Görüş |
Farklı konular
İSG günü ve Haftası; 28 Nisan Uluslararası Çalışma Örgütü-ILO tarafından Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü olarak ilân edilen gündür. Ülkemizde şimdilik fazla önem verilmeyen bu günün zaman içinde gereken önemsenmeyi göreceği düşüncesi ile bütün Yeni Asya okuyucularının İş Sağlığı ve Güvenliği gününü kutlar, iş hayatlarında hayatını kaybedenleri saygı ve rahmetle anar, taslak halinde olan İş Güvenliği Kanununun da gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra biran önce hayata geçirilmesini dilerim. Aynı zamanda 1987 yılından bu yana her yıl 4–10 Mayıs tarihleri İş Sağlığı ve Güvenliği Haftası olarak kutlanmaktadır. Bu sene 24.üncüsü kutlanacak olan haftada 4–5 Mayıs günlerinde İş Sağlığı ve güvenliği genel müdürlüğü tarafından bir program gerçekleştirilecektir. Programda ilk gün, açılış konuşmalarının ardından, “Sağlık ve Güvenlik birimleri” hakkında panel yapılacak. İkinci gün sabah seansında, “İş Sağlığı ve Güvenliğinde eğitimin yeri ve önemi” konusundaki panel, öğleden sonraki panelde ise, “Ekonomik krizin İş Sağlığı ve güvenliği yönetimine etkileri “ konusu tartışılacaktır. Bu seneki İş Sağlığı ve Güvenliği Haftasının hayırlara vesile olmasını ve kazasız günler diliyorum. Bu haftaki ikinci olarak; “Bir trafik kazası sonucunda acil müdahale gerekirse hastanelere ne kadar ödeyeceksiniz?” konulu bir bilgilendirme yazısıdır. “Başınıza gelmemesini dileriz, ama diyelim bir trafik kazası geçirdiniz ve acil müdahale için bir sağlık kuruluşuna gittiniz veya götürüldünüz. Görevliler tarafından hemen yapılacak müdahale ve tedavi ücretlerini ödeyeceğinize dair bir taahhütname imzalamaya zorlanırsınız. İmzalamayın ve kendilerinden, bu belgeyi imzalamamanız halinde müdahale ve tedavi etmeyeceklerine dair imzalı bir belge isteyin. Böyle bir belge istediğiniz andan itibaren göreceksiniz ki hastanenin bütün imkânları sizin için seferber olacaktır. Çünkü sizin 2918 numaralı yasadan haberdar olduğunuzu öğrenmiş olacaklardır. 2918 sayılı Trafik Yasası’na göre: Her hangi bir trafik kazası sonucu yaralanan kişi, en kısa sürede hastaneye yetiştirilip tedavisine başlanılır. Hastane acil servisi, kendisine gelen kazazedenin maddî durumuna ve sosyal güvencesinin olup olmadığına bakmaksızın gereken müdahale ve tedaviyi ücret talep etmeden başlatır. Üniversitelere bağlı hastaneler ve diğer bütün resmî ve özel sağlık kurum ve kuruluşları, acil olarak kendilerine getirilen trafik kazası geçirmiş kişilere vermiş oldukları hizmetlerin bedelinin tamamını, yükümlü sigorta şirketlerinden (Sağlık Bakanlığı tarifesine göre) tahsil ederler.Sağlık Bakanlığı bu görevleri, kurmuş olduğu döner sermaye saymanlığı vasıtasıyla yürütür.” Bu hafta “İş Sağlığı ve Güvenliği Haftası” dolayısıyla “İş Kazaları ve çeşitleri” konusunda bilgilerimizi tazelemek istiyorum. İş kazaları ve çeşitleri İş kazasının tanımı bu konuda uzman değişik kurum ve kuruluşlar tarafından yapılmıştır. Bu tanımlardan bazıları aşağıdaki gibidir; nBelirli bir zarara ya da yaralanmaya neden olan beklenmeyen ve önceden planlanmamış bir olaydır. (Uluslararası Çalışma Örgütü ILO Ansiklopedisi) nÖnceden planlanmamış, çoğu kez kişisel yaralanmalara, makinelerin, araç ve gereçlerin zarara uğramasına, üretimin bir süre durmasına yol açan bir olaydır. (Dünya Sağlık Örgütü WHO) nAşağıdaki hal ve durumlardan birinde meydana gelen ve sigortalıyı hemen ve sonradan bedence ve ruhça arızaya uğratan olaydır. (SSK Mad.11) nSigortalının işyerinde bulunduğu sırada, nİşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle, nSigortalının, işveren tarafından görev ile başka bir yere gönderilmesi yüzünden asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda, nEmzikli kadın sigortalının çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda nSigortalının, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere toplu olarak götürülüp getirilmeleri sırasında. İş kazalarının sınıflandırılması: İş kazaları, olayın meydana gelme şekline, olay sonucu oluşan zararın niteliğine, kaza olayının sonuçlarına bağlı olarak değişik şekillerde sınıflandırılmaktadır. nYaralanmanın ağırlığına göre: nYaralanma ile sonuçlanan kazalar, nBir günden fazla işten uzaklaşmaya neden olacak tedavi gerektirmeyen kazalar, nBir günden fazla işten uzaklaşmayı gerektiren kazalar, nSürekli iş göremezliğe sebep olan kazalar, nÖlüm ile sonuçlanan kazalar. nYaralanmanın cinsine göre: nKafa yaralanmaları (baş, göz, yüz vb.), nBoyun omurga yaralanmaları, nGöğüs kafesi ve solunum organları yaralanmaları, nKalça, dizkapağı, uyluk kemiği yaralanmaları, • Omuz, üst kol, dirsek yaralanmaları, nÖn kol, el bileği, el içi, parmak yaralanmaları, nDiz kapağı, baldır, ayak yaralanmaları, nİç organ yaralanmaları, nRuhsal ve sinirsel tahribat yapan kazalar. nKazanın cinsine göre: nDüşme, incinme, nParça, malzeme düşmesi, nGöze yabancı cisim kaçması, nYanma, nMakinelerden olan kazalar, nEl aletlerinden olan kazalar, nElektrik kazaları nEzilme, sıkışma, nPatlamalar, nZararlı ve tehlikeli maddelere değme sonucu oluşan kazalar. Kazasız günler dileğiyle...
M. FAHRİ UTKAN |
11.05.2010 |
Herşeyden evvel bize ne lâzım?
Yalanın müthiş çirkinliğinin gizlenip, doğruluğun parlak güzelliğinin artık yavaş yavaş görünmemeye başladığı bir çağın insanlarıyız. Fikir ve kalplerin dağıldığı, zihnin felsefede, kalbin dünya hayatıyla sersem olduğu çağın insanı hızlı bir şekilde maneviyâta ve ahlâkî güzelliklere de yabancılaşır oldu. Bu yabancılaşmanın sonucu da bireysel ve toplumsal, hatta âlem-i İslâm bazında tedennî (geri kalma) olarak karşımıza çıktı. Asrın mânevî hastalıklarının uzman doktoru, bizi ortaçağda bırakan sebeplerin arasına ahlâkî güzelliklerin zirvesindeki “doğruluk hasletinin” siyasî ve toplumsal hayatımızda ölmesi olarak teşhis ediyor.1 İslâmda “ateş kapılarından bir kapı”2 ve “en büyük hatalardan biri”3 olarak nitelendirilen yalan, bireyler arasında güven duygusunu ortadan kaldıran toplumsal bir hastalık. Yalan, bu asrın çehresine çalınmış siyah bir leke. Helâket ve felâket asrının müceddidi Bediüzzaman Hazretleri ise bu handikapımızı Nur’un sayfalarında şöyle değerlendiriyor: Şu zamanda kizb (yalan) ve doğruluk ortasındaki mesafe o kadar kısalmış ki adeta omuz omuza vermişler. Sıdktan yalana (geçmek) pek kolay gidiliyor, hatta siyaset propagandası vasıtasıyla yalancılık doğruluğa tercih ediliyor.4 Yalanla doğruluğun bu denli yakınlaşıp hatta yalanın doğru addedildiği bu zamanda biz yalana çarşıda, ailede, siyasette serbest gezinme hakkı tanıdığımız sürece yalan, bizi ebedî hüsrana götürecek tehlikeli bir yara olarak her iki hayatımızı da tehdit ediyor. Asrın alimi Bediüzzaman, medeniyet çarşısında hayat-ı içtimâiye-i insaniye dükkânında doğru ve yalanın birlikte satıldığı günümüzün bu karmaşık sürecinde yalana çok daha fazla rağbet gösterip, müşteri olan asrın insanına, yalanla ilgili ehemmiyetli bir açıklama yapıyor: “Kizb (yalan) küfrün (inkârın) esasıdır. Kizb, nifakın (ikiyüzlülük-riya) birinci alâmetidir. Kizb, İlâhî kudrete bir iftiradır. Kizb, Rabbânî hikmetlere zıttır. Ahlâk-ı âliyeyi (yüksek ahlâk) tahrip eden kizbdir. Âlem-i İslâmı zehirlendiren kizbdir. Âlem-i beşerin (insanlık âlemi) ahvâlini fesada veren kizbdir. İnsanlığı kemâlâttan (faziletten) geri bırakan kizbdir”5 diyerek değil sadece nurlu takipçilerini, tüm Müslümanları yalan konusunda dikkate davet ediyor. Yalan, Allah-insan bağı arasındaki gerçeğin üstünü örten bir nankörlük olarak tarif edilen “inkârın esası” olduğu konusunda ikaz ediyor, zehr-i katil gibi kaçınmalarını tavsiye ediyor. Beyaz yalanların masum addedildiği bir çağda, asrın müceddidi, yalanın rengini yeniden belirliyor. Yalana en koyu karanlıkları ihsas eden “siyah” rengini veriyor, gölgesine bile yaklaşılmaması gerektiği konusunda ikaz ve irşad ediyor. Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye adlı eserinde “Maslahat için kizb (yalan) ise zaman onu neshetmiştir (kaldırmıştır)”6 diye ifade ediyor. Çağın hususiyetlerini de nazara alarak İslâmda ruhsat (izin) verilen kimi meselelere ruhsat vermeyen İslâm Müceddidi, bazı âlimlerin zarûret ve maslahat (fayda) durumunda “muvakkat” fetvası verdikleri yalana fetva vermiyor. Böylelikle merhametli müellif, asrın başında yalana karşı tüm kapıları sonuna kadar sımsıkı kapatıyor. Yalanın yakıcılığından engin şefkat duygusuyla nurlu takipçilerini muhafazaya çalışıyor. Zira bu zamanda gerekçe olarak sunulan “fayda” ve “zorunluluk” unsurları, o kadar sû-i istimal edilmiş ki yüz zarar içinde bir menfaat barındırabilir. Bunun için hüküm maslahata bina edilemez. Hazret-i Üstad’ın, çağın müftüsü olarak bu konuda verdiği fetvayı esas tutmak lazım. Her söylediğimiz doğru olmalı, eğer sözümüz zarar getirecekse sükut etmeli, ama yalana asla bulaşmamalıyız. Kur’ânî ve Nebevî çizginin takipçisi olan Bediüzzaman Hazretleri, güzel ahlâk ve hasletleri tekmil etmeyi ve insanlığı ahlâksızlıktan kurtarmayı kendine vazife addetmiş, güzel ahlâkın en ehemmiyetli basamağı olan doğruluğun en iyi örneği olmuştur. “En menfaatli hile, en iyi hile hilesizlik”7 olduğunu düstur edinmiş, art arda “Her şeyden evvel bize ne lâzımdır” diye sorulan suâle üç kez “doğruluk”8 cevabını vererek de bu konuya nazarları tevcih etmiştir. Yalan ile doğruluğun arasının şark ve garb kadar uzak, nur ile nar gibi birbirine karışmaması gerekliliğini her fırsatta vurgulamıştır. Eğer biz de insanlığa doğruluğu ve İslâmın güzelliklerini götürmek üzere yola koyulmuşsak ve nübüvvet misyonuna tâlip isek, doğruluk sahip olduğumuz en büyük sermayemiz olmalı. İmanın en bariz hassası, Muhammedî (asm) ahlâkın en temel taşı olan doğruluğu şahsî ve sosyal hayatımızda yeniden ihyâ etmeliyiz. Çünkü en muhkem zincir odur. Kurtuluş yalnız doğrulukla olur.
MİNE TÜRÜDÜ ACAR |
11.05.2010 |