Güncel |
Üstad, her meseleye çözüm getirmiş |
Bediüzzaman Said Nursî’nin çok yönlü bir insan olduğunu belirten Mehmet Kutlular, “Üstad her meselede fikrini beyan etmiş. Bu fikirler de zamanımızın şartları cihetinden herkes tarafından kabul görüyor. Mesleğini “cadde-i kübrâ-yı Kur’ânî” olarak ifade ediyor. Yani Kur’ân ne yazıyor, Resulullah (asm) ne söylemiş, uygulamalar nasıl olmuş... İşte Üstad bu çizgiden ayrılmıyor” dedi. YENİ ASYA A.Ş. YÖNETİM KURULU BAŞKANI VE GAZETEMİZ İMTİYAZ SAHİBİ MEHMET KUTLULAR:
Üstad, her meseleye çözüm getirmiş
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin “Ölümüm, hayatımdan ziyade dine hizmet edecek” sözündeki hizmetin temel noktaları nelerdir?
Üstad Hazretleri çok sıkıntılı bir hayat yaşamış. Hayatının 27 yılı sürgün ve hapishanelerde geçmiş. Kemalist rejim tarafından tamamen dışlanıp, tecrit edilmiş. Üstad, o dönemlerde, çok sıkıntılı şartlar altında, gizli gizli Risâle-i Nurları yazmış. Üç tane büyük mahkeme geçirmiş: Eskişehir, Denizli ve Afyon mahkemeleri. Talebelerinden kimi nerede bulmuşlarsa cezaevine koymuşlar. O zamanki Risâle-i Nur’un yayılmasıyla şimdiki aynı değil. Üstadı şimdi dünya okuyor. Eserleri değişik dillere çevrilmiş, çevriliyor. Külliyatı serbesti kazanmış. Tamamı, kendisi hayattayken, Lâtin harfleriyle neşredilmiş. Görüldüğü üzere, eskiden Üstadın ve Risâle-i Nur’un adını ağzına almaktan çekinen çokları; bürokratlar, bazı siyasîler, bazı ilim adamları... Şimdi onu medhü sena edebiliyorlar; dâvâ adamı, müceddid, müçtehid olduğunu kabul ediyorlar. Baskının olduğu dönemlerde sırren tenevveret devam eden hizmet, artık alenî olarak yapılıyor. Risâle-i Nur Külliyatı serbestçe basılıyor, dağıtılıyor. Değişik dillere çevriliyor. Eserler,—gayrimüslim olsun Müslüman olsun—insanların ellerine ulaştığında “O gerçekten büyük bir zâtmış” diyorlar. Hürmet, saygı ve takdirlerini ifade ediyorlar. Yani “Ölümüm, hayatımdan ziyade dine hizmet edecek” dedikten sonra kısmî bir demokratikleşme söz konusu olmuş. İktidar 10 sene dayanabilmiş. 1960’da büyük bir ihtilâl olmuş. Menderes’i ve üç bakanını idam etmişler, insanları Yassıada’da çürütmüşler.
MEŞRUTİYETİ ŞERİAT NAMINA ALKIŞLADI
Üstad çok yönlü bir insan. Her meselede fikrini beyan etmiş. Bu fikirler de zamanımızın şartları cihetinden herkes tarafından kabul görüyor. Demokratik açılım ile broşürler neşrettik, konferanslar, paneller, düzenledik vs. Demokratik açılım meselesini; Üstad Hazretleri demokrat ve bunu fikren kabul ediyor. “Meşrûtiyet-i meşrûa” diyor ona. 2. Meşrûtiyet ilân edildiği zaman, ona İslâm namına sahip çıkıyor ve alkışlıyor. Kim böyle değildir, derse bunun böyle olduğunu “Dört hak mezhebe göre ispata hazırım” diyor. Çünkü Üstad Hazretlerinin tek kaynağı Asr-ı Saadet. Saadet devrinde Resûlullah (asm) bilemez miydi ki, vefat etmeden yerine halife tayin etsin. Bilirdi, ama etmedi. Niye, “İçinizden lâyık ve ehil olanı seçin” dedi. İslâmın getirdiği en geniş şekilde bir hürriyet var. Ne demek o? Cenâb-ı Hak peygamberler gönderiyor. Özellikle son peygamber Hz. Muhammed’e (asm) tebliğ yaptırıyor. Çünkü insanlar imtihan için gelmişler bu dünyaya. O zaman kabul edip etmemek ferdin ihtiyarına bırakılmış ki, mükâfat ve mücazat olsun. Peygamber Efendimiz (asm) bazen yakınlarının imanla müşerref olmasını istiyor, olmuyor. Sonra âyet-i kerime nazil oluyor: “Sen dilediklerine ve sevdiklerine hidayet edemezsin. Hidayet ancak Allah’tandır.” Peygamberimize düşen, âyette de belirtildiği üzere, tebliğdir. Hürriyetin en genişini İslâm insanlığa getirmiş. Adaleti toplumda en güzel şekilde tesis etmiş. Halifelerimizden Hz. Ali (ra) bir Yahudi ile mahkemeye çıkmış. İddiasını ispat edemediği için aleyhine neticelenmiş. Kürtlerin medar-ı iftiharı Selâhaddin Eyyubi de bir Hıristiyanla mahkeme önüne çıkmış. Bakıyorsunuz Fatih Sultan Muhammed Han da bir Hıristiyan mimarla mahkeme önüne çıkıyor. Kadı, aleyhine karar veriyor. Ama Fatih bu karara üzülmüyor, aksine seviniyor. Hatta ikisi arasında tarihe adalet numunesi olarak geçen konuşmalar oluyor. Şimdi bu olaylarda ne var; hürriyet var. Sonra adalet ve seçim var. Peygamber Efendimiz (asm) halifelere de şunu hatırlatıyor: “Seyyidü’l-kavmi hadimuhum” (Kavmimin efendisi ona hizmetkâr olandır.) Yani halife veya padişah olana ‘ali kıran baş kesen olma’ deniliyor. Bizim Kitabımız evrensel bir kitap. Bu yüzden herkes okuyabilir, istifade eder. Demokrasinin bizdeki adı Meşrûtiyet-i Meşrûa. Yani millî irade ile seçilmiş bir idareci. Demek ki Üstad, “Ben Meşrûtiyeti şeriat namına alkışladım” derken; zaten demokratik ülkelerin hepsi yukarıda değindiğimiz esaslara dayanır. Oralarda hürriyet vardır, insan insanlığını tadar. Orada adalet olması lâzımdır, seçim hür iradeyle yapılmalıdır, orada devlet sosyal anlamda hizmetkâr olmalıdır. Bunların dinen bir tersliği yok. O yüzden Üstad, mesleğini “cadde-yi kübrâ-yı Kur’ânî” olarak ifade ediyor. Yani Kur’ân ne yazıyor, Resûlullah (asm) ne söylemiş, uygulamalar nasıl olmuş... İşte Üstad bu çizgiden ayrılmıyor.
Üstadın demokrasiye bakışı nasıldı?
Dinimiz krallığı ve padişahlığı getirmemiş. Ancak o zamanki dünya şartlarında krallık ve padişahlık varmış. Resûlullah’ın (asm) bir ifadesi var değil mi? “...30 sene sonra ısırıcı bir saltanat gelecek.” Bu da Emevilerin hilâfeti ele geçirmesiyle oluyor, seçimle değil. Hz. Muâviye Şam valisiyken halifeliğini ilân ediyor. Ordular çarpışıyor. Hakemlik meselesi var. Ardından da saltanat var. 80 küsûr sene sonra da halifelik Abbasilerin eline geçiyor. Üstad Osmanlıları kötüleyip dışlamıyor. “1000 sene İslâmiyete hizmet etmiş, bayraktarlık yapmış” diyor. Sultan Abdulhamid, 1. ve 2. Meşrûtiyeti ilân ediyor. 1. Meşrûtiyet’te devlet zaafa uğramıştı. Onu çeşitli sebeplerden ötürü lağvediyor. Üstad 2. Meşrûtiyet’te ısrar ediyor, “Sen bunu kabul et. Bu millet sana kefildir” diye. Daha sonra Dünya Savaşı kopunca uygulamaya tam olarak geçemiyor. Üstad, Cumhuriyeti de destekliyor. Ankara’ya çağrılıyor, oraya gidiyor. Yurdun dört bir tarafı işgal altında. Millî mücadele devam etmekte. Üstad, yapılan Kurtuluş Mücadelesini destekliyor. Destekliyor, ama onun beklediği netice çıkmıyor. Meclis açılıyor, ama bir süre sonra tek parti dönemi başlıyor. 27 sene sürüyor. Bir baskı rejimi kuruluyor. Demokratikleşme zaten yok. Üstad, bu baskıcı rejimi bakın ne güzel özetliyor: “İstibdad-ı mutlaka cumhuriyet ismini vermişsiniz, cebr-i keyf-i küfrîye kanun ismini takmışsınız, irtidad-ı mutlâkı rejim altına almışsınız, sefahat-i mutlakaya da medeniyet ismini vermişsiniz. Ben böyle cumhuriyetçi değilim” Bundan daha güzel bir tarif olur mu?
O, HEP MÜSBET HAREKET ETTİ
Açılım meselesine gelecek olursak; Türkiye daha demokratikleşemedi ki... 27 sene tek parti dönemi var. Sonra ülkenin önü biraz açılmış, seçim olmuş, iktidar değişmiş. Üç seçim dayanabilmiş. Ardından 60’da ihtilâl olmuş. 10 sene sonra 1971’de yine ihtilâl, 80’de yine bir ihtilâl ve sonra da 28 Şubat 1997. Bugün hâlâ millî irade hakimiyeti yok, askerin hakimiyeti var. Bütün bu şartları görünce ve o zamanı düşününce, Üstad’ın hâkim güce boyun eğmediğini görüyoruz. Üstad o sıkıntılı zamanlarda hizmet etmiş ve bir genç nesil yetiştirmiş. Topluma mâl olmuş. Açıktan arkasından gelemeyenler, ortam rahatladıkça ona sahip çıkmış. Onun için Üstad “Ölümüm, hayatımdan ziyade dine hizmet edecektir” diyor. Şimdi herkes onu saygıyla anıyor. Onun hakkında aydınlarla röportajlar yapılıyor. Hepsi diyor ki: “Bir dâvâ adamıdır, hakim güce boyun eğmemiştir, bir ilim adamıdır, müçtehiddir, resmî ideolojiye yaranmaya çalışmamıştır.” Bu da gösteriyor ki, Üstadın dediği aynen tezahür etmiş. Çünkü Risâle-i Nurlar artık serbest, pek çok dile çevrilmiş ve çevrilmeye devam ediyor. Bir çok aydın, bir Nur Talebesi gibi anlayamasa da okuduğunda ona saygı duyuyor. Üstad her meseleye çözüm getirmiş. Ondan daha iyisi yok ki...
Peki sıkıntımız nedir?
Sıkıntımız şu; birincisi istibdat ve baskı üzerine kurulan bir rejim ve ikincisi ırkçılık. Bizim Kürt diye bir meselemiz yok. Neden? Çünkü 1000 seneden beri beraberiz. Zira Osmanlı çok dinli, çok ırklı ve çok mezhepliydi. Dinimiz evrensel bir dindir. Bir ırkın dini değil ki... İşte Üstad Hazretleri bu yüzden Meşrûtiyete, hürriyete, cumhuriyete sahip çıkmış, ırkçılığın karşısında yer almış. Ortada Şeyh Said hadisesi var, ama orada soruyor: “Kimi kime çarpıştıracaksın?” diyor. Üstadın tarzı müsbet hareket. Sopa silâh yok, ilim kalem kitap var. Şeyh Said olayı olmuş ve binlerce insan zarar görmüş ve netice akim kalmış. Hâkim güce göre, Türkiye’de iki tane büyük tehlike vardır: 1- İrtica, yani (onlara göre) din ve dindarlar. 2- Bölücülük. Türklerden sonra en büyük nüfus Kürtlerdir ve bunun tehlike olarak görülmesi hâlâ devam etmektedir. Türkçülük yanlış olduğu gibi, Kürtçülük de yanlış. Bunlar birbirini tahrik ediyor. Demokrasiye niye karşı bunlar? CHP “Türkiye demokratikleşirse Atatürk ilke ve inkılâpları elden gider” diyor. MHP “Vatan bölünür” diyor. Bazı dindar kesim de “Şeriat varken ne gerek var?” diyor. Türkiye’ye baktığınızda karşınıza bu tablo çıkıyor. Bu sebeptendir ki demokrasiden büyük bir kesim hoşlanmamış. Ama hepsinin gerekçesi ayrı. Dolayısıyla Üstad bunların yanlış olduğunu, bizi birleştiren ögenin din olduğunu, mü’minse zaten kardeşimiz, mü’min değilse vatandaşımız, gayrimüslimse ‘ehl-i kitaptır ve tebamızdır’ der. Neticede Üstad çıkış yollarını göstermiş. Aklı başında olanlar bakıyorlar ki bu tavsiyeler, fikirler ve düşünceler gerçekten doğru. Ben öyle anlıyorum.
Paneller, seminerler, konferanslar ve faaliyetler yapılıyor. Bunlar tabiî ki ehemmiyetli. Sizce bundan sonraki adımlar ne olmalı. Aydınların ya da hükümetlerin önem vermesi gereken konu ne olmalı?
En mühim mesele geçmişte yapılan yanlışların—bilerek ya da bilmeyerek olsun—mutlaka düzeltilmesi lâzım. O ne demek? Yani bu kanunların ve anayasanın oturulup evrensel değerler ölçüsünde bir mutabakatla—başka türlü olmuyor—değiştirilmesi lâzım. Artık bizim de dünya devletleri gibi, yapılacak yeni anayasayla herkes hür olmalı, adliye âdil olmalı, laikliğin dinsizlik mânâsındaki yanlış tatbiki bırakılmalı. Değişmez maddelerden biri olarak karşımıza çıkan laikliğin uygulaması neden değişmesin ki? Burada büyük ekseriyetle mutabakat gerçekleştirilirse anayasa değiştirilip, asker kışlaya çekilir, adalet âdil olduğunu bilir, sosyal adalet sağlanır, partisini kuran milletin önüne çıkar ve millet kimi seçerse o idaresini yapar. İster tek parti, ister koalisyon, fark etmez.
KORKULAR ARTIK ATILMALI
Netice şu ki, mutabakat lâzım. Ortada düşmanlıklar var. Kimisinde dine düşmanlık var, kimisinde kendi ırkından başkasına düşmanlık var, kimisinde sefahat ve dalâletin içine düşmüş olanlarda ‘Şeriat getirirlerse bize hakk-ı hayat tanımaz’ diyenler var. Bu korkular artık atılmalı. Hepimiz bu vatanın evlâtlarıyız. Çanakkale’sinden İstiklâl Harbine kadar hepimiz bu vatan için canımızı verdik. Öyleyse bir çok dinli, çok mezhepli ve çok ırklıyız. Çünkü Allah’ın indinde makbul olan ırk değil. Nedir? Takvadır. Kim Allah’tan fazla korkuyor, emrettiklerini yapıyor, yasaklarından kaçınıyorsa Allah’ın en sevgili kulu odur. Irkçılık olunca burası Türklerindir diyor. Niye Türklerin olsun? Zira biz de Kürt, Türk, Çerkez, Abaza, Laz, Boşnak vs. var. Kürt olmak, ayrı Kürtçülük ayrı. Kürtçülük ırkçılıktır. Onun gibi, Türk olmak ayrı, Türkçülük ayrı. Bunlar ayrı şeyler, ama maalesef Türkiye’ye bu gibi ayrımlar bilerek sokulmuş ve sıkıntı vermiştir. Neticede hepimiz mü’min kardeşiz. Hükümet belki korkusundan, açılımda bazı şeyleri kaldıralım diyemedi. Diğer partilerden teklifler bekledi. Onlar teklif yapsın biz de sahip çıkalım, dediler. Ama onlarda öyle bir teklifte bulunmadı. Öte yandan Genelkurmay Başkanı da kırmızı çizgilerini çizdi. Çıkış yolu; millî bir mutabakatla—yüzde yüz olmasa da yüzde 70-80 mutabakatla—bu Anayasayı sil baştan, evrensel değerlere göre değiştirmektir, kanunları ona göre düzenlemektir. Millî iradeyi hâkim kılmaktır. Ordu kışlasına çekilip, Meclisin ve milletin emrinde olması lâzımdır. Hakimlerin tarafgir değil, âdil olması gerekmektedir. Yoksa sıkıntılar devam eder.
|
23.03.2010 |
DİN, SİYASET VE DEVLET |
DİN VE SİYASET: Din, toplumun siyasetler üstü ortak değeridir, bir siyasî görüşün tekeline alınamaz, siyaset de dinsizliğe alet edilemez. Devlet dine müdahale etmemeli, din adına devleti yönetme talebi de olmamalıdır. Cemaatler, hizmet alanlarının dışına çekilerek siyasî tartışmalara konu edilmemelidir DEMOKRASİ, İNSAN HAKLARI
DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI: Türkiye'nin siyasî ve sosyal alanda yaşadığı problemleri çözebilmek için toplumun bütün farklılık ve çeşitlilikleriyle barış içinde kardeşçe, birlikte yaşayabilmesinin siyasî çerçevesini çizecek toplumsal mutabakat zeminine dayalı yeni bir demokratik anayasa hazırlanmalıdır.
KÜRT SORUNU VE EĞİTİM
KÜRT SORUNU: Eğitim demokratik hale getirilmeli; eğitim müfredatı her türlü ayrımcı ifadeden temizlenmeli ve "andımız" türü metin ve ritüeller eğitim sisteminden tamamen çıkarılmalıdır.
EĞİTİM, KÜLTÜR VE SANAT: Özgür bireylerin yetiştirilmesi, eğitimin demokratikleştirilmesi ile sağlanabilir.
BARIŞ, İMAN VE AHLÂK
DÜNYA BARIŞI: Cihadın gayesi i'lâyı kelimetullahtır. İnsanların medenîleştiği bu zamanda aslolan maddî değil, manevî cihaddır. Bu cihadın en önemli vasıtası ilim ve irfandır.
İNSAN, İMAN, AHLÂK: Kur'ân'ın yüzde 90'ı iman hakikatleri, yüzde 10'u ahkâm âyetleridir. Bediüzzaman, imanı gündeme taşımıştır.
KADIN, AİLE VE GENÇLİK
KADIN VE AİLE: Bugün insanlık Said Nursî'nin Kur'ân ve Sünnet referanslarıyla ortaya koyduğu iman, ahlâk, sevgi ve şefkat temelli aile modeline muhtaçtır.
GENÇLİK: Said Nursî, gençleri, iman ve marifetullah gibi, iki dünyada mesut edecek yüksek bir hedef göstererek, amaçsızlık anaforundan kurtarmıştır.
Günümüz sorunlarına Bediüzzaman açılımı
HAFTA sonu Risale-i Nur Enstitüsü tarafından organize edilen V. Ulusal Risale-i Nur Kongresinin bu seneki konusu, “Çağımız Sorunlarına Çözüm Arayışları ve Said Nursî modeli” idi. Cumartesi günü akademisyenler tarafından sekiz ayrı masada yapılan çalışmalar sonucu hazırlanan deklarasyonlar, Pazar günü düzenlenen yemekli bir toplantıda aydınlarla paylaşıldı. Bu sene beşincisi gerçekleştirilen Ulusal Risale-i Nur Kongresi her yıl değişik alanlarda güncel konuları ele alıyor. Bediüzzaman Said Nursî’nin fikirleri ışığında gerçekleşen masa çalışması konu başlıkları, önceki kongrelerde şöyleydi: “Farklılıkların Buluşmasında Bediüzzaman Said Nursî’nin Rolü”, “Bilim ve Din”, “Ahlâk”, “Küresel Kriz ve Said Nursî’nin İktisat Görüşü” Bu yıl Radisson Blu Oteli’nde gerçekleşen ve iki gün süren kongrede yaklaşık 80 akademisyen yer aldı. Masa çalışmalarında; ‘’Din ve Siyaset, Demokrasi ve İnsan Hakları, Kürt Sorunu, Dünya Barışı, Kadın ve Aile, İnsan, İman ve Ahlâk, Eğitim, Kültür ve Sanat ile Gençlik” başlıkları ele alındı. Sonuçlar açıklanmadan önce konuşma yapan gazetemizin imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular, kongreden memnuniyetini dile getirdi. Beş senedir yapılan toplantıların önemli çok olduğunu söyleyen Kutlular, “Üstadımız çok yönlü bir insandır. Her meselede fikirlerini beyan etmiş, ama bu fikirleri hiçbir zaman eskimiyor, tazeliğini koruyor ve söylediği meseleler hem güncel, hem de çok güzel” dedi. Kutlular, yaptığı konuşmada hürriyet ve demokratik açılım tartışmalarına da şöyle değindi: “Üstad, ekmeksiz yaşarım, ama hürriyetsiz yaşayamam diyor. İnsanı insan yapan hürriyettir. Bunun da en genişini İslâm getirmiş, adaletin en mükemmelini getirmiş. Demokratik açılım dediğiniz zaman demek oluyor ki bu ülke demokratikleşememiş bu yüzden demokratik açılımdan bahsediyoruz.” Mehmet Kutlular, “Üstad Kur’ân’ın evrensel mesajlarını tüm dünyaya duyurmayı amaçlamış. Biz de onun talebeleriyiz. Bu cihetle Türkiye’nin gerçekten demokratikleşmesine katkıda bulunmalıyız” diyerek Bediüzzaman’ın çok yönlü tarafını insanlara duyurma gayreti içinde olduklarını ifade etti. Sekiz ayrı masadan çıkan deklarasyonlar 28 Mart'ta Haliç Kongre Merkezinde düzenlenecek halka açık bir panelle kamuoyuna duyurulacak.
I. MASA
Din ve Siyaset
1- Din, toplumun siyasetler üstü ortak değeridir, belli bir siyasî görüşün tekeline alınamayacağı gibi siyaset de dinsizliğe âlet edilemez. Bediüzzaman, siyasetin dinî hak ve hürriyetlerin önünü açacak bir anlayışla yürütülmesi gerektiğini vurgulamaktadır. 2- Devletin dinle ilişkisi, bütün inanç grupları için din ve vicdan hürriyetini sağlayıcı bir laiklik anlayışı üzerine bina edilmelidir. 3- Devlet dine hiçbir şekilde müdahale etmemelidir, din adına devleti yönetme talebi olmamalıdır. 4- Laik- anti laik çatışmalarının çözümü, Bediüzzaman’ın “hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi dindarlara ve takvâcılara da ilişmez bir hükûmet” tarifiyle ortaya koyduğu prensiptedir. 5- Kendisini dindar bir cumhuriyetçi olarak tanımlayan Bediüzzaman, belli bir devlet modeli önermemiş, insanlığın gelişim süreci içerisinde ortaya koyduğu değerlerle örtüşen, AB kriterlerinde ifadesini bulan hukukun üstünlüğü, adalet, hak ve hürriyetler, hizmetkâr devlet gibi temel ilkeleri vurgulamıştır. 6- Cumhuriyeti adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvet olarak tanımlayan Bediüzzaman’a göre, demokratik cumhuriyet dinin prensipleriyle çelişmez, din demokratik devlet için bir tehdit oluşturmaz. 7- İnsanların manevî ihtiyaçlarına cevap vermek üzere ortaya çıkan cemaatler, aslî hizmet ve meşguliyet alanlarının dışına çekilerek siyasî ve ideolojik tartışmalara konu edilmemelidir. 8- Bediüzzaman’a göre din kâinatın üzerinde, görünen ve görünmeyen bütün âlemleri ve bütün zamanları kuşatıcı bir hakikat olarak yeryüzündeki geçici siyasî ve ideolojik cereyanlara tabi kılınıp alet edilmez. 9- İnsanın bu dünyadaki aslî vazifesini iman ve ubudiyet olarak niteleyen Bediüzzaman, siyasetin dikkatleri bu hedeften uzaklaştırıp insanları yozlaştırma tehlikesine dikkat çekmektedir. 10- Din ve siyaset ilişkilerindeki gerilimlerin aşılıp sağlıklı ve doğru sonuçlara ulaşılabilmesi için aydınların toplumun tarihî ve kültürel değerlerini ve tecrübelerini dikkate alan bir yaklaşımla kendi gerçeklerimiz ışığında çözümler üretmelerine ihtiyaç vardır.
II. MASA
Demokrasi ve İnsan Hakları
1. Türkiye’de cumhuriyet ve demokrasi üzerindeki kavram kargaşasına son verilmeli; bu kavramlar, evrensel standartlar esas alınarak kabul görmeli; kişiye, kuruma, konjonktüre göre farklı mânâlar yüklenilerek kullanılmamalıdır. 2. Demokratik bir ülkede, kişi veya kişilere dayalı bir hukuk anlayışı kabul edilemez. Hukuk düzenlemeleri evrensel ilkelere ve objektif kurallara dayalı olmalı, keyfiliğe fırsat vermemelidir. Bu çerçevede tartışılamaz, değiştirilemez bir resmî ideoloji kabul edilmemelidir. 3. Demokrasi sadece çoğunluğun hakimiyeti olarak görülmemelidir. Azınlıkların ve fertlerin temel hak ve hürriyetlerinin garanti altına alınması, demokrasinin en önemli ilkesidir. Temel hak ve hürriyetler, hiçbir şekilde tartışma konusu olamaz, referanduma ve oylamaya tabi kılınamaz. Keyfi gerekçelerle tahdit edilemez, askıya alınamaz. 4. Demokrasinin sağlıklı bir şekilde işletilebilmesi için sivil ve asker bürokratik yapı olması gereken sınırlar içine çekilmelidir. Sivil, adlî ve askerî bürokrasi marifetiyle yürütülen vesayetçi sistem, tasfiye edilerek demokratik sistem tahkim edilmelidir. 5. Türkiye askerî darbelerle anılan bir ülke olmaktan uzaklaştırılmalı; askerin yeri ve konumu, sivil otoritenin üstünlüğü ilkesi çerçevesinde kanunlarda net olarak ifade edilmelidir. 6. Din ve vicdan hürriyeti, fikir ve ifade özgürlüğü en temel insan haklarındandır. Laiklik her şeyden önce din ve vicdan hürriyetini teminat altına almaktır. Bu ise siyasî iktidarın dinî alana müdahale etmemesini gerektirir. Din ve inanç, sivil ve kamusal alanda serbestçe yaşanabilmeli ve ifade edilebilmelidir. Dinî eğitime ilişkin devlet tekeline son verilmelidir. Bu çerçevede Diyanet İşleri Başkanlığının devlet yapısı içindeki konumu ve işleyişi de gözden geçirilmelidir. 7. Demokrasinin sağlıklı işleyişinde iktidar kadar muhalefet de önemlidir. Muhalefet, demokratik yöntemlerle yapılmalıdır. Hak arama yöntemi olarak şiddet, hangi mülâhazalarla olursa olsun hiçbir şekilde tasvip edilmemelidir. 8. Ülkede yaşayan herkese herhangi bir ayrımcılık yapılmaksızın, anayasal vatandaşlık çerçevesinde bireysel hak ve özgürlüklerin tanınması gerekmektedir. 9. Türkiye’nin siyasî ve sosyal alanda yaşadığı problemleri çözebilmek için Türkiye toplumunun bütün farklılıklarıyla ve çeşitlilikleriyle barış içerisinde kardeşçe, birlikte yaşayabilmelerinin siyasî çerçevesini çizecek toplumsal mutabakat zeminine dayalı yeni bir demokratik anayasa hazırlanmalıdır.
III. MASA
Kürt Sorunu
1. Türkiye’nin her türlü farklılıkları tanıyan, çoğulculuğu bir zenginlik olarak gören, resmî ideolojiden arındırılmış, anayasal vatandaşlığı esas alan yeni, demokratik ve sivil bir anayasaya ihtiyacı vardır. 2. Devlet, başta Kürtler olmak üzere mağdur edilmiş bütün toplumsal kesimlerden özür dilemeli; mağduriyetlerini giderici hukukî düzenlemeler yapılmalıdır. 3. Eğitim demokratik hale getirilmeli; eğitim müfredatı her türlü ayrımcı ifadeden temizlenmeli ve bu bağlamda “andımız” türü metin ve ritüeller eğitim sisteminden tamamen çıkarılmalıdır. Bütün olarak eğitim ve öğretim sistemi Türkiye’nin çok kimlikli toplumsal yapısını yansıtmalıdır. 4. Anadilde eğitim tercihi temel bir haktır; bu hakkın önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır. 5. Eğitimde ve toplumsal pratiklerde köktenci sekülerist yaklaşımlar gözden geçirilmeli ve toplumun dinî duyarlılıkları ve talepleri dikkate alınmalıdır. 6. Bediüzzamanın bir akademya projesi olan Medresetüzzehra, hayata geçirilmelidir. 7. Zorunlu göç uygulamasına tabi tutulmuş insanların zararları tazmin edilmeli ve geri dönmek isteyenler için kolaylaştırıcı tedbirler alınmalıdır. 8. Toplumsal barışı sağlamak için silâhsızlandırmayı kapsayan bir demokratikleşme programı yürürlüğe konulmalı ve bir toplumsal uzlaşma yasası ile örgüt mensuplarının dağdan inmesi sağlanmalıdır. Bölgede toplumsal çatışmalara sebep olan ve şiddeti arttıran koruculuk sistemi kaldırılmalıdır. 9. Tarihî ve kültürel dokuyu bozan coğrafî birimlerin isimlerinin değiştirilmesi uygulamasına son verilmeli, halkın benimsediği isimler iade edilmeli ve bu konudaki yasaklar kaldırılmalıdır. 10. Kürtlerin bilgelik hafızasını oluşturan, Faqeye Teyran, Ahmede Xani, Ahmede Ciziri gibi müelliflerin eserleri Kültür bakanlığı gibi resmî kurumlarca yayınlanmalı ve millî eğitim müfredatına girmelidir. İslâm düşüncesinin çağımızdaki en önemli düşünürlerinden olan Bediüzzaman Said Nursî’nin eserlerinin okullarda okutulması ve yaygınlaştırılması sağlanmalıdır.
IV. MASA
Dünya Barışı
1- Hayır ve şerre istidatlı olarak yaratılmış olan insanlardan meydana gelen toplumların birbirlerine zarar vermesi muhtemeldir. Ancak fıtratta hayır esas, şer ise arızidir. Aynı şekilde uluslar arası ilişkilerde de asıl olan sulh ve barıştır; savaş hali ise arızi bir durumdur. 2- Günümüz güçlü devletlerinin diğer devletleri işgal etmesi, sömürmesi ve asimilasyona tabi tutması gibi zulüm ve haksızlıklar sadece çıkar düşüncesinden değil bu düşüncenin arkasındaki medeniyet algısından kaynaklanmaktadır. Bediüzzaman’a göre bu tür düşüncelerin sosyal hayattaki dayanak noktası kuvvet; gayesi menfaat; hayat kanunu mücadele; toplumları birbirine bağlayan rabıtası ırkçılık ve menfi milliyetçilik fikri; meyvesi ve neticesi ise nefsî arzuların tatmini ve ihtiyaçların giderek arttırılmasıdır. Halbuki kuvvetin neticesi tecavüz; mücadelenin sonu çarpışmak; ırkçılığın ve unsurîyetçiliğin sonucu ise başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, başkasına tecavüzdür. Diğer taraftan; İslâm medeniyetinin dayandığı esas nokta kuvvete bedel hak; gayesi menfaate bedel fazilet ve rıza-i İlâhiyi elde etmek; hayat kanunu mücadeleye bedel yardımlaşma; toplumları birbirine bağlayan rabıtası ırkçılık ve menfi milliyetçilik fikri yerine din kardeşliği, akrabalık ve vatandaşlık bağları; hedefi ve maksadı ise insanı nefsi arzularından kaynaklanan kötü fiilleri işlemekten vazgeçirmek, ruhu derin ve yüksek düşüncelerle donatıp ulvî hisleri tatmin etmek, kısacası insanı insan-ı kâmil haline getirmek, insanı insan yapmaktır. Hakkın gereği ittifak; faziletin gereği dayanışma; dayanışmanın gereği birbirinin yardımına koşmak; Müslüman olmanın gereği İslâm kardeşliği ve birbirini manen desteklemek; nefsi gemleyip helâl dairede kalmanın ve ruhu ahlâkî faziletlerle donatmanın neticesi ise dünya ve ahirette huzur ve saadettir. 3- Günümüzde uluslar arası münasebetlerin temellerinden birisi çıkar ilişkisidir. İnsanlar arasındaki münasebetlerin insan hakları temeline dayanması zorunlu olduğu gibi, uluslar arası münasebetlerin de insan hak ve hürriyetleri temeline dayanması zorunludur. Dünyada sulh-u umumînin temini için hakkın temel alınması bir zarurettir. 4- Uluslar arası ilişkilerin bir diğer önemli esası mütekabiliyettir. Ancak mütekabiliyet esasının mutlak olarak uygulanması doğru olmayıp, bu hususta da hak ve adalet esaslarına riayet edilmesi sulh-u umumî adına bir gerekliliktir. 5- Gerek insanlar arasındaki gerekse toplumlar ve devletler arasındaki ilişkiler kin ve adavet üzerine değil, muhabbet ve merhamet üzerine kurulmalıdır. Kişi ve toplumlara haklarının verilmesi ancak bu düşüncenin yaygınlaştırılması ile mümkün olacaktır. Uluslar arası bir gücün başka toplumlar üzerinde yapmış olduğu zulüm ve haksızlıklara karşı diğer toplum ve devletlerin sessiz kalması dahi hakikatte bir zulümdür. 6- İttihad-ı İslâm, Bediüzzaman’ın önemli hedeflerinden biridir. Ancak onun ittihad-ı İslâm anlayışı siyasî bir birliği değil, merkezden muhite gittikçe genişleyen, ferdi ve bütün dünya toplumlarını içine alan bir barış projesidir. Bu münasebetle Bediüzzaman, önce ferdin iman, amel noktasındaki birliğini; sonra aynı toplumda yaşayan sınıflar arasındaki birliği; daha sonra ise Müslümanlar arasındaki birliği ve en sonunda da Müslümanlar ile gayri Müslimler arasındaki birliği hedef edinmiştir. Bu birliğin temin edilebilmesi için Bediüzzaman, genellikle her toplum ve medeniyette müsbet ve menfi olmak üzere farklı özelliklerin bulunduğu gerçeğini göz önüne alarak, o toplumlar ve medeniyetlerde birleşmeye zemin teşkil edecek cihetlere dikkati çeker. 7- Cihadın gayesi i’lay-ı kelimetullahtır. İnsanların medenileştiği bu zamanda aslolan maddî cihad değil manevî cihaddır. Bu cihadın en önemli vasıtası ilim ve irfandır. Bediüzzaman bu durumu, “Cihad-ı hariciyi, Şeriat-ı Garra’nın berahin-i katıasının elmas kılıçlarına havale edeceğiz. Zira medenilere galebe çalmak ikna iledir. Söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir” ifadesiyle ortaya koymuştur. 8- Müslümanların arasında çıkacak olan anlaşmazlıkların giderilmesi, öncelikle Müslümanların görevidir. Bediüzzaman’a göre ittihad-ı İslâm önemli bir hedef olduğundan, İslâm ülkelerinin kendi aralarındaki ilişkileri sağlamlaştırmak için kurdukları her türlü birliğin muhafazasına çalışılmalı, bunların işlerlik kazanması için çaba sarf edilmeli ve Müslüman ülkelerin gayri Müslim ülkelerle yapacakları birlik anlaşmalarında Müslüman ülkelerle irtibatını koparacak hususlara karşı hassasiyet gösterilmelidir. 9- Diyalog, sulh-u umumînin temini için önemli bir araçtır. Ancak bu yöndeki teşebbüs ve çalışmalarda Bediüzzaman’ın “zarurat-ı diniye” olarak tabir ettiği İslâm’ın temel esaslarından taviz verilmemeli ve bu vesileyle görev yapan kişilerin gerek inanç gerekse bilgi bakımından yeterli donanıma sahip olmaları zarurîdir. 10- İslâm tarihi geçmişte diğer medeniyetlerle bir arada barış içinde yaşanabileceğinin en zengin örnekleriyle doludur. Ancak Batı medeniyeti içerisinde Müslümanların bugün dahi çok rahat yaşayabildikleri söylenemez. Müslümanları rahatsız etmek için zaman zaman Batıda bazı provokatif eylem ve söylemler ortaya çıkmaktadır. Müslümanların bunlara karşı uyanık olması ve bu tür provokasyonlara alet olmaması gerekir. 11- İçinde bulunduğumuz bölge ve tarihî sorumluluklarımızdan hareketle, tarihte yapılmış hatalardan ders alınarak, geleceğe perspektif oluşturabilecek hak ve adalet esasına dayalı ilkeli münasebetler tesis edilmelidir. 12- Çağın şartları ne olursa olsun her konuda ümitvar olmak gerekir. Herkesin himmeti kendi milletini kurtarmaya yönelik olur ve herkes müsbet hareketi prensip edinirse kısa zamanda büyük başarıların sağlanması mümkündür. 13- Hem insanî düzeyde, hem de toplumsal düzeyde Kur’ân medeniyetinin dayanmış olduğu temel ilkelerin, çağın problemlerine reel olarak nasıl çözüm bulabileceğine dair projeler ve bilimsel araştırmaların yapılması, somut tekliflerin ortaya konulması gerekmektedir.
V. MASA
Kadın ve Aile
1- Dünyanın bir çok ülkesinde komünizm, sosyalizm, kapitalizm ve hedonizmin çarkları arasında kalan aile, gittikçe yozlaşmakta, aile kavramı yerini başka kavramlara bırakmaktadır. Dinî değerlerin kıymetini kaybettiği, inançların etkisini bir hayli yitirdiği, ahlâkın hedonist ahlâka dönüştüğü toplumlarda böyle bir sonuçla karşılaşılması hiç de sürpriz sayılmamalıdır. 2- Ülkemizde ve dünyada boşanma oranlarının son on yılda hızlı bir şekilde artması, aile kurumunun gittikçe bozulmaya uğradığını göstermektedir. Boşanmaya sebep olan unsurlar ele alınınca aile kurumunun temellerinin ve amacının tekrar gözden geçirilmesi geremektedir. 3- Batılı bazı bilim adamları, devlet adamları bu çözülmeye çareler bulmaya çalışırken, Batıyı taklit etmekte bir yarış içinde olan bizim gibi ülkelerde de, ailede yozlaşmanın gittikçe arttığı bir realitedir. Hâlâ romantik aşkın evliliklerin ve mutlulukların tek sebebi olarak gösterildiği filimler, televizyon dizileri hem Batıdan ithal edilmekte, hem de bizdeki kanalların bir çoğu benzer şeyleri insanlara sunmaktadır. 4- Postmodern çağın kadın kimliği tüketim kültürünün her seferinde daha ağır dozlarla pompaladığı genç kalmak, sağlıklı olmak, iyi görünmek temalarıyla şekillenmektedir. Bu tür duyguların uzun süre yaşanması da, kadınlarda kaygı bozuklukları ve depresyon gibi tabloların artışını netice vermektedir. Tüketim toplumu ve kadının çalışma hayatının içinde yoğun olarak bulunması, anne ve eş rolünün ikinci plana düşmesine sebep olmuştur. 5- Aile ile ilgili bütün bu sorunların çözümü ise, sadece eğitim sisteminde değildir; bu sorun ancak genelde aile kurumunun, özelde de anne-çocuk ilişkisinin yeniden diriltilmesinde yatmaktadır. Bu ilişkinin sağlıklı zeminlere çekilmesi İslami terbiyenin esas alınmasına bağlıdır. 6- Çağımızın sorunlarını geçen asrın başlarından itibaren itinayla okuyan Bediüzzaman Said Nursi ailenin gittikçe artan yozlaştırılmasına karşın İslâm dininin inanç ve ahlak ilkeleri doğrultusunda çözüm önerileri sunmuştur. Nursinin ortaya koyduğu aile modelinin temelinde, tahkikî iman, Allah için sevmek, özellikle de ahirete iman bulunmaktadır. Allah rızasının esas alındığı bu modelde evlilikler menfaat, güzellik ve soy sop üzerine kurulmaz. Ahlâk güzelliğini de içine alan dini terbiye üzerine kurulur. O’na göre evlilik insanın kalbine mukabil bir kalp bulmasının, sevgi, lezzet, gam ve kederlerinin yanında hayret ve tefekkür paylaşımının da yapıldığı en doğru adresdir. Esasen bunlar bir ailenin mutlu olması için de gerekli olan alt yapıyı oluşturur. 7- Bediüzzamanın tespitlerine göre, aile kurmada İslâmiyetin sunduğu esaslar, ebedî bir hayat arkadaşı olmak, dünya hayatında mutluluğu kazanmak ve günahlardan korunmak gibi hususlardır. . Allah için olan bu sevgi, hataları birlikte düzeltmeyi, affededici olmayı, sorun odaklı değil, çözüm odaklı olmayı gerektirir. Ahiret arkadaşlığını hedefleyen eşlerin yaşın ilerlemesiyle, fiziksel özelliklerinin kaybolması nefret ve ayrılığı değil, ebedi arkadaşlık inancıyla güzel muameleyi doğurur. Ona göre ailede tesettür de, eşler arasında samimi sevgi, güven, sadakat ve gerçek şefkatin teminatıdır. 8- Said Nursinin önerdiği bu modelde, eşler birbirini Allah için sevdiği gibi, çocuklarnı da Allah için severler, çocuklarıyla masumane sohbet etmeyi, bütün eğlence vasıtalarına tercih ederler. Bediüzzamana göre kadınlar fedakar ve kahramanane olan şefkatlerini suistimal etmemeli, çocuklarının ebedi hayatlarını kurtarmak için ciddi çaba göstermelidir. 9- Kâinat kitabını yaratıcı hesabına okuyan anne babalar çocuklarını da birer kitap gibi okuyarak yaratılış gayelerini keşfetmelidirler. Böylece çocuklarına da İslamın öngördüğü şekilde iyi birer model olabilirler. Bu modelin yaygınlaşması, çocukların fıtratlarına uygun eserlerin çocuksu duyarlılıkla hazırlanması ve çocukça tabiratın kullanılmasıyla mümkündür. Bu çerçevede Risale-i Nur Enstitüsü’nün bir alt kuruluşu olarak ya da bağımsız bir ÇOCUK ENSTİTÜSÜ kurulması, çocukları önemseyen Said Nursinin misyonuyla paralellik arzetmektedir. 10- İman, sevgi, şefkat ve ahlak üzerine kurulmuş olan ailelerde sıkıntılar asgariye iner. Bugün insanlık Nursinin Kur’an ve sünnet referanslarıyla ortaya koyduğu bu iman, ahlak, sevgi ve şefkat temelli aile modeline ihtiyaç duyulmaktadır. Bu model üzerinde ciddi çalışmalar yapılması ve insanlığa bir reçete olarak sunulması, İslami olduğu kadar insani bir borçtur.
VI. MASA
İnsan, İman ve Ahlâk
1. İnsan Allah’ın en harika sanatı, en kıymetli misafiridir. Sözlerini en iyi anlayan muhatabıdır. Güzel isimlerinin en güzel yansıtıcısıdır. En faal memuru, en sorumlu âmiri, en dikkatli müfettişi ve seyircisidir. Varlığın işleyişinin merkezi ve mevcudatın sultanı, yeryüzünün halifesidir. Bu dünyaya imtihan olmak ve her iki dünya mutluluğunu kazanmak için gönderilmiştir. 2. İman bir intisaptır. İman Kâinat Sultanına bağlanıp hizmetkâr olmaktır. İmanın şehameti başkasının tahakküm ve baskısı altına girmeye engel olduğu gibi, imandan kaynaklanan şefkat de başkasının hürriyet ve hukukuna saldırmaya engeldir. 3. İnsanın “ahsen-i takvim”de (en güzel surette) yaratılmış olması fıtraten ahlaklı olduğunu gösterir. İradesini yanlış kullanması ise ahlak dışı davranışları ortaya çıkarır. 4. İman güzel düşünce ve güzel ahlakın kaynağıdır. Güzel ahlâklı güzel düşünür. Güzel düşünen, güzellikleri görür. Fena ahlâklı ise fena düşündüğünden, fena şeyleri görür. 5. Bediüzzaman’a göre günümüz insanının en önemli problemi imansızlık ve iman zafiyetidir. Bu problem imanı kazanmak ve kuvvetlendirmekle çözülür. 6. Çağımızın en önemli özelliği dünya hayatını ahiret hayatına bilerek tercih ettirmesidir. Bunun anlamı ebedi mutluluğa bedel, nazarların sadece fani dünya mutluluğuna yönelmesidir. 7. Milletlerin hayatının devamı bakımından da ahlakın önemi büyüktür. Geçmişte ve günümüzde birçok toplumun geçirdiği bunalım ve huzursuzluğun temelinde ahlaki çöküş vardır. 8. Allah’a ve ahirete iman ahlakı yüceltir. Güzel ahlakın zirvesi ihlâstır. İhlâs yalnız Allah emrettiği için yapmak ve neticesinde sadece O’nun rızasını istemektir. İhlâsı kazanan biri, Cennetin eşsiz nimetlerini bile imanının ve ibadetinin karşılığı olarak görmez. 9. İdeal insan ve doğru davranışlar, akıl, kalp ve diğer duyguların imanla aydınlanmasıyla mümkündür. 10. Varlıkların ve ilimlerin hakikati Esma-i Hüsna’ya dayanır. Esma-i Hüsna ile “fıtri şeriat” ve güzel ahlak arasında sıkı bir bağ vardır. 11. İnsan ruh ve bedenden oluşmuştur. Asıl olan ruhtur. Ruhun bedende yaşayabilmesi için insana üç temel kuvve verilmiştir. Bunlar “şehevi”, “gadabi” ve “akli” kuvvelerdir. Kuvve-i şeheviye faydaları çekme, kuvve-i gadabiye zararları uzaklaştırma ve savunma mekanizmaları ve kuvve-i akliye de doğru ile yanlışı ayırma melekesidir. İnsanın kuvvelerini vasat çizgide tutacak temel duygu tahkiki imandır. Bu insanın “fıtri şeriat” ile uyum halidir. 12. Kur’ân’ın % 90’ı iman hakikatleri, % 10’u ahkâm ayetleridir. Bediüzzaman başta İslam âlemi olmak üzere dünyanın gündemine Kur’ân’ın temel mesajı olan imanı tekrar taşımayı başarmıştır. 13. Güzel ahlâk edeptir. Bu noktada yegâne model Hz. Muhammed’dir (asm).
VII. MASA
Eğitim, Kültür ve Sanat
1. Eğitim müfredatları, kişinin akıl dünyasını geliştirmenin yanında, duygu, düşünce ve kalp dünyasını da geliştirebilmelidir. 2. Allah’ın isimlerinin (Esma’ül Hüsna) her kişide farklı şekillerde tecelli ettiği gerçeğini dikkate alarak, sanat/güzellik/estetik gibi temaları, eğitim uygulamalarında daha çok kullanmaya ve geliştirmeye ihtiyaç vardır. 3. Eğitimde, bireyin kişisel özelliklerinin farklı olduğunu dikkate alan modeller uygulanmalı, söz konusu bu modellerin düşünce dünyamızı geliştireceği gözden kaçırılmamalıdır. 4. Eğitim, kişinin bilgiye ulaşmasını kolaylaştıracak iletişim kanallarını açık tutacak şekilde yapılandırılmalı ve her kademede ispata dayalı eğitim metotları uygulanmalıdır. 5. Geliştirilen eğitim modellerinin güzel ve etkileyici ifadeyi teşvik etmesi sağlanmalıdır. 6. Eğitimde, insanın iç dünyasının zenginleşmesi için, dış dünyayı gözlemleme, idrak etme ve hayata olumlu bakma yeteneğinin geliştirilmesi gerekmektedir. 7. Eğitim modelleri; kişileri okul öncesi dönemden itibaren, merak duygusunu geliştirerek okuma, araştırma ve incelemeye yöneltmelidir. 8. Eğitimde, örgün öğretimin yaygınlaştırılmasının yanında, yaygın eğitim ve uzaktan öğretim modellerinin geniş halk kitlelerine ulaştırılması gerekmektedir. 9. Eğitimde etkileme yerine, kültürel ve sosyal etkileşimi sağlayacak yeni modellerin uygulanmasına ihtiyaç vardır. 10. Özgür bireylerin yetiştirilmesinin, eğitimin demokratikleştirilmesi ve çeşitlendirilip zenginleştirilmesi ile sağlanacağı bilinmelidir. VIII. MASA
Gençlik
1. Gençlik; kimlik oluşturma ve varlık sorgulamasının yaşandığı, akıldan ziyade hislerin hakim olduğu fırtınalı bir dönemdir. Bu dönemde, genç ve ebeveynin bilgi donanımına ihtiyaç vardır. 2. Günümüz gençliğinin önünde duran en büyük tehlike, amaçsızlık / anlamsızlık ve bunun doğurduğu / beslediği sefahat halleridir. Bu sorunlar, ancak doğru bir varlık algısıyla aşılabilir. 3. Bediüzzaman Said Nursi, gençleri, iman ve marifetullah gibi, iki dünyada mesut edecek yüksek bir hedef göstererek, amaçsızlık ve anlamsızlık anaforundan kurtarmayı amaçlamıştır. 4. Gençlere sahip oldukları vücudun ve gençliğin kendilerine ait olmayıp, Yaratıcının bir emaneti ve nimeti olduğunu hatırlatıp, bu emaneti Mülk Sahibinin istediği doğrultuda kullanmaları gerektiğini izah etmiştir. Bu, aynı zamanda onlara, “sorumlu bir özgürlük” alanını da açmaktadır. 5. Bediüzzaman, gençlerde akıldan ziyade hislerin ön planda olduğunu dikkate alarak, akıbeti görmeyen kör hissiyatlarını, o hislerle yapmak istediklerinin bu dünyadaki sonuçlarını göstererek, mağlup etmeye çalışmıştır. 6. Risale-i Nur, bu dünyada dahi, iman ve hidayette manevi cennet lezzetlerinin, küfür ve dalalette ise manevi cehennem azabının olduğunu göstermek metodunu benimsemiştir. 7. Bediüzzaman duyguları (sevgi, aşk, düşmanlık vs.) da görmezden gelmemiş, bunların Allah namına olması gerektiğine dikkat çekerek, müspete kanalize edilmesini sağlamıştır. Nitekim, hislerin bir kısmının tatmin edilmesini (evlilik gibi); bir kısmının yönünün değiştirilmesini, (inat, hırs gibi) bir kısmının da dünyadaki vahim neticelerinin gösterilerek mağlup edilmesini (kör hissiyat gibi) amaçlamıştır. 8. Bediüzzaman, anne ve babaların, çocuklarını, üzerlerinde her türlü tasarruf ve tahakküm hakkına sahip birer mülk olarak değil, kendilerine emanet edilmiş birer sevimli varlık olarak görmeleri ve çocuklarına karşı şefkat hislerini doğru ve yerinde kullanmaları gerektiğini söyleyerek “gençlik hakları”na da dikkat çekmiştir. 9. Gençler hürmetle mükellef iken, anne baba da şefkat ile mükelleftir. ‘O büyüktür yapar’ anlayışına dinimizde yer yoktur. 10. Gençlere, rol model olan Hz. Peygamberin yaptığı gibi, sorumluluk vermek, güvenmek, sevmek, her şeyi onlarla konuşmak; yanlış tavrı ve tutumu için dışlamamak ve onlara dua etmek gerekir. Çünkü beddua etmek, dışlamak, yadırgamak, yalnızlığa terk etmek; onun şeytanının işini kolaylaştıracaktır.
|
ELİF NUR KURTOĞLU / İSTANBUL 23.03.2010 |
Risale-i Nur dünya çapında intişar ediyor |
Mustafa Sungur, Üstadın müjdelediği gibi, Risale-i Nur’u bütün dünyanın tanıyacağını ve vazifesini yapacağını ifade ederek, Rusya’daki hizmetleri anlattı: “Her hafta bir Rus Müslüman oluyor. Askeriyede Risale-i Nur dersleri devam ediyor. Okullarda ve camilerde Risale-i Nur okunuyor.” BEDİÜZZAMAN'IN TALEBESİ MUSTAFA SUNGUR: RİSÂLE-İ NUR DÜNYA ÇAPINDA İNTİŞAR EDİYOR
Rusya’da askerler Risâle-i Nur okuyor
Bediüzzaman Hazretlerinin vefatının 50. yıldönümü vesilesiyle, Üstadın sağlığında yakın hizmetinde bulunmuş Mustafa Sungur Ağabeyin hatıralarını da dinlemek istedik. Sungur Ağabeyi ziyaretimiz, geçen seneki gibi yine fıtrî bir sohbet halkasında onunla birlikte olmak şeklinde cereyan etti. Dünyanın ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinden misafirler vardı. Kalabalık bir hizmet ehlinin bir araya gelmesinin verdiği şevk hâliyle Sungur Ağabey de—seksen küsur yaşına rağmen mâşâallah—o akşam daha bir dinç idi. Ömrünü adadığı Risâle-i Nurlardan bahsediyor, iman hizmetleri açısından gelinen güzel noktanın hep Risâle-i Nur’un şahs-ı manevisiyle olduğunu nazara veriyordu. Ders vakti geldiğinde “Hangi bahsi okuyalım acaba?” dedi. Sonra yine kendisi “Dördüncü Şuâ geldi aklıma” deyince umumî kabul gördü. Azerbaycan’daki hizmetleri deruhte eden bir kardeş başladı okumaya: “…Risâle-i Nur sair kitaplara muhalif olarak başta perdeli gidiyor; gittikçe inkişaf eder…” O akşam, dersin akabinde anlatılanlar sanki hep bu cümlenin açılımı gibi olmuştu adeta. Sungur Ağabeye soru sorduğumuzda, sözü kardeşlere bırakmanın daha uygun olacağını söylüyordu. “Risale-i Nur'da herşey var” diyordu. Bilhassa Rusya’daki Risâle-i Nur hizmetleriyle ilgili olarak anlatılanlar, gerçekten insana tekrar tekrar şükrettirecek tarzdaydı. Buyurun birlikte takip edelim:
RUSYA’DAKİ RİSÂLE-İ NUR HİZMETLERİ
Rusya ve özellikle de Kaleningrad şehrindeki Risâle-i Nur hizmetleriyle ilgilenen Resul kardeş anlatıyor: Biz Rusya’nın Kaleningrad şehrindeyiz. Yani Üstadımızın bahsettiği Prens Bismark’ın şehri. 1998 senesinden itibaren Moskova’da, Petersburg’ta, Novgorod’da, Kazan’da vs. şehirlerde kaldık, 2005’te de Âmin kardeşimizle Kaleningrad’a geldik. Ondan sonra Azerbaycan’dan Ruşen kardeş geldi. Özbekistan’dan da kardeşler geldiler. Beraber kalıyoruz. Hiç aklımıza şuurumuza gelmeden Kaleningrad’a gittik. İlk Risâle-i Nur derslerimiz askerî birliklerde başladı. Meselâ Âmin kardeş “Ben, komutanlarıma Nurları tanıttıracağım” dedi. Ben de oraya nasıl gideceğimizi, onlarla nasıl görüşeceğimizi düşünmeye başladım. Kaleningrad ki, Rusya’nın büyük bir askeri bölgesidir. Oraya vardık, sınıra gittik. Tabiî “Geçebilir miyiz, geçemez miyiz?” diye düşünüyoruz. Elhamdülillah, Risâle-i Nur bütün kapıları açıyor. Âmin kardeş oradan bir komutanını aradı. Ben de telefondan sesini dinliyorum, “Ya,” dedi kumandan “Ne iyi oldu geldiniz.” Bir hafta önce “Umum Rusya’nın askerî yerlerinde, tahsil yerlerinde dinî dersler başlatılsın” diye emir gelmiş. “Tam zamanında geldiniz” dedi. Hıristiyan memleketi tabi ve ilk dinî dersi biz gidip okuyoruz askerlere. 350 asker toplandı. Orada 6. Söz’ü okuduk, “Allah’a asker olmak öyle bir şereftir ki, tarif edilmez” diye. Bir kumandan “Ya,” dedi “Bu derslerin bizim memlekete, Rusya’daki askerlere çok faydası var. Eğer gerekirse, her hafta gelip sizi arabayla alacağım, gelin bu dersleri yapın.” İşte beş sene önce bu ilk dersi yapmıştık. Şimdi 15 askerî bölgede dersimiz oluyor. Bu dersler intişar etti. Her yerde “Müslümanlar gelmişler, dinî, ilmî dersleri okuyorlar” diye duyuldu. Bunu televizyonda da haber olarak vermişler. Orada meşhur bir milletvekili var: Vladimir Semyonoviç Yojikov. O da televizyondan duymuş. Bizi çağırdı. “Bu kitaplarda neler anlatılıyor? Biz böyle bir şey duymadık: Kâinattan, yıldızlardan, çiçeklerden misâl vererek Allah’ı ispat etmek... Benim ders verdiğim mimarlık kolejinde 15-17 yaşlarında gençler var, onlara bu dersleri okuyalım, bu derslere en çok onların ihtiyacı var” dedi. Biz de oraya gittik. Orada da hiç beklemediğimiz bir tarzda bir inayetle karşılaştık. Risâle-i Nur kendi işini hallediyor elhamdülillah. “Biz Müslüman olarak ilk sizinle görüşeceğiz ve bir şey hazırladık, onu size okumak istiyoruz” dediler. Ondan sonra bir öğrenci çıktı, -tabii bizim ne okuyacağımızı, nereden geldiğimizi bilmiyor- elinde bir kitap, başladı okumaya... “Risâle-i Nur Külliyatı’ndan Hanımlar Rehberi... Bir valide kendi evlâdını Kur’ân mektebinden alır, Avrupa mektebine gönderir…” vs.. Hayret ettik biz. Âmin kardeşle birbirimize baka kaldık. “Siz nereden biliyorsunuz bunları?” dedik. “Biz de aynı kitapları okuyoruz. Biz bir aydır araştırıyoruz. Bize uyan ve hoşumuza giden Risâle-i Nur eserlerini bulduk internette. Onu da bir aydır okuyoruz” dediler. Tabiî biz de bu kitapları okuyoruz diye çok sevindiler. 50-60 tane kitap aldılar. Milletvekili Yojikov da, aynen oradaki albayın dediği gibi “Bu mimarlık kolejinde benim her gün dersim var. Haftada bir defa dersimi size veriyorum. Gelin Risâle-i Nur’u okuyun” dedi. Beş senedir orada derslerimiz var. Yüzden fazla koleje gidip ders okuduk. Dâvet de ediyorlar. Bunları takiben Polis Akademisi’nden bir dâvet geldi. Rusya’da 30 milyon Müslüman var. Polisler bunlarla muhatap oluyor; dini bilmeleri lâzım tabiî. Gittik, onlara da ders okuduk. Ayda iki defa onlara dersimiz başladı.
KİLİSEDE RİSÂLE-İ NUR DERSİ
Kiliseden de dâvet geldi. Niye kiliseden? Çünkü televizyonda duymuşlar. Meselâ bize orada televizyonda da çok sual soruyorlar, “Siz Hıristiyanlığa nasıl bakıyorsunuz” diyorlar. Elhamdülillah, bütün suallerin cevabını biz Risâle-i Nur’dan alıp veriyoruz. Üstadımız İhlâs Risâlesi’nde Peygamberimiz’in (asm) “Ahirzamanda hakikî Hıristiyanlar ehl-i Kur’ân ile ittifak edip müşterek düşmanları olan ehl-i dalâlete karşı mücadele edecekler” hadisini zikrediyor. Bunu söylüyoruz. Dolayısıyla kilisedekiler de “Bize de gelin, ders yapın” dediler. Gittik, “Kilisede ne dersi yapalım?” diye düşündük. Açtık kitabı, tevafuk “Hüve Nüktesi” çıktı. Kilisede, Hüve Nüktesi’ni okuduk. “Ayda bir gelin, bize ders yapın” dediler. Ortodoks kilisesiydi bu. Bunların ardından Katolik kilisesinden dâvet geldi. Ondan sonra huzurevlerinden... Orada da gidip İhtiyarlar Risâlesi’ni okuduk. O ders de devam ediyor. Yani bunların fevkinde, dershanede çok güzel hizmetlerimiz var. Her gün dersimiz var. Gelip gidenler oluyor. Her hafta bir Rus Müslüman oluyor. Camide de Risâle-i Nurlar okunuyor. Vaazlar, hutbeler hepsi Risâle-i Nur’dan. Rabak’ta şimdi ikinci cami de açıldı. Bir kardeşimiz orada hem imamlık yapıyor, hem de Risâle-i Nur dersleri okuyor.
HER DERSE YENİ BİR RUS GELİYOR
Her dersimizde en az 7-8 tane ilk defa derse gelen yeni Rus olur. Gençler içinde, ihtiyarlar içinde, albaylar içinde, milletvekilleri içinde her tabakada Risâle-i Nurları okuyanlar var. Şunu da müşahede ettik: Meselâ bir yarbay, Risâle-i Nur’u tanıyor ve bizi askeriyeye dâvet ediyor; üstüne bir müddet geçiyor yarbay bu defa albay rütbesine yükseliyor. Meselâ bir albay Risâle-i Nur’a sahip çıktı, ders koydurdu, şimdi şehrin valisi oldu. (Gülüşüyoruz) Meselâ Kaleningrad’da sıradan bir papaz Risâle-i Nur’u kilisesinde ders olarak koydu, üstünden üç ay geçti, şimdi bütün Rusya’nın başpapazıdır. Yani biz baktık ki, Risâle-i Nur’a kim sahip çıkıyorsa, rütbeleri artıyor. Meselâ sıradan Ruslar geliyorlar, Nurları tanıyarak Müslüman oluyorlar.
RİSÂLE-İ NUR’DAN ASKERLERE DERS YAPAN PAPAZ
Şimdi bir papaz hatırasını anlatayım size: Bizim askerî okulda da Risâle-i Nur derslerimiz başladı. Bir kardeşimiz 20 tane gence vesile oldu. Bunlar Nurları okuyorlar, beş vakit namazlarını kılıyorlar. Bir gün 120 asker, deniz pratiğine çıkacaklarmış; yani bunlara denizleri gezdireceklermiş. Bunu haber alan bir papaz da -kendisi misyoner- “Ben gideyim, bunlara Hıristiyanlığı anlatayım” demiş. Gitmiş, komutanla görüşmüş, o da “Tamam, bir ay seyahatimiz olacak, sen de her akşam Hıristiyanlıkla ilgili birşeyler okur, anlatırsın” demiş. Papaz da “Tamam” demiş. Ama haberi yok ki, bu 120 askerin içinde 23 Nur Talebesi var. Neyse gelmiş, akşam İncil’den ders okumuş askerlere. Askerlerin içindeki bizim bir kardeş, “Ben baktım ki çok şevkli anlatıyor. İçimden ‘Bir de Risâle-i Nur’u böyle anlatsa’ diye düşündüm” diyor. Papazın anlatması bitince, bizim kardeş kendisine yaklaşmış ve “Biz de burada 23 kişi Müslümanız. Bize de dinimizi anlatır mısınız?” demiş. O da “Benim elimde kaynak—onlar literatür, yani edebiyat diyorlar—yok” demiş. Bizim kardeş de “Bende var, verirsem okur musunuz?” diye sormuş. “Okurum, ama önce kendim bir okuyayım, sonra anlatırım” demiş. Bizim kardeşin verdiği kitabı almış. Kitap ne biliyor musunuz? “Kâinattan Halıkını Soran Bir Seyyahın Müşahedatıdır – Ayetü’l-Kübra.” Hem de denizde… Bizim kardeş “Ben yatsı namazına yakın verdim, gittim. Sabah namazına kalktım. Ruslar pirçav diyorlar, yani geminin en yüksek yerine bir baktım ki, sabaha kadar orada oturmuş, Ayetü’l-Kübra’yı okumuş, bitirmiş.” Sonra akşam ders zamanı geliyor, papaz ders verecek. Gelmiş, toplamış 120 askeri. “Ben şimdi size öyle bir ders okuyacağım ki, hangi dinden ve milletten olursa olsun herkese faydalı bir kitaptır.” Açmış Ayetü’l-Kübra’yı, başlamış okumaya. “Ama,” diyor bizim kardeş “Öyle bir okuyor ki... Okudukça kendisi zaten inkişaf ediyor, şevkleniyor…” Bir hafta Ayetü’l-Kübra okumuş… Artık İncil’den ders vermeyi bırakmış. Âyetü’l-Kübra bitince, “Bu kitap bitti, var mı başka bir kitap?” demiş. “Var” diyerek “Tabiat Risâlesi”ni vermiş kardeş. Onu da okumuş, ondan sonra bir hafta Tabiat Risâlesi… Bir hafta sonra tekrar “Başka bir kitap var mı?” demiş. “Otuz Üçüncü Söz”… Bir ay bu üç kitabı devretmişler. Sonra bu papaz dönmüş gelmiş Kaleningrad’a, bizim kardeşi aramış ve Müslüman olmuş elhamdülillah. Yani kim Risâle-i Nur’u okuyorsa Rusya’da, “Bu benim fıtratıma uygun… Tam ihtiyacıma göre” diyor. İşte Risâle-i Nur böyle inkişaf ediyor.
ARABASIYLA DOLAŞIP DERS YAPAN ŞEMSİYE NENE
Meselâ bir Şemsiye nenemiz var, 80 küsur yaşında. Şemsiye nene—kendisi göz profesörü, üniversitede ders veriyor—1990 senesinde komünizm yıkılınca Kur’ân-ı Kerim’i almış ve el yazısıyla yazmış; ne olur olmaz, birden komünizm döner diye ‘Benim kendi Kur’ân-ı Kerim’im olsun’ demiş. Ondan sonra dua etmiş: “Ya Rabbi, bir de bana bunu anlamayı nasip et.” Sonra camide bir vaazda Risâle-i Nur’u duyuyor. Duyunca da bizimle görüştü, “Ben dua etmişim, ne güzel kitaplar bunlar, bana da verin okuyayım” dedi. Kitap verdik, şimdi Risâle-i Nur’u okuya okuya, Kaleningrad’a bağlı 10 tane şehir var, hepsinde ders koymuş. Biz yanımızda küçük risâleler gezdiriyoruz, birini görünce hizmet edeceğiz diye; Şemsiye nene ise büyük Sözler kitabını gezdiriyor. (Gülüşüyoruz). Biz 60 km derse gidiyoruz, Şemsiye nene 160 km uzaklardaki derse gidiyor. Eski bir arabası var, o arabasıyla gidip ders okuyor. Bir de “Benim bu yaşta ayağım zor tutuyor, benim ruhum Risâle-i Nur’la genç kalıyor” diyor. Yani genci olsun, ihtiyarı olsun, albayı olsun, milletvekili olsun, öğrencisi olsun, kim Risâle-i Nur’u duymuşsa, okuyorsa çok hoşuna gidiyor, devam ediyor ve Müslüman oluyor.
RUSYA CUMHURBAŞKANI MEDVEDEV’E MEKTUP
Kaleningrad milletvekili Yojikov derslere gelip gitti. Ondan sonra kolejde hizmetler inkişaf etti, dersler koyuldu. Bir gün geldi dershaneye “Bu dersler böyle Kaleningrad’da oluyor da, benim istediğim umum Rusya’da olsun bu hizmetler” dedi. Ondan sonra da “Ne yapalım, bir düşünelim” dedi. Sonra kendisi “Cumhurbaşkanına bir mektup yazacağız” dedi. Dershanede de mektubu takip ettik, kendisi yazdı. Mektubunda diyor ki: “Ben 25 senedir, gençliğin içerisinde bulunduğu olumsuz hâletten kurtulması için çalıştım. 25 senede onlara yapamadığım bir şey 5 senede oldu. Biz ne yaptık? Beş senedir Nur dersleri okumaya başladık kolejde. İlk defa ben öğrencilerimin gözünde bir nur, bir ışık, bir ümit gördüm. Ahlâklarında olsun, davranışlarında olsun, ana babalarına hürmetlerinde olsun, derslerine çalışmalarında olsun büyük bir inkişaf oldu. Ben sizden, Rusya Cumhurbaşkanı Medvedev’den rica ediyorum ki, bu dinî dersler umum Rusya’nın okullarında yapılsın.” Bu mektubu Medvedev’e gönderiyor. Bir hafta sonra bize telefon açtı Yojikov, “Rusya Cumhurbaşkanı Medvedev televizyonda konuşuyor” dedi. Biz de bir ağabeyimizin evinde dersteydik. Televizyonu açtık, Medvedev, “Ben Rusya Cumhurbaşkanı Medvedev. 2009 Eylül’ünün 1’inden, yani okulların başladığı ilk günden itibaren umum Rusya’nın okullarında dinî, İslâmî dersler verilsin” dedi. Üstüne basarak bir daha, “Umum Rusya’nın okullarında dinî-İslâmî dersler verilsin” demiş. Rusya’da 350 bin okul var. Bu olur mu, olmaz mı? Yani kabul ederler mi? Kaç sene komünizmle idare olmuş… Ama bakmışlar ki, bir haftada 18 bin okul katılmış bu çağrıya. Bir hafta geçmiş 20 bin okul katılmış. Üç ay sonra 250 bin okul bu dersleri okutmayı kabul etmiş, uygulamaya başlamış. Tabiî bundan sonra müftülüğe müracaat ediyorlar. “Bize eleman veriniz. Bu dersleri yapacak insanlar gönderiniz” demişler. Müftülükten de “Biz değil bu kadar okula, bin okul bile olsa yetiştiremeyiz, o kadar elemanımız yok” demişler. Tabiî “Ne yapacağız?” demişler. O zaman Medvedev, —Ruslar dumanitel ilimler diyorlar, yani tarih, coğrafya, edebiyat. Burada sosyal bilimler deniyor,— işte bu dersleri veren muallimler din derslerini kendileri öğrenip okusunlar, diye ikinci bir emir veriyor. Tabiî başka bir problem çıktı. Hangi kitaptan, kaynaktan okutacaklar? Yani ellerinde kaynak yok. Sonra bakmışlar ki, ilk bu dersleri kim başlatmış? Kaleningrad’da milletvekilliği yapmış, mimarlık kolejinde muallim Vladimir Semyonoviç Yojikov. Ona müracaat etmişler, o da “Biz bu dersleri beş senedir zaten Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin Risâle-i Nur eserlerinden okuyoruz. Ben size bu dersleri internetten göndereceğim. Siz de oradan okutursunuz” demiş. Risâle-i Nur hakikatleri, bilhassa marifetullahla alâkalı hakikatleri o muallimlere gönderiyor, onlar da orada öğrencilere okuyorlar. Böylece Risâle-i Nur kolejlere giriyor. Bir de öğretmenler arasında bir uygulama başlattılar. “Yılın en faydalı muallimi” diye. Bunların arasında da Yojikov “yılın en faydalı muallimi” unvanını aldı. Üzerinden iki ay geçti, “Yeniden bir daha yapalım” dediler, yeniden Yojikov aldı. İşte Medvedev de buna mükâfat olarak “Sen nereye, ne kadar istersen öğrenci götür, ne anlatacaksan onlara anlat, yol ve konaklama masraflarını biz karşılıyoruz” demiş. Yojikov Kaleningrad’da oturuyor. Kaleningrad’da 250 okul var. Her okulda da 2000 öğrenci okuyor. 630 öğrenci Risâle-i Nur derslerini devamlı dinleyip derslerimize iştirak ediyor. 630 öğrenciden oluşan iki trenle Kazan’a gidildi meselâ. Böyle çok güzel hatıralar var. Polonya, Varşova bize yakındır, geçenlerde Sungur Ağabey: “Oralara da bir gitseniz” demişti. Elhamdülillah orada da Polonyalı bir kardeşimiz Müslüman olmuş. Beşinci Söz’e kadar Nurları tercüme etmiş. İşte duânızla buradan Varşova’ya vize alacağız, dua ediniz gidelim, oradan da böyle güzel haberleri anlatalım. Bir de Polosin’den bahsedeyim. Rusya’da tanınmış bir simadır. Hem Rusya Müftüler Konseyi Başkanı Ravil Gaynuddin’in yardımcısı, hem de on sene papazlık yapmış, ondan sonra Müslüman olmuş, âlim bir insandır. Herkes onu biliyor. O da Sungur Ağabeyimizle görüştü, “Ağabey durmayalım, bu Risâle-i Nurların hep tercümesiyle meşgul olalım. Ben kendim de bu işle meşgul olacağım” dedi. Şimdi Rusya’da meşhur bir gazeteciyle birlikte Üstadımızın Tarihçe-i Hayat’ının tercümesiyle meşgul oluyor. İkisi birlikte çalışıyorlar. Risâle-i Nurların hepsini tez zamanda Rusça’ya tercüme edip, devlet kanalıyla yaymak istiyorlar. ««« Resul kardeşin Rusya’daki Risâle-i Nur hizmetlerini anlatması bitince, ders halkasındaki bir ağabey gayr-ı ihtiyarî “Bundan sonra hizmetler, çığ gibi büyüyor” dedi. Sungur Ağabey de “Doğru” diyerek teyid etti ve “Üstad diyor ya 1506’ya kadar zahir ve aşikâre, belki galibane; ondan sonra 1542’ye kadar gizli ve mağlûbiyet içerisinde vazife-i tenviriyesine devam eder. Kastamonu Lâhikası’nda var bu mektup. İsterseniz oradan okuyalım. Dünyanın ömrü kısa…” Bir kardeş oradan başladı okumaya: “Bismillahirrahmanirrahim. Ahirzaman’dan haber veren mühim bir hadis…” Sungur Ağabeyin duasıyla noktalandı sohbet ve ders: “Allah hayırlı eylesin. Bizleri hizmette istihdam etsin. Âmin.”
İSMAİL TEZER - [email protected]
|
23.03.2010 |
Risale-i Nur’un fütuhatını görüyoruz |
Abdullah Yeğin Risale-i Nur’un müsbet hareket düsturuyla daima tamiri tavsiye ettiğini, birlik ve beraberliği, insanlar arasında uhuvveti, muhabbeti, kardeşliği öğretiğini belirterek, “Elhamdülillah, nereye gitsek, Risale-i Nur’un fütuhatına şahit oluyoruz” dedi. BEDİÜZZAMAN'IN TALEBESİ ABDULLAH YEĞİN:
Risâle-i Nur’un fütuhatını görüyoruz
Üstadın vefatından sonra 50 yıl geçti. Risâle-i Nur hizmetlerinin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ne kadar şükretsek azdır diyorum, dünyanın her tarafında dersane-i nuriyeler var. Allah nasip etti, Avustralya’ya gittim, Filipinler’e gittim. Afrika’ya gittik. Fas’a, Mısır’a, Pakistan’a nereye gittiysek hep oralarda dershaneler var. Ve oranın ahalisinin, bilhassa aklı başında ulemanın, hep Üstadımıza hürmeti var, Üstadımızı müceddid olarak biliyorlar. Gittikçe de bu daire genişliyor. Üstadımız 1943 senesi Denizli’ye gitmeden birkaç ay evvel bir sohbette demişti ki: “Bir zaman gelecek, dünyanın her tarafında Risâle-i Nur Talebeleri olacak.” Şimdi onu hatırlıyorum. Hakikaten öyle oldu. Üstadımız neyi haber vermişse aynen oluyor, elhamdülillah. Cenâb-ı Hak Üstadımızı ihlâsından dolayı muvaffak ediyor; Risâle-i Nur’un kerâmetidir bunlar. Üstad diyordu ki: “Bana bağlanmayın, Risâle-i Nur’a bağlanın.” Sonra “Birbirinizden ayrılmayın” diyordu. Sonra bir konuşmasında şöyle demişti: “Nasıl İstanbul senelerce İslâm âlemini idare etmiş, İslâm âleminin merkezi olmuş; bir zaman gelecek Ankara aynı vazifeyi yapacak.” Şimdiki hadiseler ona doğru gidiyor. Bir kardeş Almanya’dan telefon etti geçenlerde. Avusturya’da bir kilisede toplantı olmuş. Papazlar Risâle-i Nur’u seviyorlar ve çoklarının gizli Müslüman olduğunu kardeşler anlıyorlar. Fransa’da da iyi elhamdülillah. Her yerde, nereye gittiysek Risâle-i Nur’un fütuhatını gözümüzle görüyoruz.
Üstadın “Bir zaman gelecek, dünyanın her tarafında Risâle-i Nur Talebeleri olacak” sözünü ilk duyduğunuzda siz ne düşünmüştünüz? “Ben bunları görürüm” diye tahmin ediyor muydunuz?
Acaba diyorduk, şüpheyle bakıyorduk. “Acaba Risâle-i Nur serbest olur mu?” diye düşünüyorduk. Ama şimdi serbest olmak değil, her memlekette elhamdülillah dershaneler açılmaya başladı. Rusya’da da çok fütuhat varmış. İşittiğimize göre askeriyede Risâle-i Nur okumaya başlamışlar. Risâle-i Nur’a herkes ihtiyaç duyuyor. İslâmiyetin yerine geçecek, insanları tatmin edecek başka bir din de yok. İslâmın hakikatlerini Risâle-i Nur gibi anlatan kitaplar da yok. Risâle-i Nur insanları iknâ ettiği için, imana dair kuvvetli bir cereyan olduğundan, her tarafta benimseniyor, hürmet ediliyor. Ben Almanya’da kaç defa papazlarla buluştum, görüşmeler yaptım. Biz namaz kılarken, onlar arkamızda elleri önde ayakta bekliyorlar, Müslümanların namazına hürmet ediyorlar. Ne Hıristiyanlık, ne Yahudilik, hiçbirisi Müslümanlar kadar manen kuvvetli değil. Bizim elhamdülillah müceddid diye tanınan Üstadımız gelmiş, bütün dünya dinsizliğine meydan okuyacak şekilde İslâmiyetin bütün hakikatlarını aklî, mantıkî, ilmî delillerle ispat etmiş ve bunu okuyan şüphesiz İslâmiyetin hakkaniyetine inanmaya başlamış. Bu daha da kuvvetlenecek inşâallah. Elhamdülillah şimdi Risâle-i Nurları okuyanlar aydınlanıyor, İslâmiyet gittikçe kuvvetleniyor. Bu konuda bizim itimadımız tamdır.
Üstad bu sözü söylediğinde siz neredeydiniz? O zamanın şartları nasıldı?
Kastamonu Lisesi’nde lise ikinci sınıftaydım. Mektep tatil olmuştu, biz Üstad’a “Allahaısmarladık” demeye gitmiştik. Birkaç kişi de yanında vardı, anlatıyordu: “Bir zaman gelir, inşâallah her tarafta Risâle-i Nur’un talebeleri olacak” diyordu. “Ben buradan gitsem de, ölsem de siz Risâle-i Nur’dan ve birbirinizden ayrılmayın” diye nasihat etmişti. Şimdi bu müjdenin ne kadar doğru olduğunu gördük. Sadece şimdi görmüyoruz. Her taraftan Risâle-i Nur’un fütuhatına dair haberler alıyoruz. Bu Risâle-i Nur’un kuvvetini, İslâmiyetin hakkaniyetini gösteriyor.
Bazı talebeleri Risâle-i Nur’u yazarken Üstad’a hitaben; “Üstadım, sen söylüyoon, biz yazıyoh... Bunları kim okuyacak?” demişler. Bu hatırayı hatırlıyor musunuz?
Evet, Üstad’ın talebelerinden Şamlı Hafız Tevfik Efendi, içinden böyle söylemiş. Üstad, “Yaz, yaz” demiş. O da “Hep biz yazıyoruz, biz okuyoruz” demiş. Üstad hemen farkına varmış, “Hafız sen yazmaya devam et, ben onu dünyaya okutturacağım inşâallah” demiş. Şimdi görüyoruz bu müjdelerin neticelerini. Risâle-i Nur, 60’tan fazla dile çevrilmiş. Afrika’nın ortasında da okunuyor. Afrika’ya gittik geçen sene, orada bir sempozyum vardı. Amerika’dan birkaç profesör gelmişti, Türkiye’den gidenler de vardı. Hep Risâle-i Nur’dan bahsettiler. Oranın vali muavini vs. geldiler, bizlere “Hoş geldin” dediler. Büyük bir salonda çok iyi karşıladılar, sevindiler. Elhamdülillah, nereye gitsek, Risâle-i Nur’un fütuhatına şahit oluyoruz. Üstadımızın verdiği haberler çıkıyor. Bu intâk-ı bilhak. Allah konuşturmuş; Üstadımızın ihlâsından, fedakârlığından, herşeyinden belli... Eski eserlerinde bile “İstikbal inkılâbatı içinde en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır” diye kaç yerde söylemiş.
Son gittiğiniz yurt dışı seyahatinden bahseder misiniz?
Umreye gittik. Suudi İçişleri Bakanlığı dâvet etmişti bizleri. Sonra, Medine’ye geldiğimizde ben hasta oldum. Hasta olarak geldim Türkiye’ye. Orada her tarafta Nur Talebeleri beraberdiler. Okudular, duâ ettiler, Risâle-i Nur’dan bahsettiler. Nereye gidersek hep kardeşlere rastlıyoruz. Yani her yerde fütuhat var. Pakistan’a gitmiştik geçen sene meselâ. Orada da Enerji Bakanı’yla görüştük, “Biz,” diyor “Türkiye’yi ağabey biliyoruz, Türkiye ne derse biz Türkiye ile beraberiz.” Elhamdülillah İslâm âlemi de yavaş yavaş Türkiye’yi tanımaya başladı. Türkiye’yi bütün Müslümanlara sevdirdi. Mısır’da meselâ bir köyde Cuma namazı kıldık. Bizim Türkiye’den geldiğimizi öğrendiler, bizi bırakmak istemediler, yani çok hoşlarına gidiyor...
Arap âleminde alimler Risâle-i Nur’a sahip çıkmış görünüyor. Türkiye’deki ilahiyatçılar Risâle-i Nur’a ne zaman sarılacaklar? Acaba Risâle-i Nur’a sahip çıkmak için neyi bekliyorlar?
Onlar da iyiler. Alâkadar olmaya başladılar elhamdülillah. Biz dindarlarla münakaşa etmiyoruz. Çünkü dindarlar nasıl olsa ehl-i imandır, kardeşimizdir. Biz ancak Risâle-i Nur’la meşgulüz. Biz o sahada çalışıyoruz ve bütün ehl-i imanı kardeş biliyoruz. İslâmiyete ve Kur’ân’a taraftar olanları seviyoruz ve onları kardeşimiz biliyoruz. Rus ileri gelenlerinden birisi üç dört sene evvel bir beyânât vermişti. “Dünyada şöyle bir din var. Bütün dünyada insanları kardeşliğe çağırıyor. Buna dikkat etmemiz lâzım” demişti. Yani İslâmiyetten bahsediyor. Şimdi Rusya İslâm Birliği’ne girmek istiyor. Biz ne duruyoruz? Daha iyi çalışmamız lâzım. Ben çok hocalar tanıyorum, Risâle-i Nur’a çok hürmetkârlar.
Üstad, Risâlelerin Diyanet eliyle neşrini istemiş. Ama bakıyorsunuz ki, İlahiyat camiası hâlâ Risâle-i Nur’a tam anlamıyla sahip çıkmış değil. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İsteriz, hakikaten Diyanet de Uhuvvet Risâlesini, İhlas Risâlesi’ni bassa ve dağıtsa kime zararı var? Hayırdan başka bir şeyi yok. İnşaallah olur. Zamanını bekliyorlar demek ki. Biz duâ edelim. Biz onları seviyoruz. Yani onların hepsi bizim hocalarımız, kardaşlarımız. Risâle-i Nur müsbet hareketiyle daima tamiri tavsiye ediyor, daima birlik beraberliği, insanlar arasında uhuvveti, muhabbeti, kardeşliği öğretiyor. İnşaallah buna alışırlar, Risâle-i Nur’un düsturlarını öğrendikten sonra ona muhalif kimse kalmaz.
Her halde devlet nezdinde Üstad’a ve Risâle-i Nur’a bakışın olumlu yönde değişebilmesi Türkiye’nin daha da demokratikleşmesiyle mümkün olacak?
Maalesef Risâle-i Nur’u okumayanlar, bilhassa dinden imandan haberi olmayanlar hep böyle menfaat ve siyaset damarıyla bakıyorlar ve dindarları zararlı zannediyorlar. Müslümanları zarar verecek zannediyorlar. Maalesef bu cehaletten gelen büyük bir boşluk, büyük bir noksanlık. İnşaallah onlar cehaleti bırakırlar, Risâle-i Nurları okumaya başlarlar… İnşaallah, siyasî olsun, hoca olsun, kim olursa olsun Risâle-i Nur’u sevecek, anlayacak, bütün dünyada bak… Amerika reis-i cumhuru geldi. Mecliste "Bundan sonra İslâm dünyası düşmanımız değil" dedi. Üstadımız 70-80 evvel Avrupa’nın ve Amerika’nın ittihad-ı İslâma taraftar olacağından bahsetmiş. Bazı mektuplar da var. Amerika reis-i cumhuru bunu ispat etti. “Biz bundan sonra İslâm âlemiyle harp etmeyeceğiz” dedi. “Sulh-u umumî olacak” dedi ve Türkiye’yi işaret etti. Almanya’da da Türkiye’yi çok istiyorlar ve seviyorlar. Almanya’da 3000’den fazla cami var. Hollanda’da Ahmet Akgündüz kardaşımız Rotterdam’da İslâm Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapıyor. Hollanda hükümeti o üniversiteyi de kabul etti. Hollanda hükümetinin başbakanı demiş ki: “Bu üniversite Avrupa’da İslâmiyete bir köprü olacak.” Biz, Müslümanların ayrılmalarına taraftar değiliz. Müslümanlar daima her yerde birlik ve beraberlik içerisinde olmalı, birbirini desteklemeli. İttihad etmemekten zarar geliyor. Dinimiz bir, kıblemiz bir, kitabımız bir, Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir… Uhuvvet Risâlesi’ndeki düsturları anlasak, ne ırkçılık kalır, ne de başka bir cemiyetçilik, particilik kalır. Particiler birbirlerinin kusurlarını neşrediyorlar, insanları birbirlerine düşman yapmaya çalışıyorlar. Halbuki İslâmiyette bu yoktur. Müslüman Müslümanın kusuruyla uğraşmaz, daima müsbet taraflarını ele alır, daima müsbet hareket eder, insanları birbirlerine yaklaştırır, uhuvveti-muhabbeti esas gaye yapar. Üstad “Menfaat üzerine dönen siyaset canavardır” diyor. Görüyoruz işte, birbirlerinin kuyularını kazmaya çalışıyorlar. Duâ edelim. Tabiî duânın çeşitleri var. Okumakla, Allah’a duâ etmekle, dershaneler açmakla, her tarafta Risâle-i Nur hakikatlerini yaymaya çalışmakla, bunlar duâ oluyor. İnşallah milletimiz cehaletten kurtulacak. Üstadımız “Bizim en büyük düşmanımız cehalet” diyor zaten. İşte bu cehaleti ortadan kaldırabilirsek el birliğiyle, uhuvvet-i İslâmiye inkişaf ederse, inşaallah kısa zamanda Türkiye’nin ve bütün İslâm âleminin şekli değişecek.
Üstad gençlere çok önem vermiş. Hatta onlar için ‘Gençlik Rehberi’ni yazmış. Üstadın gençlere gösterdiği bu alâkanın sebebi sizce nedendir?
İstikbalin nesli gençlerdir. Gençler bizim yerimize geçecek. Elbette ki gençlerin imanlı olması, anarşiye kapılmamaları, İslâmiyete hizmetkâr olmaları lâzım ki, dünyada sulh ve selâmet-i umumiyeyi temin etsinler. Madem, imanımız ne kadar mükemmel olursa, gençliğimiz de o kadar medeniyete, İslâmiyete, insanlığa hizmet edecektir. Esas mesele, insanlığın temeli imandır. İman olmazsa insan iki ayaklı hayvana döner, hayvandan daha aşağı düşer. Allah bizi imandan ayırmasın. Ecdadımız asırlardan beri Kur’ân’ın bayraktarlığını yaptığı gibi inşaallah bir zaman gelecek İslâm gençleri bütün dünyaya hakaik-i İslâmiyeyi neşredecekler, yayacaklar. Üstadımızın Eddai’de dediği gibi: “Yakînim var ki, istikbâl semâvâtı, zemin-i Asya / Bâhem olur teslim yed-i beyzâ-i İslâma.” "Bütün gökler ve Asya’nın yeryüzü, İslâmın beyaz eline teslim olacak" diyor. Bu da hakikattir. Bu da çıkacak inşaallah… Kitaplarda hepsi yazıyor, benim söylememe lüzum yok. Okumalarını tavsiye ediyoruz.
Üstadın size liseli yıllarınızda ders verdiği Meyve Risalesi'nin Altıncı Mesele'si çok önemli değil mi? Bugün bilim de imana geliyor tâbiri caizse...
Allah diyeceğiz, başka çare yok. Bak şurada hülâsayı yazmış Üstad: “Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehâlet edecekler.” Bu hakikat. Bizim amelimize bakıyor. Biz hakikî Müslüman olursak Allah bize yardım eder. Ve bütün Avrupa İslâmiyeti sevmeye başladı elhamdülillah. Senelerce Almanlar bize yabancı gibi bakıyordu. Şimdi papazlar ezan okunmasını müdafaa etmişler. “Niye ezan okunmasın? Okunsun” demişler. Değişiyor, zaman değişiyor. Peygamberimiz’in (asm) verdiği haberler de çıkıyor. “Ahir zamanda Hıristiyan dindarları Kur’ân’a ittiba edecekler” Bunu Peygamberimiz (asm) haber vermiş. Biz bir profesörle tanışmıştık. Dortmund Üniversitesi’nin İlahiyat profesörü... O işte “hür Hıristiyanlık” diye bir cemaat meydana getirdi. Hep cemaati doktor, avukat, profesörlerden oluşuyordu. Bremen’de bir konferansına gittik. “İsa (as) da bir Müslümandı” diye konferans verdi. “Hz. Adem'den (as) Peygamberimize (asm) kadar bütün peygamberler hepsi Müslüman’dır. Din birdir. İki din olamaz" dedi. Kur’ân-ı Kerim okumalarını, değişmeyen tek kitabın Kur’ân olduğunu söyledi.Cenubi Amerika’da Brezilya’da İsrail isminde bir papaz İsmail ismini aldı. 22 senelik başpapaz Müslüman oldu, geldi Şam’da Arapça öğrendi. İnternet vasıtasıyla 140 kişinin Müslüman olmasına vesile oldu. Çok hareketli bir adam. "500 kadar tevhide aykırı fikirler var diğer dinlerde. Hepsi şirk içerisinde" diyor. "Tek din İslâmiyet. Bütün peygamberlerin dini İslâmiyettir" diyor. Kendisine “Sen şimdi aramızdan çıkarsan çok büyük zarar olur. Ne kadar para istiyorsan verelim. Bizden ayrılma” demişler. Elhamdülillah Cenâb-ı Hak yardım ediyor. Mukallibü’l-kulub Allah.
İSMAİL TEZER / FARUK ÇAKIR |
23.03.2010 |
Bediüzzaman Said Nursî duâlarla yâd edildi |
YENİ ASYA Derneği tarafından Bursa Ulu Camii’nde başta Peygamber Efendimiz (asm) olmak üzere, vefatının 50. yıldönümü münasebebiyle Bediüzzaman Said Nursî ve bütün İslâm büyüklerinin ruhlarına ithafen mevlid-i şerif okutuldu. Pazar günü öğle namazını müteakip Ulu Cami’de düzenlenen mevlid programında Bursa Müftüsü Mahmut Gündüz’ün ‘hoşgeldiniz’ konuşmasıyla başladı. Mevlide Bursa ve çevre illerden binlerce dâvetli katıldı. Mevlid programı Diyanet İşleri Başkanlığı İstanbul Haseki Eğitim Merkezi Öğretim Üyesi ve aynı zamanda emekli müftü olan Yahya Alkın Hoca'nın konuşması ile başladı. Sözlerine “Çok büyük bir zattan, çok büyük bir dâvâdan, önemli bir gönülden kısa bir zamanda bahsetmek çok zor. Bunun farkındayım” diyerek başlayan Alkın Hoca, 19. asırda sanayi devrimiyle birlikte Avrupa'da müthiş bir ateizmin ve imansızlık hareketinin başladığına ve bunun Avrupa toplumuyla birlikte bu anlayışın dünyaya sirayet ettiğine dikkat çekti. Alkın, konuşmasını şöyle sürdürdü: Asrımızın en büyük mürşid-i kâmili Bediüzzaman’dır. Hiçbir âlimin teşhis edemediği yarayı o teşhis etmiştir. O da şudur: Ehl-i İslâmın en büyük tehlikesi, en önemli meselesi, fen ve felsefeden gelen dalâletle kalplerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Dinsizliğin fen ve felsefeden geldiği bu zamanda, okuyan nesiller imanını kaybediyordu. Ama artık okuyan nesiller, Kur'ân'ın mu'cize-i manevîyesi olan Risâle-i Nur sayesinde imanlı olarak yetişiyor' dedi. Daha sonra mevlid programı Kur'ân-ı Kerim, mevlid ve ilâhiler okunarak devam etti. Hocaefendiler iki saate yakın manevî bir ziyafet sundular. Okunan Mevlid ve Kur’ân insanlarda duygu seli oluşturdu. Başta Hz. Muhammed (asm) ve bütün peygamberler olmak üzere vefatının 50. yılı münasebetiyle Bediüzzaman Said Nursî ve şehitlerimizin ruhlarına bağışlanan mevlidin duâsını da Yahya Alkın Hoca yaptı. Cami avlusunda Bursalı Hanımefendilerin hazırladığı gıda kermesi ve 'Bizim Kitap Magazaları'nın gerçekleştirdiği Yeni Asya Neşriyat satış reyonları tam mânâsıyla ziyaretçi akınına uğradı. Verilen hizmetten herkes memnun oldu.
İKİ TV CANLI YAYIN YAPTI
GELEN misafirlere İstanbul'un da katkılarıyla birlikte 75 genç hizmet verdi. Misafirlere ikramla birlikte, Bediüzzaman Said Nursî'nin `Sünneti Seniyye Risâlesi` “İkinci Bursa Bediüzzaman Mevlidi Hatırası” olarak hediye edildi. Bursa Ulu Camii'nde gerçekleştirilen programın, Bursa TV, Dost TV ve www.sentezhaber.com tarafından naklen yayın yapıldı. Olay TV ise daha sonra banttan tekrar verdi. Bu da organizasyon için ayrı bir güzellik oldu. “Bediüzzaman Said Nursî Haftası” faaliyeti hafta içi Bursa Yeni Asya Derneği binasında ve Osmangazi Ördekli Kültür Merkezi salonlarında 21-27 Mart tarihleri arasında kutlanacak. Seminer, sohbet ve söyleşilerin devam edeceğini hatırlatan dernek yetkilileri, bütün Müslümanları bu faaliyetlere dâvet ettiklerini ifade ettiler. Mevlide yoğun ilginin olması, dernek yöneticilerini memnun etti.
Bursa / HÜSEYİN HİÇDURMAZ
|
23.03.2010 |
Bediüzzaman Haftası devam ediyor |
Rİsale-İ Nur Enstitüsü, Bediüzzaman Haftası kapsamında, İstanbul başta olmak üzere, Şanlıurfa’dan İzmir’e, Trabzon’dan Adana’ya pek çok il ve ilçede etkinlikler düzenliyor. Risale-i Nur Enstitüsü tarafından yapılan açıklamada, Bediüzzaman Said Nursi’nin, vefatının üzerinden 50. yıl geçmesine rağmen, eserleri ve fikirleriyle, gerek Türkiye’de, gerekse dünyada her geçen gün artan bir ilgiyle, kendisinden söz ettiren bir inanç, ilim, tefekkür ve aksiyon adamı olduğu belirtildi. Açıklamada, Bediüzzaman’ın 100 yıldır tazeliğini koruyan fikirlerinin, günümüz Türkiye’sinin, İslam âleminin ve insanlığının sorunlarına Kur’an’dan reçeteler sunduğu, çözümler getirdiği vurgulandı. Bediüzzaman’ın getirdiği çözümleri toplumun tüm kesimleriyle paylaşmak adına, Risale-i Nur Enstitüsü tarafından organize edilen Bediüzzaman Haftası etkinlikleri kapsamında geçtiğimiz hafta sonu yapılan V. Ulusal Risale-i Nur Kongresi’nin ardından İstanbul, büyük bir organizasyona daha hazırlanıyor. İstanbul-Sütlüce’de bulunan Haliç Kongre Merkezinde 28 Mart 2010 tarihinde, saat 14:00’te başlayacak olan “Said Nursi ve Demokratik Açılım” konulu panele Nazlı Ilıcak, Prof. Dr. Doğu Ergil, Prof. Dr. Mithat Sancar, Kâzım Güleçyüz konuşmacı olarak katılacaklar. Av. Kadir Akbaş’ın yöneteceği panel öncesinde Said Nursi’nin hayatını anlatan kısa film gösterimiyle birlikte V. Ulusal Risale-i Nur Kongresi’nin sonuç deklarasyonları da kamuoyuyla paylaşılacak.
|
23.03.2010 |
İşgal, Irak’a yıkım ve ölüm getirdi |
Irak’in ABD tarafından işgal edilmesinin 8. yıldönümünde MAZLUM-DER Ankara Şubesi ABD Büyükelçiliği önünde basın açıklamasıyla işgali protesto etti. 20 Mart 2003’te başlayan Irak işgali sekizinci yılına girdiğini söyleyen MAZLUM-DER Ankara Şube Başkanı Üstün Bol, şunları söyledi: “Bundan tam yedi yıl önce ABD ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen ve Irak’a özgürlük ve demokrasi getirmek için başlatıldığı iddia edilen bu savaş, Irak ve Orta Doğu’ya yıkım, kaos ve ölümden başka hiçbir şey getirmemiştir. Irak’ta bugün, ölen 1 milyonun üzerinde insanın yanı sıra; savaşın neticesi olarak 3 milyon civarında kadın dul, 5 milyonu aşkın çocuk da yetim kalmıştır. Bunlarla beraber savaşın doğurduğu yıkımdan kaçmak için 2 milyon insan ülke içinde ve 3 milyonun üzerinde insan da Suriye, Ürdün gibi bölge ülkelerinde sığınmacı durumuna düşmüş, mülteci durumundakiler ise hâlâ ülkelerine dönememekte ve zor şartlar altında hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadır.” Irak 7 yıldan beri ölümlerle, işkencelerle, toplu kıyımlarla, göçle, toplumsal travmalarla, savaşın getirdiği vahşetle ve insan hakları ihlâlleriyle anılan bir ülke olduğunu söyleyen Üstün Bol, bütün bu yaşananların sebebi ve savaşın temel gerekçesi olan “kitle imha silâhları” Irak’ta hiçbir zaman bulunamadığını söyledi. |
23.03.2010 |
Ruhsata uymayan müteahhite ağır ceza |
Düzce Valisi Bülent Kılınç’ı ziyaret eden Bayındırlık ve İskân Bakanı Mustafa Demir, Elazığ’daki depremin ardından gündeme gelen ‘’güvensiz yapılar’’ ile ilgili çalışma yaptıklarını ifade etti. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı olarak yeni bir düzenleme üzerinde çalışma yaptıklarını bildiren Bakan Demir, şunları kaydetti: ‘’1 Ocak 2012 tarihinden itibaren proje eksiklikleri konusunda sıkı denetim mekanizmalarını devreye sokacağız. Bir binada, ruhsat ve eklerine aykırı çalışma yapan müteahhit, belediyelerin imara izin veren birim müdürleri ile Bayındırlık ve İskân İl Müdürlüklerindeki bu tip binalara izin verenler hakkında ağır cezai müeyyideler uygulayacağız. Bina yapılmadan önce projesinde tadilat yaptırmak isteyenlere belediyelerin yolu açık. Görev ve yetki belediyelerde. Fakat aykırı işlem yapan müteahhit, ağır şekilde cezalandırılacak ve bir daha Türkiye’de iş yapamaz hale gelecek. Ayrıca binalarda çalışacak olan ustaları da belgelendireceğiz. Belgesiz usta çalışmayacak. Yumuşak bir geçiş döneminin ardından bunları faaliyete geçireceğiz.’’ |
23.03.2010 |
Su içinde 4 el bombası |
Manısa’da İzmir-İstanbul kara yolunun geçtiği Gediz Köprüsü’nün altında su içinde çamura saplanmış 4 el bombası bulundu. Alınan bilgiye göre, Manisa’dan Karaağaçlı beldesine motosikletle giden Kudret Toros, sigara içmek için durduğu Gediz Köprüsü üzerinde, su içinde yan yana duran ve çamura saplanmış 4 el bombası olduğunu fark etti. Toros, güvenlik güçlerine haber verdi. Olay yerine gelen jandarma ekipleri, bölgede güvenlik tedbiri aldı. İzmir-İstanbul kara yolunun tek şeridi güvenlik gerekçesiyle trafiğe kapatıldı. Manisa Cumhuriyet Savcılığı yetkilileri bölgede incelemelerde bulundu. Jandarma yetkilileri, bombanın türünün belirlenmesi ve sudan çıkarılması için bölgeye jandarma bomba uzmanlarını çağırdı. Kudret Toros, yaptığı açıklamada, ‘’Köprünün üzerinde sigara içmek için durdum. Köprünün korkuluklarına tutunarak suya bakarken çamura saplanmış şekilde yan yana duran 4 el bombasını gördüm. Karaağaçlı Belediyesine giderek durumu belediye başkanına anlattım. O da durumu yetkililere bildirdi’’ dedi. |
23.03.2010 |
“Yol değil, sürücüler suçlu” |
Ulaştırma Bakanlığı Müsteşarı Habip Soluk, Türkiye’deki kara yolu ağı standardının özellikle son yıllardaki çalışmalarla yükseltildiğini belirterek, ‘’Türkiye’deki kara yollarının kazalara neden olacağına inanmıyorum. Ehliyet almış, ama yeterli eğitim almamış sürücüler kaza yapıyor, suçu da yola atıyor’’ dedi. Çorum-Osmancık kara yolunun 20 ile 32’nci kilometreleri arasındaki Kırkdilim mevkiinde yol yapım çalışmalarını inceleyen Müsteşar Soluk, Kırkdilim mevkiinin zor bir coğrafyada olduğunu, yapılan çalışmalarla bu yolu ‘’çile’’ olmaktan çıkaracaklarını ifade etti. Beraberindekilerle yol yapımı üstlenen firmanın şantiyesini de ziyaret eden Müsteşar Soluk, burada gazetecilere açıklamalarda bulundu. Türkiye’deki kara yolu ağının kalitesine değinen Soluk, son yıllarda yapılan çalışmalarla bu kalitenin yükseldiğini ifade etti. Bir gazetecinin ‘’Kara yollarındaki kazaların önlenmesi veya azaltılması konusunda ekstra çalışmanız var mı?’’ sorusuna Soluk, ‘’Türkiye’deki kara yollarının kazalara neden olacağına inanmıyorum. Ehliyet almış ama yeterli eğitim almamış sürücüler kaza yapıyor, suçu da yola atıyor. Şu an için sorun yok’’ diye karşılık verdi. |
23.03.2010 |
İzmir’de 13 kişi tutuklandı |
İzmır’de Ergenekon sanıklarıyla ilişkileri bulunduğu iddia edilen şebekeye yönelik operasyonda, adliyeye sevkedilen 17 kişiden 13’ü tutuklandı. İzmir Emniyet’tindeki işlemleri tamamlanan zanlılar, önceki gün sabah saatlerinde adliyeye sevkedildi. Savcılık tarafından ifadeleri alınan zanlılardan biri, savcılık sorgusunun ardından serbest bırakıldı. Aralarında iki muvazzaf askerin de bulunduğu 17 kişi ise tutuklanma talebiyle nöbetçi mahkemeye sevk edildi. Hakim karşısına çıkan 17 kişiden biri muvazzaf asker 13 kişi tutuklandı. Mahkeme, 4 kişinin ise tutuksuz olarak yargılanmasına karar verdi. Tutuklananlar arasında muvazzaf bir askerin de bulunduğu öğrenildi. |
23.03.2010 |
Anayasa paketinden 22 madde çıktı |
AKP milletvekillerince hazırlanan anayasa değişikliği taslağının detayları belli oldu. Taslak metnin detayları şöyle: Anayasa değişiklik teklif taslağı, yürürlük maddesi hariç 22 maddeden oluşuyor. Teklif, Anayasa’nın 10, 20, 23, 41, 53, 69, 74, 84, 94, 125, 128, 129, 144, 145, 146, 147, 148, 149, 156 ve 159. maddelerinde değişiklik öngörüyor. Anayasanın Geçici 15. maddesinin yürürlükten kaldırılmasını da düzenleyen teklif taslağında, Anayasa’ya 3 geçici madde de yer alıyor. Teklif taslağının yayımı tarihinde yürürlüğe girmesi ve halkoylamasına sunulması halinde ise tümüyle oylanması öngörülüyor. Teklif taslağında, öngörülen düzenlemeler şöyle: n Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı getiriliyor. n Anayasa Mahkemesi 19 üyeden, HSYK 21 asil ve 10 yedek üyeden oluşacak. n Askeri mahkemeler, asker kişilerin sadece askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri askeri suçlara ait davalara bakacak. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalarda her halde sivil mahkemelerde yargılanacak. n Yüksek Askeri Şuranın Silahlı Kuvvetlerden her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolu açılacak. Yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olacak, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamayacak. n Anayasanın, ‘’toplu iş sözleşmesi hakkı’’ başlığını taşıyan 53. maddesinde değişiklik yapılıyor. Buna göre, memurlara ve diğer kamu görevlilerine toplu sözleşme yapma hakkı tanınıyor. n Geçici 15. madde yürürlükten kaldırılıyor. n Anayasanın, ‘’siyasi partilerin uyacakları esaslar’’ başlıklı 69. maddesi değiştiriliyor. Buna göre, siyasi partilerin mali denetimi Sayıştay tarafından yapılacak. Siyasi partiler hakkında kapatma davası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın talebi üzerine, TBMM’de grubu bulunan her siyasi partinin 5’er üye ile temsil edildiği ve Meclis Başkanı’nın Başkanılığında oluşturulacak komisyonun üye tam sayısının üçte 2 çoğunluğu ve gizli oyla vereceği izin üzerine açılacak dava sonucunda Anayasa Mahkemesince karar bağlanacak. Komisyonun bu kararı, yargı denetimi dışında olacak. Reddedilen izin başvurusunda ileri sürülen sebepler, hiç bir şekilde yeni bir başvuruya konu olamayacak. Siyasi parti gruplarında ve TBMM’de izin konusunda görüşme yapılamayacak ve karar alınamayacak. Partilerin kapatılma davasında devlet yardımında yoksun bırakılma, bağlı olduğu kapatma davasının ve kararın usulüne tabi olup tek başına dava konusu yapılamayacak. Kapatma davasında, partililere verilen ‘’siyasetten men edilme’’ süresi 5 yıldan 3 yıla indiriliyor. n Parti kapatma davaları, TBMM’de oluşturulacak komisyon izniyle açılacak. n Anayasanın ‘’kanun önünde eşitlik’’ başlıklı 10. maddesinde değişiklik yapılıyor. Maddenin, ‘’kadınlar ve erkekler eşik hakları sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür’’ şeklindeki 2. maddesine ‘’bu maksatla alınacak tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. Çocuklar, yaşlılar ve engelliler, gibi özel süratle korunması gerekenler için alınacak tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı sayılamaz’’ hükümleri ekleniyor. n Anayasanın, ‘’özel hayatın gizliliği’’ başlıklı 20. maddesinde değişiklik yapılıyor. Maddeyle “herkes kendisi ile ilgili kişisel verilerin korunmasına isteme hakkına sahip” olacak. Maddeye, kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızası ile işlenebilir’’ hükmü ekleniyor. n Anayasanın ‘’seyahat hürriyeti’’ başlıklı 23. maddesinde değişiklik yapılıyor. Buna göre, ‘’vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle ve hakim kararına bağlı olarak sınırlandırabilecek.’’ n Anayasanın ‘’Ailenin korunması’’ başlıklı 41. maddesinde değişiklik yapılıyor. Maddenin başlığı, ‘’ailenin korunması ve çocuk hakları’’ şeklinde değiştiriliyor, maddeye, çocukların korunması konusunda hükümler ekleniyor.
|
23.03.2010 |
MUHALEFET TURU BAŞLADI |
DEVLET Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ’dan oluşan AKP heyeti, Anayasa değişikliği taslağıyla ilgili olarak CHP, BDP ve MHP gruplarını ziyaret etti. Heyet, DSP Genel Başkanı Masum Türker ile DSP Genel Merkezinde, Demokrat Parti Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk ile de Celal Bayar Köşkü’nde görüştü. |
23.03.2010 |
CHP: PAKETE DESTEK VERMEYECEĞİZ |
CHP Grup Başkanvekili Hakkı Süha Okay, Anayasa değişiklik paketine destek vermeme iradelerinin devam ettiğini söyledi. Açıklama yapan Okay, pakete yönelik olarak başlangıçtan bu yana rezervlerinin ve bu pakete destek vermeyecekleri yönündeki iradelerinin devam ettiğini söyledi. Okay, “Buna, Meclisin demek, biraz haksızlık olur. Doğrudan doğruya AKP’nin yaptığı bir çalışma” dedi. |
23.03.2010 |
Bu ay Meclis’e sunulacak |
DEVLET Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, anayasa değişikliği konusunda ‘’hala uzlaşı arayışı içinde olduklarını” belirterek, “Anayasa değişiklik teklifini, Mart ayı çıkmadan TBMM’ye vereceğiz” dedi. Çiçek, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, “Milletvekili” sıfatıyla basın toplantısı düzenlediklerini ifade ederek, “Hükümetin hazırladığı anayasa paketi taslağı” ifadelerinin yanlış olduğunu kaydetti. Çiçek, “Hükümetin anayasa değişikliğiyle ilgisi yoktur” diyerek, anayasa değişikliğini yapacak mercinin TBMM olduğuna ve bunun milletvekilleri tarafından gerçekleştirileceğine dikkati çekti. Milletvekillerinin hazırladığı değişiklik taslağını muhalefete sunacaklarını anlatan Çiçek, yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğu, bunu herkesin dile getirdiğini, ancak gerçekleştirilemediğini söyledi. Çiçek, “Kısmi bir anayasa değişikliğiyle kamuoyunun önüne çıkıyoruz. Baştan itibaren uzlaşı aradık, arıyoruz. Onun için buna taslak metin dedik. Hala uzlaşı arayışı içindeyiz” diye konuştu. Bugüne kadar 16 tane Anayasa değişikliği yapıldığını belirten Çiçek, “Bugün itibariyle yürürlükteki anayasamızın ne öncelikleri, ne felsefesi, ne iç dengeleri türkiyenin ihtiyaçlarını karşılayacak durumda değil. Bugünün Türkiyesi için mevcut anayasa yetmiyor ve dar geliyor” dedi.Temel hak ve özgürlükler ile AB sürecini kapsayacak bir anayasa değişikliğinin zaruri görüldüğünü ifade edenn Çiçek, anayasa taslağında AB normlarını esas almaya çalıştıklarını söyledi.
“BUGÜNKÜ TBMM YETKİLİDİR, YETKİNDİR
HALK egemenliğini her alanda tesis etmek ve güçlendirmek istediklerini vurgulayan Çiçek, vesayet altındaki bir anayasayla ülkeyi bağdaştırmanın mümkün gözükmediğini dile getirdi. Uzlaşma arayışında son derece samimi olduklarına işaret eden Çiçek, şunları kaydetti: “TBMM, Anayasa değişikliğini yapacak, Anayasa yapacak tek mercidir. Bu Meclisin anayasa yapamayacağı tarzındaki görüşleri asla benimsemiyoruz. Bugünkü TBMM buna yetkilidir, yetkindir. Bunu geciktirmenin de bir anlamı yoktur. Mademki hepimiz bu anayasanın bugünün şartlarına uymadığı konusunda ittifak halindeyiz, bugünün işini yarına bırakmak uygun değildir.” |
23.03.2010 |
KEY ödemeleri başladı |
KONUT Edindirme Yardımı (KEY) ödemeleri, dün başladı. KEY ödemeleri 8 Aralık 2009 tarihli 5939 sayılı Kanun ve ilgili Yönetmelik gereğince, Ziraat Bankası kanalıyla, dünden başlayarak, 2 Nisan akşamına kadar yapılacak. Ödemelerde T.C. kimlik numarasının ibrazı zorunlu olacak. Hak sahiplerinin alacakları KEY tutarları, Emlak Konut Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş’nin internet sitesinde sorgulanabilecek. KEY ödemeleri Türk vatandaşlarına T.C. Kimlik Numarasıyla, yabancı uyruklu hak sahiplerine ise Yabancı Kimlik Numarası veya Vergi Kimlik Numarası ile yapılacak. T.C. Kimlik No ve yabancı kimlik numarası veya vergi kimlik numarası ile yapılan sorgulama sonucunda listede isimleri yer almayan, kimlik no ve yabancı kimlik numarası ya da vergi kimlik numarasının bulunmaması ya da KEY hak sahibi olduğunu ve ödeme miktarının doğru olmadığını ileri süren kişilerin, öncelikle adlarına ödeme yapan kurumlara, bu kurumlardan sonuç alınamaması durumunda ise Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaat etmeleri gerekecek. |
23.03.2010 |
Vekillerle olmazsa asillere gideriz |
DEVLET Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, anayasa değişikliğiyle ilgili pakete muhalefet partilerinin de gereken desteği vereceğini umduğunu ifade ederek, ‘’Biz de Meclis’te gereken çalışmaları yaparız. Bu iş vekillerle olmazsa asillere yani millete gideriz’’ dedi. AKP Sarıyer İlçe Başkanlığı’nca düzenlenen Sarıyer Koordinatörleri Eğitim Çalışması’na katılan Bağış, ‘’Yeni Türkiye Vizyonu, Gelecek Dünyasında Türkiye’nin Yeri ve Avrupa Birliği Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’’ konulu bir sunum yaptı. Başmüzakereci Bağış, Anayasa değişikliği konusuna değinerek, sözlerini şöyle sürdürdü: ‘’Türkiye’de Anayasa’yı değiştirmenin kuralları belli. Anayasa değişikliğiyle ilgili sunulacak pakete umarım muhalefet partileri de gereken desteği verir. Biz de Meclis’te gereken çalışmaları yaparız. Bu iş vekillerle olmazsa asillere yani millete gideriz. Vatandaşa gidip sorarız ‘Sen daha çok demokrasi, şeffaflık istiyor musun?’ Yargının bağımsız olduğu kadar tarafsız olması için bunu sağlayacak sistemi oluşturmamız lazım. Türkiye de parti kapatma konusunda AB’deki standartları benimsesin istiyoruz. Türkiye’de herkesin ‘benim’ diyeceği bir anayasaya ihtiyacı var.’’ |
23.03.2010 |
Özbek: Yürütme yargıda yer tutmayı amaçlıyor |
HAKİMLER ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başkanvekili Kadir Özbek, Anayasa değişiklik paketinde yer alan HSYK’nın yapısına ilişkin düzenlemelerin ‘’yürütmenin yargıda yer tutma amacını taşıdığını gösterdiğini’’ savundu. Özbek, yaptığı açıklamada, paketle ilgili konuları televizyondan izlediklerini, metni inceleme imkanı bulamadıklarını belirtti. Kadir Özbek, şöyle konuştu: ‘’Yüksek yargı organları başkanlarının daha önce ifade ettikleri hususlar konuyla ilgili soruların yanıtlarını da içermektedir. Önemli olan bunun niye yapıldığı, neden yapılmak istendiği ve yapılış biçimidir. Niye yapıldığı meselesinden bakılırsa bunun, yürütmenin yargıda yer tutma amacını taşıdığı görülmektedir. Nasıl yapıldığı meselesinden bakarsak da demokratikleşme ve Avrupa Birliği beklentileri düşünüldüğünde ana unsurun uzlaşma olması gerekirken bunun mevcut olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla anayasaların en önemli unsuru olan uzlaşma ve bunun sonucunda kalıcılık unsurlarının eksik olduğu görülmektedir. Bunun şimdi ve gelecekte doğuracağı sakıncalar çok büyüktür.’’ Kadir Özbek, metni inceleme imkanı bulduktan sonra kurul üyeleriyle kendi aralarında değerlendirme yapacaklarını ifade etti. |
23.03.2010 |
Kur’ân'ı güzel okumak için yarıştılar |
DİN Eğitimi Genel Müdürlüğü tarafından İmam Hatip Liseleri arasında düzenlenen ‘Hafızlık, Kur'ân-ı Kerim ve Ezan Okuma Yarışması’nın Antalya İl Elemesi Korkuteli’de yapıldı. Korkuteli İmam Hatip Lisesi Müdürü Ahmet Barut’un açılış konuşmasının ardından yarışmacılara kurallar anlatıldı. Çekişmeli geçen yarışma sonucunda Hafızlık Yarışması’nda Elmalı İmam Hatip Lisesinden Bahattin Kuşlar 291 puanla birinci, Antalya İmam Hatip Lisesi’nden Murat Karalar 265 puan ile ikinci, Korkuteli İmam Hatip Lisesi’nden Şaban Özokudan 259 puanla üçüncü oldu. Ezan Okuma Yarışması’nda Alanya İmam Hatip Lisesi’nden Nebi Dinç 476 puanla birinci, Korkuteli İmam Hatip Lisesi’nden Yasin Kır 471 puanla ikinci, Serik İmam Hatip Lisesi’nden Sıddık Sarıdağ 465 puanla üçüncü oldu. Kur’ân-ı Kerim Okuma Yarışması’nda ise Alanya İmam Hatip Lisesi’nden Abdullah Özcan 469 puanla birinci olurken, Manavgat İmam Hatip Lisesi’nden İnanç Özalan 468 puanla ikinci, Kumluca İmam Hatip Lisesi’nden Ziyat Yıldız ise 456 puanla üçüncü oldu. Yarışmanın ardından dereceye giren öğrencilere Korkuteli Belediye Başkanı Hasan Gökce, Millî Eğitim Müdürü Halim İzgi ve İlçe Müftüsü Abdulmüttalip Peşe tarafından çeşitli hediyeler verdi. |
23.03.2010 |