Büyük İslam Alimi Bediüzzaman Said Nursi'nin; Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tâlimiyle ve Kur'ân-ı Hakîmin dersiyle ilhamen kaleme aldığı hakikatli ve nurlu bir Kur'an tefsiri olan Risale-i Nur'un hemen hemen her kısmında doğrudan veya dolaylı olarak 'Doğru İslamiyet'ten bahsetmektedir ve hayatımızın her anında İslamiyet'e layık doğruluğu yaşamayı ifadeleriyle ve lisan-ı haliyle ders vermektedir.
Bu doğrultuda Bediüzzaman; Hz. Ali'nin -Radiyalllahu Anh- ''İlimlerin esası, ilimlerin şahı ve padişahı; iman ilmidir'' veciz ifadeleri doğrultusunda iman hakikatlerini; iki kere iki dört eder derecesinde 7'den 77'ye hemen herkesin istifade edeceği tarzda izah ve ispat ederek zerrelerden yıldızlara kadar hemen herşeyde nazarları doğrudan doğruya Cenab-ı Hakk'a çevirerek anlatmaktadır.
Bu noktada, Bediüzzaman'ın talebeleriyle mektuplaşmalarında oldukça dikkat çeken bir bölüm önemli dersleri ihtiva etmektedir.İlgili mektupta Kur'an-ı hakim'in ve Peygamber Efendimizin -Aleyhissalatu Vesselam- tarif ettiği şekilde Cenab-ı Hakk'ı nasıl tanımalıyız ve O'na nasıl iman etmeliyiz sorusunun veciz bir cevabı çok kısa bir anlatımla enfes bir üslupla dile getirilmektedir.
Daha uzun ve etraflıca izahlar için; ebedi kurtuluşumuzun anahtarı olan Doğru İslamiyet'i ve İman hakikatlerini; Asr-ı Saadet doğrultusunda, modern çağ insanlarının da en iyi şekilde anlayabileceği ve istifade edebileceği tarzda insanların istifadesine sunulduğu Kur'an'ın nurlu ve hakikatli tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatı'nı okumaya ve istifade etmeye davet ediyoruz.
İşte Risale-i Nur'daki ilgili mektup;
(Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.) اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ (Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
''Aziz, sıddık kardeşlerim ve Nur şakirtlerinin küçük pehlivanları; Asâ-yı Mûsâ âhirlerinde, bazı nüshalarında mübarekler pehlivanı büyük ruhlu Küçük Ali namında bir kardeşimizin sualine karşı verdiğim bir cevap var.
Onu okuyunuz ki, o zâta bazı muterizler Risale-i Nur’un kıymetini bir derece kırmak için demişler: “Herkes Allah’ı bilir. Âdi bir adam, bir veli gibi Allah’a iman eder” diye, Nurların pek yüksek ve pek çok kıymettar ve gayet lüzumlu tahşidatını ziyade göstermek istemişler.
Şimdi, İstanbul’da, daha dehşetli bir fikirde, anarşi fikirli küfr-ü mutlaka düşmüş bir kısım münafıklar, Risale-i Nur gibi, ekmek ve suya ihtiyaç derecesinde herkes muhtaç olduğu imanî hakikatlerine ihtiyacı düşürmek desisesiyle diyorlar ki: “Her millet, herkes Allah’ı bilir. Onu, daha yeni ders almaya ihtiyacımız çok yok” diye mukabele etmek istiyorlar.
Halbuki Allah’ı bilmek, bütün kâinata ihata eden rububiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz’î ve küllî herşey Onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat’î iman etmek; ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına ve Lâ ilâhe illallah kelime-i kudsiyesine, hakikatlerine iman etmek, kalben tasdik etmekle olur.
Yoksa, “Bir Allah var” deyip, bütün mülkünü esbaba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnat etmek—hâşâ—hadsiz şerikleri hükmünde esbabı merci tanımak ve herşeyin yanında hâzır irade ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah’a iman hakikati onda yoktur.
Belki küfr-ü mutlaktaki mânevî Cehennemin dünyevî tazibinden kendini bir derece teselliye almak için o sözleri söyler.
Evet, inkâr etmemek başkadır, iman etmek bütün bütün başkadır. Evet, kâinatta hiçbir zîşuur, kâinatın bütün eczası kadar şahidleri bulunan Hâlik-ı Zülcelâl’i inkâr edemez... Etse, bütün kâinat onu tekzib edeceği için susar, lâkayd kalır.
Fakat Ona iman etmek, Kur’ân-ı Azîmüşşânın ders verdiği gibi, O Hâlıkı, sıfatlarıyla, isimleriyle, umum kâinatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek; ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tevbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir. Her neyse...
Evlâtlarım, ehemmiyetli bir hâdise size bu uzun meseleyi kısaca beyan etmeye sebep oldu. Şimdilik sizlere Risale-i Nur’un ehemmiyetli şakirtleri nazarıyla bakıyorum. Mustafa Oruç, çok talihlidir ki, kendi sisteminde ve ruhunda ve ciddiyetinde, az bir zamanda sizleri buldu. Bir iken on Mustafa oldu.''
Said Nursî
Risale-i Nur Külliyatı, Emirdağ Lâhikası
Haber Merkezi