08 Şubat 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Röportaj

H. HÜSEYİN KEMAL

Said Nursî derin izler bıraktı

Prof. Dr. Mehmet Altan, Said Nursî’nin, dinin siyasallaşmaktan kurtarılması ve doğru yaşanması için gösterdiği gayretlerle derin izler bıraktığını söyledi. Altan şöyle dedi: “Onun söylediklerinin, yorumlarının özel olarak etüd edilmesi gerekir, bunu yapan geniş bir kesim var. Said Nursî cumhuriyet tarafından ilk dışlanan insanlardan biri. Said Nursî’nin görüşlerinin yaygınlaşması, onun düşüncesi etrafında bir tartışmanın ortaya çıkması ancak normalleşmeyle birlikte olabilir. Normalleşmeyle birlikte Said Nursî’nin düşünce ve algısına yönelik resim tam olarak ortaya çıkar.”

Dinin resmîleşmesine karşı toplum cemaatleri

kurmuştur

Cumhuriyet dönemi sonrası 1950’lerden sonra başlayan demokratikleşme süreci geldiğimiz noktada iyice belirginlik kazanmış toplumun baskıya uğrayan kesimleri kimlikleriyle ortaya çıkmaya başlamıştır. Baskıya uğrayan pek çok kesim gibi dindarlar da bugün her alanda söz sahibi olmaya başlamıştır. Prof. Mehmet Altan Türkiye’nin değişen süreçler içinde dinin geldiği noktayı değerlendirdiği Kent Dindarlığı kitabında tartışmaya yeni bir boyut kazandırıyor. Dinin sosyal alanda daha görünür olması gerektiği söyleyen Altan, siyasal İslâmın demokratikleşmeyle birlikte ortadan kalkacağını söylüyor.

“Kent Dindarlığı” kitabını nasıl bir algıyla çıkardınız?

İki nedenle çıkardım; gençliğimdeki kent dindarlarını ortalıkta göremez oldum. İkincisi kimi mevcut uygulamaların kent dindarlığıyla bağdaşmadığını, kent dindarlığına uymadığını gördüm ve bu çelişkilerin peşine düştüm. Sosyolojik olarak farklı resimler görüyorsun, bu farklı resimler üstünden farklı sonuçlara varıyorsun. Onu da bir kitap haline getirip Türkiye’nin bu konuyu benimle birlikte tartışmasını arzuladım.

Gençliğinizdeki kent dindarları nasıl insanlardı?

İnançlarını içselleştirmiş, inancının felsefî derinliğine ve estetiğine vakıf, kentin çoğulculuğu ve farklılığına uyumlu, güler yüzlü, şakacı, ümitli bir insan portresi çiziyorlardı. Şimdiki “kimi” dindar örnekleri şekil şartlarıyla hareket ediyorlar, dini bir arınmadan çok sosyal konumlarındaki yetersizliklerin aracı olarak görüyorlar.

Gençliğinizde demokrasi bu kadar gelişmemişti. Böyleyse “Demokrasi geliştikçe kent dindarları yerini şekilci dindarlara bırakıyor” denilebilir mi?

Çok güzel bir soru, ama böyle bir çıkarım yapılamaz. Aslında burada bir çelişki yok. Demokratikleşme toplumun en gadre uğramış, en dışlanmış kesiminin, en dıştaki çemberin merkeze entegrasyonu demektir. Yok sayılan insanların ilk defa kaale alan mekanizmanın işleyişidir. O açıdan demokrasi müthiş olumludur. Bu mekanizmanın zorlu yanı ortalama niteliği düşürmesidir. Gençliğimdeki kent dindarları cumhuriyetin dışladığı bir zümre değildi. Mesele dışlanmış insanların en üst konuma getirilmesini sağlamaktır. Demokrasi cumhuriyetin dışladığı insanları içine alıyor, ama kent dindarlığı düzeyinde kalite ortaya çıkmıyor. Bu sefer sosyal sıkıntıların, yetersizliklerin giderilmesine yönelik arantılar öne geçiyor. Dışlanmış insan sisteme entegre olur öncelikle inancı araç olarak kullanır, derinliğini yadsır, kentin çoğulculuğunu inkâr eder. Benzememezlik yerine benzeşmeyi bir baskı aracı olarak kullanmaya başlar. Ama sonra yavaş yavaş bulunduğu şartlarda hayat şartları ilerledikçe bakışları ve yorumları değişir…

Kent vurgusu neden?

Kent olmayınca çoğulculuk olmuyor. Mesele sana benzemeyenlerle birlikte yaşama kültürünü geliştirip kendi inanç ve vicdan özgürlüğünden vazgeçmeden içsel yolculuğuna ara vermeden devam edebilmektir.

Kent dindarlığının karşısında siyasal İslâm var

galiba?

Siyasal İslâm şekil şartlarını öne geçiren bir tavırdır. Taliban kendi anlayışını Afganistan’da uyguladı ortaya sadece yasak çıktı. İnsan birikimine yönelik bir saldırı olarak kendini gösterdi. Yasakçılıkla dindarlık arasında birebir ilişki kurmayı anlamıyorum. Siyasal İslâmla kültürel İslâm algısının ayrıştığı en keskin yer yasakçılıkla dindarlığın özdeşleştirilmesi ayrımıdır.

Devletin dinî alana müdahalesi dinin gerçek

yorumunu engellemiyor mu?

Bizde Diyanet İşleri Başkanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı aynı kanunda yer alır. Bu, konunun ne kadar önemsendiğini gösterir. Cumhuriyet topluma güvenmediği gibi dine de güvenmeyerek ‘din devleti olmayalım’ derken Diyanet’le ‘devlet dini’ yaratmıştır. Toplum da dinin resmileşmesine karşı cemaatler gibi oluşumlarla kendi yapısını kurmuştur.

Cumhuriyet Anadolu’yu bir iç sömürge olarak kullanmıştır. Buradaki insanlar çektikleri çileleri ve acıları, dışlandıkları için, sosyal mekanizmanın dışında din algısına sığınarak gidermeye çalışmışlardır. Yapılan araştırmalarda da insanların refah ve eğitim düzeyi artarken partilere oy verme hassasiyetlerinde dinin etkisi de azalmıştır.

Dinin siyasallaşması sizce Cumhuriyetin dindarları dışlamasıyla da alâkalı mı?

Söylediğiniz çok doğru. Cumhuriyet Batıya çok öykündüğü, onun gibi yaşamayı esas aldığı ve bütün devrimlerini Batının üretim biçimini dışlayarak yaptığı için Müslümanlığı saha dışına çıkararak toplumsal oluşumun kaynağı olarak görmemiştir. Müslüman bir toplumun kendi özelliklerini yok sayarak buranın normalleşmesinin imkânı yok. Cumhuriyet elitlerinin dine bakışının anlamak, algılamak, kabul etmek yerine inkâr olması siyasal İslâm’ın oluşmasının en büyük sebeplerinden biri.

Bu derinliksiz yapı da sığ ideolojiler doğuruyor galiba…

Biz de din iç aydınlanma, felsefi bir süreç olmaktan ziyade topluma neyi nasıl yapması gerektiği konusunda nizam veren biçime yöneldi. Bunun Kemalizmden, otoriter bir rejimden farkı kalmaz. Bir taraftan siz Müslümanların cumhuriyet döneminde yaşadığı sıkıntıların altını çizerken öbür taraftan etkin olduğun alanda çok sesliliğe tahammül edemez, herkesi birbirine benzeştirmeye kalkarsan bunun ikisi arasında fark kalmaz. Hatta diğeri ortaya çıkış itibariyle dinden daha yeni olduğundan kadük kalır.

Şuna demokratikleşme sürecini hızla yaşıyoruz. Bu İslâmın daha derinlikli yaşanmasını beraberinde getirecek mi?

Bundan umutluyum. Dışlanmış insanlar yavaş yavaş kentlere geliyorlar, orta sınıf oluyorlar, bir kısmı zenginleşiyor. Ben bu sürecin daha hızla ilerlemesi için çaba sarf ediyorum, ancak piyasa ekonomisinin oturması için bile dört kuşak geçmesi gerekir derler. Osmanlı başlı başına bir kent kültürüdür ve buranın kültüründe kent dindarlığı vardır. Böyle bir avantaj varken neden tekrar bu inanış biçimini öne çıkarmayalım. Sonuçta bizler buranın kültürüyle varoluyoruz. Ben buraya bir katkım olur mu arantısı içindeyim…

Kışlanın dine bakışı normalleşmeyi engelliyor

mu?

Kışlanın dine bakışıyla burası normalleşemez. İhtilâller her seferinde kışlanın camiye bakışını pekiştirmiştir. 2009 yılında bir vatandaşımız sırf Ermeni olduğundan AB genel sekreterliğine memur olması gazetelerde birinci sayfadan haber oluyor. Bu nasıl bir vatandaşlık algısıdır? Cumhuriyet Müslüman ümmet üzerine kurulmuştur. Onun için buradaki tartışmalar çok Müslüman az Müslüman tartışmasıdır. Ayrıca din burada kültürel derinliği bir yana bırakılıp siyasetin aracı olarak kullanılmaya çalışılmaktadır. 12 Eylül darbesi İslâmı kullanmıştır. Öbür taraftan ‘ben kente uyamıyorum, onun için şehri kendime benzeteyim’in aracı olarak dini kullanırsanız, bunu ezikliğinizi engellemek için yaparsanız bunun dinle alâkası olmaz. Dinin bu kadar siyasallaştığı bir ortamda da kültürel İslâmın, kent dindarlığının sesi çıkmıyor. Türkiye Müslüman aleminin yıldızı olacaksa kent dindarlığı kavramının temel şartlarını yerine getirmeli. Sosyo-ekonomik yapısını belli bir düzeye ulaştırmalı.

Siz imamlar toplumda lider olmalı diyorsunuz. Bu kamusal alanın din tarafından işgali olarak algılanmaz mı?

Dindar olduğunu söylediğinde saygı duyarım, ama hayata senin paradigmanla bakmak zorunda değilim. Din insanlığın en eski yaklaşımlarından biri. Batıda rahip kiliseden ibaret değil, toplumun içinde gezer dolaşır, ahbaplık eder, birikimiyle sosyal hayatın içinde rol oynar. Biz de ise imamlık sadece camiden ibarettir. İmamları din felsefesinde bir aktör olarak göremiyoruz. İmamların inanç entelektüeli olması gerekir. Değişik ortamlara girdiğinde varlığını rahatlıkla, derinliği ve donanımıyla ortaya koyabilecek bir anlayıştan bahsediyorum.

Kitabınızda din ve bilim birbirinden ayrılmaz

diyorsunuz. Ancak İlâhî kanunların bilim alanına giremeyeceğini söyleyenler var…

Dinle bilimi çatışma halinde göstermek yanlış. TÜBİTAK Darwin’i yasakladı böylelikle. “Darwin’e inanmayan gerici” diyenle “Darwin’e inanan kafir” diyen arasında bir fark kalmadı. Dinle bilimin toplumsal fonksiyonları çok farklı. Biz nihayetinde ölümlüyüz, bunun getirdiği bir çaresizlik ve arayış var. Bilim ilerledikçe biz ölümsüzleşeceğiz diye bir durum yok. İnsanın kâinatı keşfetme çabasıyla ölümsüzlüğünden doğan çaresizliğene destek arayışını da aynı şey olarak görmek yanlış. Kilisenin hakimiyetine karşı pozitivist devrimin aldığı tavırla birlikte ortaya çıkan din-bilim çatışmasının kuantum fiziğiyle aşılacağını düşünüyorum. Nasıl ki ruh ve akıl bölünemez dinle bilim de bölünemez.

SAİD NURSÎ DERİN İZLER BIRAKTI

Bu çatışmalar sürerken bizim aydınımızda

toplumun ve kendi dinini bilmiyor. Garip olan burası değil mi?

Bütün yanlışlık buradan geliyor. Avrupada herkes kendi dinini bilir, bize yurtdışına çıkıldığında İslâm hakkında bir şey sorulduğunda bir halt bilmezsin. Topluma bir iç sömürge gibi varlığını, duruşunu, dinini aşağılayarak yaklaşmak kavganın nedeni. Toplumu aşağılamanın ilericilik olduğunu zanneden bir yapı burası. Bu toplumu normalleştirecek şey İslâmı okunabilir, tartışılabilir, öğrenilebilir hale getirmektir. Toplumun dinini bilmeden toplumu nasıl anlayabiliriz ki. Ayrıca dini birilerinin tekelinden de çıkarmak lâzım. Dinden rant sağlayan herkes dinin normalleşmesini istemiyor.

Türkiye’deki cemaatler sizce ne konumda?

Burada insanlar hem değişiyor hem değiştiriyor. Türkiye olayları ve insanları, toplumu analiz ederken hiçbir şeyi sabit almadan yapmak lâzım. Tek bir kare fotoğrafla bir ömrün analizi yapılamaz. Şu an Türkiye’de herkes birlikte dönüşüyor…

Bu dönüşümde Said Nursî’nin fikirlerini nasıl

yorumlarsınız?

Said Nursî bu konularda çok fazla çalışmış, yazmış, emek harcamış birisi. Onun için bıraktığı izler derin. Onunda söylediklerinin yorumlarının özel olarak etüd edilmesi gerekir, bunu yapan geniş kesim var. Said Nursî cumhuriyet tarafından ilk dışlanan insanlardan biri. Cumhuriyetin kendisine yönelik yaptığı çile ve işkenceler ortada. Said Nursî’nin görüşlerinin yaygınlaşması, onun düşüncesi etrafında bir tartışmanın ortaya çıkması ancak normalleşmeyle birlikte gerçekleştirilebilir. Normalleşmeyle birlikte Said Nursî’nin düşünce ve algısına yönelik resim tam olarak ortaya çıkar.

H. HÜSEYİN KEMAL

08.02.2010

 
Sayfa Başı  Geri


Önceki Röportaj

  (03.02.2010) - DÖNÜP DOLAŞIP ORAYA GELDİK

  (02.02.2010) - ‘Belediyeler hizmet yeridir’

  (01.02.2010) - Türkiye’de ‘Helâl Gıda’ sertifikasının olmaması büyük kayıp

  (27.01.2010) - Risâle-i Nur’daki iktisadî prensipler huzurun ve mutluluğun anahtarı

  (25.01.2010) - Kemalist milliyetçilik sonun başlangıcında

  (20.01.2010) - KISMî DEĞİŞİKLİKLER ÇÖZÜM DEĞİL

  (18.01.2010) - BEDİÜZZAMAN ŞİDDETİ ENGELLEDİ

  (21.12.2009) - Devletin yaptığı hatalar PKK'ya hizmet ediyor

  (14.12.2009) - PKK DA KEMALİSTLER GİBİ, DİN İLE KÜRTÇE'NİN BAĞINI KOPARMAYA ÇALIŞIYOR

  (07.12.2009) - Yeni Asya 12 Eylül’le uzlaşmadı

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl