Basından Seçmeler |
‘Heron’larımızı beklerken!
İSRAİL ile yapılmış askeri anlaşmalarla ilgili hükümet, oldukça temkinli ve tedbirli tavrını sürdürüyor. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, anlaşmaların geleceğinin İsrail’in tutumuna bağlı olduğunu belirtti. Netanyahu ise yardım filosuna askeri saldırıyla ilgili ‘özür dilemeyeceklerini’ ve uluslararası soruşturma komisyonunu da ‘reddettiklerini’ açıkladı. Ve İsrail hükümeti tarafından, İsrail subay ve askerlerinin Türkiye’ye seyahatlerine ilk defa yasak getirildi. İsrail’in yardım filosuna askeri müdahale sonrası tavrı oldukça net. İki ülke arasındaki çok sayıda askeri anlaşmanın gerekliliği ise Türkiye’nin İsrail’in en büyük silah ithalatçısı olmasından kaynaklanıyor. İsrail’den 188 milyon dolara satın aldığımız Heron’lardan 6 tanesinin teslimi yapıldı, dört tanesi haziran sonu ya da temmuz ayında bekleniyor. Milli Savunma Bakanı saldırı sonrasında ‘Heron’larla ilgili bir sıkıntı yok teslim edilecekler’ açıklamasına lüzum hissetti. Dünyanın en gelişmiş elektronik savunma teknolojisini üreten İsrail’in, uzun yıllardır baş müşterisi olan Türkiye ile askeri ticaret ilişkileri her iki taraf için de stratejik ve ekonomik önem taşıyor. Türkiye- İsrail ticaretinin aslan payı silah sektörüne ait. Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) raporuna göre 2009 yılında İsrail, Türkiye’nin en çok silah alımı yaptığı ülke. 2009 yılında silah ithalatına 675 milyon dolar ayıran Türkiye, İsrail’den 320 milyon dolarlık silah almış. Dünya savunma sanayinde elektronik yazılımda rakipsiz olan ve sektörü tartışmasız tekelinde tutan İsrail, Amerikan silah devlerine bile elektronik donanım sağlıyor. ARGE çalışmalarına büyük yatırım yapan İsrail, ağır silahlar yanında askeri yazılımları; elektronik güvenlik sistemleriyle de küresel silah sektörünün yüzde 10’unu üretiyor. Son bir yıldır gerginliği tırmanan Türkiye-İsrail ilişkileri doğrultusunda zırhlı araç modernizasyonuna devam eden İsrail, bir müddettir Türkiye’nin elektronik savaş sistemi taleplerini ‘değerlendirmeye’ almıştı. Türkiye’nin Barak 8 füze sistemi, tanksavar güdümlü silah, namer ağır piyade silah talebi başvuruları da İsrail tarafından Ankara’nın siyasi tavrı gözlenerek belirlenecekti. 9 Türk aktivistin İsrail askerlerince öldürülmesinden sonra kriz ortamında İsrail savunma sanayi değerli müşterisi Türkiye’nin siparişlerini kabul etmeyebilir. Geçen hafta Başbakan kasıp kavuran popülist konuşmalarıyla iç siyaseti coşkulandırırken İsrail ile askeri ekonomik ilişkilerle ilgili tasarruflardan hiç söz etmedi. Çünkü Türkiye’nin İsrail politikası ‘Davos çıkışından’ beri kamuoyuna yönelik görünür ‘İsrail’e karşı sert eleştirel söylemler’ ve gözlerden ırak derin ticari ve askeri işbirliğini artıran ikili çizgide tutarsızca götürülüyordu. Mavi Marmara saldırısından sonra da hükümetin bu politikası değişmedi. Ama dünyanın 5. silah üreticisi İsrail’in bundan sonra Türkiye’nin bu ikili tavrına müsamaha etmeyeceği ve Türkiye’ye ‘güvenlik kaygısıyla’ ileri teknolojik savaş sistemleri satmayacağı konuşuluyor. Yani ekonomik ilişkilere ‘tedbir’ koyma, İsrail tarafından devreye sokulabilir. Bu iktidar döneminde 60 küsur askeri ve ticari anlaşmanın imzalandığı ve yürürlükte olduğu İsrail’e saldırı sonunda Türk hükümetinden bir nota ya da yaptırım kararı bile çıkmamıştı. TBMM’den çıkan deklarasyonda ‘Türk hükümetinden İsrail ile olan siyasi, askeri ve ekonomik ilişkileri gözden geçirmesini ve etkin önlemler almasını beklemektedir’ ifadeleri bile metinde iktidar partisince çıkartılmak istenmiş daha sonra zar zor yer alabilmişti. Tabi ki bu sıralarda küresel finans kuruluşları ve kredi derecelendirme kurumları tetikte, dikkatle Türkiye’yi izliyor. Küresel ekonomiye iliklerine dek teslim olmuş ülkenin başbakanı, her ne kadar uluslararası arena da fırsat buldukça İsrail’e ‘tafra’ atsa da gözetilecek hassas başlıklar vardı. ‘Sermayenin vatanı olmaz’ önermesini yanlışlarcasına, İsrail bağlantılı sermayeyi üzmemek, yabancı yatırımcıyı ürkütmemek, yoğun organik bağlar kurduğumuz İsrail şirketlerini küstürmemek, İsrail’le aramızdaki yüksek hacimli silah ticaretine zarar vermemek gibi gayet ekonomik başlıklardı. İçerdeki kahramanlık belagatini dışarıda ekonomik işbirliğini sürdürerek küresel ilişkileri riske etmemek dengesi gözetiliyordu. Ortadoğu’nun çaresiz halkları, Türk bayraklarını umutla sallarken Türk hükümetinin siyaseten söylediklerinin bedelini göze alamayacak kadar küresel ekonominin icaplarını yerine getirmeye mecbur olduğunu bilmiyorlardı. Küreselleşmenin finans ve silah kartellerinin kadim ortaklık dayanışması sadece ‘askeri güvenliği’ değil ciddi ‘finansal ataklarla’ ülkeleri yerle bir ettiği zamanlardayız. Bizler heron’larımızı beklerken gelişmeleri izliyoruz...
Nihal Kemaloğlu / Akşam, 8.6.2010 |
09.06.2010 |
Bu haysiyetsizliğe bir son verin artık!
KONYA’DA eğitilen uçaklar Güney Lübnan’ı, Gazze’yi bombalarken de bunu söyledik. Anadolu’nun bağrında eğitilen pilotlar, Türk hava sahasından geçip Suriye’yi bombalarken de bunu söyledik. Türk-İsrail ekseni adına bu ülkenin yarısı fişlenirken, tehdit gösterilirken, hükümetler düşürülürken de aynı şeyi söyledik. Bu koca ülkeyi, İsrail’e, böyle onursuzca bağımlı yapan şey nedir, kimdir? Ortak düşman mıdır? Hangi ortak menfaattir? Türkiye’nin ne tür ihtiyacıdır? İçimizdeki beyinsizler midir? Daha doksan yıl önce beraber yaşadığımız, Anadolu insanlarının can verdiği, mezarlarının bulunduğu topraklara yönelik İsrail saldırılarına Türkiye’nin sessiz duruşunu sağlayan, aynı orduyla, askerle bu ülkenin askerlerini yan yana tutan nedir? Ariel Şaron’a Ankara’da; “Kudüs bizim ebedi başkentimizdir” dedirten güç kimdir? İki ülke arasındaki ittifakı kuranların ortak hedefi İran, Suriye, Irak mıdır sadece? En büyük hedefin, tasfiye edilmesi gerekenin bu ülkenin insanı olduğunu, Türkiye ve İsrail’in öncelikli tehdit olarak insanlarımızı gördüğünü anlamadık mı hâlâ? O anlaşmalar; Türkiye Büyük Millet Meclisi denetiminden bile gizlenen, bu ülkeyi yönetenler için bile sır olan, bölge genelinde ve Türkiye içinde ortak operasyonlara kadar giden, bu milletin milyarlarca dolarını bir kalemle İsrail’e aktaran anlaşmalar bir gizli irade tarafından Türkiye’ye dayatıldı. Yıllarca kimsenin ses çıkaramadığı, karşı koyamadığı bu ortaklık, şimdi geldi bizi vurdu, Türkiye’ye, insanlarına yöneldi. 28 Şubat mimarları için yolsuzluk soruşturması açılmalı, milletin vergilerini İsrail’le nasıl paylaştıkları ortaya çıkarılmalı, koca Türkiye’yi İsrail’e bağımlı hale getirmenin, İsrail çıkarları için cepheden cepheye koşturmanın hesabı sorulmalı. Bu nasıl bir dokunulmazlıktır? Bu kadar insan, gözlerimizin önünde, kameralar önünde öldürülürken hâlâ birileri “askeri anlaşmaları” savunabiliyor? Bu nasıl bir Türkiye çıkarıdır? Yarın gelip Konya’yı mı, İstanbul’u mu bombalamalılar? O zaman mı anlayacağız? Başından sonuna kadar sadece ve sadece Türkiye’nin bedel ödemesine ayarlanmış, onu tetikçi ülke haline getirmiş anlaşmaların neler olduğuna dair kaç kişinin bilgisi var? Irak’ı, Suriye’yi, İran’ı Türkiye üzerinden ve Türkiye ile birlikte yok edeceklerdi. Buna karşı gelecek bu ülkenin milyonlarını aynı ittifakla sindireceklerdi. Kuzey Irak’a füze stokları yığan, Türkiye içinde istihbarat operasyonları yapan, ev basıp insanları rehin alıp sorgulayan İsraillilere bu kadar imkanı kim tanıdı, ne hakla? Bu ülkenin Başbakanı’nı öldürmeyi ima edebilen bir ülkeye, “Genelkurmay’da İsrail odası” hazırlatan, İran sınırında dinleme üsleri kurdurtan, yıllardır buradan komşularımıza istihbarat operasyonları yaptırtanlar kimler? Türk iç politikasını dizayn ettirecek kadar, hükümet düşürüp hükümet kurdurtacak kadar bu ülkeyi İsrail’in çıkarları için kullanacak kadar alçalanlar kimler? Hangi ülke böyle bir onursuzluğa, aşağılanmaya tahammül edebilir? (...) Şimdi siz; vatandaşlarınıza kurşun sıkan, hem de karşısına alıp kurşuna dizen, infaz uygulayan askerlerle omuz omuza hangi çıkarı savunacaksınız? Bu ülkenin başbakanının gemisini batırabileceğini söyleyen İsrail Genelkurmay yetkilileriyle hangi ortak çıkar için mücadele edeceksiniz? Hangi sırrı, gizli anlaşmayı bu insanlarla, ülkeyle paylaşacaksınız? Türkiye’den bile gizleyip onlarla paylaşabileceğiniz ne var? Eğer bu “Türkiye’nin 11 Eylül’ü” ise, eğer “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”sa, bu onursuz, haysiyetsiz anlaşmalara bir an önce son verilmesi gerekiyor. Kayseri’den, Trabzon’dan, Manisa’dan askerleri, o gemide kendi insanlarına kurşun sıkan askerleri yan yana getirecek hiçbir çıkar, amaç meşru değildir, olamaz.. Türkiye’nin İsrail’e ihtiyacı yok. Askeri teknoloji zırvalıkları, bölgesel tehdit saçmalıkları Türkiye’nin sokaklarında hiçbir anlam ifade etmiyor. Yapay bir “ihtiyaç/çıkar” gerekçesiyle insanları daha ne kadar kandırabileceksiniz? Bazı şeyleri daha ne kadar gizleyebileceksiniz? Bize; Akdeniz’de vururuz, Doğu Akdeniz’de vururuz, İskenderun Körfezi’nde vururuz diyenleri daha ne kadar dost bileceksiniz? Hadi çıkın, bu anlaşmaların ne olduğunu, bu ülkeye ne yaralar açtığını kamuoyu ile paylaşın. Anlatın da bütün Türkiye, yıllarca nasıl kandırıldığını bir kez olsun görsün. Bu anlaşmaların Türkiye’nin mi çıkarına yoksa dar bir çevrenin mi çıkarına olduğunu anlasın. Bu ülkenin nasıl satıldığını, kullanıldığını, paçavraya çevrildiğini bilsin... Irak sınırından Ermenistan sınırına kadar İsrail tarafından yapılan sınır ölçümlerinin, arazi taramalarının anlamının ne olduğunu hep birlikte bilelim. İsrail istihbaratının Türkiye üzerinden İran nükleer çalışmalarını izlediğini, gelişmiş elektronik izleme aygıtlarıyla İran’ı takip eden merkez karargahının Ankara’da olduğunu anlatın... Türkiye’nin İran ve Suriye sınırlarında İsrail dinleme üslerinin bulunduğunu 2000’li yıllarda burada yazdık. 2006’da İsrail Genelkurmay Başkanı Dan Halutz, Ankara’ya gelip “İsrailli komandoların Bolu ve Hakkari’deki dağ kodmando okullarında eğitilmesini, kışa hazırlık eğitimi almasını” istedi. Ürkmüştük. Sadece pilotları değil, komandoları bile bu topraklarda eğitiyorsak ve bunlar bizi vuruyorsa, bu alçaklığın hesabını birileri mutlaka vermeli. Bu kadar değer verdiğiniz, kader birliği ettiğiniz ülke şimdi bizi, Türkiye’yi vuruyor. Sadece gemilerde değil, her yerde vuruyor. Şimdi birilerinin fatura ödeme zamanı. Son 15 yıl bu bağımlılıkla geçti. İsrail istihbaratı, askeri birimleri bu ülkenin her yerinde yerini aldı. Siz şimdi, onların modernize ettiği tanklara, uçaklara mı güvenip de Türkiye savunmasından söz edeceksiniz? Anlaşmaları iptal etmezseniz, hangi güvenle İsrail’le birlikte olacaksınız? Bizi nasıl ikna edeceksiniz? Daha neyi, ne kadar gizleyebileceksiniz?
İbrahim Karagül / Yeni Şafak, 8.6.2010 |
09.06.2010 |
‘Komisyon tartışmasıyla’ havanda su dövülüyor
İKİ şeyi duyunca, tereddütsüz “Unutun onu, birşey çıkmaz artık” derim. İlki, hukuksuzluk, yolsuzluk, ihlal ve ihmal türü olaylar ortaya çıktığında resmi kuruluşların yaptığı, ‘İki müfettiş görevlendirildi’ açıklamalarıdır. Bu açıklamayı, en çok okullar, hastaneler, ihale yapan kurumlar, emniyet, cezaevleri, TSK ve sosyal hizmet kurumlarında kanımızı donduran olayların ardından duyarız. Ancak, sonrası gelmez. Yüzlerce sayfalık raporlar yazılır, bir yerlerden bir yerlere sevk edilir. Adli Tıp’tan yıllarca rapor beklenir. Biz bir türlü o iki müfettişin soruşturması sonucunda sorumlular hakkında ne işlem yapıldı, hangi ağır cezalar verildi duymayız, bilmeyiz. İkincisi de diplomasinin tıkanmaya başladığı yerlerde ortaya atılan ‘komisyon kurulacak’ söylemleridir. Tarih, sonuçsuz müfettiş incelemeleri gibi, başarısız ‘özel komisyon’ çalışmalarıyla da doludur. Ortadoğu barış süreci de Kıbrıs gibi çetrefilli sorunlar gibi yüzlerce komisyon, komite ve plan eskitmiştir. 1936’da kurulan Lord Peel’in başkanlığındaki ünlü Peel Komisyonu’ndan, 1947’de kurulan BM Filistin Özel Komisyonu’na, Kasım 2000’de kurulan Ortadoğu Araştırma Komisyonu’na (Nam-ı diğer Mitchell Komisyonu) dek geçen 63 yılda su, mülteciler, Silahların Kontrolü ve bölgesel güvenlik gibi konularda onlarca komisyon kurulmuş. Komisyonların başarısını sorunun geldiği noktadan anlamak mümkün. *** Şimdilerde, İsrail’in Mavi Marmara’ya yönelik saldırının soruşturulması için, BM öncülüğünde bir Komisyon kurulmasını konuşuyoruz. İsrail istemiyor, Türk tarafı “Bunu reddetmeleri suçluluğun kanıtıdır” diye bastırıyor. Öyle anlaşılıyor ki BM Genel Sekreteri, Türkiye’nin ısrarı nedeniyle komisyonu İsrail’siz kurmak zorunda kalacak. Ancak, emin olun; İsrail, ‘egemenliğinde’ büyük bir gedik açacağı için, operasyona katılan askerlerin ifadesinin alınmasına izin vermeyecek. Komisyon, değil ifadeleri, o askerlerin listesini bile resmi kanaldan alamayacak. Tarih boyunca işlediği katliamların ardından her türlü baskıyı ahlaksızca savuran İsrail, gemi operasyonunun ‘meşru müdafa’ olduğuna dair de yüzlerce ‘kanıt’ açıklayacak. Türkiye’den giden gazetecilerin, teknolojik olanakları sonuna dek kullanan İsrail ordusundan, Mossad’dan ‘kurtardıklarını’ sandıkları o ‘ağlayan komando’ fotoğraflarıyla yapılan manşetler de bu ‘kanıtların’ en önemlileri olacak. Birkaç ay sonra kanlı baskını bırakıp, komisyonun kendisini konuşmaya başlayacağız. Ardından, Ortadoğu’da yaşanacak yeni fırtınalarla komisyonun kendisini de unutup, yeni sorunlar için kurulacak komisyonları gündemimize oturtacağız. Tıpkı 26 Mart 2002’de Batı Şeria’daki El Halil’de (barış için) görev yaparken uğradıkları saldırıda şehit olan Binbaşı Cengiz Toytunç’u, o saldırıyla ilgili soruşturmayı unuttuğumuz gibi. *** Özetle; diplomaside komisyonlar, vahim olayların üzerinin küllerle kaplanması, tartışmaların zamana yayılması için kurulur. Bu son olayda da öyle olacak. İsrail, yaptığı kanlı baskın için resmen özür dilemedikçe, öldürdüğü her Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı için tazminat ödemedikçe, ve nihayetinde Gazze’deki abluka kalkmadıkça, Türkiye’nin ‘vatandaşlarımızı (ve ölenlerin cenazelerini) bir günde getirdik’, ‘BM Güvenlik Konseyi’ni hemen toplattık’, ‘BM’nin soruşturma komisyonu kurmasını sağladık’ gibi iç kamuoyuna yaptığı propagandanın hiçbir anlamı kalmayacak. (...) Türk hükümetinin, bütün enerjisini komisyon kurulması gibi gibi oyalayıcı konulardan çok, Gazze’deki insani trajedeyi sonlandıracak somut işler için kullanması, katliamın İsrail’in yanına kar kalmaması için en anlamlı tavır olacaktır.
Deniz Zeyrek / Radikal, 8.6.2010 |
09.06.2010 |