Aile-Sağlık |
Enerji içeceklerinde alkolizm tehlikesi ABD’DE yayımlanan bir araştırmaya göre, en çok gençler tarafından tüketilen enerji içecekleri alkolizme zemin hazırlayabiliyor. Bin öğrenci arasında yapılan araştırma, gençlerin, enerji içeceklerini, enerji takviyesinin yanı sıra uyanık kalma amaçlı içtiklerini gösteriyor. Araştırma, yılda 52 adet veya daha fazla enerji içeceği tüketen öğrencilerin sarhoş olma eğilimi geliştirdiklerini, daha fazla alkol tükettiklerini ve yetişkin yaşta alkol bağımlısı olabildiklerini ortaya koyuyor. “Alcoholism: Clinical and experimental research” adlı dergide 2011 yılında yer alacak olan araştırmaya göre, çok sık enerji içeceği tüketen kişiler, alkolik olabilme riski ile karşı karşıya kalabiliyor. ABD’nin Maryland Üniversitesi’ndeki görevli araştırmacılar, “Gençler arasında, yüksek dozda kafein içeren enerji içeceğini alkolle karıştırıp içmek gitgide moda halini alıyor ama alkolle karıştırılmış enerji içeceği, uykusuzluk gibi sorunlara yol açabilir” şeklinde uyarıda bulunuyor. Araştırmacılar, kafein dozu yüksek olan enerji içeceğine alkol karıştırmanın sinir sistemi üzerinde uyarıcı etki yaptığını, böylece sarhoş olduğunu hissetmeyen kişinin içmeye devam ettiğini belirtiyor ve bu durumun araba kazalarına yol açabileceğine işaret ediyor. ABD İlâç ve Gıda Dairesi (FDA) yetkilileri, bir yıldır yüksek dozda kafein içeren enerji içecekleri konusuna eğildiklerini ve bu tür içeceklerin satışına yeni bir düzenleme getirmek konusunda hızlı bir karar alacaklarını bildirdi. |
19.11.2010 |
Kivi strese iyi geliyor GAZİOSMANPAŞA Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Rüstem Cangi, kivide bulunan serotonin maddesinin stresi azalttığını, inositolinin ise depresyona iyi geldiğini belirterek, diyabet hastalarının şeker oranlarını düzenlemede de pozitif yönde etkili olduğunu bildirdi. Kivinin faydaları ve Türkiye’deki tüketimi hakkında bilgi veren Doç Dr. Cangi, bu mucize meyvenin dünyada tüketilen yaş meyveler içerisinde içerik bakımından en zengin özelliğe sahip olduğunu söyledi. Özellikle C ve E vitamini ile yüksek potasyum ve magnezyum içerdiğini belirten Cangi, kivinin vücudun ihtiyacı olan besin maddelerini karşılama bakımından eşsiz bir meyve olduğunu vurguladı. Türkiye’de tüketicilerin kivinin tüketimi konusunda yeterli bilgiye sahip olmadıklarını ifade eden Cangi, dünyada kivi üretimin arttığını belirterek, şunları söyledi: ‘’Son 40 yılda dünyada kivi üretiminin 600 kat artarak yaklaşık 1 milyon 300 bin tona ulaşması, tüketicilerin bu meyveye ilgisini göstermektedir. Kivi özellikle havaların soğuması ile birlikte astım, solunum darlığı, grip gibi rahatsızlıklarda ihtiyaç olan C vitamini ihtiyacını karşılamada bire bir meyvedir. Kivi doğal laksatif özelliği nedeniyle başta yatalak hastaların hem dirençlerini artırmak, hem de kabızlık sorununa önlem amacıyla önerilecek meyvelerin başında gelmektedir.’’ Kivi tüketiminin faydalarını anlatan Cangi, sözlerine şöyle devam etti: ‘’Yapılan son araştırmalarda günde 2 kivi tüketmenin vücutta kötü kolesterol (LDL) seviyesini azalttığı, iyi kolesterol (HDL) seviyesini ise artırdığı, özellikle aspirinin yan etkisine maruz kalan kalp hastaları için kivi önerilmektedir. Düşük kalorisi sayesinde kilo almaksızın formun korunmasında, spor sonrası veya sıcakta terleme ile kaybedilen elektrolitlerin karşılanmasında sıkça tüketilen bir meyvedir. Kivide bulunan serotonin maddesinin stresi azalttığı, inositolinin ise depresyona iyi geldiği ve diyabet hastalarının şeker oranını düzenlemede de pozitif yönde etkili olduğu saptanmıştır.’’
NASIL TÜKETİLECEĞİ BİLİNMİYOR TÜRKİYE’DE yaklaşık 20 yıl öncesine dayanan kivi tüketimiyle ile ilgili vatandaşların hala yeterince bilgi sahibi olmadığını ifade eden Cangi, ‘’Kivi meyvesi özelliği itibariyle daldan koparıldığı zaman hemen tüketilebilecek bir meyve değildir. Kivi manav, pazar veya marketlerde sert veya yenebilecek olgunluğa ulaşmış (yumuşamış) durumda satışa sunulmaktadır. Düzenli kivi tüketen vatandaşların mümkünse sert durumda kivileri satın alarak, evde kendilerinin yeme olgunluğuna getirmeleri daha uygun olacaktır. Yaklaşık 10 adet sert kivi, orta irilikte 2 elma ile birlikte ağzı sıkıca kapatılacak bir poşet içerisinde 4-5 gün oda sıcaklığında bekletilmeli, kiviler bu ortamda yenilmeye uygun hale gelecektir’’ dedi. |
19.11.2010 |
Yanlış antibiyotik kullanımı çevre kirliliği sebebi TÜRK Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği, Antibiyotik ve Kemoterapi Derneği, Hastane İnfeksiyonları Derneği ile Türk İnfeksiyon Vakfı’nın kurucu üyelerinden Prof. Dr. Semra Çalangu, antibiyotiklerin uygun kullanılmaması sonucunda tabiatta aslında mevcut olmayan bakterilerin ortaya çıkabileceğini, dirençli bakteriler gelişebileceğini, bunun bir çevre kirliliği olduğunu bildirdi. Prof. Dr. Semra Çalangu, antibiyotiklerin sadece Türkiye’de değil bütün dünyada gereksiz, yanlış, uygunsuz kullanımından şikâyet edilen ilâçlar oldukları belirterek, aslında insanların ilâç almaktan hoşlanmadıklarını ancak antibiyotik kullanmayı kolaylıkla kabul ettiklerini söyledi. Çalangu, ‘’Örneğin antibiyotikler biliyoruz ki virüsler üzerine etkisizler. Yani nezle, grip, soğuk algınlığı gibi durumlarda antibiyotiklerin hiç etkisi yok. Çünkü bunlar virüslerle meydana gelen hastalıklar. Aslında ateşe yol açan mikrobik hastalıkların büyük bir bölümünde etken yine virüslerdir ve antibiyotiklerin etkisi yoktur. Bu durumlarda alınması gereken ilâçlar, ağrı kesici, ateş düşürücü ilaçlardır. Ama bütün bu saydığım durumlarda insanlar ağrı kesici ateş düşürücü haplar almak yerine yada bunların yanında hemen bir antibiyotik almayı seçiyorlar’’ dedi. Çalangu, şunları söyledi: ‘’Antibiyotiklerin uygun kullanılmaması sonucunda doğada aslında mevcut olmayan bakteriler ortaya çıkabilir. Dirençli bakteriler gelişebilir. Bu bir çevre kirliliğidir. Tamamıyla masum, o antibiyotikleri hiç kullanmamış insanları etkileyebilir. Biraz abartılı olacak belki ama bu iki bakımdan ben antibiyotiklerin uygun kullanılmaması sonucunda doğan durumu, pasif sigara içiciliğine benzetiyorum. Nasıl insan sigara içmese de, başka birinin içtiği sigaradan zarar görüyor, etkileniyor, antibiyotik kullanmadan antibiyotiğe dirençli bir mikropla hastalanmak da buna benziyor.’ |
19.11.2010 |
Her yıl 8 bine yakın diyabetli ayağını kaybediyor ŞEKER hastalığına bağlı komplikasyonların başında gelen ayak yaraları sebebiyle, Türkiye’de yılda 8 bine yakın diyabet hastasının ayağını kaybettiği saptandı. ‘’Diyabet 2020: Vizyon ve Hedefler Projesi’’ kapsamında hazırlanan çalışmada, şeker hastalığına bağlı komplikasyonların tanısı için göz, ayak ve duyu organlarına yönelik tetkik ve muayenelerin önemli ölçüde yapılmadığı belirtildi. Kimi zaman komplikasyonların tanısında çok yararlı basit testlerin atlandığı, buna karşın daha ileri testlerin istenebildiği kaydedilen çalışmada, diyabetliler arasında göz muayenesi olmayanların oranının yüzde 75 civarında olduğuna dikkat çekildi. Kliniklerde takip edilen hastaların şikayetleri olmadığı sürece göz muayenesinden geçirilmediği, hasta, görme sorunu ortaya çıktığında başvurduğunda ise etkili tedavi için geç kalındığı belirtilen çalışmada, göz hekimlerinin büyük bölümünün, diyabet nedeniyle retinadaki kılcal damarların etkilenmesi sonucu ortaya çıkan diyabetik retinopatiyi göz hastalığı olarak ele aldığı, hasta takibinde ve girişimde metabolik düzenlemelerin göz ardı edilebildiği vurgulandı.
TÜRKİYE’DEKİ TESPİTLER DİYABETE bağlı komplikasyonların başında gelen ayak yaraları sebebiyle dünyada her 30 dakikada bir ayak kaybı meydana geldiği bildirilen çalışmada, Türkiye’ye yönelik de şu tespitlere yer verildi: Türkiye’de yılda 400 bin diyabet ayak yarası görülüyor. Buna bağlı 7 bin 700 dolayında ayak kaybediliyor. Yalın ayak dolaşma ve çalışma, abdest almaya bağlı mantarların yaygınlığı da diyabetik ayak görülme sıklığını artıyor. Hastaneye yatırılarak tedavi edilmesi gereken diyabetik ayaklı hastalar için yeterli yatak bulunmuyor. Klinik uygulamada her komplikasyonun ait olduğu bir uzmanlık dalı bulunuyor. Ancak diyabetik ayak sahipsiz kalıyor. Damar cerrahisi, plastik cerrahi, ortopedi dalları diyabetik ayakla ilgilenmekle birlikte, Türkiye’de ayak ve bilek sağlığı ile ilgilenen tıbbın en yeni dallarından birisi olan podiatrist bulunmuyor. Sahada bazı hekimlerin ‘ayak yarasına dokunulmaz’ şeklindeki yargısı tedaviyi geciktiriyor. Kimi hastaların diyabetik ayak için önerilen klasik tedavi yöntemlerini keserek yalnızca hiperbarik oksijen tedavisine girmesi yüzünden durum daha da kötüleşiyor. |
19.11.2010 |
Meyve suları katkısız tüketilmeli AKDENİZ Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Reha Artan, günde iki bardaktan fazla meyve suyu tüketen 26 yaş grubundaki oyun çağı çocuklarında boy kısalığı ve şişmanlığın daha sık görüldüğünü iddia etti. Prof. Dr. Artan, meyve suyunun bebekler ile 26 yaş grubundaki oyun çağı çocuklarının beslenmesi üzerinde etkileri olduğunu ifade etti. Bebeklerde meyve suyuna altıncı aydan önce başlamanın beslenme açısından hiçbir yararı olmadığını belirten Prof. Dr. Artan, tüketicilerin içeriği yüzde yüz meyve suyu olan ürünleri tercih etmesini istedi. Şeker ve su katkılı meyve sularının bebek beslenmesinde yeri olmadığını, hatta sakıncaları bulunabileceğini vurgulayan Artan, ‘’Yüzde yüz meyve suyunu altı aydan büyük bir bebeğe ancak günde 120150 mililitre yani 1.5 çay bardağı verirsek dengeli bir beslenmenin yerini alabilir’’ dedi. Meyve suyunun gece yatmadan önce verilmemesi gerektiğini dile getiren Artan, gün içinde öğünlerle birlikte tüketilmesi gerektiğini bildirdi. |
19.11.2010 |
Meyve ve sebze,kemik kırılması riskini azaltabilir MEYVE ve sebze, kadınlarda kemik kırılması riskini azaltabilir. Kanada’nın McGill Üniversitesi’nden Lisa Langsetmo ve ekibinin yaptığı araştırmaya, 50 yaş ve üzerindeki 3 bin 539 kadın ile 1649 erkek katıldı. Kemik kırılmaları ve besin yoğunluğu arasındaki ilişkiyi inceleyen bilimadamları, menopoza girmiş kadınlardan sebze ve meyveyi çok tüketenlerde kemik kırılmalarına az rastladı. Meyve ve sebzenin besin yoğunluğunun tatlı ya da bisküvilerden daha fazla olduğunu belirten araştırmacılar, günlük tüketilen besin yoğunluğu fazla yiyeceklerin yüzde 40 artırılmasının, kadınlarda 10 yılda kemik kırılması riskini yüzde 14 azalttığını vurguladı. Bilimadamları, erkeklerde bu oranın daha az olduğunu bildirdi. Araştırma, “American Journal of Clinical Nutrition” dergisinde yayımlandı. Konuya ilişkin makale, Fransız “Le Point” dergisinin internet sitesinde de yer alıyor. |
19.11.2010 |
Bayramda yaşlılar unutulmadı BALIKESİR Merve Eğitim ve Kültür Derneği, huzurevini ziyaret ederek yaşlıları sevindirdi. Dernek üyeleri, yaşlıların elini öperek Kurban Bayramı’nı kutladı. Baklava ve çikolata da ikram eden üyeler, huzurevi sakinleriyle sohbet ederek dertlerini dinledi. Dernek Başkanı Ayşe Gürel, yaşlıların baş tacı olduğunu belirterek, onlardan öğrenilecek çok şeyler bulunduğunu söyledi. Toplumun, büyüklerin duâ ve nasihatlerine çok ihtiyacı olduğunu ifade eden Gürel, ‘’Allah, herkese huzurlu ve sağlıklı yaşlanma nasip etsin. Dernek olarak sürekli buraya gelip yaşlılarımızı ziyaret ediyoruz. Onların mutluluğuyla mutlu oluyoruz. Birlik beraberliğimizi, kardeşlik ve dostluğumuzu en sıcak şekilde hissedeceğimiz Kurban Bayramı’nın İslâm âlemine hayırlar getirmesini Yüce Allah’tan niyaz ederim” dedi. |
19.11.2010 |
Beslenme dostu okullara sertifika BURSA'DA, okulların sağlıklı beslenme ve hareketli hayat şartlarına teşvik edilmesini hedefleyen ‘Beslenme Dostu Okul Projesi’ denetimlerine başlandı. İl Sağlık Müdürlüğü ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden ikişer yetkilinin katılımı ile oluşturulan ekip, başvurusu olan okulları denetliyor. Okullarda, beslenme ve fiziksel aktivite konusunda yapılan çalışmalar, eğitim faaliyetleri, yemekhane ve kantin hizmetleri denetleniyor. Denetim sonunda yeterli puana ulaşan okullar, ‘Beslenme Dostu Okul’ sertifikası ile ödüllendirilecek. Projeye, Milli Eğitim Müdürlüğü aracılığıyla 51 okul başvuruda bulundu. Denetimlerin 26 Aralık’a kadar bitirilmesi planlanıyor. |
19.11.2010 |
Zerdeçal, birçok derde devâ ATATÜRK Üniversitesi (AÜ) Fen Fakültesi Kimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. İlhami Gülçin, zerdeçalın her türlü kanser hastalıkları, diyabet, enfeksiyon hastalıkları başta olmak üzere 100’den fazla hastalığa iyi geldiğini belirterek, Türkiye’de kullanım alanının yaygınlaşması gerektiğini söyledi. Gülçin, yüksek lisans öğrencisi Tuğba Ak ile birlikte zerdeçalda bol miktarda bulunan ‘’curcumin’’ maddesi üzerine bir tez çalışması yaptıklarını söyledi. Zerdeçalın Ortadoğu mutfağında yaygın bir şekilde, halk hekimliğinde haplar şeklinde kullanıldığını ve günlük diyetle birlikte de alındığını ifade eden Gülçin, ‘’Zerdeçal, Ortadoğu mutfaklarında çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Zerdeçallı pilavlar, salatalar yaygındır. Zerdeçal büyük bir öneme sahipken, bizim buna yabancı kalmamız mümkün değildi. Biz de son zamanlarda sadece zerdeçalı kullanmak değil, zerdeçalda bulunan etkin madde olan ‘curcumin’ üzerinde çalışmalarımızı yoğunlaştırdık’’ dedi. Çalışmalarında, zerdeçal bitkisini antioksidan kapasitesini irdelemeye çalıştıklarını anlatan Gülçin, ‘’Özellikle antioksidan ve radikal giderme kapasitesini hem belirledik hem de bilinen standartlarla kıyasladık. Gerçekten yapmış olduğumuz çalışmalarda aynı konsantrasyona denk gelen standartlara karşılık zerdeçal ve dolasıyla curcumin molekülünün çok yüksek oranda antioksidan aktive gösterdiğini tespit ettik’’’ diye konuştu. Gülçin, zerdeçalın ve dolayısıyla curcuminin her türlü kanser hastalıkları, diyabet ve enfeksiyon hastalıkları başta olmak üzere 100’den fazla hastalığa iyi geldiğini, hatta bunlardan bazılarının gen seviyesinde iken engellediğinin tespit edildiğini ifade etti. Gülçin, özellikle Türk mutfağında da zerdeçalın kullanım alanının yaygınlaşmasını tavsiye etti. |
19.11.2010 |