Yeni Asya Gazetesi yazarı M. Latif Salihoğlu, Bediüzzaman Said Nursi'nin Risale-i Nur Külliyatındaki ilginç “otuz beş sene” tevafuğuna dikkat çekti.
Risâle-i Nur Külliyatı içinde yaklaşık 35 yerde “otuz beş sene” tâbiri geçiyor. Beş-altı yerde ise “otuz-kırk sene” tâbiri geçiyor ki, bu da yine aynı mânaya geliyor.
Bu tür ifadelerin hemen tamamının içtimaî ve siyasî meselelere dair olması, üzerinde ayrıca düşünülmesi gereken mühim bir nokta.
Netice itibariyle buradan şunu anlıyoruz ki: Her 35 senede, yahut her otuz-kırk senede bir, sosyal ve siyasî sahada büyük gelişmeler ve radikal değişimler meydana geliyor.
Bu değişimlerin daha çok otuz-kırk (35) yıllık periyotlar halinde vukua geliyor olması—bilhassa sosyolojik tahliller noktasında—elimize bir parametre imkânını bahşediyor denilebilir.
Fecir olacak; ferec gelecek
Şu sözler Bediüzzaman Hazretlerine ait: “Yetmiş birde (Hicrî 1371) fecr-i sâdık başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr-i kâzib de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sâdık çıkacak.” (Hutbe-i Şâmiye, s. 34. Tarihçe-i Hayat, s. 80)
Miladî tarihle 1950’lerde bir fecir ve ferec hali yaşandı.
Ne var ki, 1960’ta vahişce gelen ve 1980’de tam münâfıkane bir plânlama ile tekrarlanan süngülü darbeler, yaşanan şeyin bir tür “fecr-i kâzib” olduğunu gösterdi.
12 Eylül 1980 Darbesinin üzerinden tam 35 sene geçti.
Bu otuz beş sene zarfında Nur Talebelerini şaşırtma ve korkutma, Nur Risâlelerini tahrif ve tekelleştirme yönünde yapılmayan müdahale, uygulanmayan numara neredeyse kalmadı.
Kezâ, Demokratların siyaset sahnesinden silinmesi için, ancak cinnî şeytanın aklına gelebilecek oyunlar plânlandı ve bütün bunlar bir bir vizyona sokulmaya çalışıldı.
Demokrat misyon, çoğu kimsenin nazarında sıfırlandı ve siyaseten silinmiş oldu. Öyle ki, geçmişin kırk yıllık demokratlarından bazıları bile kalabalıkların içinde yüksek perdeden şu tâlihsiz sözleri sarf etme bahtsızlığını sergiledi: Arkadaşlar! Bilesiniz ki, artık Demokratlar da, Demokratlık da öldü, bitti, gitti...
Yani, şahıs merkezli bir “haricî siyaset cereyanı” uğruna, kırk yıllık dâvâ arkadaşlarını satanlar, unutanlar, yahut ademe mahkûm edenler, ortalıkta adeta cirit attı.
Ne var ki, bu gürûha mensup olanların çoğu, 7 Haziran 2015’teki sandık tokadı ve 11 Haziran’da açıklanan AYM’nin “Devlet tekeline red” kararı ile adeta ağızlarından sopa yemişe döndüler.
Zannediyorlardı ki, devrân hep paşa gönüllerinin arzusuna göre sürüp gidecek.
Zannediyorlardı ki, “mahkeme kadıya mülk” olarak kalacak.
Zannediyorlardı ki, herkesin yaptığı yanına kâr kalacak.
Zannediyorlardı ki, Risâle-i Nur’un devlet tekeline alınmasıyla, “Yeni Asya, Nur Külliyatını ebediyyen basamayacak.” (Evet, şu tırnak içindeki tabiri kullanan bazı bedbahtlar da çıktı.)
Zannediyorlardı ki, Cenâb-ı Hak, başkasının eliyle de olsa, hayırlı hizmetlere kapı açtırmayacak.
Zannediyorlardı ki, ilaâhir...
Zanlarının yanlış olduğu, tahminlerinde hata ettikleri, şimdi âyân-beyan ortaya çıktı.
Bakalım, ortaya daha neler çıkacak, neler...
Şuna eminiz ki: Nur’a ilişmenin ve Risâle-i Nur ile menfice oynamanın basit ve sıradan bir hâdise olmadığını, kezâ, bunun bedelinin de pek ağır olacağını bütün beşeriyet âlemi görüp idrak etmeye başlayacak.
Bir haftalık süre içinde başdöndüren gelişmeler
2015, 12 Eylül Darbesinin 35. senesiydi. Çarkların tersine döneceğine, yahut ciddî bir kırılmanın yaşanacağına dair, yakın zamana kadar da ufukta pek birşey görünmüyordu.
Ne var ki, çok kısa bir süre içinde, yani son bir hafta içinde hep birlikte gördük ki, 10-15 (bir başka zâviyeden 30-40) yıllık gidişatın çarkları âniden tersine dönmeye başladı. Meselâ:
* Tek parti iktidarına dayalı olarak sürdürülen bir “faşizan demokrasi”nin hormonlu pâyandaları pörsümeye, dahası çatırdaya çatırdaya kırılıp dökülmeye yüz tuttu.
* Hemen her gün kibirle ve mağrurâne bir edâ ile milletin önüne çıkıp nutuk atanların hızları kesildi, moralleri bozuldu, yüzleri düştü; muhtemelen, gelecek günler itibariyle de kâbuslar yaşamaya ve hafakanlar görmeye başladılar.
* Risâle-i Nur’u siyasî hesaplarına âlet edenler, bu kudsî eserleri “himaye maskesi”yle devlet inhisarına almaya çalışanlar, belki de hiç ummadıkları şekilde AYM’nin kapı gibi “red kararı” ile karşılaştılar.
* * *
Nihayet, henüz çok kısa denilecek bir zaman zarfında vukua gelen bu ve benzeri gelişmeler gösteriyor ki, kandırmaca karakterli bir gidişatın ibresi artık dönmeye başladı.
Kezâ, adeta yeni bir dönem, yahut yeni bir milat ile karşı karışa geldik veya geliyoruz mânasını taşıyan mühim sinyaller ve önemli işaretler meydân-ı zuhûra çıkmaya başladı.
Evet, sayımız az ve kuvvetimiz zayıf da olsa, arkamızda bir İlâhî inayet olduğuna ve Hz. Bediüzzaman’ın da mânevî tasarrufunun devam ettiğine inanıyoruz.
Velhâsıl, bugün dünden daha iyi ve gelecek günler bugünden daha güzel olacak inşaallah.
@salihoglulatif: Bugün dünden daha iyi olduğu gibi, yarının da bugünden daha güzel olacağına dair kuvvetli emareler zuhûr etmeye başladı.