Şehirleşme ve çeşitli projeler amacıyla ağaçların ve yeşil alanların günden güne daha fazla yok edilmesi toplumun her kesiminden olduğu gibi gazetecilerden de tepki görüyor.
Bu tepkilerin en dikkat çekenlerinden üçü, iktadara yakınlığıyla bilinen ve genel anlamda hükümetin icraatlarını destekleyen Yeni Şafak gazetesinin yazarlarından geldi. Akif Emre, Fatma Barbarosoğlu ve Mustafa Kutlu farklı tarihlerde yazdıkları yazılarla zeytin ağaçlarının kesilmesine, betonlaşmaya ve tabiatın tahrip edilmesine dinî referanslarla karşı çıktılar. İşte o makalalerden satır başları.
AKİF EMRE
Kapitalizme zeytin dalı uzatmak
Zeytin ağaçlarının sökülmesi herhangi bir ağacın sökülmesine benzemez. Akdeniz havzasının kadim ağacının Kur''an"da incir ile birlikte adı geçer. Tabiatın Allah"ın bir emaneti olduğunu bilenlerin, aydınlanmacı felsefeyle bulanmamış akıl ve vicdan sahiplerine göre, tabiat Allah"ın ayetlerindendir..Aydınlanma aklı tabiatı boğuşulup alt edilmesi gereken bir canavar gibi algılar. "Canavar"ı alt etmek için teknolojiyi, makineyi kullandıkça insanın tabiat karşısındaki egemenliği de tescillenmiş olur. Sadece gücünü tescillemez modern insan, aynı zamanda dünyadaki kaynakları yağmalamanın meşruiyetini de buradan alır. Vahşi kapitalizmin doyumsuz kazanç için bitimsiz güç gösterisine kapı açar.
....
Allah"ın emaneti bir tabiatla iç içe, bir ahenkle; evrenle, kendisiyle barışık, sunulan sonsuz nimetler karşısında kanaatkar insan tipi yerine karşısında bir canavar gören azgın bir nefs var artık. Gelinen noktada kimse ne üretmekten, yani daha çok kazanmak için tabiatı tüketmekten ne de tüketim iştihasından vazgeçiyor. Küresel kapitalizm mümkün olduğunca tabiatı tüketme ayrıcalığını da elinde tutmanın hesabını yapıyor. Buna karşılık geri kalan kalabalıkları tüketim tutkunu, bağımlısı kölelere dönüştürüp sosyal seleksiyonu sürdürme niyetinde. Madem dünya geri dönülmez bir aşamaya geldi, teknoloji ve buna dayalı tüketim alışkanlıkları vazgeçilemez durumda... o halde durumu burada sabitleyip dünyanın geri kalanını olduğu yerde kalmaya ikna etmeli. "Biz tüketmeye ve üretmeye devam edelim, dünyanın geri kalanı, henüz gelişmemiş olanlar, oldukları yerde kalsınlar" demeye getiren bir siyasetin düşünsel temelleri atılıyor. Küresel sistemi sorgulamadan, tüketim lüksünden hiç vazgeçmeden "çevreyi koru, yeşili sev" muhabbetine dayalı söylem tam da bu politikalara hizmet ediyor.
...
Yeryüzünü, kainatı birer ayet, emanet alarak gören bir inançtan beslenip tekelleşmeye, daha fazla büyümeye ve tüketmeye ram olanların vebali ise daha büyük. Yaşanmaya değer hayatı, değerleri, farklı bir hayat tasavvurunu yaşayışı ile sergilemek bir yana iştahasıyla dünyataparlıkta diğerleriyle yarışanların tahribatı sadece yeşil ve çevreyle sınırlı değil: İnsanlığın elinde kalan son umudu da söküp atmaktır, tahrip etmektir.
Zeytin ağacı ihaneti affetmez. (yazının tamamı)
FATMA BARBAROSOĞLU
Aşına "ahh" kattıklarımız...
Aşağıda okuyacağınız satırları 2006 yılında yayınladım. O zaman da tıpkı şimdi olduğu gibi köy kadınlarının sıkıntısını, derdini, kederini adam yerinde koyan olmazdı.Köylü kadınlar ancak köylerinde bir tiyatro sahneleyebildikleri, yani olabildiğince şehre yakınlaştıkları zaman haber değeri taşıdı daima. Ağaç nakletmenin şu kadar kolay olduğu günümüzde, yirmi yıldır bir bebeğin tebessümünü bekler gibi ağacın ilk mahsulünü bekleyen köyü kadınların onca karşı durmasına rağmen, Soma ilçesinin Yırca köyünde binlerce ağaç haşere ile mücadele edercesine toprağa karıştırıldı.
Nimet.
Ağaçların ardından Yırca köyünün muhtarı ağladı. Muhtar ağlarken ben de ağladım.Yırca köyünün kadınları günlerdir ağlıyordu zaten.
Ağaç.
Efendimiz Hz. Muhammed kıyamet koparken dahi bize ağaç dikmeyi tavsiye etmemiş miydi...2006 yılında bambaşka bir bağlamda yayınlamış olduğum yazıyı, şimdi 2014 Kasım ayında, toprağa karışmış zeytin dallarına gözyaşı döken kadınların yanında saf tutmak adına yeniden yayınlıyorum. Toprağın her bir zerresini, zamanın her bir salisesini, alnının teriyle sulamış bu kadınların aşına AH katılışı beni ziyadesiyle korkutuyor. Rize"den Manisa"ya Artvin"e toprağına, suyuna, rüzgarına, ağacına sahip çıkmaya çalışan bu kadınların ah çekişi, bizi kendimize getirmez ise vay geldi başımıza! (yazının tamamı)
(2. yazı) Ağaçların hikâyesine yaslı yakın tarihimiz..
Nicedir köylü kadınları toprakları, suları, ağaçları için nöbet tutuyor. Elini her daim üzerine siper ettiği, yaralarını berelerini sardığı ağaçlar için nöbet tutuyor. Annemin yaşıtı kadınlar çocuklarına istikbal olsun diye rüzgarını, toprağını, suyunu korumaya çalışıyor. 70 yaşında dipçik yemeği, yaralanmayı göze alıyor. Kıldan ince kılıçtan keskin suru şu: Cumhuriyet tarihinin en keskin virajını, köylü kadınların ahına rağmen vahşi kapitalizmin yükselme eğrisine iman edip, hiç ikirciklenmeden son sürat geçecek miyiz?
En verimi ovalarımızı HES"leyecek miyiz?
Kendi mülklerindeki ağaçların sabaha karşı ansızın toprağa karıştırıldığını görünce ağaçlarının ardından uğunup kalan köylü kadınlar, yüzlerindeki hüzün ve keder ile kendi destanlarını yazarken, biz nerede duruyor olacağız?Ağaçlar sınırdır. Arazi kavgalarında tarlayı bekleyen ya ahlat ya bir kuşburnu, sınır bekçisi olarak şahit tutular çoğu defa. Ağaçlar uçsuz bucaksız mekânlara isim verir. Adıyla kayıt düşürür. Tek Çam''ın orası var ya denir, tarlanın yeri tarif edileceği zaman mesela. Benim köyümde Tek Çam diye bir yer vardır evet. Gölgesinde kaç hikâye barındırır!
Balta vurdukça ağaca, ağaç inlermiş ya sapı benden sapı benden. Bizimkisi işte o hesap! (yazının tamamı)
MUSTAFA KUTLU
Bir avuç toprak
Oturduğumuz evin yanındaki büyük ve boş arsaya devasa bir bina inşa edildi. İki yüksek rezidans, otel, alt kat bir alışveriş merkezi, havuz, süs bitkileri ve her yer beton. Beton zeminde granit kayalar. Her bina insanın üstüne üstüne geliyor. İkisi de birer ejderha. Mimarlar, peyzaj ustaları bu korkuyu, bu baskıyı kırmak, insanlara biraz olsun ferahlık vermek için alış-veriş merkezinin üzerini çimenler, çiçekler, bodur ağaçlar ile süslediler. Gören kişi orada bir avuç toprak var sanacak, orayı gerçek bir bahçeymiş diye kabul edecek.
Acaba eder mi?
Beton ve çelik karşısında aciz kalan insan kendi yarattığı canavarın şerrinden kaçmak için her türlü yalana inanmak ihtiyacındadır. (yazının tamamı)
Ekrem Özden
[email protected]
EkremOzden86