"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Sen çalış ben yiyeyim” düzenine karşı Kur'an ve Risale-i Nur'daki uyarılar!

01 Mayıs 2018, Salı 11:25
Büyük İslam Alimi Bediüzzaman Said Nursi, 'Sa’y (emek, işçi) grubu ile sermaye nasıl barışır?' şeklindeki bütün insanlığı ilgilendiren önemli mesele doğrultusunda 'Acaba ikisini barıştırmak çaresi yok mudur?' sualine karşı ifade ettiği ''Evet, vücub-i zekât [zekâtın verilmesi] ve hurmet-i riba [faizin haramlığı], karz-ı hasen [faizsiz verilen borç] şerait-i sulhiyedir [barış şartlarıdır].'' veciz cevabıyla Kur'ani ve İslami ve bütün insanlığı kapsayabilecek bir çözüm yolunun önemle üzerinde durmaktadır.

Konuyla ilgili olarak Yeni Asya Yazarı Süleyman Kösmene'nin kaleme aldığı “Ribânın (faizin) haram oluşu, günahı ve ribâdan kurtulma yolları konularında Kur’ân’da ve Risale-i Nur’da neler zikredilmektedir?” sorusunun cevaplandığı önemli makaleyi istifadenize sunuyoruz:

***

Bediüzzaman'ın ''müsbet hareket'' prensibi bütün herkese ders niteliğinde

***

KUZU POSTLU BİR KURT

Asrımız medeniyetinin inatla koruduğu, savunduğu ve kurumsallaştırdığı haramlardan birisi ribâdır, yani faizdir. Faiz bir üretme ve kazanma aracı değil; bir çalma, gasp etme ve kul hakkı yeme mekanizmasıdır.

Medeniyet kılıfına sokulmuş bir deniyettir. Kuzu postuna bürünmüş bir kurttur, bir çakaldır, bir ayıdır.Mimsiz medeniyetin kiridir, arsızlığıdır, isyanıdır, günahıdır.

Eskiden baronların ve para babalarının uyguladığı bu kirli çark, günümüz medeniyetinde bankaların önemli bir kazanç kapısıdır. Yoksa İslâmiyet işe, san’ata, ticarete, üretmeye ve kazanmaya elbette karşı değildir.

FAİZ ÂYETLERİ

Kur’ân faizi kesin bir dil ile kınamış ve yasaklamıştır. Buyuruyor ki:    

“Faiz yiyen kimseler, kıyamet gününde kabirlerinden şeytan çarpmış kimselerin kalkışı gibi kalkarlar. Bunun sebebi, onların,  ‘Alış veriş de faiz gibidir.’ demeleridir. Hâlbuki Allah alış verişi helâl, faizi ise haram kıldı.”1

“Allah faizin bereketini giderip onu mahveder. Sadakası verilen malı ise ziyadeleştirir. Allah faizi helâl sayan o kâfirlerden ve haram işleyen o günahkârlardan hiçbirini sevmez.”2

“Ey İman edenler! Allah’tan korkun ve eğer gerçek mü’minlerseniz, faiz olarak kalmış alacaklarınızı terk edin.”3

“Ey iman edenler! Kat kat faiz yemeyin. Ve Allah’tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz.”4

“Yahudilerin zulümleri, pek çok kimseyi Allah’ın yolundan alı koymaları, kendilerine yasaklanmış olduğu halde faiz almaları ve halkın malını haksız yere yemeleri sebebiyle, daha önce kendilerine helâl kılınan temiz ve iyi şeyleri Biz onlara haram kıldık. Onlardan kâfir olanlara da pek acı bir azap hazırladık.”5

RİSALE-İ NUR’DA FAİZ

Risale-i Nur’da faiz ile zekât iki manidar diyalog ile zihinlere perçinleniyor:   

Birisi: “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse, bana ne.”

İkincisi: “Sen çalış, ben yiyeyim.”6

Bediüzzaman’a göre bu iki kelime bütün fitne ve fesadın, bütün ihtilâl ve karışıklıkların, bütün kaos ve sosyal yaraların başında geliyor.

Kur’ân bu iki kelimeye karşı Zekâtı ve sadakayı emrederek insanlığa kardeşliği, merhameti, yardımlaşmayı, diğerkâmlığı ve vermeyi getirmiştir.

Medeniyet ise faizi emrederek yukarıdaki iki kelimede zikredilen cinayetin her ikisini birden işlemiş, insanlığı kaosa ve faciaya sürüklemiştir.

Kur’ân cömertliği emrederken, medeniyet cimriliği emretmiştir.

Kur’ân veren eli üstün görürken, medeniyet alan eli üstün görmüştür.

Kur’ân parayı toplayıp biriktirmeyi yasaklamış7, işi, üretimi ve emeği emretmiş8 iken, medeniyet bankaları para toplama merkezleri olarak kurmuş ve işi ve emeği değil, paranın durduğu yerde para doğurduğu bir sistem olan faizi teşvik etmiştir.     

Kur’ân zekâtı emrederek toplum fertlerini kardeş kılmış; kardeşliği yardımlaşma, merhamet, kerem ve kucaklaşma ile sürekli kılmayı ön görmüş iken, medeniyet zengin ile fakir, havas ile avam, üst ile ast arasını faiz ile iyiden iyiye açmış ve toplum fertleri arasında uçurumlar meydana getirmiştir.  

Kur’ân toplum fertlerini barıştırmış, medeniyet ise düşman kılmıştır.

BEDİÜZZAMAN’IN TEKLİFİ NEDİR?

Bediüzzaman’ın teklifi nettir. Diyor ki:

“Âyet-i Kur’âniye, âlem kapısında durup, ribâya “Yasaktır!” der. “Kavga kapısını kapamak için, ribâ kapısını kapayınız!” diyerek, insanlara ferman eder.”9

“Beşer salâh isterse, hayatını severse, zekâtı vaz’ etmeli, ribâyı kaldırmalı.”10

Dipnotlar:

1- Bakara Sûresi: 275.
2- Bakara Sûresi: 276 277.
3- Bakara Sûresi: 278.
4- Nisâ Sûresi: 130.
5- Nisâ Sûresi: 160, 161.
6- İşaratü’l-İ’caz, s. 49; Sözler, s. 373; Mektubat, s. 264.
7- Hümeze Sûresi; 2.
8- Necm Sûresi: 39.
9- Sözler, s. 373.
10- Sözler, s. 648.

FAİZ VE AZAP

“Bir Müslüman faiz yerse ebediyen cehennemde mi kalır, yoksa cehennemde cezasını çektikten sonra tekrar cennete girer mi? Kur’ân-ı Kerim’de faiz yiyenler ebediyen cehennemliktir diye geçiyor. Fâizle ilgili âyetleri açıklar mısınız?”

Bahsettiğiniz fâiz âyetlerini buraya alalım:

* “Fâiz yiyen kimseler, kıyâmet gününde kabirlerinden şeytan çarpmış kimselerin kalkışı gibi kalkarlar. Bunun sebebi, onların, ‘Alış veriş de fâiz gibidir’ demeleridir. Hâlbuki Allah alış verişi helâl, fâizi ise haram kıldı. Her kime Rabb’inden bir öğüt gelir ve o da bu öğüde uyarak fâizi terk ederse, bu yasaktan evvel almış olduğu fâizler kendisine aittir. İâde etmesi gerekmez. Onun hakkındaki hüküm, Allah’a kalmıştır. Her kim de eskiye dönüp tekrar fâiz yemeye başlarsa, işte öyleleri Cehennem ateşinin ehlidir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.” 1

* “Allah fâizin bereketini giderip onu mahveder. Sadakası verilen malı ise ziyâdeleştirir. Allah fâizi helâl sayan o kâfirlerden ve haram işleyen o günahkârlardan hiçbirini sevmez. Îman edip güzel işler yapan, namazlarını dosdoğru kılıp zekâtlarını hakkıyla veren kimselerin ise, muhakkak Rab’leri katında mükâfâtları vardır. Onlar için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.” 2

* “Ey Îman edenler! Allah’tan korkun ve eğer gerçek mü’minlerseniz, fâiz olarak kalmış alacaklarınızı terk edin.” 3

* “Ey îman edenler! Fâizi kat kat yemeyin. Ve Allah’tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz.” 4

* “Yahûdîlerin zulümleri, pek çok kimseyi Allah’ın yolundan alı koymaları, kendilerine yasaklanmış olduğu halde fâiz almaları ve halkın malını haksız yere yemeleri sebebiyle, daha önce kendilerine helâl kılınan temiz ve iyi şeyleri Biz onlara haram kıldık. Onlardan kâfir olanlara da pek acı bir azap hazırladık.” 5

Bu âyetlerin bildirdikleri başlıca hükümleri maddeler halinde belirtmek gerekirse:

1- Bu âyetlerin hiçbirisi tövbe kapısını kapatmıyor. Bilâkis, tövbe edenin ve fâiz almaktan vazgeçenin, daha önce almış oldukları fâizlerin kendisine âit olduğunu, iâde etmesi gerekmediğini, onun hakkındaki hükmün de Allah’a kaldığını bildiriyor ve fâiz yemiş olanları tövbeye dâvet ediyor.

2- Fâiz malın ve kazancın bereketini gidermektedir. Bu açıdan fâiz yiyenler görünüşte çok para kazanıyor gibi olsalar da, aslında çok para kazanmıyorlar, bereketsiz bir yığın toplamış oluyorlar. Bu bereketsiz yığın daha dünyada bile hayır getirmeyecek, kişinin elinden şu veya bu sebeplerle, olmadık gerekçelerle çıkacaktır. Neticede fâiz yiyicisi dünyada bile bu işlemden “hayır görmeme” cezâsına ve “zarar görme” kısmî kefâretine mahkûmdur.

3- Üstad Bedîüzzaman’ın ifâdesiyle fâiz Müslüman’a mutlak zarardır. Atâlet verir, çalışmaya şevki kırar, tembelliğe atar. Böylece Müslüman, fâiz günahının dünyevî bedelini mutlaka öder. Fâizin kap ve kapıları olan bankaların faydası beşerin en fenâ kısmınadır.6 Onların hesapları da âhirette görülür.

4- Sadaka ve zekât ise, mala ve kazanca bereket getiren, başkasına veriliyor olsa da paranın mânevî değerini arttıran ve Allah’ın rızâsını kazandıran birer ibâdet şekilleridir. Fâiz alarak insanların mallarını gasp etmektense, sadaka ve zekât vererek insanlara yardımcı olunmalıdır. Kur’ân’ın şiddetle önerdiği ve önemsediği tavsiye budur.

5- Allah, haramı helâl sayanları sevmiyor.

6- Fâiz yasağını “Alış veriş de fâiz gibidir” gibi gerekçelerle hafife alan, fâizin haram olduğunu kabul etmeyen ve inkâr eden münkirlerin yerinin ise “Cehennem ateşi”  olduğunu ve orada ebedî kalacaklarını âyet açıkça beyan ediyor. Binâenaleyh, “Ebedî Cehennem” inkârcı için söz konusudur.

7- Bu âyetlere göre fâiz günahkârını ayrı, fâiz münkirini (faizin haram olduğunu inkâr edeni) ayrı telâkki etmeliyiz.

8- Günahkâr olup münkir olmayanların, cezâsını çektikten sonra Cennete gidecekleri elbette rahmet-i İlâhiyeden umulur.

DUÂ

Allah’ım! Bizi münkirlerden kılma! Bizi kâfirlerden kılma! Bizi nankörlerden kılma! Bizi haram-helâl tanımayanlardan kılma! Bize helâlinden yeme aşkı ve arzûsu ver! Bize haram yeme isteği ve ameli verme! Kazancımızı fâizden, haramdan, kul hakkından, haksız ve bereketsiz kazançtan koru! Kazancımıza helâl yoldan bolluk ve bereket ver! Bizi zekât verme şuuruna erdir! Bize, verdiklerinin şükrünü eda zenginliği ver! Âmin.

Dipnotlar:

1- Bakara Sûresi: 275.
2- Bakara Sûresi: 276 277.
3- Bakara Sûresi: 278.
4- Nisâ Sûresi: 130.
5- Nisâ Sûresi: 160, 161.
6- Sözler, s. 671.

Yeni Asya İlahiyatçı yazarı Süleyman Kösmene

***

“Müsbet hareket” ya da “manevî cihad”

Kökleri Asr-ı Saadet uygulamalarına dayandırılabilecek ‘müsbet hareket,’ Bediüzzaman Said Nursi’nin bu asırda ortaya koyup geliştirdiği çok yönlü bir kavram.

Büyük İslam âlimi Bediüzzaman Said Nursî’nin özgün kavramsallaştırmaları meşhurdur; ki bunlar onun şaheseri “Risale-i Nur Külliyatının (RNK) temel/anahtar kavramları” olarak da bilinir...

Devamını okumak için tıklayınız:

http://www.yeniasya.com.tr/kultur-sanat/musbet-hareket-ya-da-manevi-cihad_430693

Sa’y (emek) ile sermaye nasıl barışır?

Acaba ikisini barıştırmak çaresi yok mudur? Evet, vücub-i zekât [zekâtın verilmesi] ve hurmet-i riba [faizin haramlığı], karz-ı hasen [faizsiz verilen borç] şerait-i sulhiyedir [barış şartlarıdır]. Eski Said Dönemi Eserleri, Rumuz, s. 513

Şu âlemin ihtilâli nedir?”

“Sa’yin sermaye ile mücadelesidir.” 

“Acaba ikisini barıştırmak çaresi yok mudur?” 

“Evet, vücub-i zekât ve hurmet-i riba, karz-ı hasen şerait-i sulhiyedir. Şu riba taşını altından çeksek, şu zalim medeniyet kasrı çökecektir.” 

Eski Said Dönemi Eserleri, Rumuz, s. 513

***

Bu devirde sû-i istimâlât o dereceye vardı ki, bir sermâyedar, kendi yerinde oturup, bankalar vâsıtasıyla bir günde bir milyon kazandığı hâlde; bir bîçare amele, sabahtan akşama kadar, tahte’l-arz mâdenlerde çalışıp, kùt-u lâyemût derecesinde, on kuruşluk bir ücret kazanıyor. Şu hâl, müthiş bir kin, bir iğbirar verdi ki, avâm tabakası havâssa îlân-ı isyan etti. Şu asrın tâbiriyle, sosyalistlik, bolşeviklik sûretinde, evvel Rusya’yı zîr ü zeber edip geçen Harb-i Umûmiden istifade ederek, her yerde kök saldılar. 

Mektûbât, s. 354, (yeni tanzim, s. 618) 

*** 

İşârâtü’l-İ’câz’da ispat edildiği gibi, bütün ihtilâlât-ı beşeriyenin mâdeni bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi bir kelimedir. 

Birinci Kelime: “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse, bana ne.” 

İkinci Kelime: “Sen çalış, ben yiyeyim.” 

Evet, hayat-ı içtimâiye-i beşeriyede havâs ve avâm, yani zenginler ve fakirler, muvâzeneleriyle rahatla yaşarlar. O muvâzenenin esâsı ise, havâs tabakasında merhamet ve şefkat; aşağısında, hürmet ve itaattir. 

Şimdi, birinci kelime havâs tabakasını zulme, ahlâksızlığa, merhametsizliğe sevk etmiştir; ikinci kelime avâmı kine, hasede, mübârezeye sevk edip, rahat-ı beşeriyeyi birkaç asırdır selb ettiği gibi; şu asırda, sa’y, sermâye ile mübâreze neticesi, herkesçe mâlûm olan Avrupa hâdisât-ı azîmesi meydana geldi. 

İşte, medeniyet, bütün cemiyât-ı hayriye ile ve ahlâkî mektepleriyle ve şedid inzibat ve nizâmâtıyla, beşerin o iki tabakasını musâlâha edemediği gibi, hayat-ı beşerin iki müthiş yarasını tedâvi edememiştir. Kur’ân, birinci kelimeyi esâsından vücûb-u zekât ile kal’ eder, tedâvi eder; ikinci kelimenin esâsını hurmet-i ribâ ile kal’ edip, tedâvi eder. Evet, âyet-i Kur’âniye, âlem kapısında durup, ribâya “Yasaktır!” der. “Kavga kapısını kapamak için, ribâ kapısını kapayınız!” diyerek, insanlara ferman eder. Şâkirdlerine, “Girmeyiniz!” emreder. 

Sözler, s. 373, (yeni tanzim, s. 661)

http://www.yeniasya.com.tr/gundem/sa-y-emek-ile-sermaye-nasil-barisir_333022

***

Bediüzzaman'ın ''müsbet hareket'' prensibi bütün herkese ders niteliğinde

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri daima “müspet hareket” prensibini esas almış ve asayişi korumayı çalışmıştır.

Mutlakiyet döneminde, Meşrutiyet döneminde ve Cumhuriyet döneminde hep aynı ilkeli davranışı muhafaza etmiştir. Bediüzzaman Said Nursi'nin talebelerinden Zübeyir Gündüzalp'in 'Davasını ifade eden kazanır' sözüyle de tariflenebilecek müspet hareket prensibi Nur Talebeleri tarafından hassasiyetle devam ettirilmiş ve Nur Talebelerinin hizmetlerinde ve içtimai hayatlarında çok önemli bir rehber olmuştur.

***

Sosyal ve siyasi olaylar ve Bediüzzaman Said Nursi

Devamını okumak için tıklayınız:

http://www.yeniasya.com.tr/gundem/bediuzzaman-in-musbet-hareket-prensibi-butun-herkese-ders-niteliginde_395449

 

Haber Merkezi

Okunma Sayısı: 13073
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı