Aile-Sağlık |
Çocukları okuldan gelir gelmez derse zorlamayın ÇOCUĞUN belirli bir çalışma yeri olduğu gibi belirli bir çalışma saati de olması gerektiği, ancak çocukların okuldan gelir gelmez derse oturtulmaya zorlanmasının yanlış olduğu bildirildi. Aile ve çocuk eğitimiyle ilgili çeşitli araştırmaları bulunan Cumhuriyet Üniversitesi (CÜ) İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mehmet Zeki Aydın, okullar açıldığı zaman velileri tatlı bir telâşenin sardığını belirtti. Okul başarısı için ebeveynlere öncelikle çocukları için sağlıklı bir ortam ve çevre sağlamasını, en önemlisi de iyi örnek olmasını öneren Prof. Dr. Aydın, çocuğun evde ders çalışmasının kontrol edilmesi ve çocuklara nasıl ders çalışılacağının öğretilmesi gerektiğini söyledi. Çocuğa sınıfta nasıl not alınacağının, bir kitabı okumakla çalışmak arasındaki farkın, çeşitli testlerin nasıl uygulanacağının öğretilmesi gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Aydın, şöyle konuştu: ‘’Ancak, ‘hadi git, dersine çalış’ demekle çocuklara ders çalıştıramazsınız. Kendimiz televizyon seyrederken, çocuğa ‘git öbür odada ders çalış’ dememizin hiçbir faydası yoktur. Gerekirse televizyonu kapatmalı veya ölçülü bir şekilde birlikte seyretmeliyiz. Ona güvendiğimizi belli ederek onu tatlı bir şekilde uyarabilir, bazen birlikte oturarak çalışmasını sağlayabiliriz. Şayet çocuk istiyorsa ve faydalı oluyorsa, arkadaşlarıyla birlikte ders çalışmasına imkân tanınmalıdır. Çocukların ödevlerine yardımcı olunmalı, ancak onların yerine ödevleri yapılmamalıdır. Anne babanın çocuklarının ev ödevlerine katılması, ona ders çalışmayı öğretmesi, okumanın zevkli bir iş olduğu duygusunu verecek ve çocuğun okula bağlanmasını sağlayacaktır.’’
İDEAL DERS ÇALIŞMA YERİ Evde çocuğun belirli bir çalışma yeri olmasının sağlanması gerektiğini anlatan Prof. Dr. Aydın, şunları söyledi: ‘’İdeal çalışma yeri çocuğun odasına koyulacak bir çalışma masasıdır. Ayrı bir oda ve masa imkânımız yoksa hiç olmazsa bir oda çalışma odası olarak ayarlanabilir. Böylelikle çocuk, oturma odasındaki radyo, televizyon gibi çekici araçlardan, ailenin konuşmalarından uzak kalacaktır. Çocuğun ders çalışmayı abartarak, tüm çevreyle ilişkisini kesip sadece ders çalışması engellenmelidir. Mümkün olduğunca aile içinde ve dışında sportif ve sosyal faaliyetlere katılması sağlanmalıdır.’’ Çocukların anlattıklarının dikkatle dinlenilmesini, dinlerken göz kontağı kurulmasını isteyen Prof. Dr. Aydın, ‘’Çocukların huysuzluklarına karşı sabırlı, soğukkanlı ve anlayışlı olunmalıdır. Onların çocuk oldukları hiç unutulmamalı, oyunlarına asla engel olunmamalıdır’’ dedi.
ÇOCUĞUN DERS ÇALIŞMA YERİ VE ZAMANI
Çocuğun belirli bir çalışma yeri olduğu gibi belirli bir çalışma saati de olması gerektiğini aktaran Prof. Dr. Aydın, ‘’Bu konuda her çocuğa uygun gelebilecek ideal bir zaman yoktur. Ama kesinlikle olmayacak bir zaman vardır, o da çocuk okuldan gelir gelmez derse oturtmaktır. Bazı aileler, ‘önce derslerini bitir, sonra oynarsın’ diyerek çocuğu okuldan gelince dersin başına oturtmaya çalışırlar. Oysa çocuk zaten bütün gün okulda ders yapmış ve yorulmuştur. Okuldan gelince sınıfta baskı altında tuttuğu enerjiyi boşaltması, koşması, dilediği gibi oynaması gerekir’’ diye konuştu. |
23.09.2010 |
Anaokuluna gitmemiş çocuklar okula alışmada sıkıntı çekiyor PSİKİYATRİST Özalp Einci, anaokuluna gitmemiş çocuklarda okula alışma ve anneden ayrılma sürecinin çocuk ve aile açısından sıkıntılı bir süreç olarak karşılarına çıktığını söyledi. Einci okula alışma ve uyum sağlamada zorluk yaşayan çocukların bir bölümünde okul fobisi olarak adlandırılan okuldan korku bozukluğunu gördüklerini belirtti. Okul fobisi olan çocuklarda anneden ayrılma ile ilgili kaygılar, okulda annesi olmadan kalamama ve kimi zaman da karın ağrısı gibi bedenî şikâyetler görüldüğünü ifade eden Einci, “Aile üyelerinde ve özellikle annede kaygı, endişe ve evham şikâyetleri olan çocuklarda okul fobisi daha sık görülmektedir. Bu tür belirtiler gösteren çocukların bir çocuk ruh sağlığı uzmanı hekimden yardım almaları gerekmektedir. Bizler çocuk ruh sağlığı uzmanı hekimler olarak aile ve öğretmenin de tedaviye katılımıyla okul fobisini başarı ile tedavi etmekteyiz. Tedavide çocuğun basamaklı olarak okula alışmasını hedefleyen psikoterapi yöntemleri ve gereken durumlarda ilâç tedavilerini kullanmaktayız” dedi. Einci, okul çağındaki çocuklarda aşırı hareketlilik, sabırsızlık ve dikkat eksikliği belirtilerinin sık sık görüldüğünü ve bu 3 belirtinin de çocuğun ders başarılarını, arkadaş ilişkilerini ve aile ilişkilerini etkileyecek boyutta ise bu durumu Dikkat Eksikliği/Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) olarak yorumladıklarını belirtti. Son yıllarda yapılan çok sayıda araştırma DEHB’nin okul çağı çocuklarda yüzde 3-8 oranında görüldüğünü hatırlatan Einci, “Ortalama her 20 kişilik sınıfta bu belirtileri yaşayan en azından bir çocuk olduğunu düşünebiliriz. Bu anlamda DEHB bir halk sağlığı sorunudur. DEHB’li çocuklar derste aşırı hareketli olan, ayakta gezen, otursa bile sırada kıpır kıpır olan, derse dikkatini veremeyen, unutkan olan çocuklardır. Bilinmesi gereken önemli bir konu DEHB’nin zekâ ile direk bir ilişkisi olmadığıdır. Yani zeki çocuklarda da DEHB görülebilir. Bu belirtilerin olduğu çocuklar derse dikkatini odaklayamazlar ve kapasitelerinin altında bir başarı gösterirler” diye konuştu. |
23.09.2010 |
Okul korkusu karın ağrısı yapıyor KÜÇÜK çocuklarda kurallarla dolu bir ortamda anne baba şefkatini bulamama endişesiyle okul korkusu görülebildiğini belirten uzmanlar, bu duygunun çocukta okul saati geldiğinde baş ağrısı, karın ağrısı, kusma ve okulda ağlama gibi sorunlar oluşturabildiğini bildirdi. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, çocukların eğitim hayatı boyunca ciddî stresler ve tehlikeli durumlarla karşılaşabildiğini söyledi. Bu sorunların özellikle okula yeni başlayan çocuklarda daha sık görüldüğünü ifade eden Yorulmaz, ‘’Bu küçük çocuklarımızda, anne babadan ayrılma korkusu kaygısı ve kurallarla dolu bir ortamda anne baba şefkatini bulamama endişesi ile okul korkusu görülebilmektedir. Çok normal olan bu duyguyu anne babaya fazla bağımlı, içine kapanık, arkadaşları ile oyun oynamayı, paylaşmayı öğrenememiş çocuklarda okula okulda ağlama, okul saati geldiğinde baş ağrısı, karın ağrısı, kusma gibi sorunlar oluşabilir’’ diye konuştu. Bu günlerde anne babaların çocuklarına her zamankinden biraz daha fazla ilgi göstererek, okula zaman zaman ziyarette bulunması gerektiğini belirten Yorulmaz, çocukların okulda yaptıkları, arkadaşlıkları, öğrendikleri ile yakından ilgilenerek ve küçük de olsa her başarılarını takdir ederek bu dönemi daha kolay ve sorunsuz atlatabileceğini bildirdi.
ÖĞRENCİLER YARIŞTIRILMAMALI
OKULU daha ilk günlerden bir yarış haline getirmenin çocukları çok daha stresli ve sorunlu hale getireceğini anlatan Yorulmaz, şöyle konuştu: ‘’Bu nedenle okulun ilk gününden başlamak üzere, çocuklarımıza sağlıklı bir okul dönemi geçirmek için kollarımızı sıvamalıyız. Çocuklarımız okula başlamadan önce olması gereken tüm aşıları yapılmış olmalı ve alerji, astım, şeker hastalığı gibi var olan sağlık sorunları konusunda okul idaresi ve öğretmen bilgilendirilmelidir. Çocuklarımızı okula gitme saatinden en az yarım saat önce kaldırmalı günlük sabah temizliğinden sonra, mutlaka tereyağı, süt, taze sıkılmış meyve suyu, yumurta, bal, zeytin, peynir gibi doğal besinlerden oluşan bir kahvaltı yaptırdıktan sonra göndermeliyiz. Aksi halde çocuk öğle yemeği öncesi acıkacak ve derslerine iyi bir şekilde dikkatini veremeyecek, kantinden ya da okul çevresinden sağlıklı olmayan abur cubur türü maddeler alarak karnını doyurmaya çalışacaktır. Bu defa da öğle yemeği vakti tam acıkmadığı için öğle öğünü iyi beslenmeden geçiştirilecek ve okul çıkışı vakitsiz bir öğün daha yenilerek akşam yemeği, dolayısıyla günlük beslenme düzeni bozulacaktır.’’ |
23.09.2010 |
Islanmış kıyafet hastalık yapar SAKARYA Tabip Odası Başkanı Dursun Bostancı, sonbaharla birlikte yağışların başladığını belirterek ıslak dolaşmanın gribal enfeksiyonlara sebep olduğunu söyledi. Bostancı, ıslak elbisenin vücut ısısını düşürdüğünü bunun da bağışıklık sistemini zayıflatarak hastalığa dâvetiye çıkaracağını kaydetti. Yağışlı havalarda ıslanmamaya özen gösterilmesi gerektiğini vurgulayan Bostancı, özellikle sinüzit rahatsızlığı olanların kesinlikle başını ıslatmaması ve ıslak halde dolaşmamasının altını çizdi. Bostancı şu bilgileri verdi: “Islak elbise ile dolaşmak vücut ısısını düşürür. Isısı düşen vücudun bağışıklık sistemi de zayıflar ve hastalıklara açık hale gelir. Bu nedenle eğer istemeden ıslanmışsak, en kısa sürede ıslak elbiselerimizi kuruları ile değiştirmeliyiz. Özellikle sinüzit hastaları başlarını ıslatmaktan özenle korumalıdır. Hafif bir ıslaklık dahi sinüziti azdırabilir. Yağışlı havalarda mutlaka şemsiye taşınmalı ve ıslanmamaya gayret edilmelidir.” Bostancı, soğuk havalarda terlememeye de dikkat edilmesi gerektiğini, terliyken soğuk havaya çıkılmasının başta yüz felci olmak üzere gribal enfeksiyonlara da dâvetiye çıkardığını belirterek, genelde yanlış giyim sonucu terlemenin meydana geldiğini ve bu sebeple mevsimine göre giyinilmesi gerektiğini ifade etti. |
23.09.2010 |
Bunamanın küresel maliyeti 604 milyar dolar BUNAMANIN dünya çapındaki maliyetinin 2010’da 604 milyar dolara ulaşacağı bildirildi. Uluslararası Alzheimer Hastalığı (ADI) kurumunun raporuna göre, bu miktar dünya gayrısafi millî hasılasının yüzde 1’ine tekabül ediyor. Raporda, bu maliyetin 2050 itibarıyla bunayanların sayısının üç katına çıkmasıyla daha da artacağı kaydedildi. Raporda, sorunun boyutunu göstermek için verilen örnekte, 35.6 milyon Alzheimer hastası ve diğer bunama hastalarının bakım maliyeti bir ülke ekonomisi olarak tasavvur edilseydi, bunun dünyanın en büyük 18. ekonomisine eşit olacağı belirtildi. Bunamayı, “21. yüzyılın yegâne önemli sağlık ve toplumsal krizi” olarak nitelendiren ADI’nın başkanı Daisy Acosta, dünya çapında hükümetlerin bu hastalığın yol açacağı toplumsal ve ekonomik yıkıma hazır olmadığını söyledi. Şikago’daki Alzheimer Birliği’nin başkanı Harry Johns da bunamanın en yaygın biçimlerinden biri olan Alzheimer’ın sadece bir hafıza kaybı olmadığını, bunun, risk faktörü yaşlanma olan, ilerleyen ve dejeneratif bir hastalık olduğunu belirterek, “Böyle devam ederse Alzheimerda önemli artış göreceğiz” dedi. ADI’nın tahminlerine göre, nüfus yaşlandıkça bunama vak'aları her 20 yılda iki katına çıkacak ve 2030’da 66 milyona, 2050’de de 115 milyona ulaşacak. |
23.09.2010 |