Türkiye İnsan Hakları Kurumu, 11 Aralık 2014 tarihinde Ankara’da “Suriyeli Mülteciler” konulu bir çalıştay düzenlemiştir. Çalıştaya, ilgili bakanlık ve kamu kurumlarının temsilcileri ile konuyla ilgili çalışmaları bulunan akademisyenler ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri katılmıştır. Ayrıca, Suriyeli mülteciler tarafından oluşturulan dernek, platform vb. oluşumların temsilcileri de Çalıştayda yer almışlardır. Çalıştaya katılan konuşmacılar, özetle şu hususlara temas etmişlerdir:
Kurumdan yapılan açıklamanın tam metni şöyle:
Mültecilerle Dayanışma Derneği’nden Pırıl ERÇOBAN tarafından yönetilen “Suriyeli Mülteciler; 2011’den Günümüze Genel Durum ve Hukuki Boyut” başlıklı ilk oturumda Doç. Dr. Murat ERDOĞAN,başlangıçta, Suriye’den ülkemize gelen kişilerin kısa süre kalıp ülkelerine dönecekleri yönünde bir algının mevcut olduğunu ancak bu algının zamanla kaybolduğunu; Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırma Merkezi tarafından konuyla ilgili bir araştırma yapıldığını,bu araştırmanın bulgularına göre ülkemizde halihazırda 1.165.279 kayıtlı Suriyelinin olduğunu, ülkemizi sırasıyla Lübnan(1.147.244), Ürdün(620.441),Irak(228.484) ve Mısır’ın (137.671) takip ettiğini, “açık kapı politikası”nın, bu politikayı uygulayan ülkeleri mağdur ettiğini zira hem mali destek hem de insan paylaşımında sorumluluğun tamamen bu ülkelere kaldığını, ülkemizin 4.5 milyar dolarlık bir maliyet altına girdiğini ve Dünya çapında üçüncü büyük donör olduğunu ifade etmiştir.
Konuşmacı, onsekiz ilde yapılan kamuoyu araştırmasına göreSuriyelilerin “zulümden kaçan insanlar” olarak algılanma oranının yüksek olduğunu ancak bunun yanında vatandaşlarımızın ekonomik ve sosyal kaygılar nedeniyle Suriyelileri dışlama durumununciddi bir boyutta olduğunu ifade etmiş, bu insanların geçici değil kalıcı olduğunun altını çizerek eğitim, sağlık, çalışmave her türlü kamu hizmetlerinden yararlanma hakları konusunda ciddi adımlar atılması gerektiğini belirtmiştir.
Birinci oturumun ikinci konuşmacısı Prof. Dr. Nuray EKŞİ, konuşmasına uluslararası koruma müessesesini açıklayarak başlamış, Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1951 Cenevre Sözleşmesine ve ülkemizin bu sözleşmeyi, sadece Avrupa’dan gelenlere mülteci statüsü verilebileceğini ifade eden “coğrafi sınır”kısıtlaması ile kabul ettiğine değinmiştir. Avrupa dışından gelenlerin“şartlı mülteci” statüsüne tabi olduğunu fakat bunun bireysel bir durum olduğunu, 28 Nisan 2011’de Suriye’den gelenler gibi kitlesel bir akım olduğu zaman ise Bakanlar Kurulu tarafında alınan ve süresi belirli olmayan bir “geçici koruma” statüsünün verildiğini belirten EKŞİ; bu kararın süre ile sınırlı olmamasının, karasularının da buna dâhil olmasının ve sınırda giriş çıkış yapanlar için ılımlı bir yaklaşım gösterilmesi gibi yönlerinin pek çok Avrupa ülkesi mevzuatından önde olduğunu ifade etmiştir.
İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi Derneği Başkanı Metin ÇORABATIR tarafından yönetilen “Ulusal ve Uluslararası Örgütler ve Kamu Kurumlarının Suriyeli Mültecilerle İlgili Çalışmaları” konulu ikinci oturumun ilk konuşmacısı Alev ÖRSEL,konuşmasına çalışmakta olduğu Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin görevlerini anlatarak başlamış ve mülteciler konusunda ev sahibi ülkelere yardımcı olmalarının temel görevleri olduğunu belirterek ülkemizde bulunan Suriyeliler konusunda da pek çok konuda destek verdiklerini ve sorunun sadece Türkiye’nin değil uluslararası camianın sorunu olduğunu ifade etmiştir.
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı adına toplantıya katılan İsmail YEŞİL,ülkemizin 1923-2011 yıllarında aldığı göç sayısının 2,5 milyon olduğunu belirtmiş, ancak sadece Nisan 2011’den bugüne kadar geçen süre içinde bu rakama yakın sayıda göç alınmış olduğuna ve bu bağlamda AFAD’ın görev ve yetkileri hususunda yapılan “acil durum yönetimi” ve “insanive teknoloji kaynaklı afetlerde de görevli olma” gibi iki temel ekleme ile Suriyeli mülteci sorunu konusunda da sorumlu bir kurum haline geldiklerini ve 2009 yılında çıkarılanbir yönetmelik ile “kitlesel göç ve iltica”nın da afet/acil durum olarak tanımlandığını ifade etmiştir.
Mülteci Hakları Koordinasyonu temsilcisi Volkan GÖRENDAĞ,Mülteci Hakları Koordinasyonu’nun altı örgütün bir araya gelmesiyle oluştuğunu, 2008’den beri devam eden bir işbirliği ağı olduğunu, sekretaryayı Ankara’da İnsan Hakları Ortak Platformunun (İHOP) yaptığını ifade etmiştir. Suruç’ta sayıları iki yüz bine yakın Kobanili olduğunu, son zamanlarda pasaportla giriş zorunluluğu getirildiğini, sınırı geçerken 17 kişinin silahla vurulduğunu, bunların bir kaçının öldüğünü, açık kapı politikası izleniyorsa pasaportu olmayanlara da giriş hakkı verilmesi gerektiğini, dört yıldan beri mülteci sorununun devam ettiğini, Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün bu konuyu çözümlemesi gerektiğini belirtmiştir.
Göç İdaresi Genel Müdürlüğü temsilcisi Mehtap İYİCE,daha önce emniyet birimlerinceyürütülen yabancılara ilişkin bütün iş ve işlemlerin Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne devredildiğini, Suriyelilere verilen kimliğin, ikamet izni anlamına gelmediğini, kaldıkları ilde adres kayıt sistemine kayıt yaptırmaları gerektiğini, çalışma izni için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına başvurma hakkı verildiğini, kayıtları tamamlanan kişilere hizmetlerin verilmesi için kurumlara bildirim yapıldığını, bütün yabancılarla ilgili bir veri tabanı oluşturulmakta olduğunu, geçici koruma kapsamındaki Suriyelilere kimlik verildiğini ifade etmiştir.
Uluslararası Mülteci Hakları Derneği temsilcisi Aybüke EKİCİ, hakların sağlanması ve hukuki yollara başvuru konusunda ciddi sıkıntılarla karşılaşıldığını, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununun uygulanmasında ciddi sorunlar yaşandığını, kamp dışında, geri gönderme merkezlerinde, havaalanlarında adeta karadelikler olduğunu, buralara ulaşmalarının çok zor olduğunu, buralardaki iltica taleplerinin işleme alınmadığını, avukata erişim sağlanmadığını, mülteci konusunun insan ticareti, organ ticareti boyutuyla da ele alınması gerektiğini, geçicilik söyleminden uzaklaşmak gerektiğini, toplumla uyum sağlanması gerektiğini ifade etmiştir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı temsilcisi Hüseyin KOCAPIÇAK, verilen çalışma izninin aynı zamanda ikamet izni yerine de geçtiğini; çalışma izni için Bakanlıklarına başvuru şartı olduğunu, başvurunun internet üzerinden yapılabildiğini, cevabın da internet üzerinden verildiğini, kişilerin Ankara’ya gelmek zorunda olmadıklarını; Suriyelilere bugüne kadar 3239 çalışma izni verildiğini, az olmasının nedeninin mültecilerin kimliklerinin olmaması olduğunu; Geçici Koruma Yönetmeliği madde 29’un çalışma konusunu düzenlediğini, kişilerin kalmakta oldukları illerden başvuru yapabileceklerini, bu Yönetmeliğe göre verilen izinlerin geçici olacağını, izin verilenlerin sistemden görülebileceğini, en az asgari ücret seviyesinde ücret verilmesi gerektiğini, çalışan mültecilerin sosyal güvenlikten istifade edebileceğini, böylece zikredilen kişilerin kayıt altına alınmış olacağını belirtmiştir.
İnsan Hakları Kurulu üyesi Yılmaz ENSAROĞLUtarafından yönetilen “Eğitim, Sağlık, Barınma ve Altyapı Hizmetleri Konusunda Kamu ve Sivil Toplum Desteği” başlıklı üçüncüoturumun ilk konuşmacısı, Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi Başkanı Celalettin GÜVENÇ, Şanlıurfa’nın 1.800.000’lik nüfusuna karşılık yaklaşık 500.000 Suriyelinin şehirde bulunduğunu ve 3 çadır kent, 1 konteynır kent ile 2 geçici barınma merkezinin hizmet verdiğini; 3.5 yıldır yoğun çalışmalar sürdürüldüğünü, özellikle birçok sivil toplum kuruluşunun bir araya gelmesiyle oluşan İnsani Yardım Platformuyla işbirliği içinde olunduğunu; Suruç’ta yürütülen kamp çalışmalarına alt yapı konusunda destek verildiğini, İnsanı Yardım Platformuyla yürütülen çalışmalarda Türkiye genelinden toplanan yardımın lojistik merkezinde toplanarak buradan Suriye’ye 163 tır insani yardım gönderildiğini, yardım malzemesinin çokluğundan dolayı Platform tarafından yeni bir lojistik merkez talep edildiğini, kurulan bir koordinasyon merkezi aracılığıyla biyometrik kayıt alınmaya başlandığını ifade etmiş, kamp içindeki ve dışındaki Suriyelilerin eğitim, çalışma, sağlık haklarının önemine, bu kişiler için kalıcı politikalar üretilmesi ve yeterli kaynak ayrılmasının gerekliliğine vurgu yapmıştır.
İnsan Hak ve Hürriyetleri Vakfı temsilcisi Gülden SÖNMEZ, Vakfın mülteciler konusunda 20 yıllık bir deneyimi olduğunu, bu süreçte çok geniş bir coğrafyada çalıştıklarını, yoğun saha deneyimlerinin Suriye olayı bağlamında değerlendirilebileceğini; Vakfın iki temel amacının insani yardım ve hak ihlallerini henüz gerçekleşmeden önlemeye dönük çalışmalar olduğunu, çok sayıda ve çeşitlilikte uluslararası kuruluşlarla çalışmalar yürütüldüğünü, Türkiye’deki Suriyeliler sorununu dünyaya yaymada bir köprü görevi üstlendiklerini, bölgesel koordinasyon merkezleri olduğunu, özellikle Kilis ve Reyhanlı Koordinasyon Merkezlerinin büyük önem arz ettiğini ifade etmiş; sivil toplum kuruluşları ve saha deneyimlerinin hükümetçe daha çok dikkate alınmasını, kriz yönetiminin Suriye sorununa özel bir birim tarafından yapılmasını, Suriyelilerin kendileriyle ilgili kararların alınması sürecine dâhil edilmesini, ülke geneline yayılmış, kamp dışında kalanlara yönelik sosyal etkinlikler düzenlenmesini, akademik dünyanın daha fazla ve detaylı çalışmalar yapmasını, kadınların karşılaştığı sorunlara (şiddet, tecavüz, erken evlilik vb.) yönelik özel önlemler alınmasını, daha fazla kadın görevlinin tayin edilmesini ve kalıcı çözümler üretilmesini önermiştir.
Sağlık Bakanlığı temsilcisi Muhammet CEREN; Suriyelilere yönelik sağlık hizmetlerinin Nisan 2011’den bu yana sürdürüldüğünü, geçici koruma altındaki kişilere üç başlık altında hizmet sunulduğunu, bunların, sınırdan yaralı gelenlere yönelik 112 acil sağlık hizmeti, temel ve koruyucu sağlık hizmetleri ile hastanelerde sunulan 2. ve 3. basamak sağlık hizmetleri olduğunu, kamp içi - kamp dışı toplam 6.000.000’dan fazla hastaya poliklinik hizmeti verildiğini, kamplarda 24 ambulans ve ekibi, 29 uzman doktor, 50 pratisyen hekim, 5 diş hekimi ile 188 yardımcı sağlık personelinin görev yaptığını, geçici koruma altındakilere yönelik hizmetlerin Sağlık Uygulama Tebliği kapsamında verildiğini ifade etmiştir.
Helsinki Yurttaşlar Derneği temsilcisi Hakan ATAMAN, 1993 yılında kurulan Derneğin temel çalışma alanlarının insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasi olduğunu, 2004 yılından beri bir Mültecilere Destek Programı olduğunu, bu kapsamda 2011 - 2013 yılları arasında İstanbul’da Uluslararası Sınır Tanımayan Doktorlar İspanya şubesinin desteği ile İstanbul’daki mültecilere bir psikososyal ve tıbbi destek projesi yürütüldüğünü, yine Sınır Tanımayan Doktorlarla işbirliği içinde Nisan 2013’ten bu yana Kilis’teki Suriyelilere birincibasamak sağlık ve psikososyal destek çalışmaları yürütüldüğünü; 20 aylık süreçte 65.403 başvuru alındığını, kayıt dışı olanlara hizmet veremedikleri, bu konuda hizmet sunmaları halinde haklarında işlem yapılacağına dair uyarı aldıklarını, psikososyal destek hizmetleri dışında hijyen kiti, insani yardım malzemesi dağıtımı gibi çalışmalar da yürütüldüğünü, ayrıca Suriyelilerin sorunlarını tartışmak amacıyla bölgesel yuvarlak masa toplantıları yapıldığını; Ezidilerin durumunu değerlendirmek amacıyla saha ziyaretleri yapıldığını belirtmiş; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının konuyla ilgili çalışma yürütmediğine; yasal düzenlemelerin hak değil daha çok güvenlik odaklı olduğuna; Dernekler Daire Başkanlığının sivil topluma yaklaşımının negatif olduğuna, Türkiye’de çalışmak isteyen ve iyi tanınan 17 uluslararası sivil toplum kuruluşunun bulunduğuna, ancak bunlara izin verilmediğine; Suriyeli doktorlara denklik verilmesi konusunda çalışma yapılması gerektiğine işaret etmiştir.
İnsan Hakları Kurulu üyesi Nihat BULUT tarafından yönetilen “Suriyeli Mültecilerin Sorunları ve Çözüm Önerileri” başlıklı son oturumun ilk konuşmacısı, İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi Derneği temsilcisi Metin ÇORABATIR, Suriyelilerin kendileriyle ilgili tüm süreçlere dâhil edilmesi gerektiğine, politika ve strateji oluşturulabilmesi anlamında tüm bilgi ve belgelere erişim olması gerektiğine; mültecilik konusunda bir kavram kargaşası olduğuna, ilgili Kanun’da dört farklı kategori oluşturulduğuna ve 91. madde çerçevesinde bunlara beşinci bir kavram daha eklendiğine; bu farklı statülerin devletler tarafından kavramın içinin boşaltılmasına neden olduğuna, Cenevre Sözleşmesi gereğince kavramın tek olduğuna, Türkiye’nin Sözleşme çerçevesinde coğrafi sınırı kaldırmadıkça mülteci politikalarının da hep eksik kalmaya devam edeceğine; Suriyelilerin önemli bir kısmının ülkelerine dönmeyeceğine, bu nedenle onların daha insani koşullarda yaşayabilmesi ve ülkeye katkı verebilir hale gelmesini sağlayacak bir pozisyon alınması gerektiğinedeğinmiştir.
Uluslararası Af Örgütü temsilcisi Taner KILIÇ,ülkemizdeki göç akımımın dünyadaki en ciddi kitlesel akımlardan biri olduğunu ancak böyle önemli bir alanın yabancılar şube polisine verildiğini ve bu kişilerin “güvenlik” bağlamında konuya yaklaştığını ve bu şekilde bir uygulamaya gittiğini, bunun büyük bir baskı oluşturduğunu ve insan hak ve onurunun ikinci plana atıldığını yine bu bağlamda kamu kurumlarının sivil toplum örgütlerine ve hak örgütlerine kulaklarını tıkamamaları gerektiğini, orta ve uzun vadede ciddi sosyal politikalar ve stratejiler geliştirilmesinin elzem olduğunu, Urfa örneğindeki “koordinasyon modelinin” takdire şayan olduğunu ve yinehaklar konusunda son derece bilinçsiz olan bu kişilerin hukuki yardım konusunda da aydınlatılmaları ve Baroların kendilerine kanunla verilen sorumlulukları yerine getirmeleri gerektiğini belirtmiştir.
Çalıştayın sonunda kapanış değerlendirmesiyapan İnsan Hakları Kurulu üyesi Levent KORKUT, Türkiye İnsan Hakları Kurumunun olaylara insan hakları açısından baktığını, temel haklara aykırı olması halinde ulusal ve uluslararası mevzuata, uygulamalara, çalışmalara eleştiri getireceğini belirtmiş, Geçici Koruma Yönetmeliğinde düzenlenen statünün öngörülmemiş bir statü olduğunu, Suriyelilerin kalıcı olduğunun öngörülemediğini, bu kişilere kalıcı bir statüsü verilmiş olması gerektiğini, yine gerekli yatırımın özellikle eğitim alanında şimdiden yapılması gerektiğini; çünkü 15-20 yıl sonra gerekli eğitim olanağı sağlanmamış Suriyeli çocukların bir işsizler grubu olarak farklı ve daha büyük bir sorun alanı olarak tekrar ortaya çıkacağını ve daha fazla önlemler gerektireceğini, sivil toplum ve saha deneyimlerini belgelere yansıtmakta sıkıntı yaşandığını, ilgili kurumlar arasında koordinasyon ve diyalog sorunu olduğunu, bu iletişimsizliğin devlet kurumları arasında da yaşandığını, medyanın etkin şekilde kullanılamadığını, nefret söyleminin göz ardı edilmemesi ve öngörüsüzlüğün aşılıp, iletişime açık hale gelinmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Kamuoyunun Bilgisine sunulur.
Dr. Hikmet TÜLEN
Türkiye insan Hakları Kurumu Başkanı