Yazar Roni Margulies AltÜst Dergisi'nin Aralık 2014 sayısında ülkelerin lider kültlerini, ebedi önderlerini ve büstlerini esprili bir dille kaleme aldı. İşte Margulies'in "Ebedî Önderler, Heykeller ve Büstler'" başlıklı o yazısı.
Ebedî Önderler, Heykeller ve Büstler
Kim İl-sung 1912 doğumluymuş. İki yıl önce “Ebedî Önder’imiz 100 yaşında” törenlerinin çok muhteşem olduğunu tahmin ediyorum. Kuzey Kore gazetelerinin “Halk Ebedî Önder’imizin doğum gününü coşkuyla kutladı” manşetlerini kendi gözlerimle görmedim, ama gözümün önüne getirmekte hiç zorlanmadım.
O günlerde Kuzey Kore Anayasası hiç tartışma konusu olmadı Türkiye’de. Yazık. Bizimkine benzer yanları var çünkü. ‘Yeni anayasa’ tartışmalarımıza ışık tutabilir. Örneğin, hakkın rahmetine 1994 yılında kavuşan Ulu Önder Kim İl-sung’un, Kuzey Kore Anayasası uyarınca “Ebedî Önder” olarak anılması gerekiyor.
Merak ettim, acaba bu Anayasa herkes için hitap şekilleri mi belirlemiş? Şuna “Cevval Genelkurmay Başkanı” denecek, öbürüne “Beceriksiz Muslukçu” filan. Olur a, bazı anayasalar çok ayrıntılıdır.
Ama öyle değilmiş. Anayasa sadece Kim İl-sung’a ne denileceğini belirlemiş. Ve zaten Genelkurmay Başkanı’na nasıl hitap edileceğini belirlemeye gerek yokmuş, çünkü Kim İl-sung aynı zamanda Genelkurmay Başkanı’ymış. Ve zaten Başkan olmaya değer başka her şeyin de başkanıymış. Böylece Anayasa’da “Hitap Şekilleri” maddesinin fazla uzamaması sağlanmış.
Ebedî Önder’in 24 yıl Başbakanlık, 22 yıl Cumhurbaşkanlığı yaptıktan sonra ölmesiyle, sevgili oğlu Kim Jong-il babasının tüm başkanlıklarını devraldı. Zavallı Jong-il, babasının 46 yılına karşı sadece 17 yıl her şeyin başkanı olabildi ve öldü. Şimdi yerine oğlu Kim Jong-un geçti. Jong-il, 17 yılda “ebedî” sıfatına hak kazanamadı tabii. Öyle hemen ebedî olunamıyor. Üzülmeye gerek yok ama. Ölümünden iki yıl önce yapılan bir Anayasa değişikliğiyle, Kim Jong-il “Yüce Lider” olarak tanımlandı.
Kuzey Kore Anayasası’nın İl-sung’u “Ebedî Önder”, Jong-il’i “Yüce Lider” olarak tanımlayan hükümlerinin değiştirilmesini teklif etmek mümkün müdür, bilemiyorum. Bizimkinin “değiştirilmesi teklif bile edilemez” maddeleri var, biliyorsunuz. Ama Kuzey Kore’de böyle bir maddeye ihtiyaç duyulmamış olabilir. Olabilir, çünkü Kuzey Kore’de herhangi bir vatandaşın “Yahu, Kim İl-sung’a bundan böyle ‘Ebedî Önder’ demeyelim, ‘Sung Bey’ veya ‘N’aber lan Sung’ diyelim” şeklinde bir teklifte bulunma ihtimali yoktu herhalde. İntihar etmenin çok daha kolay yöntemleri vardır çünkü.
Bu yöntemlerin en kolaylarından biri, ülkenin her yanında bulunan dev Kim büstlerine, boyutları açısından çeşitli dünya rekorlarına aday olan Kim heykellerine saygısızca davranmak olsa gerek.
Türkiye’nin ne kadar demokratik ve muasır medeniyet seviyesinde bir ülke olduğu buradan anlaşılıyor zaten. Bizde de sağda solda tek tük Atatürk heykel ve büstü vardır. Ve bunların başına gelmedik şey kalmamıştır!
Aklî dengesi bozuk
Şu haberi muhakkak hatırlayanlarınız vardır: “Malatya Kadiruşağı Köyü’ndeki Gülsüm adlı inek, sahibinden kaçıp ilköğretim okulunun bahçesindeki Atatürk büstünü kırınca, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından soruşturma açıldı. Köylüler ‘Suçlu bir hayvan’ deseler de, hepsinin tek tek ifadesi alınınca ineğin sahibi Gül Kılınç korkup Gülsüm’ü İnekpınarı Köyü’ndeki akrabasının yanına sürgüne gönderdi.”
Gülsüm’ü bitişik köydeki Ömer Aktaş isimli yakınına satan Gül hanım, “İnek elimden kaçtı ve beni de yere yıktı. Kolum incindi. Sonra çocuklar ineğin Atatürk büstünü yıktığını söylediler. Bunun üzerine hepimizin ifadesi alındı” demişti. Gülsüm’ün yeni sahibi Ateş Bey, “İnek besleyip satıyorum. Akrabalarıma soruşturma açılması üzerine inekten kurtulmaya karar verdiler. Hayvandan kurtulmaya karar verdikleri için de biraz hesaplı aldım tabii ineği” demiş, “İnek büste süründü diye büst kırılmış. İnek suçlu ama, büstü dayanıksız yapanların hiç mi suçu yok?” diye sormuştu. Ama Gülsüm’ün “biraz huysuz” olduğunu da itiraf etmişti.
Peki, Atatürk büstlerinin makus talihi hakkında şu haberi hatırlayanlarınız var mı? “Mersin'de Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı bahçesindeki Atatürk büstünü söken bir kişi denize attı. Büst, deniz polisi tarafından sudan çıkarılırken büstü atan kişinin aklî dengesinin bozuk olduğu belirlendi.”
Gece vakti Atatürk Parkı yakınında bir kişinin bir cismi denize attığı görülmüş. Kim görmüş, gören kişi gece parkta ne yapıyormuş, belli değil. Atan kişi kaçarken cismin Atatürk büstü olduğu anlaşılmış. İhbarı alan Emniyet Müdürlüğü hemen olay yerine deniz polisi sevk etmiş. Dalgıç polisler, önce sualtı fotoğraf makinesi ile denizin dibindeki büstün fotoğrafını çekmiş. Sonra fiberglastan yapıldığı belirlenen büst çıkartılarak polis merkezine götürülmüş.
Polis, büstten ve çalındığı yerden parmak izi almış, eşkali belirlenen şahsı yakalamak için çalışma başlatmış. Ve B.B. yakalanmış. Aklî dengesinin yerinde olmadığı öğrenilmiş. Nasıl öğrenilmiş, belli değil. Kafasında huni mi varmış, Emniyet Müdürü “Ulan bu herif olsa olsa deli olabilir” diye mi düşünmüş, öğrenemedim.
Bir de kömürlükte kırık bulunan Atatürk büstü var. Olayı ben tam anlayamadım; aktarayım, belki siz anlarsınız: “Söğütlü İlçesi Maksudiye köyünde meydana gelen olayda, kapatılan eski ilkokula ait Atatürk büstünün yerinde olmadığını gören vatandaşlar jandarmaya haber verdi. Olay yerine gelen jandarma okulun kömürlüğünde inceleme yaptı. Jandarma kriminal ekipleri yaptıkları incelemede kırılan büstün okula ait olmadığını belirledi. Jandarma kömürlükte parçalanmış bir adet Atatürk büstü buldu. Kırılmış halde bulunan büst ile boş kaide karşılaştırıldı. Yapılan karşılaştırmada kırılan büstün okula ait olmadığı ortaya çıktı. Jandarmanın çağırması üzerine okula gelen Muhtar Himmet Özdemir, okula ait büstün kırılmadığını, saldırı ihtimaline karşı Köy Heyeti Kararıyla Muhtarlık binasına götürdüğünü söyledi.”
Himmet Bey “Bu yapılana bir anlam veremiyorum” demiş. Doğru, ben de veremedim.
Bütün büstler bir yana, Bergama ilçesi, Göçbeyli beldesi, Alibeyli köyünün büstü bir yana. “Düğün Salonu’ndaki evlenme töreni sırasında, salonun yanındaki okulun bahçesinde bulunan Atatürk büstü, düğün için Yayakent köyünden davetli olarak gelen iki çocuk tarafından bilinmeyen bir şekilde kaidesinden yere düşürüldü.
Büstün yere düşürüldüğünü farkedip öfkelenen köylüler, Muhtar Hüseyin Ali Yaşin ile jandarma ekiplerinin araya girmesiyle sakinleştirildi. Yaşanan olay üzerine davetlilerin köyden ayrılmasıyla düğün yarıda kaldı.
Yaşin, ‘Olayla ilgili soruşturma devam ediyor. Yere düşürülen Atatürk büstü zarar görmediği için yerden kaldırılıp tekrar yerine monte edildi’ dedi.”
İlanen duyurulur
Bu zavallı büst ve heykellerin hâl-i pür melali, ne mutlu bize ki, her zaman yaşanan şeyler değil. Geçen yaz tatil için gittiğim Bozcaada’da Atatürk heykellerine genellikle gösterilen saygıya bizzat tanık oldum.
Sabah Belediye’nin hoparlörlerinden “ilanen” duyuruldu: “Yurdun her yerinde olduğu gibi, Bozcaada’da da yarın sabah saat 10’da 30 Ağustos Zafer Bayramı coşkuyla kutlanacaktır. İlanen duyurulur.”
Düşünmeden edemedim: Ne biliyorsunuz yahu? Belki hava çok sıcak, nem oranı çok yüksek olur, millet coşmakta zorlanır. Belki coşku olmaz da, sevinçli ama biraz durgun bir heyecanla geçer kutlamalar. “Yarın sabah 30 Ağustos Zafer Bayramı tahminimizce coşkuyla kutlanacaktır” diye ilanen duyurulsa hiç itirazım olmayacak.
Öte yandan, haksızlık ediyor da olabilirim. Belediye yanılmıyor olabilir. “Lapseki’de bu yıl Bayram kutlamaları biraz coşkusuz geçti” diye bir haber okudunuz mu hiç? Okumadınız. Olmaz çünkü öyle şey.
Peki bu coşku nasıl ifade eder kendisini? Halk işine bakar, devlet sokaklara dökülür! Bozcaada’da bunun nasıl yapıldığını anlatayım.
Bir gün öncesinden, İstiklal İlköğretim Okulu’yla çay bahçesinin arasındaki meydana, elinde dev fötür şapkasıyla geleni geçeni selamlayan dev Mustafa Kemal heykelinin yan tarafına tribünler kurulur. Heykelin dibine siyasî partilerin, Garnizon’un, Adliye’nin ve Kaymakamlığın tek bir gerçek çiçek bile içermeyen (depoya kaldırılıp seneye tekrar kullanılacak olan) metal çelenkleri yerleştirilir. Tribünlerin karşısına orta boy bir savaş meydanını kaplayabilecek boyutlarda bir Türk bayrağı ve sayısız küçük bayrak asılır.
Bayram sabahı, turistler bir yana dursun, kargaların bile henüz uyanmadığı bir saatte hoparlörler açılır. Artık sağırlarla vatan hainleri dışında kimse uyuyamayacaktır.
Vatan millet Sakarya şarkı, türkü ve marşları besteleyenler niye müzikten bu kadar nefret eder, anlamak mümkün değil! “Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa”, arkasından mehter marşı, “Güneş bizimle açar, yağmur bizimle yağar”, “Türk askeri yenilmez”…
Derken devletin üniformalı ve üniformasız yerel temsilcileri tribünlerde yerlerini alır, içerikten ve anlamdan tümüyle mahrum birer konuşma yapar hepsi. Meydanda devlet coştukça coşar. Ezbere, mecburî, mevzuata uygun bir coşku.
Bunlar olurken, çay bahçesinde ilgisizlik ve sıkıntı hüküm sürer. Halk bu devletin coşmasına alışıktır, yüzyılların deneyimiyle ne yapması gerektiğini bilir, “Bulaşmayalım, sinirlenince ne yapacağı belli olmaz bunların, birazdan biter nasılsa” der, işine bakar.
Birgün bir kaymakam “Yahu,” dese, “böyle anlamsız işler yapmayalım, boş yere milletin kulak zarlarını patlatmayalım, 30 Ağustos’ta halka açık bir konferans veya konser veya basketbol maçı düzenleyelim, isteyen gelsin, isteyen coşsun. Hakikî bir şey olsun.” Ne olur? Olmaz. Diyemez.
Bir okul müdürü “Şu ‘Atatürk Köşesi’ ne kadar gereksiz. Çocuklara Atatürk’ü öğretmenin yolu bu kötü heykel ve fotoğraflar olamaz. Kaldıralım şu Köşe’yi” dese, ne olur? Olmaz. Diyemez.
Maarif mevzuatında “Atatürk Köşesi olmayan okullar yıkılacak ve müdür işten alınacaktır” dediğini sanmıyorum. Ama müdür de, kaymakam da böyle bir şey yapamaz. Ne biçim bir velvele kopacağını, başına ne tür belalar açılacağını bilir, “Ama mevzuatta böyle bir şey yok!” demenin fayda etmeyeceğini de bilir, kutlamaları yapar, köşeleri açar. Devletin coşkusunu yaşatır. Garip totemlerinin etrafında dans eden kızılderili kabileleri gibi, devlet erkânı Atatürk büst ve heykellerinin etrafında garip törenler gerçekleştirir. Biz de seyrederiz.
Ve gazeteler “Yurdun her yanında 30 Ağustos (veya 23 Nisan veya 19 Mayıs veya 29 Ekim) coşkuyla kutlandı” manşetini atar.
Dünyanın en büyük Atatürk heykeli
Totemlerin boyutları kızılderili kültüründe önemli midir, kutsallıkla büyüklük arasında ilişki var mıdır, bilemiyorum, ama bizde vardır. Olduğunu tahmin edebiliyordum elbet, ama bir zaman önce Kadıköy Meydanı’na yolum düştüğünde emin oldum. Koca bir apartmanın bir yüzünü tümüyle kaplayan dev bir afiş karşıladı beni meydanda: “Dünyanın en büyük Atatürk heykeli Artvin’de”. Açılış için hepimiz Artvin’e davetliymişiz.
Önce düşündüm: Dünyadaki en büyük Atatürk heykeli! Yani Ulan Bator, Pyongyang, New York, Londra ve Brazzaville’dekilerden bile daha büyük! Helal olsun!
Sonra merak edip araştırdım. Heykeli yapan demir doğrama atölyesinin ustası “Bu dev eserin Artvin için çok önemli olduğunu söylemek istiyorum. Halkımız her gün Atatürk heykelini görmek için inşaat sahasına gelmektedir” demiş. “Hayırsever Sıtkı Kahvecioğlu’nun Artvin’e ne kadar sanatsal kalıcı heykel yaptırdığını Artvin halkı zamanla anlayacaktır. İnşaat bitmeden bu kadar ziyaretçi alıyorsa tesisin tamamlanarak Artvin’in hizmetine girince önemli turizm hareketi başlayacaktır. Buraya gelen herkes Artvin ve Atatürk manzaralı resim çektirerek anılarına güzel resimler eklemektedir.”
Heykelin tamamlanmış olduğunu, herkesin resim çektirebileceğini buradan duyurmak isterim.
Heykel nasıl açılır
Heykelleri konu alan bir yazı, “açılış” sorununa değinmeden tamamlanmış sayılamaz.
Mustafa Kemal heykel ve büstleri imal edilip yerlerine konduktan sonra, bir “açılış töreni” yapmak gereklidir. Bu yasal bir gereklilik midir, bir yerlerde bunun yönetmeliği, kanun hükmünde kararnamesi, yönergesi filan var mıdır, bilemiyorum, ama heykel veya büstü kaidesine oturtup “Haydi hayırlı olsun” dedikten sonra çekip gitmek de olmaz elbet.
Olmaz da, “açılış” nasıl yapılacak? Heykel nasıl “açılır”?
Çözüm bulunmuştur, düşünüp bulan kişiyi yaratıcılığı için tebrik etmek gerekir.
Çok basit. Heykel önce bir Türk bayrağına sarılarak “kapatılır”, sonra önemli söylevlerin ardından bando mızıka (veya halay ya da mahallî oyunlar) eşliğinde “açılış” yapılır!
Bizimköy Atatürk büstünün açılış töreni, 30 Ağustos 1981
Açılıştan önce (üstte )
Yazan: Roni Margulies / AltÜst Dergisi