Görüş |
Avustralya- Diyarbakır hattı
Avustralya’dan Türkiye’ye tatil için program yaptığımızda hep merak ettiğimiz, gezip görmediğimiz Türkiye’nin Güneydoğu bölgesini gezi programımıza aldık. Tabiî, Türkiye’ye geldiğimizde eş dost “Aman ne yapıyorsunuz, delirdiniz mi, oralar çok karışık ve tehlikeli, her gün olaylar oluyor” deyince, ne yalan söyleyelim, tedirgin olmadık diyemem. Uçağımız Diyarbakır havaalanına indiğinde eşimle beraber etrafımızı tedirgin bakışlarla şaşkınca süzüyorduk. Havaalanından kiraladığımız arabayla kısa bir şehir turu bütün kaygılarımızı yok etti. Gördük ki, Diyarbakır’ın Türkiye’nin herhangi bir şehrinden farkı yok. Yolda adres sormak için yaklaştığımız insanlar o kadar yardımsever ki, adeta arabanın önüne geçip bizi oraya kadar götürecekler. Askerî kışlaların dışında yollarda asker göremedik. Polisi bile az gördük. Okuldan çıkan çocuklar has Diyarbakır şivesiyle Türkçe konuşurken yaşlı insanlarımız Kürtçe sohbet ediyor. Halkın geneli dindar ve dine saygılı. BDP’nin Diyarbakır’da güçlü olmasının tek sebebi kendisini Kürtlerin partisi olarak lanse etmesi. Bu bir etki tepki meselesi. Sen hâlâ “Ne mutlu Türküm diyene” diye devam edersen, her yerde her konuşmada Türklüğü öne çıkarırsan o insanların Marksist-Leninist PKK örgütüne sempatiyle bakmasına sebep olursun. Avustralya’dan tanıştığımız Serdar kardeşimizin evinden akşam yemeğinden sonra ayrıldık. Hizmetten hizmete eşiyle koşan Dr. Ömer Şengül kardeşimiz karşıladı bizi. Akşam dersanenin yolunu tuttuk. Dersanenin olduğu semt Diyarbakır’da değil de sanki Avrupa’nın bir semtinde. Modern binalar, geniş caddeler. Her dairenin önü park ve yeşil alanla kaplı. İki katlı bahçeli dersane binamızda bizi doğunun sıcaklığıyla karşılayan abi ve kardeşlerin samimiyeti insana bir defa daha “İşte açılım bu. Türk-Kürt kardeşliğinin açılımı buradan geçer. Reçete Bediüzzaman’da, Risâle-i Nur’da” dedirtiyor. İnsan öyle bir kaynaşıyor ki cemaatle sanki yıllardır tanışıyoruz birbirimizle. Abi ve kardeşlerle dersten sonra uzun sohbetler ettik. Türkiye’nin sorunlarını konuştuk. Hepimiz istikbale umutla baktık. Bu iki halk yüzyıllardır beraber yaşamışlar bu topraklarda. Kimsenin aklından ayrılık geçmiyor. Haberleri izlediğinizde sanki Güneydoğu elden çıkıyor havası veriliyor. Münferit hadiseleri büyütüp insanları ümitsizliğe sokmak için çırpınan derin devlet ve kimin piyonu olup kime çalıştığı tam belli olmayan PKK arasında sıkışmış bir millet. Gece bizi evine ikrama dâvet eden Celal Abimizin o misafirperverliği ve samimiyeti bilhassa görmeye değer. Sabah vedalaşmak için tekrar dersaneye geldiğimizde içerisi cıvıl cıvıl talebelerle lebaleb dolu. Sabahtan akşama kadar servis arabası talebe getirip götürüyor. Hanımlar hizmetleri de aynı şekilde. Gençlerle ve küçük talebelerle dolup taşıyor. İstikbalde bu vatanın çimentosu olacak nesli yetiştiriyor ablalarımız ağabeylerimiz bu dersanelerde. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Tayyip Erdoğan gerçekten açılım istiyorlarsa Güneydoğu’ya gidip bu insanlarla, Nur Talebeleriyle görüşsünler. Diyarbakır’dan yola çıkıp Batman’a vardık. Kısa bir gezintiden sonra Hasankeyf’e gittik. Hasankeyf tam bir dünya mirası, ama oldukça bakımsız, ilgisiz kalmış. Paris’teki Eyfel Kulesinin hiçbir özelliği yok, adeta bir demir yığını, ama bütün dünya onu görmek için akın ediyor. Sebebi tanıtım, reklâm ve bakım. Ya bizde durum ne? İçler acısı. O güzelim ev mağaralar adeta tuvalet olarak kullanılıyor. İnsan çok üzülüyor. Tarihî şehir Midyat’ı ziyaret ettik. Midyat’ta Müslümanlarla Süryanî Hıristiyanlar yüzyıllardır beraber yaşamışlar. Ta ki 12 Eylül’e kadar. İhtilâl baskısından onlar da nasibini almış. Birçoğu terk etmiş bu toprakları. Diğer bir tarihî şehir olan Mardin’e vardığımızda bizi Mehmet Selim Abi karşıladı. Tam bir Mardin âşığı. Mardin’i Selim Abiye soracaksın ve onunla gezeceksin. Orada dersanede kalan kardeşlerle de tanıştık. Mardin’den ayrılıp Kızıltepe üzerinden Urfa’ya geldik. Urfa’da Harran evlerini ziyaret ettik. Harran yeterli tanıtılsa ve devlet sahip çıksa tam bir turist cazibe merkezi niteliğinde, ama gel gör ki yollar delik deşik. Bilemiyorum, oraları ziyaret eden devlet erkânı hangi yolu kullanıyor? Hiç kasabanın içine sokaklara arabayla girerler mi acaba? Balıklı Göl’e vardığımızda oldukça yoğun bir kalabalık göze çarpıyor. Halil İbrahim Dergâhına geldiğimizde Üstadın defnedildiği ve sonradan alınıp bilinmeyen bir yere götürüldüğü kabrinin olduğu yerde Üstada dualar gönderip değişik mekânları ziyaret ettik. Bizi karşılayan ve bizimle ilgilenen Nihat Çiçek kardeşimizden, Üstadın ahirete intikal ettiği Çelik Palas Otelinin hâlâ faaliyette olduğunu öğrenmemiz bizi heyecanlandırdı. 27 no’lu odayı ziyaret edip Üstadı yad ettik. Urfa’dan Kilis’e geldik. Kilis sınır kapısından arabamızla Suriye’ye geçmek istediğimizde bunun o kadar kolay olmadığını gördük. Arabanın triptiks, yani sana ait veya vekâletin olması gerekiyormuş. Ayrıca Suriye sigortası olması lâzımmış. Bir sürü bürokrasi. Neyse ki bir ticarî plâkalı taksiyle üç adet Türkiye, üç adet de Suriye tarafında olmak üzere altı adet polis, gümrük v.s. kontrol kapısından Suriye’ye vardık. Kilis Halep arası yaklaşık 60 kilometre. Halep’e vardığımızda meşhur Zekeriya Camiine gittik ve diğer birkaç ziyaretten sonra ertesi gün trenle Şam’a hareket ettik. Suriye’de bir şehirden diğer bir şehre gitmek için pasaport bilgilerini işleme tâbi tutuyorlar. Bizde her yerde heykel, onlarda da her yer Hafız Esad ve Beşar Esad’ın resimleriyle dolu. Eh onlarınki az masraflı, bizimkiler ise tunçtan demirden olduğu için oldukça pahalı. Halep’in ve Şam’ın kapalı çarşıları meşhur. Emevî Camiine yaptığımız ziyaret bizi heyecanlandırdı. Hayli büyük olan cami ve çevresi ziyaretçilerle dolu. İran’dan gelen bir Azerî grubuna rehberlik eden imam “Burada Bediüzzaman hutbe vermişti” diye anlatıyordu. Orada da Üstadımızın ruhuna Fatihalar gönderdik. Ertesi gün kısa Gaziantep ziyareti, ardından bir gece misafir olarak kaldığımız Adana’da kiralık arabayı havaalanında teslim edip İzmir uçağına bindiğimizde sevinç ve mutluluk içerisinde döndük. İnanın, dünyanın birçok yerini ziyaret etme imkânımız oldu, ama hiçbiri bizi Güneydoğu gezisi kadar mutlu etmedi.
FATİH YARGI |
09.05.2010 |