Basından Seçmeler |
Hakikî bir cumhuriyet ve demokrasi için
OTORİTER bir rejim altında yaşanan tek partili dönem dahil Türkiye, çok partili rejime geçildiğinden bu yana hukuku uyguladığını öne süren bir baskı ve şiddet rejimini kalıcı bir istisna hali şeklinde yaşamaktadır. 1960 askeri darbesiyle başlayan ve özellikle 1980 askeri darbesiyle bugüne kadar gelen süreçte Türkiye’de bir istisna hali yaşanmaktadır. Bu istisna hali kural haline gelmiştir. Militarist bürokratik yapı; siyaset, yargı, iç güvenlik ve toplumsal alanları düzenleyen bir gücü kullanmaktadır. MGK yapılanması, askeri yargı alanının genişliği (çift başlı ceza yargısı), askeri idari yargı alanı yaratılması (çift başlı idari yargı), EMASYA Protokolü’yle askere toplumsal olaylara kendi inisiyatifiyle müdahale etme yetkisi verilmesi, ordu içinde ötekileştirme ile birlikte ötekileştirdiklerini baskıyla sindirme eylemlerinde bulunan Batı Çalışma Grubu, Cumhuriyet Çalışma Grubu gibi örgütlenmeler ve darbe planları, 12 Eylül yönetiminin ülke genelinde, özellikle Diyarbakır’da uyguladığı kurumsallaşmış sistematik işkenceler, Şemdinli’de suçüstü yakalanan devlet terörü, vicdani ret itirazında bulunanlara uygulanan baskı ve işkence, Özel Harp Dairesi ve JİTEM uygulamaları, askeri yasak bölgeler oluşturarak insanların yaşadıkları yerlerden edilmeleri, 15-18 yaş arası çocuklara adil yargılanma hakkını ortadan kaldıran Terörle Mücadele Kanunu’nun uygulanması, polis devlet uygulamalarına yol açan iç güvenlik kanunlarında yapılan değişiklikler, Anayasa Mahkemesi’nin hukuku araçsallaştırdığı 367 kararı, Anayasa’nın 10 ve 42. maddelerinde yapılan değişikliklerin iptali kararı gibi uygulamalar, hukuk dışılığın bir yasaya ve hukuka dönüştüğünü, gücün ve şiddetin, hukuku ortak iyilik amacından ve adaletten saptırarak gücün ve şiddetin hukuku haline getirdiğini göstermektedir. Burada söz konusu olan, yasanın gücü şeklinde hukuku askıya alarak onu koruduğunu öne süren bir hukuk kurmacasıdır. (fictio iuris) Böylece Cumhuriyet, demokrasiye yol açacak bir kültürü yaratmadığı gibi hukuku askıya alarak sürekli istisna halini yani anormalliği normalleştirmiş, siyasi düzenin demokrasi içinde hakiki bir hukuk yaratmasını da engellemiştir. O halde hakiki bir cumhuriyeti hakiki bir demokrasiyle birlikte yeniden inşa etmek gerekmektedir.
Öneriler Devleti demokrasinin, hukukun ve özgürlüklerin emrinde bir aygıt durumuna getirecek, farklılıklarımızla birlikte barış, özgürlük ve hukuk güvenliği içinde yaşamamızı sağlayacak ilkeler üzerinde toplumsal mutabakatı oluşturacak yeni sivil bir anayasa yapmak zorunludur. Yeni anayasanın kurucu felsefesi tekçi değil, çoğulcu ve katılımcı olmalıdır. Bu anayasanın felsefesine ve ilkelerine uygun bir siyasi partiler kanunu ve seçim kanunu yapılmalıdır. Tüm ceza kanunları yeni anayasanın özgürlükçü felsefesine uygun hale getirilmeli ayrıca mevzuat taraması yapılarak gerekli değişiklikler gerçekleştirilmelidir. Ordu, sayıca küçük ancak ileri teknolojileri kullanabilen, hareket yeteneği yüksek, etkin ve esnek bir güç haline getirilirken, zorunlu askerlik kaldırılmalı, kurum profesyonelleştirilmelidir. Mevcut general kadrosu azaltılmalı, generallik imtiyazlar sunan bir statü olmaktan çıkarılmalıdır. Tuğgenerallikten orgeneralliğe kadar aşama aşama artan imtiyazların emeklilikte de devam ettiği düşünüldüğünde halkın vergileriyle oluşan bütçeye bir yük oluşturduğu ve terfiler sırasında yaşanan gerilim ve çatışmaların hizipleşmelere neden olduğu açıktır. Ordu tarihsel olarak ama özellikle çok partili hayata geçildiğinden bu yana demokratik siyasi hayatı ve toplumu kendi istek ve ideolojisi doğrultusunda yapılandırma, değiştirme ya da koruma yetkisini kendinde görmüş ve askeri okullardaki (askeri lise, harp okulu, harp akademileri) eğitim program ve müfredatını da buna göre düzenlemiştir. 1940’lı yıllardan bu yana sürekli cuntalar, darbeler, darbe girişimleri üreten bir kurumun yapısal bir sorun içinde olduğu açıktır. Genç subaylardaki cuntalaşma eğiliminin hiç değişmemesi, bu tecrübelerden geçip yüksek rütbe ve görevlere gelenlerin de bizzat darbeleri gerçekleştirmeleri veya darbe girişiminde bulunmaları bunun kanıtıdır. O halde kurumun eğitim programının demokrat, hukuka saygılı ve sivil siyasi otoriteye tabi olduğunun bilincinde olan demokratik bir eğitim ve terbiye almış subay yetiştirecek tarzda yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Eğitimin demokratikleşmesi ihtiyacı kuşkusuz, sivil okullar için de geçerlidir. 31/07/1970 tarihli 1324 ve 1325 sayılı kanunlarla, genelkurmay başkanına savunma politikasının belirlenmesi, askeri bütçe hazırlama, istihbarat toplama, iç güvenlik ve terfi konularında özerklik sağlanmıştır. Milli Savunma Bakanlığı ise sadece lojistik destek için kaynak sağlamakla görevlendirilmiştir. MSB’de bürokrasi askerlerden oluşmaktadır. Oysa demokratik bir rejimde söz konusu yetkiler MSB’ye ait olup bakan sivil teknik bir kadroyla çalışır. Askeri bütçeyi de bu sivil teknik kadro hazırlar. Genelkurmay başkanı MSB’ye bağlıdır. Tüm bu faaliyetlerin sorumluluğu siyasi otoriteye aittir. Askeri konularla ilgili her türlü açıklamayı da siyasi otorite olarak MSB yapar. Demokratik bir rejimde her hafta açıklama yapan askerler görülmez. Bu nedenlerle öncelikle bu kanunların kaldırılarak yeni bir kanunla içi boşaltılan MSB’nin yetkilendirilmesi, genelkurmay başkanıyla birlikte kuvvet komutanlarının da doğrudan yatay bir şekilde MSB’ye bağlanılarak siyasi otoriteyle ilişkilendirilmesi gerekir. Ancak bu şekilde hükümet, ulusal güvenlik siyasetinden ve ordunun uygulamalarından parlamentoya karşı sorumlu olur. Milli Güvenlik Kurulu, askerî mahkemeler, disiplin mahkemeleri, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin anayasal organlar olmaktan çıkarılması zorunludur. Kanunla kurulacak ve kuruluşunda ilgili bakanlarla sadece genelkurmay başkanının bulunduğu bir Dış Güvenlik Kurulu yeterlidir. Hukuki bir güvence sunmayan disiplin mahkemeleri kaldırılarak askeri mahkemelerin görev alanı askerlerin sadece askeri suçlarını yargılayacak şekilde düzenlenmeli, bu mahkemelerin işleyişine sivil hakimler katılmalı, temyiz denetimini ise mutlaka sivil Yargıtay yapmalıdır. Askerleri ilgilendiren idari işlem ve eylemlerin sivil yargısal denetimini engelleyen ve kurum içinde bu işlemleri adil yargılanma hakkına aykırı bir şekilde denetleyen AYİM kaldırılmalı, ayrıcalık oluşturan bu duruma son verilerek görev idari yargıya bırakılmalıdır. Hiçbir kanuna dayanmayan Seferberlik Tetkik Kurulu yapılanması kaldırılmalıdır. Ordunun parlamenter gözetim ve denetiminin esasları anayasada ve kanunlarda belirtilmeli, kurumun şeffaf, denetlenebilir ve hesap verebilir olması MSB üzerinden sağlanmalıdır (kuşkusuz polis, jandarma, sahil güvenlik, MİT gibi diğer kurumlar için de geçerli) Savunma Sanayii Destekleme Fonu da şeffaf ve hesap verebilir duruma getirilmeli, silah alımlarında parlamento ve toplum önünde şeffaflık sağlanmalı, karar verilirken Parlamento’nun onayı aranmalıdır. Jandarma örgütü militer bir yapı olmaktan çıkarılarak, kır polisine dönüştürülmeli, bölge halkını birbirine kırdırma amacına hizmet eden koruculuk sistemi kaldırılmalı, korucular topluma yeniden uyumlu hale getirilmelidir. Ordunun, iç güvenlik alanını kontrolüne almasına ve uygulamalarının denetimsiz kalmasına neden olan EMASYA Protokolü’nün kaldırılması yerinde olmuştur. ‘Geçici Askeri Yasak Bölgeler’in de amacı dışında kurulmasının önüne geçecek kanuni düzenlemeler yapılmalıdır. Terörle Mücadele Kanunu tamamen kaldırılmalı, özellikle çocuklar bu kanun kapsamı dışına çıkarılmalıdır. 1939 tarih ve 3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu, 1983 tarih ve 2941 sayılı Seferberlik ve Savaş Hali Kanunu, 1971 tarih ve 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu, 1983 tarih ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu insan hak ve özgürlükleriyle yakından ilgili kanunlardır. Bu kanunların kaldırılmaları ya da demokratikleşme hedefine yönelik değiştirilmeleri gerekmektedir. OYAK, gerçek bir sosyal güvenlik kurumuna dönüştürülmeli, askerin ekonomi üzerinden siyasi bir güç haline dönüşmesi önlenmelidir. Sadece İç Hizmet Kanunu’nda yapılacak değişiklikle ordunun darbe girişimlerinden uzak tutulacağı düşüncesi yanıltıcıdır. Yukarıda belirtilenleri yaparak önemli bir sistem değişikliğine gitmeden sadece bir kanunda değişiklik yaparak sonuç almak mümkün değildir. Kuşkusuz sözü geçen önerilerle birlikte İç Hizmet Kanunu’nun 2. ve 35. maddelerinde TSK’nın dış güvenlik görevine vurgu yapan bir düzenleme yapılması sistemde öngörülen köklü değişikliğin bir icabıdır. Ayrıca Anayasa’nın 6. maddesindeki “Egemenliğin yetkili organlar eliyle” kullanılması düzenlemesinden Genelkurmay Başkanlığı’nın anayasal yetkileri bulunduğu yanlış kanısını da ortadan kaldırmak için bu maddede kastedilen yetkili organların açıkça yasama-yürütme-yargı olduğu belirtilmelidir.
Dr. Ümit Kardaş Emekli Askerî Hakim Zaman, 8.2.2010 |
09.02.2010 |
Emekli komutanlar bu vatanı çok seviyorsa torunlarını dolaştırsın
GENELKURMAY Başkanlığı, emekli komutanların ekranlarda Silahlı Kuvvetler hakkında yorum yapmasını engelleyemez mi? Böyle bir yasa, kararname, emir, tüzük veya özel centilmenlik anlaşması yok mu? Yoksa çok acele bir formül bulunmalı. Anadolu kaplanı(!) emekli komutanlar TV’lerde bağırıyorlar. “AK Parti, Silahlı kuvvetler sevgisi, itibarı, güveni sarsılsın diye çalışıyor. Bu soruşturmalar, mahkemeler bu programın bir parçasıdır.” Aslında o dedikleri bu konuşmalardan sonra oluyor. Kamuoyu araştırmaları da bunu gösteriyor. Çünkü halk gerçekleri öğrendikçe, başka türlü düşünüyor. Sık sık ‘acaba’ diyor. Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde yapılanları öğrenen hangi Türk vatandaşı üzülmez? Sağcı-solcu diye asılan üniversiteli gençleri hatırlayınca derin derin düşünmez... “O zamanki koşullar bunu gerektirdi. Ülke sağcı-solcu diye ikiye bölünmüştü” ise asla mazeret olamaz. Sadece TV’de milyonlara baka baka söyleyen emekli komutan kalesine gol atmış olur. 1960 askeri darbesinden beri pek çok demokrasi karşıtı girişim yaşayan insan var Türkiye’de. Tarihi gerçekleri dün gibi hatırlayanlar... (...) Her isteyen emekli komutan veya subay, TV’lere çıkıp “Biz” diye söze başlayıp Silahlı Kuvvetler’i anlatmasın, yorum yapmasın. Konuştukça batıyorlar. İnanın aklı başında vatandaş bu duruma çok üzülüyor. Bir emekli ordu komutanı TV’ye çıkıyor şiirler okuyor. Dersin ki harp çıktı, seferberlik ilan edildi, bütün eli ayağı tutan erkekleri askere çağırıyor. Üstelik de şiir, hapishanelerde sürünmekten bıkıp usanan, çareyi yurtdışına kaçmakta bulan solcu Nazım Hikmet’in... 12 Mart zamanı askerler evimizde Nazım’ın bir şiir kitabını bulsalar, askeri cezaevinde hücreye atılırdık. Sonra bir başka emekli komutan çıkıyor, mantık ne kelime, resmen komik konuşuyor. İlkokul münazara yarışmalarında öğrenciler böyle konuşmaz. Tarihte yaşananlar yani darbeler, TBMM’de milletvekillerine yapılan baskılar, Cumhurbaşkanlığı seçimleri hatırlatılıyor, “Bana ne? Onların hesabını ben mi vereceğim. Bana hesap soramazsınız” diye bağırıyor. O anki yüz ifadesi her şeyi anlatıyor. Kim işine gelince laik cumhuriyetçi, kim kaba kuvvete güvenen kişi? Milyonların önünde bir avukata böyle bağıran emekli paşa hayret doğrusu... Yakın zamana geliyorsun... 28 Şubat’ı, şu son cumhurbaşkanlığı seçimi sırasındaki gece 23.45’te verilen e-muhtırayı soruyorsun... Tartışma çocukların mahalle kavgasına dönüşüyor. “Ama siviller de şunu yaptı bunu yaptı, her şey düzgün de bir ordu mu kötü” oluyor. Sivil halk sanki düşman ordusu gibi görülüyor. Ben o komutanı daha bilgili ve objektif tanırdım. Sonunda avukata “Sizin maaşlarınız bu millet veriyor, silahlarınız bu milletin vergisi ile alıyor” dedirtti...
‘Hür general’ olunca sallamak kolay Üniforma üzerinden çıkınca yani ‘hür general’ olunca başka türlü olmak... Daha cesur, başına buyruk kimseyi iplemeyen insan pozisyonu. 50 yıl içinde hapsettiğin duygu ve düşünceleri özgürce haykırmak, rahatlamak tabii... Hele bir zamanlar sana esas duruşta ‘Komutanım’ diyenlere arka çıkmak, kahramanca savunmak da güzel... Ama kime karşı, neye karşı, neyi savunduğunu bilirsen. Yoksa Ortaçağ’da yaşayanlardan hiç farkın olmaz. Zamana uymak zorundasın. Yavaş ve küçük de olsa günün koşullarına adapte olabilmek. En önemlisi şekil değil, öz önemli olmalı. Ülkeyi Atatürk’ün yolunda yönetemiyorlar diye suçlanan siviller kim? Tanklar ile toplar ile çevirdiğin TBMM’deki milletvekilleri kim, onları oraya gönderen kim? Bir üst rütbeye terfi ederken diyelim seni general yapan veya orgeneral yapan kişi yani cumhurbaşkanı kim? Hepsi halkın üzerine gönderdiğin askerin anası-babası-amcası, kardeşi yani akrabası değil mi? Madalyonun ters yüzüne geçelim. Halka demokrasi dersi verirken bile hapislere atan kim? Yani Silahlı Kuvvetler. Onlar da bizim bağrımızdan kopan akrabalarımız değil mi? Kimi ekmek parası için subay-astsubay oldu, kimi vatan görevi yapıyor. O zaman TV’lerde neyin tartışmasını yapıyoruz? Kimi kime şikâyet ediyoruz. Bu ana-babanın çocuğunu başkasına şikâyet etmesidir. Hiçbirimiz Mars’tan gelmedik, başka yere de gitmeyeceğiz. Bu vatan hepimiz. Bu tartışma bitsin artık. Herkes fena halde sıkıldı. Ancak... Önce askerlerin, sivillerin bu ülkenin vazgeçilmez parçası olduğunu kabul etmesi gerekiyor. Yani bizim kadar bu ülkeyi sevdiğimizi, düşündüğümüz, gerekirse seve seve canımızı vereceğimizi beyinlerine soksunlar. Biz de gece gündüz çalışıyoruz, vergimizi veriyoruz Türk ordusunun maaşlarını veriyoruz, tüm ihtiyaçlarını karşılıyoruz. Yani görevimizi sonuna kadar yapıyoruz. Aptal ve beceriksiz asla değiliz...
Aykut Işıklar / Bugün, 8.2.2010 |
09.02.2010 |