Üstad Bediüzzaman Hazretleri: “Gazeteler iki vazife-i mühimmeyi deruhte etmiştir (yüklenmiştir). Çünkü, iki rütbeye mazhar olmuş: Birincisi dellalü’l-mehasinü ve’l-meayib (ayıpları ve güzellikleri ilân eden), ikincisi hatibü’l-umumi (herkes adına konuşan) veyahut mürebbiyyü’l-efkâr (fikirleri terbiye eden, olgunlaştıran).
Üstad Bediüzzaman Said Nursî kendi hayatını üç döneme ayırıp, eski Said, yeni Said ve üçüncü Said olarak değerlendirmiştir.
Bu üç dönem birbirinin mütemmimi, özeti ve bir bütünün parçaları gibidir. Bu yüzden, Üstad Bediüzzaman’ı anlamak ve tanımak için bu üç dönemini birlikte bir bütün olarak değerlendirmek gerekiyor. Aynı durum Risâle-i Nur Külliyatı için de söz konusudur.
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin eski Said dönemi, ikinci ve üçüncü Said dönemlerinin adeta bir özeti görünümündedir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu dönemde, bütün meselelerde aktif olarak yer almış; meşrûtiyet ve hürriyeti anlatmış, çeşitli konferans ve mitinglere katılmış, devrin bütün dinî gazetelerinde makaleler yazmış, eserler telif etmiş; hamallar, askerler, talebeler, vatandaşlar, vekiller, gazeteciler ve aydınlar gibi toplumun çeşitli kesimlerine hitap ederek, asayişin temini, milletin selâmeti ve bütünlüğü için büyük bir gayret sarf etmiştir. Bu uğurda hayatını ortaya koymuştur.
Üstad Bediüzzaman “yeni Said” tabir ettiği ikinci dönemi ise, tamamen Risâle-i Nur Külliyatının telifiyle meşgul olduğu, bu yüzden sürgünler, mahkemeler, işkenceler ve baskıların da üzerinde yoğunlaştığı bir dönemdir. Dinin rafa kaldırıldığı “millî şef” hâkimiyetindeki bu dönemde, milletin gerçek temsilcileri olan, eski adıyla ‘Ahrarlar’ yeni adıyla ‘Demokratlar’ susturulmuş, en küçük bir dinî ibare dahi yazmak ve kullanmak yasaklanmış, dindar gazete ve dergiler kapatılıp, mensupları acımasızca cezalandırılmıştır.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, 1925 ile 1950 yılları arasında geçen bu dönemde, “Millî Şef” ürünü olan hiçbir parti ve gazete ile ilgilenmeyip tepkisini ortaya koyarak; buna karşı, Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez bir güneş olduğunu bütün dünyaya ispat edip, göstermek için bütün mesâisini iman hakikatleri olan Risâle-i Nur’un telifi için sarfetmiştir. Çünkü, “Risâle-i Nur, yalnız cüz’î bir tahribatı ve bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki, küllî bir tahribatı ve İslâmiyet’i içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal’ayı tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslâha çalışmıyor, belki, bin seneden beri tedarik ve teraküm (toplanan ve biriktirilen) edilen müfsid (fesat) âletler ile dehşetli rahnelenen (yaralanan) kalb-i umumiyi ve efkâr-ı ammeyi (kamuoyunu) ve umumun ve bahusus avam-ı mü’minînin (sade dindar vatandaşların) istinadgâhları (dayanak noktaları) olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeâirlerin (dinî semboller) kırılması ile bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumiyi, Kur’ân’ın i’cazıyla (Risâle-i Nur ile) ve geniş yaralarını Kur’ân’ın ve imanın ilâçları ile tedavi etmeye çalışıyor.” (Şuâalar, s. 283)
Üçüncü Said dönemi ise, yine bu iki dönemin özeti mahiyetindedir. Çok partili hayatla birlikte demokratların yeniden dirilmesi, basının biraz daha hür olması yeni bir dönemin işaretleriydi. Bu dönemde Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Halk Partisine karşı Demokrat Parti’yi desteklemiş, talebelerini de teşvik etmiş; gelişen hadiseleri de çeşitli gazetelerden (özellikle Zübeyir Gündüzalp Ağabeye okutup) takip etmiştir.
Üstad Bediüzzaman’ın nazarında dindar ve hürriyetçi bir gazetenin önemi her zaman büyük olmuştur. Ehl-i iman olan dindar insanların mutlaka “İ’la-i Kelimetullah’ı hedef-i maksad eden günlük dinî gazeteleri” olması gereğinin altını çizip (Tarihçe-i Hayat, s. 105) bu istikamette yayın yapan gazetelere daima minnettarlığını sunmuştur. “Sebilürreşad, Doğu gibi mücahidler iman hakikatlerini ehl-i dalâletin tecavüzâtından muhafazaya çalıştıkları için, ruh-u canımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz.” (Emirdağ Lâhikası 545) “Büyük Cihad gibi halisane dine hizmet eden o cerideye (gazeteye) ve onun sahip ve muharrirlerine (yazarlarına) din namına minnettar oldum ve Allah razı olsun dedim” (A.g.e. 767)
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, üçüncü Said döneminde dindar gazetelere taraftar, minnettar ve duâcı olup, teşekkür ederken; birinci Said döneminde ise, bu nevî gazetelerde bizzat makaleler yazarak ve “hergün belki sekiz gazete okuyarak” destek olmuştur. (Şuâlar, s. 718) “Meşrûtiyet zamanında Meclis-i Mebusana (millet meclisine) hitabesi ve gazetelerdeki makaleleriyle, Kur’ân’ın kudsî kanun-i esasisinin vaz’ ve tatbikinin millet-i İslâmiyeye iki cihanın saadetini kazandırıp hakikî kemalat ve terakkiye medar olacağını haykırmıştır.” (Tarihçe-i Hayat 698)
“Üstad Bediüzzaman’ın bir makalesiyle Adapazarı ve İzmit havalisinde elli bin kişi ittihad-ı Muhammedî (asm) cemiyetine dahil olmuştur.” (…) “Hürriyeti su-i tefsir etmemek (kötü yorumlamamak) ve meşrûtiyeti ‘meşrûtiyet-i meşrua’ (dine uygun hürriyet) olarak kabul etmek lâzım geldiğini ileri sürerek, bu hususta dinî gazetelerde makaleler neşrediyor ve hitabelerde bulunuyordu. Bu makale ve hitabeleri, emsalsiz denecek kadar beliğ ve muknî idi (anlaşılır ve ikna ediciydi) ehl-i ilim ve ehl-i siyaset (aydınlar ve siyasetçiler), Said Nursî’nin bu yazılarından ve derslerinden çok istifade etmişlerdir.” (A.g.e. 86)
Evet, günümüzde bazıları hâlâ gazete olsun mu olmasın mı, lâzım mı değil mi tartışmasını yaparken, Üstad Bediüzzaman Hazretleri ta o zamanda gazete gibi tesirli silâhla makaleler yoluyla milleti irşad ve tenvir vazifesini yaparak, çağın ne kadar ilerisinde olduğunu göstermiştir. Bu makaleler güncelliğini ve tazeliğini hiç kaybetmemiştir. Hem o zamana hem bu zamana birer pusula olmaya devam etmektedir. Bunu bizzat Üstad Hazretlerinin kendisi beyan etmiştir: “Bütün kuvvetimle derim ki: Gazetelerde neşrettiğim umum makalatımdaki (bütün makalelerimdeki) umum hakaikte (bütün hakikatler ve doğrularda) nihayet derece de musırrım (son derece ısrarlıyım) şayet zaman-ı mazi canibinden (tarafından), asr-ı saadet mahkemesinden adaletname-i şeriatla (Şeriatın adalet belgesiyle) dâvet olunsam, neşrettiğim hakaikı (yayınladığım doğruları) aynen ibraz edeceğim (sunacağım). Olsa olsa o zamanın ilcaatının (zorlamaları ve mecburiyetlerinin) modasına göre bir libas giydireceğim. Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenkidat-ı ukala (akıllıların eleştirileri) mahkemesinden tarih celpnamesiyle (mahkemeye çağrı pusulasıyla) celp olunsam (çağrılsam), yine bu hakikatleri, tevessü ve inbisat (genişleme) ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim. Demek, hakikat tahavvül etmez (değişmez) hakikat haktır.” (Eski Said Dönemi, Es. 145)
Üstad Bediüzzaman Hazretleri yeni Said ismini verdiği ikinci döneminde, bahsettiğimiz şekliyle, tek partili baskı yönetimi ve ona taraftar olan gazetelerden ibaret bir basın zihniyetinin hakim olduğu bir ortamda; “gazeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviyeyi terk etti” (Şuâlar, s. 718) Bu dalkavuk ve despot zihniyetteki gazeteleri efkâr-ı umumiyenin (kamuoyunun) yalancı tercümanı, ihtilâlci, edepsiz, mürcif, garazkâr, haysiyet kırıcı, farfaralı, iftiracı ve muhalif olarak vasıflandırmış; bu tür gazetelere karşı daima dindar gazeteleri desteklemiştir.
Gazetelerin veya medyanın öneminin ve tesirinin büyük olduğuna dikkat çekerek; vazifesini bilen ve doğru konuşan, vazifesini kötüye kullanan ve demagoji yapan olarak gazeteleri iki ayrı kategoride değerlendiren Üstad Bediüzzaman Hazretleri: “Gazeteler iki vazife-i mühimmeyi deruhte etmiştir (yüklenmiştir). Çünkü, iki rütbeye mazhar olmuş: Birincisi dellalü’l-mehasinü ve’l-meayib (ayıpları ve güzellikleri ilân eden), ikincisi hatibü’l-umumi (herkes adına konuşan) veyahut mürebbiyyü’l-efkâr (fikirleri terbiye eden, olgunlaştıran). Evvel ki unvan iktiza ediyor ki, hakimiyet-i millet ve hak tefettüşün (teftiş hakkı) seyf-i katı (keskin kılıcı) olan lisan-ı matbuattaki (gazetelerin, basının dili) tesiratını muhafaza etsin. İkinci unvan iktiza ediyor ki, efkârı terbiye ve talim etsin, sathi (yüzeysel) etmesin. Halbuki, şimdi aksülamel yapıyor. Zira bu kadar kesret (çokluk) ve karmakarışıklık bu tesiratı inkısama (bölünmeye) vermekle kuvvetini kaybetmiş ve efkârı adeta sathi etmiş ve ehl-i sa’yin (çalışanların) vaktini de imate ediyor (öldürüyor). Hem de, gazete sahibi, zemin bulmak için fikr-i intikamın maden-i habîsi (kötülük kaynağı) olan şahsiyâtı karıştırıyor. Veyahut on para kazanmak için ahlâk-ı İslâmiyeyi esasıyla sarsan istihzâat (alay etmek) ve terzilat (rezil etmek) ve müstehcenat (açık saçıklık, edepsizce ve terbiyesizce olan şeyler) ile ezhan-ı şûrede (çorak zihinlerde) ahlâk-ı rezilenin (aşağılık ve rezil ahlâkın) tohumunu ekiyorlar. (…) gibi seyyiâta (kötülükler, fenalıklar ve günahlara) meydan veriyorlar. Bu gazetelere ya tensikat (kısıtlama, düzenleme) veya taksimü’l-a’mal (iş bölümü) kaidesinin icrası (tatbiki) lâzımdır.” (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 187) sözleriyle bu tarihî tesbitleri gözler önüne sermiştir.
Bu itibarla, bütün bu tesbit ve gerçekler ışığında, doğru konuşan ve gerçekten haber veren gazetemiz ‘Yeni Asya’nın önemi tartışılmazdır. Evvela kendi camiamızın görüşlerini kamuoyuna sunmak ve camia fertlerinin ittihadını sağlamak, Kur’ân’ın bu zamandaki i’cazı olan Risâle-i Nur güneşine ayinedarlık vazifesini üstlenip, gündemde tutmak; ayrıca, ”Din nasihatten ibarettir” hükmünden hareketle dinî bir gazete ünvanıyla dinî nasihatleri duygulu ve heyecanlı vicdanlara yağdırmak (A.g.e., s. 98) misyon ve vizyonunu üstlenen Yeni Asya, sadakatli okuyucu ve mensuplarını Allah indinde de mesuliyetten kurtaracaktır İnşallah.
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin sır kâtibi ve nurun fedakâr ve büyük kumandanı ve gazetemizin kurucusu Zübeyir Gündüzalp Ağabey: “Bir gazeteye ihtiyacımız var cemaat olarak. Bizim kardeşlerimiz başka gazeteleri alıyor, okuyorlar; kafaları karışıyor. Dolayısıyla kendimizi savunacak, Risâle-i Nur hakikatlerini neşredecek, düşünce birliğini temin edecek bir gazeteye ihtiyacımız var.” (İşte Hayatım-Mehmet Kutlular, s. 96) diyerek, İttihad’la başlayan ve Yeni Asya’yla devam eden bu büyük nuranî hizmet sürecinin startını vererek çok büyük manevî destekte bulunmuştur. Bu ifade ve düşünceler ve tesbit ve tavsiyeler ışığında, gazetemiz Yeni Asya’nın Üstad Bediüzzaman ve Risâle-i Nur’un ve onun şahs-ı mânevîsinin ilâncısı ve bayraktarlığını yaptığını ve ne kadar büyük bir nimet olduğunu söylemeye gerek var mı? Öyleyse Üstadımızın yaptığı duâ tarzında bir duâyla bitirelim:
Ya Erhamerrahimin! İsm-i Azamın hakkına ve Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın hürmetine ve Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın şerefine Yeni Asya Gazetesini neşredenleri ve mübarek kadrosunu ve okuyucularını Cennetü’l-Firdevs’te saadet-i ebediyeye mazhar eyle, âmin. Ve hizmet-i imaniye ve Kur’âniyede daima muvaffak eyle, amin. Ve defter-i hasenatlarına Yeni Asya Gazetesinin bütün sayılarının her bir harfine mukabil bin hasene yazdır, âmin. Ve Nurların ve Yeni Asya’nın neşrinde sebat ve devam ve ihlâs ihsan eyle, amin. Umum Risâle-i Nur şakirtlerini ve Yeni Asya camiasını iki cihanda mes’ud eyle, amin. İnsi ve cinni şeytanların şerlerinden muhafaza eyle, âmin. Ve bizlerin kusuratını affeyle, âmin.
Yeni Asya ((22.02.2010))
***
Okumak için tıklayınız:
Bediüzzaman’ı tanıyanlar ve tanımayanlar
Bediüzzaman’dan hâkimlere hukuk dersleri
Risale-i Nur'daki Lâhikalar neden haber veriyor?
Bediüzzaman’a Göre Hukuk ve Adalet
Çağımızın İslâm hukukçusu: Bediüzzaman Said Nursî
Haber Merkezi