Bediüzzaman Said Nursî, âlem şehrinin damına bakılsa, milyarlarca yıldır yakıtı tükenmeden yanan pek çok Kudret mucizesi harika "elektrik lambaları"nın görüleceğini söylüyor.
Fenn-i Elektrik’ten sorulsa: Bu âlem nedir?
Said Nursî, Risale-i Nur'da her fennin kendine has diliyle sürekli Allah'tan bahsettiğini haber veriyor. Her fen, kendi sahasında Allah'ın isimlerini okutturuyor. İşte bu fenlerden biri de "Fenn-i Elektrik"...
Risale-i Nur'daki o satırlar:
"Fenn-i Elektrik’ten sorulsa, "Bu âlem nedir?" Elbette diyecek:
Bu muhteşem saray-ı kâinatın damı, gayet intizamlı, mizanlı, hadsiz elektrik lâmbalarıyla tezyin edilmiştir. Fakat o kadar harika bir intizam ve mizanladır ki, başta Güneş olarak, Küre-i Arz’dan [Dünya’dan] bin defa büyük o semâvî lâmbalar, mütemadiyen yandıkları halde muvazenelerini bozmuyorlar, patlak vermiyorlar, yangın çıkarmıyorlar. Sarfiyatları hadsiz olduğu halde, vâridatları ve gazyağları ve madde-i iştiâlleri [yanmak maddeleri] nereden geliyor? Neden tükenmiyor? Neden yanmak muvazenesi bozulmuyor? Küçük bir lâmba dahi muntazam bakılmazsa söner. Kozmoğrafyaca, Küre-i Arz’dan bir milyondan ziyade büyük ve bir milyon seneden ziyade yaşayan Güneş’i (Haşiye) kömürsüz, yağsız yandıran, söndürmeyen Hakîm-i Zülcelâlin hikmetine, kudretine bak ‘Sübhanallah’ de. Güneşin müddet-i ömründe geçen dakikaların âşirâtı adedince “Maşaallah, Barekâllah, Lailâheillâhû” söyle.
Haşiye: Acaba dünya sarayını ısındıran Güneş sobasına veyahut lambasına ne kadar odun ve kömür ve gazyağı lazım olduğu hesap edilsin. Hergün yanması için—kozmoğrafyanın sözüne bakılırsa—bir milyon küre-i arz kadar odun yığınları ve binler denizler kadar gazyağı gerektirir. Şimdi düşün. Onu odunsuz, gazsız, daimi ışıklandıran Kadir-i Zülcelâlin haşmetine hikmetine, kudretine güneşin zerreleri adedince, "Sübhanallah, Maaşallah, Barekâllah" de.
Lem’alar, Otuzuncu Lem’a
Hem nasıl ki, bir hârika şehirde, milyonlar elektrik lâmbaları, hareket ederek her yeri gezerler; yanmak maddeleri tükenmiyor bir tarzdaki elektrik lâmbaları ve fabrikası, şeksiz, bedâhetle, elektriği idare eden ve seyyar lâmbaları yapan ve fabrikayı kuran ve iştiâl maddelerini getiren bir mu'cizekâr ustayı ve fevkalâde kudretli bir elektrikçiyi hayretler ve tebriklerle tanıttırır, yaşasınlar ile sevdirir. Aynen öyle de, bu âlem şehrinde, dünya sarayının damındaki yıldız lâmbaları-bir kısmı, kozmoğrafyanın dediğine bakılsa-küre-i arzdan bin defa büyük ve top güllesinden yetmiş defa süratli hareket ettikleri halde, intizamını bozmuyor, birbirine çarpmıyor, sönmüyor, yanmak maddeleri tükenmiyor. Okuduğunuz kozmoğrafyanın dediğine göre, küre-i arzdan bir milyon defadan ziyâde büyük ve bir milyon seneden ziyâde yaşayan ve bir misafirhâne-i Rahmâniyede bir lamba ve soba olan güneşimizin yanmasının devamı için, hergün küre-i arzın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömür veya bin arz kadar odun yığınları lâzımdır ki, sönmesin. Ve onu ve onun gibi ulvî yıldızları gazyağsız, odunsuz, kömürsüz yandıran ve söndürmeyen; ve beraber çabuk gezdiren ve birbirine çarptırmayan bir nihayetsiz kudreti ve saltanatı, ışık parmaklarıyla gösteren bu kâinat şehr-i muhteşemindeki dünya sarayının elektrik lâmbaları ve idareleri, ne derece o misâlden daha büyük, daha mükemmeldir, o derecede, sizin okuduğunuz veya okuyacağınız fenn-i elektrik mikyâsıyla, bu meşher-i âzam-ı kâinatın Sultanını, Münevvirini, Müdebbirini, Sâniini o nurânî yıldızları şâhid göstererek tanıttırır, tesbihâtla, takdîsâtla sevdirir, perestiş ettirir.
Sözler, On Üçüncü Söz
Haber Merkezi