Bugün yapılmak istenen, Bediüzzaman Hazretlerinin tarihî mücadelesini, dâvâsını ve vizyonunu anlayamamış, lâhikasız bir Nurculuk oluşturmaktır. Eski Said’i unutturarak, Üçüncü Said’i yok sayarak Nurculuğu Bediüzzaman’sız bırakmaktır. buna izin vermeyeceğiz.
Dünden bugüne ve yarına Risale-i Nur ve Yeni Asya...
Felâket ve helâket asrının en tahripkâr ve dehşetli zamanlarını yaşamaktayız. Gün geçmiyor ki bu milletin imanı ve mukaddesatı ile bağlarını koparacak; âlem-i İslamın son ümidi olabilecek bu toprakları tarumar edecek dessasane planlar hayata sokulmasın.
Biz biliyor ve inanıyoruz ki, Üstadımız bu topraklar üzerinde hayata geçirilmek istenen küfrî fikir ve cereyanları Risale-i Nur ile durdurmuş, Süfyanizm’e kurban edilmek istenen milletin imanına uzanan elleri kırmış, İslam âleminin kurtuluş reçetelerini insanlığa sunmuş; iman ve Kuran davasının hizmetkarlığını da Nur talebelerine tevdi etmiştir.
Üstadımızın 23 Mart 1960’ta ahirete irtihali ve akabindeki 27 Mayıs ihtilali Kuran aleyhindeki cereyanların kanlı bir şekilde hayata geçirilmesini beraberinde getirir. Bu dehşetli devirde Üstadımızın sır kâtibi, Nurun fedakâr kahramanı ve büyük kumandanı Zübeyir Gündüzalp, diğer ağabeyleri İstanbul’a toplayarak istişareyi ve şahs-ı maneviyi teşekkül ettirir ve Zübeyir Gündüzalp, Üstadımızın “Âlem-i İslâmın bu mübarek vatanının ahalisine karşı pek şiddetli itiraz ve ithamlarını izale etmek için matbuât lisaniyle konuşmak lâzım geldiği...” şeklindeki (Mektubat, s. 454; Emirdağ Lâhikası, s. 101) düşüncesini hayata geçirmek için harekete geçer.
1907’de İstanbul’a geldiğinde neredeyse devrin bütün gazetelerinde yazan, fikirlerini yayabileceği her platformu değerlendiren Üstadımız gibi; şimdi de cemaatin birlik ve beraberliğini sağlayacak, Nurun naşir-i efkârı olacak, İslam dünyasının her alanda yaşadığı temel problemlere Risale-i Nur dürbünüyle bakacak ve çareler sunacak bir gazete ve yayınevine her şeyden ziyade ihtiyaç olduğunu nazarlara sunar.
“Bir gazeteye ihtiyacımız var cemaat olarak. Bizim kardeşlerimiz başka gazeteleri alıyor, okuyorlar; kafaları karışıyor. Dolayısıyla kendimizi savunacak, Risale-i Nur hakikatlerini neşredecek, düşünce birliğini temin edecek bir gazeteye ihtiyacımız var” diyerek İttihad’la başlayıp Yeni Asya ile devam eden Nurlu hareketin startını verir.
Yeni Asya’nın kuruluş serencamını, atlattığı badireleri, İslamın izzet ve şerefini korumak yolunda çektiği onca çileyi, nasıl Nurculuğun yüz akı olduğunu anlatmak elbette ki bu kısacık süre yeterli değildir. Bu hususta kısaca şunları söylemek isterim:
21 Şubat 1970’te, çok zor şartlarda ve kısıtlı imkanlarla “Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şûrâdır” prensibiyle yola çıkan Yeni Asya aynı imkânsızlık ve zorluklarla mücadele ederek bugünlere geldi.
Bin bir güçlükler, çileler, baskılar, tehditler… Sadece 1980-84 arası dört sefer kapatılır, üç isim değiştirir: Kapatılır Yeni Nesil olur, kapatılır Tasvir olur, kapatılır Hür Yurt olur… Yeni Asya olur…
Bugün de aynı cenderenin içindeyiz.
Kendinde bir güç tevehhüm eden benlik ve enaniyetlerin, herşeyi kendinden bilen mağrur akılların, kifayetsiz muhterislerin her şeyi kuşattığı bir zamandayız. Hepinizin malumu olduğu esbab-ı vücudumuza kasteden bunca dehşetli hadiselerden sonra bir kere daha gördük ve sadaktelerle kabul ettik ki, şahs-ı maneviyi temsil eden “cemaat ruhu ve aklı” bütün akılların ve herşeyi yutmak isteyen muhterislerin asla mağlup edemeyeceği bir ruha sahiptir. Zira şahs-ı manevi gücünü Hz Peygamberden asrımıza tevarüs eden iman ve Kuran davasını bu asırda seslendiren Üstadımızın ortaya koyduğu Risale-i Nur hakikatlerinden almaktadır.
Bugün neler oluyor, hakikatte neler olmalıdır?
Muhabbetle kucaklaşmanın, ileriye bakmanın elzem olduğu bugünler gündelik olaylarla telaşlanmanın günü değildir. Dar görüşlerle, dar fikirlerle oyalanmak günü de değildir. İslam âleminin kimsesiz kaldığı, koca, kalabalık bir ümmet topluluğu içinde Müslümanın yalnızlaştığı, bu davanın ademe mahkûm edilmek istendiği, hak ve hakikati savunanların yalnızlaştırıldığı dehşetli bir dönemdeyiz. Ahir zaman fitnelerinin her yönüyle yoğunlaştığı böyle bir dönemde “bizler gayet az ve zayıf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde” ihtarıyla başlayan dava adamlığının farkına varma zamanıdır.
Şeair-i İslamiyeyi, Nur hakikatlerini ve temsilcilerini tahrip için ortak hareket edenler karşısında yalnızca kendi aklımızın ve kısır gücümüzün ne ehemmiyeti olabilir? Dehşetli düşmanlar, savletli bid’alar ve dalaletler karşısında bizi her türlü kuşatmalardan ve bilerek ya da bilmeyerek büyük günahlara ortak olmaktan kurtaracak yegane güç şahs-ı manevî değil midir?
Beşeri ifsad ve insaniyeti perişan eden, Kur’ânî değerleri yeryüzünden silmeye azmeden zındıkaya karşı mukaddes hizmet-i Kuraniye ve imaniye vazifesini sırtlanmaya çalışan, bu garipler cemaati değil midir? Öyle ise hakkı ve hakikati kıyamete kadar haykıracak olan bu şahs-ı manevîye omuz verme ve onu sahiplenme zamanı değil midir?
Bugün İslâm dünyasının başına gelenler, ülkemizdeki dehşetli hal ve hadisat Risale-i Nur’un bütün ümmeti felaha çıkaracak fikirlerinden uzak tutulmasıyla yakından ilgilidir. Bunun farkında olanlar dün sürgünlerle, yasaklarla, hapislerle, zehirlemelerle ve türlü türlü işkencelerle Risale-i Nur’un sesini kesmeye çalışmadılar mı? Aynı zihniyet bugün sadeleştirme-tekelleştirme, sulandırma gayretleriyle Nurun önüne geçmek istemedi mi? Birkaç yıldır iç meselelerle sesimizi kısmaya çalışmadılar mı? Şimdi de dört bir cenahtan 15 Temmuz sonrasında yaşananları bahane ederek Risale-i Nur’a ve müellifi Üstadımız Bediüzzaman’a her türlü hakaretlerle saldırıya geçmediler mi? Alevleri göklere yükselen yangınlar her yeri yaksın, her yeri sarsın… Sen oyalana dur, sen uğraşa dur… Ülkemizin ve İslam aleminin kurtuluşu için yaşadığımız krizlere çareler üretecek Risale-i Nurdan başka elimizde bir şey var mıdır ki hâlâ oyalanıp duruyoruz... Davamızdan şüphemiz mi var ki endişelenip eyvahlar çekiyoruz; eleştiriyoruz, kırıyoruz, döküyoruz…
Bugün neler yaşıyoruz; ne yapılmak isteniyor?
Risale-i Nur’un yalnızca imanî bahislerinden yola çıkarak yeni hizmet metotları oluşturmak… Üstadımızın İstanbul hayatını, Harbi Umumideki mücadelesini, Birinci Meclisteki duruşunu, Üçüncü Said’i görmezden gelen yeni, pasif bir Nurculuk anlayışı üretmek… Bir bütün olarak ele alınması ve okunması gereken Risale-i Nur’un bütünlüğüyle bağımızı koparıp ayrışmış pasif Nurcular üreterek ümmetin Kur’ân hakikatleriyle buluşmasını engellemek… İktidara, siyasal İslama teslim olmuş Nurcular grubu oluşturmak… Yapılmak istenen budur.
Kendinize bir bakınız. İşte bu salonda şahs-ı maneviyi temsil edenler… Yüzde bir buçuk diye küçümsenenler… “Yeni Asya’ya da ne oluyor, neyinize güveniyorsunuz?” diye azarlananlar… Gazetemizi başka gazetelerle aynı kefeye koyanlar… Aldığınız kararları beğenmeyenler, sizi yanılmakla, aldatılmakla itham edenler… Niye bütün hücumlar üzerimizde, niye bütün oklar bu küçük salona çevrilmiş… Düşündünüz mü?
Zira, bu küçük salon merkezdir, özdür, hakikattir; Asyanın bahtının miftahını açacak meşveret ve şûrânın hakiki temsilcisidir. Burası Yeni Asya’dır! Yeni Asya Asr-ı Saadetten asrımıza tevarüs eden ve Bediüzzaman’la temsil edilen mukaddes davanın sesidir. Yeni Asya asrın başında Bediüzzaman’la başlayan, Zübeyir Gündüzalp’le devam eden ve meşveret-i şer’iye ile muhkemleşen bir dava çizgisinin bütün ve sarsılmaz resmidir.
Biz inanıyoruz ki; Risale-i Nur’un metinlerine harfiyen sadık kalan, Nur Risalelerini müellifinin tarihî şahsiyetinden ve mücadelesinden ayrı tutmayan, meşvereti baş tacı eden bu aziz cemaat İslam âleminin kurtuluşuna vesile olabilecek fikirlerin filizlerini buradan yeşertiyor.
Bizim işimiz İslâmcılık siyasetinin sözcüsü durumuna gelen ya da idare-i maslahatçılığı, konjonktürel davranmayı hizmet sayan bir Nurculuk değildir. Hakkın hatırını küçük menfaatler için feda eden; haksızlık karşısında gözünü yuman, yangınlara sırtını dönen, yangın çıkartan muktedirleri hoş gören bir Nurculuk değildir. Bu kaypaklık bizim işimiz midir? Konjonktürel davranmak Üstadımızın hangi devrinde var? Susturulmak, sıradanlaştırılmak, umumileştirilmek anlamına gelen bu istekler bugünkü azmettirici üst aklın dizayn etmek istediği pasif bir Nurculuktan başka ne olabilir?
Bugün cemaatimizin önündeki mesele aslında tam da budur. Yeni Asya manasından, Yeni Asya’nın temsil ettiği değerlerden koparılmış bir Nurculuk inşa etme hareketiyle karşı karşıyayız. Dost, kardeş, talebe dairelerini süpürerek tektipleştirilmiş, umumileştirilmiş, içi boşaltılmış bir Nurcu tipi yetiştirme harekâtıyla karşı karşıyayız. Elbette ki buna izin veremeyiz. Bu, herşeyimizi esir alan, nesillerimizin beynini uyuşturan, değerlerimizi tahrip eden Kemalizm’in farklı tonlarda hayat bulmasına izin vermektir.
Bugün bu aziz cemaat üzerinden yapılmak istenen Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin tarihî mücadelesini, dâvâsını ve vizyonunu anlayamamış, lâhikasız bir Nurculuk oluşturmaktır. Zalimler karşısında sinmeyen, pusmayan, aksiyoner, dinamik, gözüpek, korkusuz bir dâvâ adamı olan Bediüzzaman’ın mücahedesini silerek, Eski Said’i unutturarak, Üçüncü Said’i yok sayarak Nurculuğu Bediüzzaman’sız bırakmaktır.
Bu gün yapılmak istenen, Yeni Asya’yı havuza dahil ederek; materyalist fikirlerin, ahlâksızlığın gazete yoluyla yayıldığı bir dünyada gazetemizin dava adamlığı rolünü silmek, gazetenin yüksek fikir ve dâvâların naşir-i efkârı olabileceği hakikatini unutturmaktır.
Bugün cemaatimiz üzerinden yapılmak istenen, Asya’nın bahtının miftahı olan meşveret ve şûrâyı yok sayarak istibdad-ı mutlak manasındaki bir cumhuriyetin bu topraklardaki hükümranlığını devam ettirmek, tek adamlığın önünü açarak Süfyanizmin ayak oyunlarına şahs-ı maneviyi boğdurtmaktır.
Bu salon vicdanın sesidir. Haktan, hakikatten haz etmeyenler, zulme adalet tacını giydirenler, yetim hakkına musallat olanlar, vicdanın sesine nasıl tahammül etsinler ki… İnsanî, vicdanî ve ahlâkî değerlerin ayaklar altına alındığı bu zamanlarda Risale-i Nur’un hak, hukuk, adalet, hürriyet, şefkat ve vicdana dayanan prensiplerini pusula yapmaya devam edeceğiz.
“Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şûrâdır” prensibiyle çıktığımız yolda meşveretsizliklere, hukuksuzluklara, dayatmalara, zorbalıklara, tek adamlığa, tek sözlülüğe karşı “hak ses” olabilmeye gayret edeceğiz. Kazanmak için her yolun mubah sayıldığı, masumların hukukunun zayi edildiği zamanlarda Ayneyn okçularının mukaddes vazifesini üstlenmeye birlikte devam edeceğiz.
Alevleri göklere yükselen yangınlar evlâdımızı içine almışken, hazcılığın esir aldığı insanımızın ebedî hayatı tehlikeye girmişken, kokuşmuş bir eğitim anlayışının cenderesinde yavrularımız boğulurken ve İslâm âlemi kan ağlarken kaybedecek bir anımız bile yoktur. İslam âleminin ümidi ve duâsı sizinledir.
O halde neler yapmalıyız? OHAL’de duracak mıyız? Susacak mıyız?
Cemaatimiz öngörülebilir bir süre içerisinde maddi ve manevi olarak ayağa kalkmalı ve örnek olma vasfını daha güçlü bir şekilde devam ettirmelidir. Bütün insanlığı kucaklayacak hakikatlerin yayılmasında öncülük edecek; insanı ve medeniyeti yeniden tanımlayarak ilme, ümrana ve irfana giden yollarda asli vazifesini ifa edecek bir vizyonla misyonumuzu, mukaddes vazifemizi üstlenmeliyiz. Bu bizim işimiz değil mi? Bu, şahs-ı maneviyi temsil eden sizlerin davası değil mi? Canu gönülden “Evet!” diye haykırdığınızı biliyorum.
Bunun için;
1- Derslerimizi İttihad-ı İslamın ana çekirdeğini oluşturan Medresetüzzehra’nın kalp ve damarları haline getirmeliyiz.
2- Demokrat anayasanın, vicdana ve adalet-i mahzaya yaslanan bir siyasetin önünü açmak için demokratlara nokta-i İstinad olmaya devam etmeli, demokratlığı fiilen göstermeli, bunun için yollara düşmeliyiz.
3- İstanbul’u pilot bölge seçerek davamızın her alanda geniş kitlelere ulaştırılmasının yollarını aramalı ve bulmalıyız.
4- Gençler bizim geleceğimizdir, hizmetimizin ana direklerinden biridir ve ana sermayemizdir. Bu nedenle her gence bir fatih ünvanıyla yaklaşmalı, yeni fetihlerin kapısını beraber aralamanın yollarını birlikte bulmalıyız.
5- Anadolu’da açılan hizmet merkezlerimizin içini “anadan, yardan, serden ayrılan; candan, gönülden Kur’ân’a sarılan; damla iken deniz, nefes iken tayfun olabilen” dava adamlarıyla doldurmanın yollarını açmalıyız.
6- Küreselleşen, küçük bir köy haline gelen dünyamızda kurumlarımızı dünyanın her yeriyle irtibat kurabilecek, hizmetlerini her yere ulaştırabilecek bir tarzda yenilemeliyiz.
7- Okuyan, hizmet eden, koşturan, her haliyle ve yönüyle öncülük eden bir cemaat olma vasfımızı yeniden kazanmalı ve güçlendirmeliyiz..
8- Biz biliyoruz ki, kan gölüne ve ıztıraplar coğrafyasına dönen İslam âleminin kurtuluş reçetesi Risale-i Nur’dadır. İslam âleminin ümitlerini yeşertecek kalpler bu salonda atmaktadır. Biz ayağa kalkarsak ülkemiz ayağa kalkacaktır, İslam âlemi sahil-i selamete ulaşacaktır. Bunun farkında olarak gazetenin imkanlarını kullanacak ve genişleteceğiz. Bunun için gazetemizi, ilk etapta, Zübeyir ağabeyin kurulurken belirlediği 80 binlik hedeflere ulaştırmanın imkanlarını zorlayacağız. Kucaklayan, kucaklaştıran, herkesin “Yeni Asya ne diyor” diye takip ettiği, vizyonu yakalayan, gündemin önünde giden bir gazete olma olarak yolumuza devam edeceğiz.
9- Cemaatimizi sık sık bir araya getirmenin yollarını arayacağız. Açık kapalı anma programları, etkinliklerle sesimizi tüm dünyaya duyuracağız. Bunun için tüm kurumlarımıza sahip çıkacağız.
10- Yeryüzünü kucaklayacak vizyona sahip cemaatimizin gençlerini harekete geçirerek, İttihad-ı İslamdan başlayarak dünya barışına kadar uzanan, tüm insanlığın saadetini içinde barındıran Kuran medeniyetinin tohumlarını yeryüzüne serpecek projeler üretecek ve bu projeleri hayata geçireceğiz.
11- Bütün komisyonlarımızın ortaklaşa ve hevesle büyük işler başarmalarının imkanlarını zorlayacağız. Bu görevlere dikenler arasında güller toplamaya, çıplak ayaklarıyla dikenler üzerinde yürümeye gönüllüler talip olmalı.
12- Hz. Hasan’ın altı aylık manevî hilafetini tamamlamaya kararlı, dağları toptan oymak gerekirse, iğne ile oyacak iradeye sahip, nerede olursa olsun, küfrün ve cehlin tâ temelini çürütmeye azmetmiş olanlarla yürüyeceğiz, yürümeye devam edeceğiz.
13- Cemaatimizin hafızasını silmek isteyenlere izin vermeyeceğimiz gibi geçmişle geleceği birleştirerek bünyemizi sağlam temeller üzerine inşa edeceğiz. Yeni Asya duruşunu devam ettirecek ve böylece üzerimize tahdis-i nimet olarak tevdi edilen bu mukaddes vazifenin gereğini bihakkın yerine getireceğiz.
Gayret bizden, Tevfik Allah’tan.
Ömer YAVUZYİĞİTOĞLU
(5 Kasım 2016’da yapılan Yeni Asya Temsilciler Toplantısındaki konuşma.)