İHH İnsani Yardım Vakfı Başkanı Yıldırım, dünyanın her tarafında Müslümanların öldürüldüğünü ve bunun suçlusunun yine bir araya gelemeyen Müslümanlar olduğunu belirtti.
İHH İnsani Yardım Vakfı Başkanı Bülent Yıldırım, İHH İnsani Yardım Vakfı Şanlıurfa Temsilciği tarafından Mehmet Akif İnan Konferans Salonu'nda düzenlenen ve Kur'an-ı Kerim tilavetiyle başlayan "Mescid-i Aksa ve Kudüs" konulu konferansta, dünyanın herhangi bir bölgesinde yaşanan sıkıntıyla ilgilenmenin, Müslümanların görevi olduğunu söyledi.
İnsanların hayırda yarışması gerektiğini belirten Yıldırım, ister Hristiyan, ister Yahudi olsun tüm mazlumlara destek verilmesi gerektiğini anlattı.
Yıldırım, dünyada katliamların arttığını, her tarafta Müslümanların öldürüldüğünü ifade ederek, şunları kaydetti:
"Dünyadaki savaşlara şöyle bir bakın, ölen tarafların hepsi Müslüman, öldürenler ise Haçlılar, siyonistler, Budistler ve işbirlikçileridir. Tamam bunlar öldürüyor, peki suçlu bunlar mı? Suçlu biziz. Biz aklımızı kullanmadığımız için güç sahibi olamıyoruz. Biz bir araya gelemediğimiz için düşmana karşı duramıyoruz. Akılsız olanı herkes yer, güçsüz olanı öldürürler, bak yapıyorlar.
Tam 300 yıldır başımıza gelen 3 şeyi söyleyeyim size, ölüyoruz, hapse giriyoruz ve göç ediyoruz. Bunun üç tane sebebi var, cehalet, yoksulluk ve ihtilaf. Şu ayrılık var ya şu ayrılık, Müslümanların şucu, bucu olması, cemaatçi olması"
CEMAATÇİ OLMAK AYRILIKÇILIK ANLAMINA GELMEZ
İHH Başkanı Yıldırım, cemaatçi olmayı ayrılıklara sebep olarak zikrediyor. Oysa bu değerlendirme pek doğru değil. Yazarımız Süleyman Kösmene, 16 Ocak 2015 tarihli yazısında müsbet ihtilafın hayırlı olduğu değerlendirmesini yapıyor. İşte Kösmene'nin yazısından ilgili kısımlar:
Bilindiği gibi, Bediüzzaman ihtilâfı ikiye ayırıyor: Müsbet ihtilâf, Menfi ihtilâf.
Müsbet ihtilâfta rahmet vardır! Peygamber Efendimiz’in (asm) müjdesine mazhar olmuştur.
Bu ihtilâfı Bediüzzaman şöyle tanımlıyor: “Her biri kendi mesleğinin tamir ve revacına sa’y eder. Başkasının tahrip ve iptaline değil, belki tekmil ve ıslahına çalışır.” Menfi ihtilâf ise, yakan, yıkan, tahrip eden, bünyeye zarar veren; çünkü içinde garaz, kin, haset ve adavet barındıran ihtilâftır.
Menfi ihtilâfı Bediüzzaman şöyle tanımlıyor: “Amma menfi ihtilâf ise-ki garazkârâne, adâvetkârâne birbirinin tahribine çalışmaktır-hadisin nazarında merduttur.”
Menfi ihtilâf, tarafgirlikler meydana getirir.
Beşeriyet gereği potamızda bulunan kin, adâvet ve husûmet duygularını şeytan ihtilâf zemininde çabuk ve kolay kaşır ve kullanır.
Nefis tahriklere ve kışkırtmalara çabuk kapılır.
Dinde haram olan bir sürü facia davranış bu tahrikle nezih kalbe sokulur: İtham, gıybet, iftira, gurur, kibir, kin, nefret, adavet… vs.
Eğer iman-ı kâmil sahibi kalp, bu kışkırtmalar esnasında uhuvvet gibi, kardeşlik gibi, iman gibi temel referanslarına dört elle sarılır ve mü’min kardeşini kendi zulmünden korursa nurun âlâ nur!
Bir facia imtihanı başarmış olur.
Yok; yenik düşerse, imtihanın zor soruları başlamış demektir! Bu zor soruları tek tek başarmak pek kolay olmaz.
Çünkü her biri ayrı bir imtihan konusudur.
Kırgınlıklar, dargınlıklar, kin ve adavet, hukuk ihlâli bu imtihanın sıradan konularıdır.
Oysa unutmamak lâzımdır ki: Hakta ittifak kaydı ve şartıyla, ehakta herkes aynı şeyi düşünmek zorunda değildir.
Ehak’ta (en hak olanda) hiç kimse kendi kanaati dolayısıyla kardeşine muhalif olmamalıdır, tesanütü ve birlik beraberliği sarsıcı boyutta ihtilâf çıkarmamalıdır. Bedîüzzaman, “Hakkı bulduktan sonra ehak için ihtilâfı çıkarma” diyor.
Çünkü ehak için ihtilâf çıkarsa yeni bir imtihan dönemi daha başlar: Bu imtihan uhuvveti sarsar. İhlâsı zedeler. Tesanütü bozar. Müfritane irtibat yerine; müfritane inşikak meydan alır.
Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek unutulur; kanaati için sevmek ve kanaati için buğz etmek devreye girer.
Bediüzzaman’ın o veciz uyarısıyla: “Elhubbu lillah, ve’l-buğzu fillâh ve’l-hükmü lillah olan desâtir-i âliye düstur-u harekât olmazsa, nifak ve şikak meydan alır.”
Niza başlar.
İşte Kur’ân bu noktada ikaz ediyor: “Nizaa düşmeyin (çekişip boğuşmayın); sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz elden gider.”
Oysa müsbet ihtilâfta bu mahzurlar yoktur.
Onun için müsbet ihtilâfta rahmet bulunur.
İhtilâfı müsbet hale getirmek ise hiç şüphesiz bizim elimizdedir:
İhtilâfı yukarıda bir kısmı işaret edilen pürüzlerden, kirliliklerden, zulümden arındırmak!
Yani ihtilâfı, necasetten taharete sokmak!
İhtilâftaki rahmete ulaşmanın başka yolu yoktur!
İhtilâfta müsbetlik ölçüsü: İhtilâfa rağmen Allah için sevmektir!
Muhalifiyle boğuşmak yerine; müsbet hareket etmektir! Çünkü birbiriyle boğuşunca müsbet hareket şansı elden gidiyor.
Rahmet de kaçıyor!
BİZİM DÜŞMANIMIZ CEHALET, ZARURET, İHTİLAFTIR
Üstad Bediüzzaman Said Nursi, İHH Genel Başkanı Yıldırım'ın açıklamalarında iktibas ettiği ve Müslümanların başına gelenlerin sebebi saydığı "cehalet, yoksulluk ve ihtilaf" tesbitini Risale-i Nur'da şu şekilde izah ediyor:
Bizim düşmanımız cehalet, zarûret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san′at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz.
İstanbul’da yirmi bine yakın hemşehrilerimi, hammal ve gafil ve safdil olduklarından, bazı particiler onları iğfal ile, vilâyât-ı şarkiyeyi lekedar etmelerinden korktum. Ve hammalların umum yerlerini ve kahvelerini gezdim. Geçen sene, anlayacakları sûretle meşrûtiyeti onlara telkin ettim. Şu meâlde:
İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrûtiyet, adalet ve Şeriattır. Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halîfedir; biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere tabî olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar haydutturlar. Bizim düşmanımız cehalet, zarûret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san′at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz. Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkîye sevk eden hakîki kardeşlerimiz Türklerle ve komşularımızla dost olup el ele vereceğiz. Zîra husûmette fenalık var; husûmete vaktimiz yoktur. Hükûmetin işine karışmayacağız. Zîra, hikmet-i hükûmeti bilmiyoruz...
İşte o hammalların, Avusturya’ya karşı, benim gibi bütün Avrupa’ya karşı(HAŞİYE) boykotları ve en müşevveş ve heyecanlı zamanlarda akılâne hareketlerinde bu nasihatin tesiri olmuştur.
Padişaha karşı irtibatlarını tadil etmeye ve boykotajlarla Avrupa’ya karşı harb-i iktisadî açmaya sebebiyet verdiğimden, demek cinayet ettim ki, bu belâya düştüm.
HAŞİYE: Bediüzzaman’a zürefadan biri, birgün, irfanıyla mütenasip bir esvap giymesi lüzûmundan bahseder. Müşarünileyh de, “Siz Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz, hem onun gönderdiği kalpakları giyiyorsunuz. Ben ise, bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum, onun için yalnız memleketimin maddî ve manevî mamülâtını giyiyorum” buyurmuştur.
Tarihçe-i Hayat, s. 56, (yeni tanzim, s. 101)
***
Hem de bizim düşmanımız ve bizi mahveden, cehâlet ağa, oğlu zaruret efendi ve hafîdi husûmet beydir. Ermeniler bize düşmanlık etmişlerse, şu üç müfsidin kumandası altında yapmışlar.
Münâzarât, s. 67-70
***
Suâl: “Tarif ettiğin meşrûtiyetin ne miktarı bize gelmiş ve niçin bütün gelmiyor?”
Cevap: Ancak on kısımdan bir kısmı size gelebilmiş. Zîrâ sizin şu vahşetengiz, cehâletperver, husûmetefzâ olan sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehâlet ejderhasından, husûmet kurtlarından bîçare meşrûtiyet korkar, kolaylıkla gelmeye cesâret edemez.
Münâzarât, s. 29
***
Evet, cehâletimizin silâhıyla, asıl bizi mahveden, içimizdeki, garip nâmlar ile hüküm süren parça parça istibdatlar idi ki, hayatımızı tesmîm etmiş idi.
Münâzarât, s. 29
Haber Merkezi