize güvensin, bizi desteklesin. Şimdi bu yüzden başkanlık veya yarı başkanlık konusunu tartışmanın hiç bir pratik faydası yok. Cumhurbaşkanı yetkisini kullanıyor, Bakanlar Kurulu'nu davet ediyor. Onun dışındaki sistemler seçimden sonra konuşulacak şeyler."
Arınç, programda, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin "Nasıl başlarsa öyle devam eder. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan her Bakanlar Kurulu'na eşlik eder" sözlerinin hatırlatılması üzerine, "Bu mümkün değil. Ben cumhurbaşkanımızın böyle birşeyi amaçladığını kesinlikle düşünmüyorum. O, 12 sene başbakanlık yapmış başarıyla ve ondan sonra da cumhurbaşkanı olmuş bir insandır. Artık seçilmiş bir başbakan var. Oy birliğiyle seçilmiş bir genel başkanımız var. Onun yetkilerini kullanırken müdahale etmeyi aklından geçirmez ama 'zaman zaman bu toplantıları yapacak mı?' derseniz elbette yapacaktır, yapması da gerekebilir. Bunun zamanını, kararını, ölçüsünü en iyi Sayın Cumhurbaşkanımız bilir" karşılığını verdi.
"Tarihi bir niteliği vardır ama kutsallığı yoktur"
Başbakan Yardımcısı Arınç, "Beştepe'deki Ak Saray yapılıncaya kadar Türkiye'de cumhurbaşkanlığı hep Çankaya ile anıldı. Burası da çok konuşuldu, eleştirilere yol açtı. Bu konuda siz neler düşünüyorsunuz?" sorusu üzerine ise şunları söyledi:
"Çankaya geçmişten bu yana Cumhurbaşkanlığı Köşkü olarak kullanılmış bir mekandır. Hizmet mekanıdır, kamuya ait bir binadır. Rahmetli Atatürk'ten bu yana orada cumhurbaşkanlığı temsil edilmiştir. Çok eskilere giderseniz Ankara'nın bağlarının olduğu bir semtte daha sonra büyüye büyüye bu şekilde bir köşk haline gelmiştir. Tarihi bir niteliği vardır ama kutsallığı yoktur. Yani 'burası çok kutsaldır, buradan başka bir yere gidilmez' diye bir kural yok. Nihayet kamu hizmetine tahsis edilmiş binalardır bunlar. Sayın Cumhurbaşkanımız biz o zaman bakanken 'Başbakanlığın çok büyük ihtiyacı var. Söz konusu oldu. Bugün Ankara'nın 20'ye yakın yerinde 20 ayrı binasında başbakanlığa ait birimler var. Yeni bir bina yapabiliriz' denilmişti. Bina büyüdü, büyüdü sonunda Sayın Cumhurbaşkanımız 'burayı biz köşk olarak, cumhurbaşkanlığı sarayı olarak kullanalım. Başbakanlık da Çankaya Köşkü'nü kullansın' dedi. Sayın Başbakanımız da buna razı oldu. Yeni yapılan bina cumhurbaşkanlığımıza tahsis edildi bir protokolle. Eski Çankaya Köşkü olarak bildiğimiz bina da temsil görevlerini yapmak üzere Sayın Başbakanımız, başbakan yardımcılarımız veya en yakın birimler de orada bulunacak. Dolasıyla kamuya tahsis edilmiş binaların fonksiyonlarında bir değişiklik meydana geldi."
"Cumhurbaşkanlığı makamı saygı gösterilmesi gereken bir makamdır"
Arınç, Ak Saray için muhalefetin ağzında çok çirkin tabirler olduğunu da belirterek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Cumhurbaşkanlığı makamı saygı gösterilmesi gereken bir makamdır. İster iktidar, ister muhalefet, 77 milyon insan, devletin birliğini, milletin bütünlüğünü temsil eden bir makama saygı duymak zorundadır. Kaldı ki ilk turda yüzde 52 oy oranıyla seçilmiş bir cumhurbaşkanı var. Yani 20 milyondan fazla insanın oyunu almış bir insanın kendisini sevmeyebilirsiniz, eleştirebilirsiniz ama artık o cumhurbaşkanıdır Anasya'daki tabiriyle türk milletinin birliğini, bütünlüğünü, bayrağımızı, gücümüzü, devletimizi temsil ediyor. O zaman o makama saygı duymak, onun oturduğu yere de o makam açısından saygı duymak zorundasın. Fakat onu eleştirmek için onun orada bu şekilde cumhurbaşkanlığı yapmasını hazmedemeyenler 'kaçaksaray' dediler, başka şeyler dediler, herşeyini eleştirdiler."
Siyasette eleştirinin mutlaka olacağını kaydeden Arınç, eleştirilere de gerekli yanıtın en uygun şekilde verilmesi gerektiğini bildirdi.
Arınç, Ak Saray konusunda söylenecek çok fazla şeyin bulunmadığını dile getirerek, şunları söyledi:
"Nihayet bu ülkenin cumhurbaşkanlığı makamı böyle bir bina olarak yapılmış. Biz pembe incili kaftan hikayeleri ile büyümüş insanlarız. Devletin azametini göstermemiz lazım. Eskiden büyükelçileri huzura kabul ederken padişahlar en görkemli salonda, en kıymetli elbiselerin içinde, en güzel dekorların içinde bunu yaparlarmış ki gelen adam Osmanlı'nın azametini görsün diye. Hediyeler ona göre olurmuş, imkanlar ona göre olurmuş. Şimdi biz büyük bir devletiz. Büyük bir devletin cumhurbaşkanlığı makamının gösterişli olması lazım. Prestijli olması lazım, güçlü olması lazım, gelenin beğenmesi lazım. Kafayı takmayalım buna."
Milletvekilli Genel Seçimleri
Programın son bölümünde "Yüksek Seçim Kurulu, milletvekili genel seçimlerinin 7 Haziran'da yapılacağını açıkladı. Kurulun bu kararına hükümetiniz uyacak mı?" sorusuna ise Arınç, "Seçimi kanun gereğince 12 Haziran'da yapmamız gerekiyor. 4 yılda bir. Haziran ayının ilk pazar günü olacaktı. 12 Haziran pazar olmayınca ilk pazar 7 Haziran'dır. 7 Haziran'da seçimin yapılacağı Anayasa kuralıdır. Bunun değişmesi de mümkün değil. Meclis kararıyla öne alınabilir, arkaya bırakılamaz. Erken seçim lafları konuşuldu, 'Nisan ayının sonu mu olur, Mayıs ayının başı mı olur?' diye. İkisinin arasında çok fark yok. Dolasıyla o çoktan terk edildi. Şimdi 7 Haziran'da seçimlere gideceğiz. Onun 3 ay öncesinde seçimlerin başlangıç tarihi, bu da 7 Mart'tır.