Lahika |
Hadis-i Şerif Meâli
Receb ayı girdiğinde Hz. Peygamber (asm) şöyle duâ ederdi: “Allah'ım, Receb ve Şaban'ı bizim için mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır." Cuma gecesi olduğunda da şöyle derdi: “Bu parlak ve nurlu bir gecedir.”
Câmiü's-Sağîr, No: 3133 |
14.06.2010 |
Üç aylardaki mânevî hava, müthiş fırtınalara mukabele ediyor Şuhur-u selâse ve muharremede âlem-i İslâmın mânevî havası, umum ehl-i imanın ahiret kazancına ve ticaretine ciddî teveccühleri ve himmetleri ve tenvirleri o havayı safileştiriyor, güzelleştiriyor, müthiş ârızalara ve fırtınalara mukabele ediyor. İkinci cihet: Nasıl ki çok mübarek ve kudsî, büyük bir zat, gayet fakir ve muhtaç bir adama, ümit edilmediği bir tarzda, iltifatkârâne, bir kapta, bazı kâğıtlara sarılı bir hediye ihsan etse, elbette o bîçare adam, o pek büyük zâta karşı hediyenin binler mislinden fazla teşekkür etmek ister. Ve bin o hediye kadar kıymetli bulunan o hediyeyle gösterilen iltifatına karşı ne kadar teşekkürde israf ve ifrat etse de makbuldür. Ve o çok mübarek zâtın o hediyesine sardığı kâğıtları da teberrük deyip şeker gibi yese, hatta o hediye içindeki cevizlerin sert kabuklarını da teberrük diye ekmek gibi yutsa ve o hediyenin kabını mübarek bir kitap gibi öpse ve başına koysa, israf olmadığı gibi; aynen öyle de, Risâle-i Nur yüzünde irade-i âmme, inayet-i hâssa, iltifatını tevafuk zarfıyla ihsan edilmiş. Elbette tevafuka dair tafsilât, tasvirat, fiilî teşekkürâtın bir nev’îdir ve sevincin ve minnettarlığın heyecanlı tereşşuhatıdır. Kusura bakılmaz. Evet, böyle bir zâtın iltifatını gösteren maddî kırk para ihsanına karşı kırk bin teşekkür edilse israf değil. İkinci mesele: Ben hem kendimde, hem bu yakındaki Risâle-i Nur Talebelerinde şuhur-u muharremeden sonra bir yorgunluk ve şevkte bir fütur görüyordum. Sebebini vâzıhan bilmiyordum. Şimdi, eskide söylediğim tahminî sebep, hakikat olduğunu gördüm. Şöyle ki: Nasıl maddî hava fena ise, fena tesir ediyor; mânevî hava da bozulsa, herkesin istidadına göre bir sarsıntı verir. Şuhur-u selâse ve muharremede âlem-i İslâmın mânevî havası, umum ehl-i imanın ahiret kazancına ve ticaretine ciddî teveccühleri ve himmetleri ve tenvirleri o havayı sâfileştiriyor, güzelleştiriyor, müthiş ârızalara ve fırtınalara mukabele ediyor. Herkes o sayede ve sayesinde derecesine göre istifade eder. Fakat o şuhur-u mübareke gittikten sonra, âdeta o ahiret ticaretinin meşheri ve pazarı değiştiği gibi, dünya sergisi açılmaya başlıyor. Ekser himmetler, bir derece vaziyeti değişiyor. Havayı tesmim eden buharat-ı müzahrefe o mânevî havayı bozar. Herkes derecesine göre ondan zedelenir. Bu havanın zararından kurtulmak çaresi, Risâle-i Nur’un gözüyle bakmak ve ne kadar müşkilât ziyadeleşse, kudsî vazife itibarıyla daha ziyade ciddiyet ve şevkle hareket etmektir. Çünkü başkaların füturu ve çekilmesi, ehl-i himmetin şevkini, gayretini ziyadeleştirmeye sebeptir. Zira, gidenlerin vazifelerini de bir derece yapmaya kendini mecbur bilir ve bilmelidirler.
Kastamonu Lâhikası, s. 41, (yeni tanzim, s. 77)
LÜGATÇE:
iltifatkârâne: İltifat edercesine. ifrat: Aşırı. teberrük: Mübarek veya uğurlu kabul etme. irade-i âmme: Umumi irade. inayet-i hâssa: Özel yardım, özel himaye. tevafuk: Uyma, uygun gelme. tafsilât: Tafsiller, açıklamalar. tasvirat: Tasvirler, resmini yapmalar. tereşşuhat: Damlamalar, sızıntılar. şuhur-u muharreme: Savaşmanın haram olduğu mübarek aylar; Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Recep. vâzıhan: Açık olarak, açıkça. istidad: Kabiliyet. şuhur-u selâse: Üç aylar; Recep, Şaban, Ramazan. teveccüh: Yönelme, yöneliş. tenvir: Nurlandırma, aydınlatma. tesmim: Zehirleme. buharat-ı müzahrefe: Pis ve zararlı gazlar. meşher: Teşhir, sergi yeri. fütur: Zayıflık, gevşeklik, bezginlik, usanma. |
14.06.2010 |
Her insanın bir zaafı var
Her insanın bir za’fı var. Eksikçe bir tarafı var, Bilinmez ki bu ne kadar, Kaderden bir hissesi var.
Zararı tek sana olsa, Konu/komşu halâs olur, Güzel huylar revâc bulsa, Affa şâyân-ı bahş olur .
Şâhidlendirme günahın, Alma hiç kimsenin âhın, Örnek olsun hep salâhın, Faydası görünse olur. Tebrie etme nefsini, Ancak Allah korur seni, Teessürle kıl tevbeni, Nefsinde izzet mi olur.
Bir hatâyı işlediysen, Tevbesini tezce getir, Israr etme günahında, Bırak, kararında bitir.
Sadakanı bolca eyle, Bulamazsan bir söz söyle, Belâ kalkar bilsen böyle, Gelenler de halâs olur. Tevzîâta me’mûrsun sen, Mal sahibi kendin sayma, Bugün sende yarın onda, Durmaz elden gider olur.
Bazısının za’fı mala, Ziyânı da ondan gelir, Kanâat-kâr kullarına, Yüce Rabbim bolca verir.
Za’fın makam, mevkî ise, El eteği öpmen gerek, Bir üzüme yüz tokadı, Baştan kabul etmen gerek.
EYÜP OTMAN |
14.06.2010 |
Risâle-i Nur’da geribildirim sistemi
Modern çağımızın işletme, eğitim, davranış bilimleri ve tıp alanlarında sıklıkla kullanılan ve değeri gün geçtikçe artan geribildirim sistemi, kişiler arası iletişimde verilen herhangi bir mesajın, mesajı alan kişi tarafından belli bir biçimde algılanmasından sonra ortaya çıkan olumlu ya da olumsuz tepki olarak tarif edilir. Risâle-i Nur Külliyatının bir çok yerinde bu sisteme rastlamamız mümkün. Risâle-i Nurların ilk telif edildiği yıllarda, Bediüzzaman talebelerine gönderdiği lâhika mektuplarında, yazılan risâlelerle ilgili geribildirim sistemini işletmiştir. Özellikle Barla Lâhikası adlı eserinde bu geribildirimin bir çok sonuçlarını gözlemleme imkânımız vardır. Bu lâhikada başta Sözler olmak üzere Mektubat ve Lem’alar adlı eserlerle ilgili Nur Talebelerinin görüş ve düşünceleri yer almaktadır. Bu konudaki misâller çok olduğundan sadece birkaç örnekle yetineceğiz. Ayrıntılı bir şekilde bu konuyu araştırmak isteyenlerin yukarıda yazdığımız eserleri, lâhika eserleriyle beraber okumaları tavsiye olunur.
Bediüzzaman Said Nursî soruyor İşte, kardeşlerim, karanlıklı bu gurbetler, çendan nur-u imanla nurlandılar; fakat yine bende bir derece hükümlerini icrâ ettiler ve şöyle bir düşünceyi verdiler: “Madem ben garibim ve gurbetteyim ve gurbete gideceğim. Acaba şu misafirhanedeki vazifem bitmiş midir? Tâ ki sizleri ve Sözler’i tevkil etsem ve bütün bütün alâkamı kessem” fikri hatırıma geldi. Onun için sizden sormuştum ki, “Acaba yazılan Sözler kâfî midir, noksanı var mı? Yani vazifem bitmiş midir? Tâ ki rahat-ı kalble kendimi nurlu, zevkli, hakikî bir gurbete atıp, dünyayı unutup, Mevlânâ Celâleddin’in dediği gibi ‘Semâ’ın ne olduğunu bilir misin? O, mevcudata sırt çevirip fenâ bulmak; fenâ-yı mutlak içinde bekâyı zevk etmektir’ deyip, ulvî bir gurbeti arayabilir miyim?” diye sizi o suâllerle tasdî etmiştim. (Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, 2006, s. 46)
İbrahim Hulusi Yahyagil’den geribildirim Son iki mektubunuzda suâl buyurulan hususa cevab vermekliğim ısrar ile emir buyuruldu. “Dinledik ve itaat ettik” (Bakara Sûresi: 286) Fakat bu ağır suale, acz ve fakrın en müntehâsında bulunan bu kardeşiniz hak ve hakikate muvafık ve mutabık bir cevap verebilmek için inâyet ve kerem-i İlâhî ve meded-i ruhaniyet-i Peygamberîye iltica eyledi. Şöyle ki: Mübârek Sözler, şüphesiz Kitab-ı Mübîn’in nurlu lemeâtıdır. İçinde izaha muhtaç yerler eksik olmamakla beraber küll hâlinde kusursuz ve noksansızdır. Beşerin her tabakası kendi fıtrî anlayışları nisbetinde hisse-mend ve faide-mend olurlar. Şimdiye kadar tenkid olunmaması, her meslek ve mezheb ve meşreb ehline hoş gelmesi ve mülhidlerin dil uzatamayıp ebkem kalmaları, kanaatimizin sıhhatine delâlet etmeye kâfidirler.
Vazifenizin bitmediğine dair düşünebildiğim bürhanlar: Evvelâ: Bid’adların çoğaldığı bir zamanda ulemânın sükût etmemeleri lâzım geldiğine dair beyan buyurulan hadîsteki emir ve zecr. Sâniyen: Peygamberimizin ittibaına mükellef olduğunuzdan onlar gibi müddet-i hayatınızca vazifeye devam mecburiyeti olduğu. Sâlisen: Madem bu hizmet münhasıran re’yiniz ile değil, istihdam olunuyorsunuz; nasıl Mübelliğ-i Kur’ân, Fahr-i Cihan, Habib-i Yezdân Sallâllahu Aleyhi Ve Sellem Efendimiz Hazretleri bir gün “Elyevme ekmeltü leküm dîneküm” (Bugün sizin dininizi tamamladım. / Maide Sûresi: 3) ferman-ı celîlini tebliğ buyurmakla aynı zamanda vazife-i Risâletinin hitâmına remzen işaret eylemişti. Muhterem üstadın da hizmeti kâfi görülürse, bildirilir kanaatındayım. Râbian: Sözler hakkında bugüne kadar sükût edilmesi ve tenkide cür’et edilmemesi, ilâ nihâye bu hâlin devam edeceğine delil olamaz. Hâl-i hayatınızda muhtemel hücumlara evvelen ve bizzat zât-ı fâzılâneleri cevab vereceksiniz. Hâmisen: Dünyayı unutmak isteseniz, başka hiçbir sebeb olmasa dahi yalnız bu mübârek Sözler’le rabıta peydâ eden insanların rica edecekleri izahatı vermek isteyecek ve cevabsız bırakmayacaksınız. Sâdisen: Allah için sizi sevenlere ve sizden istizahda bulunanlara yazdığınız pek kıymetli yazılarla meclis-i ilminizde takrir buyurduğunuz mütenevvi ve Sözler’e bile geçmeyen mesâil kat’iyetle gösteriyorlar ki: İhtiyaç da, hizmet de bitmemiştir. (Barla Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, 2006, s. 55)
Bediüzzaman’dan Hulusi Beye geribildirim Sözler hakkında hüsn-ü şehâdetiniz, bana büyük bir teselli verdi. Vazifemin bitmediğine dair bürhanlarınız gayet kuvvetlidirler, lâkin ben gayet kuvvetsizim. Fakat Cenâb-ı Hakk’a tevekkül edip, o bürhanlara serfürû ediyorum. (Barla Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, 2006, s. 408)
Yukarıda aktardığımız kısımlardan şu sonucu rahatlıkla çıkarabiliyoruz: Bediüzzaman öncelikle yaptığı ve yapacağı hizmetlerde kendi başına karar vermeyip, düşüncelerini mektuplarla has ve zekî olan talebeleriyle paylaşır ve onlardan gelen geri bildirimlere çok önem verir. Hatta telif ettiği risâlelerinde nasıl bir tesir meydana geldiğini talebelerine sorar ve nabız yoklardı. Bu konuya da birkaç misâl verelim: * Otuz Üçüncünün Birinci Makamına dair sen fikrini yazdın, beğendiğini gösteriyorsun. Hakkı Efendi ile Müftü Efendi ve sâir ihvanların da nasıl bulduklarını anla, bana yaz. Umum kardeşlerime selâm ve dua ediyorum, ve onların duasını istiyorum. (Barla Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, 2006, s. 403) * İşaret-i Aleviye’yi tam tasdik ettiniz mi, Haşir Risâlesi’ni çok kuvvetli buldunuz mu? (Barla Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, 2006, s. 457) * Evvelâ: Yazdığım bazı şeylere dair fikrinizi soruyordum. Maksadım, “Gördüğüm hakikat acaba hakikat mıdır?” diye sormuyorum. Belki, “Hakikata açılan yol, acaba umuma yol olabilir mi?” diye soruyorum. Çünki umumun telâkkisini sizin kadar bilmiyorum. (Barla Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, 2006, s. 404) Başta belirtildiği üzere bu örnekler çoğaltılabilir. İşin ayrıntılarını uzmanlarına havale ederek bu kadarla yetineceğiz. Nasıl ki işletmeler ve kurumlar verimli hizmet verebilmek uğruna anket, nabız yoklaması ve benzeri geribildirim metotlarına başvuruyorlarsa, Bediüzzaman da yapılan iman hizmetinin selâmeti için geribildirim sistemine başvurmuştur ve bilfiil hayatında bu sistemi yaşatmıştır.
MEHMET SELİM MARDİN |
14.06.2010 |