İslamilik Endeksi araştırmasını hazırlayan Hossein Askari,yaptığı çalışma hakkında soruları cevapladı. Askari, "Eğer Müslüman ülkeler Kur'an’da tavsiye edilen kuralları izler ve kurumlarını geliştirirse tıpkı Batılı bir ulusun yaptığı gibi bir performans sergileyebilir." dedi.
George Washington Üniversitesi’nden iki akademisyen Hossein Askari ve Scheherazade Rehman “İslam ülkeleri ne kadar İslami?” adındaki makale ile İslam İşbirliği Teşkilatına üye olan ülkelerin İslam’ın öğretilerini günlük hayata yansıtıp yansıtmadığı sorusunun cevabını aradı.
Araştırma bir bakıma İslam’ın ekonomik, siyasal ve sosyal davranışları nasıl etkilediğini ortaya koyma niyeti taşıyordu.
Referanslar; Kur’an-ı Kerim’deki kutsal ayetlerin yanı sıra, Hz. Muhammed’in (SAV) hayatı, uygulamaları ve bunların İslami öğretiler ile olan ilişkisiydi.
İslamilik Endeksi’nin ilk 20 sırasında Kuzey Avrupa ülkeleri ağırlıkta, ilk 50’de ise yalnızca 4 Müslüman ülke var.
Emeritus Profesör Hossein Askari, Independent Türkçe’ye merak edilen soruları yanıtladı.
İslamilik Endeks araştırması fikri nasıl ortaya çıktı?
İslam’ın farklı boyutları hakkında (kalkınma, adalet, ekonomi, banka ve finans sistemleri) kutsal kitap Kur’an-ı Kerim’e dayandırılarak yazdığım kitapların ardından bazı ülkelerde İslam’ın kutsal kitabın öğretilerini yansıtmadığını gördüm. Müslümanlar dua etmek gibi dini alışkanlıkları yerine getiriyor. Diğer yandan Müslüman toplulukların İslam’ın öğütlerini kurumsal yapıya yansıtamadığı da ortada. Dolayısıyla biz acaba İslam’ın önemli öğretilerinin bu araştırmanın ölçümlerinde kullanılıp kullanılamayacağını ve hangi ülkelerin bu değerleri daha iyi yansıtabileceğini sorduk. Bunu yaparak Kur’an-ı Kerim’e dayalı bir yol haritası sağlayacağımızı ve Müslüman dünya için bir reform teşkil edeceğini umut ettik. Bunu İslami çerçevede toplumların gelişimi için bir yol olarak görebiliriz. “Müslüman ülkeler nerede eksik ve hangi değişiklikleri benimsemesi gerekiyor?” sorusuna yanıt veren bir yol.
Sürdürülebilir kalkınmayı sağlama ve etkili kurumlar tesis etme konusunda Kur'an’ın öğretileri ve kurallarının nasıl bir etkisi olabilir?
Örneğin Kur'an yoksulluğu yok etmeyi önerir. Bu kapsamda hangi ülkelerin yoksulluğun kökünü kuruttuğuna bakabiliriz. Elbette bunu yapabilmek için politika ve programlara ihtiyaç var. Bu amaca ulaşma yolunda ise kurumsal bir yapının oluşturulması gerekecektir. Bakın, Kur'an gösterişli yaşam biçimini yasaklar. Buna rağmen belli bir azınlık için ihtişamlı hayat tarzına sahip olup halkın büyük bölümü için fakirliğin hüküm sürdüğü ülkelerin olduğunu biliyoruz. Örneğin, Kur'an eğitimi öğütler. Buradan yola çıkarak, bir ülkenin herkes için iyi bir eğitim sistemini destekleyip desteklemediğini ölçebiliriz. Sonra, Kur'an tüm insanları eşit görür. Dolayısıyla şu soruyu da sormamız mümkün: “Bir ülke herkesin gelişimi için herkese eşit fırsatlar sağlayabilir mi?” Kur'an aynı zamanda özgürlükler ve insan haklarına da saygılıdır. Buradan hareketle Kur'an adaletin önemini, özel mülkiyet haklarının önemi vurgular. Bu liste daha birçok başlıkla uzatılabilir.
'İslam’ın en büyük güzelliklerinden birisi kurallara dayalı bir din olması'
Tüm bu hedeflere ulaşabilmek için bir ülkenin etkin kurumlar oluşturmaya ihtiyacı vardır. Kurumlar ise anayasalardan, kurallardan, normlardan, geleneklerden ve şüphesiz tüm bunların uygulamalarından ibarettir. Müessir kurumlar bugün toplumların ve ülkelerin temelinin gelişimi için olmazsa olmaz. Kurumların bir nevi ülkelerin yapı iskelesini oluşturduğunu da söyleyebiliriz. Bu fikir Adam Smith tarafından oluşturuldu ve ekonomistler onun bu düşüncesini takip etti. İslam’ın en büyük güzelliklerinden birisi ise kurallara dayalı bir din olması. Yani Kur'an’ın kuralları ile peygamberin hayatını yorumlayıp bugünün dünyasının kurallarına uygulamak mümkün. Fakat İslam sadece Hz. Muhammed’in (SAV) hayatı boyunca çok kısa süreliğine gerçek manada uygulanabildi, daha sonrasında ise peygamberin ölümüyle birlikte din zulmeden hükümdarlarca bozuldu.
Araştırmanız İslam’a dönük algının değişmesine yardımcı oldu mu?
Kesinlikle. İslam’ın zulmü, yolsuzluğu, çatışmayı, ayrımcılığı, yoksulluğu kınadığını gösterdik. İslam’ın aynı zamanda eğitimi, eşitliği, barışı, iş birliğini, siyasi ve insani hakları, ekonomik refahı ve toplumsal hizmetleri desteklediğini gösterdik. İslam; Müslüman olmayanları inanmalarını sağlamak için kandıracak bir din değildir.
Ama siz bununla birlikte dikkat çekici bir olgudan söz ediyorsunuz. Raporunuzdaki cümleden alıntılıyorum: “İslamilik Endeksi programının amacı İslam’ı aydınlatmak, berraklaştırmak”
İslam’ın gerçekten aydınlatılmaya ihtiyacı var mı? Ya da neden var?
Neden bu cümleyi dikkat çekici buldunuz? Eğer Müslümanlar Kur’an-ı Kerim’i okumak ve anlamını tartışmak için zaman ayırıyorsa sorun yoktur. Kur'an’ın her kelimesini ezberlemek dışında bunun kendi hayatları ve toplum için anlamı ne? Eğer Müslümanlar tartışmaya ve Kur'an’ın ayetlerini muhakeme etmeye açık olsalardı, eğer din insanları ve kural koyucular Kur'an’ın ayetlerini yorumlayan Müslümanları hapishaneye koyup işkence etmeselerdi, eğer din insanlarının tümü dürüst öğretmenler olsaydı, eğer kimileri yolsuzluğa bulaşmamış olsaydı… İşte o zaman Kur'an’ın öğretilerini aydınlatıp, berraklaştırmaya, sadeleştirmeye ihtiyaç olmazdı. Fakat yaşadığımız dünya böyle bir dünya değil. Müslümanlar din insanlarından, kural koyuculardan ve fırsatçı politikacılardan dinlerini geri almalı ve bunun hakkında çalışmaya ihtiyaç duymalı. Hazırladığımız bu İslamilik endeksi nasıl kanunlara saygılı bir Müslüman toplum sağlanabileceği ile ilgili bize bir manzara sunuyor. Ve bu manzara sıradan bir din adamının kolayca izin verebileceği bir manzara değil.
Çalışmanızda özellikle kurumsallaşma kavramına vurgu yapıyorsunuz. Dua etmek, oruç tutmak, beş vakit namaz gibi İslam’ın şartlarının bu araştırmada neden ölçülmediğini soranlara ne diyeceksiniz?
İnsanlar ya da toplumların ne dediğini değil ne yaptığını ölçüyoruz. Dolayısıyla bir ülkenin yüzde kaç Müslümanlardan oluştuğunu çalışmaya dâhil etmiyoruz. Eğer bunu yapsaydık, Müslüman olan ve olmayan ülkeleri karşılaştıramazdık. Dua eden, Allah’ın varlığına şahitlik eden ya da oruç tutan insanların yüzdesini kapsama almıyoruz. Bunlar kişiye özel ibadetlerdir. İlgi alanımız toplumların İslami kural ve değerleri ne ölçüde yansıttığını görmek. Söz gelimi “İdeal bir Müslüman topluluk nasıl görünmeliydi?” gibi sorular kul ile Allah arasındaki özel meselelerden ibarettir.
2018 İslamilik Endeksi'nin bulgusu çok çarpıcı. Yeni Zelanda birinci, Türkiye 95. sırada. Bu sonuçları ilk gördüğümde aklımda beliren ilk şey Yeni Zelandalıların nasıl olur da Türklere kıyasla İslam’ı daha fazla yaşadığıydı. Araştırma; kişi ile Allah arasındaki ilişkiyi ölçmüyorsa o zaman bu tablo daha mı anlaşılır hale geliyor?
Tekrar edeyim. İnsanların Allah ile ilişkisini, iletişimini ya da din ile ilişkilendirilmiş gelenekleri ve ritüelleri İslamilik Endeksi’nde ele almadık. Biz Müslüman topluluklarda değişmez kuralların gözlemciye nasıl yansıdığıyla daha çok ilgileniyoruz. “Karakteristiği ve değer yansımaları nedir, kurumsal yapıların inşasındaki etkisi ne olur?” gibi sorulara yanıt arıyoruz. Dolayısıyla Yeni Zelanda gibi bir ülkenin gelişmiş kurumlarının Türkiye ya da herhangi bir başka Müslüman ülkeye nazaran İslam’ı ve değerlerini daha iyi yansıttığı kolaylıkla düşünülebilir.
Neden İslamilik Derneği, Müslüman olmayan ülkeler ve İslam’a bakış açılarını analiz etme gereği duydu?
Biz kuralların, kurumların İslam’da tavsiye edildiğini gösterdik. Ayrıca en iyi ve etkili kurumların Adam Smith, Douglas North gibi Batı’nın saygın düşünce insanları tarafından önerildiğini biliyoruz. Yine önemli biçimde İslam’da kurallar ve kurumların adaleti vurgulayabileceğinin farkındayız. İslam’ın tamamı adalet ile ilgilidir. Eğer Müslüman ülkeler Kur'an’da tavsiye edilen kuralları izler ve kurumlarını geliştirirse tıpkı Batılı bir ulusun yaptığı gibi bir performans sergileyebilir.
İslamilik Derneği’nin kurucu üyelerine göz attığımızda ekonomi ve finans alanında uzmanlara rastlıyorum. Araştırma ekibiniz içinde din çalışmaları üzerine uzmanlaşmış bir akademisyen yok mu?
Hiç birimiz ilahiyat fakültesi çıkışlı değiliz. Şeriat’ın ve kanun koyucu olan Yüce Allah’ın norm koymadaki muradını ve hukuk düzeninden beklediği yararları İslam Hukukunun amaçları / temel ilkeleri (Makâsıdu'ş-Şeria) doğrultusunda uzmanlığı sahip iki kişiyle çalışıyorum. Sonuçlar hemen hemen aynı. Tabi kişilerin özelini göz ardı ettiğimizi bir kez daha yineleyeyim.
İslamofobinin temel nedenleri ne?
"Bana göre İslamafobi’nin üç önemli sebebi var. Birincisi, Batı’nın oluşturduğu korkuluk. Bu İslam’a dair medya ve sosyal medya gücüyle yapmacık ve yanlış bir imaj oluşturuluyor. İslam’ın saldırgan bir din olduğu, merhametsiz kanunlara ve cezalara sahip olduğu algısına dair bir portre çiziliyor. Toleransı olmayan bir dinden söz ediliyor. Ki; Şeriat ya da İslam kanunlarına dayandırılarak bir din olarak Müslümanlığın Müslüman olmayanları kendi inancına zorladığından söz ediliyor. “Kadını buyruğu altına alan bir din, savaş açmak isteyen bir din, tüm teröristlerin Müslüman olduğu ve terörün İslamcılara atfedildiği bir din” gibi bir algı… İslam’a dair böylesi yanlış bir algının propagandası yapılıyor. Dahası bu bir “olgu” olarak kabul edildiğinden her yerde buna benzer söylemler tekrarlanıyor. İslam bu değil. Ne yazık ki; kimi Müslümanlar ve bazı Müslüman toplumlar olumsuz imaj sergiliyorlar; baskı ve hoşgörüsüzlük söz konusu.
İslamafobi’nin ikinci bir nedeni ise İslam dininin dünyada en hızlı yayılan din olduğu gerçeği. Müslümanlar 2050’de dünya nüfusunun yüzde 30’unu oluşturacak. İşte bu Müslüman olmayanları korkutuyor. Müslümanları dışarıda bırakmak istiyorlar. İslamafobi’nin üçüncü nedeni ise ekonomik ve sosyal politikaların Batı’da çökmesi. Neredeyse Batı toplumlarının yarısından fazlası haklarından mahrum edilmiş ve terk edilmiş durumda. Neye terk edildiler? Gelirlerin yükselmemesine, toplumsal hizmetlerin azalmasına ve gelir dağılımı eşitsizliğine… Politikacılar bu noktada göçmenleri suçluyor. Ve Müslüman göçmen ve mülteciler birer zanlı olarak resmediliyor.
Kaynak: Independent Türkçe