25 Mart 2014, Salı
Merhaba hikâyesever çocuklar...
Burası Hikâye Park. Her gün bir çok minik dost öykü parka oynamaya gelir. Salıncağa biner, kaydıraktan kayarlar. Kimi örümcek çocuklar halatlardan tutunur tırmanışa geçerler. Kimi çocuklar da örümcek değil, küçük kedi olurlar. O taraftan bu tarafa koşar dururlar. Çimenler kedi çocukların halısı olur. Nasıl mı kedi, örümcek veye prens olurlar? Şimdi Hikâye Park’ın büyük pembe kapısından giren herkese tulum verilir. Tulumu giyen ya kedi ya örümcek ya da prens olur. Böylece çocuklar kediciğe, örümceğe, prense dönüşürler, işte şurada kurulan Hikâye Park’ta her şey daha eğlenceli oluverir.
“Elindeki kitapçıkta ne yazıyor Ali?”
“Parka giden prens olur, isterse kedi bile olur yazıyor dayıcığım. Ama bir şartı var. İçeri girerken tulum giymemiz gerekiyor!”
Tulumları birer birer alıyoruz dayımla. Ben kedi olmayı istiyorum, o prens olmayı istiyor. Çabucak giyiniyoruz. İçerisi ayrı bir dünya hikâye dünyası. Çoğu oyunu önceden okumamız isteniyor. Görevlinin verdiği hikâyeyi okuyan oyun odasına alınıyor. Daha evvel hiç oynamadığımız oyunlar. Çünkü dört ayak üstünde durmam gayet ilginç geliyor bana. Hatta kediler pati yalıyorlar! En son oyun çok zevkli geçmişti. Hikâye kâğıdını içeriye girmeden kapıdaki abla uzattı. Okurken bile canım çekmişti. Son oyun ötekilere benzemiyordu. Patilerimin altına çikolata yerleştirdi dayım. Oyunun kuralı bu. Bütün hikâyeleri okuyana hediye patide çikolata. Patilerimdeki çikolatayı haketmem için uzatılan her hikâyeyi iyice anlamam arkadaşıma da anlatmam gerekiyordu. Hikâye şu idi:
Otobüse binen bir grup sınıf, başkan seçimi için bir yerde toplanıyorlar. Sınıf başkanı olmak isteyenler bir tarafa geçip arkadaşlarına kendilerini tanıtıyorlardı. En iyi tanıtan başkan olacaktı. Bu hikâyeyi okudum arkadaşıma anlatmaya başladım. Derken oyun grubum içinde en hızlı okuyan ve anlatan ben seçilmiştim.
Dayımla zıplaya oynaya patilerimdeki çikolatayı yemeye başladık. O günün akşamına doğru gerçekten kendimi bir kedi dayımda prens gibi hissetmeye başladık.
Hikâye Park’tan çıkmak üzereydik. Dayım arabasını getirmeye gitmişti. O sırada gözüme bir gazete parçası takıldı. Gazeteyi oturduğum yerden elime aldım. Renkli resimlerin yanında yine bir hikâye yazıyordu. Bu sefer neden okuyayım hem sonunda hediye yok ki diye düşündüm. Dayımın arabasının korna sesiyle yerimden doğruldum. Gazeteyi yanıma almamıştım.
Dayım aniden bana döndü; “Ali, hikâye eğlencenin kendisi idi parkta, ama sen farketmedin. Sadece oyun kapısı açılmıyordu. Sen her hikâye okuduğunda aslında yeni kelimelerle tanıştıkça yeni arkadaşların oluyordu. Gazetedeki her hikâye senin kendi hikâyen olur. Onunla yeni oyunlar öğrenir, yeni şeyler bilirsin. Bilgi hikâye ile de gelir, ders ile de, oyun ile de ve en önemlisi bilgin çocuk her yerde sevilen çocuk olur.
Her yerde sevilmeyi istemez misin?
“Hikâye okuyarak sevilmeyi kim istemez?” dedikten sonra, dayım arka koltuktan o günün gazetesini bana uzattı. Ortada yazılmış okunmayı bekleyen hikâyeyi okumaya başlamıştım.
Okunma Sayısı: 2815
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.