Aile-Sağlık |
Çocuklar yaralarını nasıl sarar?
Hepimizin hayata dair algıları ve savunmaları ne kadar da farklıdır aslında... Büyürken öğreniriz hayata tutunabilmeyi, sorunlarla baş edebilmeyi ve tekrar ayağa kalkıp devam edebilmeyi... Kimisi öfkeyle karşılar yaşadıklarını, kimisi yakınır sürekli, kimisi ise, yola devam eder acısıyla... Yol durmaz, bekleme de kabul etmez, transit yollar üzerinde acele kararlar vermemiz gereken zamanlar yaşarız. Kaldığın yerde kaçırırsın, hayatı da, öğrenme gücünü de... Herkes kendince bir yürüyüş sergiler yol üstünde. Zamanla değiştiririz yürüyüşümüzü, bazen koşarız, bazen de yavaşlarız. Her zaman bilinçli değildir tepkilerimiz, bazen öyle otomatikleşir ki, fark edemeden kararlar alırız. Neden yaptığımızı ya da niye öyle davrandığımızı kestiremediğimiz zamanlar olur. Büyürken öğreniriz, savaşmayı, sevmeyi, gitmeyi ve kalmayı... Kadın ve erkeğin, yaşadıklarını algılayışı ve yorumlayışı o kadar farklıdır ki, yaradılışımızın bir sonucu olarak tepkilerimiz de, yorumlarımız da, çözme metodumuz da ayrı ayrıdır. Peki çocuklar nasıl yaşarlar sorunlarını, nasıl ifade ederler ve nasıl sararlar yaralarını? Çocuklar yaşadıklarını, şahit olduklarını ve hissettiklerini sözcüklere dökmekte zorluk çekerler. Özellikle okul öncesinde bu durum daha fazladır. Aslında etrafta olup bitenin farkındadırlar, yanlarında konuşulmasa bile genel havayı hissederler. Anne babanın sıkıntısını, öfkesini masum yürekleriyle anlarlar. Daha küçük, anlamaz diye düşünmemek lâzım. Çünkü anne karnındaki bebeklerin bile annenin psikolojisinden etkilendiği ispatlanmıştır. Stresli bir hamileliğin ardından bebek de huzursuz, gazlı ve uyku sorunları yaşayabilmektedir. Özellikle de ilk çocuklarda, bu daha yaygındır. Evliliğin ve aile ilişkilerinin oturtulmaya çalışıldığı yıllarda doğan ilk bebekler, annenin ve ailenin bütün elektriğini ve ortamın gerginliğini hissederler. Huzursuz olan durumlarda, daha tutturucu ve inatçı olurlar. Söz dinlemek istemezler ve sürekli olarak bir mızırdanma halinde isteklerini söylerler. Uyku ve yeme problemleri de sağlıksız ortamlarda büyüyen çocuklarda daha sık görülür. Annelerle çocukları hakkında görüşürken, çocuklarının son zamanlarda huysuz ve huzursuz olduklarını söylediklerinde, genelde onlara şu soruyu sorarım; bu günlerde siz nasılsınız, sizin psikolojiniz nasıl? Aldığım cevap çoğunlukla, “Bu sıralar ben de kötüyüm, aslında daha sabırsız ve sinirliyim, onu çok fazla uyarıyorum” olur. Çocuğun duygu durumu ile bizim duygu durumumuz genellikle paralellik gösterir. Biz o günlerde tahammülsüz ve sıkıntılı isek, o da büyük ihtimalle öyledir. Fakat çocukların bunu ifade ediş biçimleri bizden oldukça farklıdır. Bazı çocuklar daha çok oyun oynayarak sorunlarıyla baş etmeye çalışırlar. Oyun oynarken yaralarını sarmaya çalışırlar. Meselâ, çok sevdiği birini kaybeden çocuk dışarıdan bakıldığında sanki üzülmüyormuş gibi durur. Fakat kelimelere dökemediği acısını, korkularını oyun oynayarak ve resim yaparak azaltmaya çalışır. Anne babası boşanan bir çocuk, resimlerinde anne babasını bir arada resmederek yüreğindeki korkuyu azaltmaya çalışır. Oyun sırasında sorularına cevaplar arar, resimlerinde olanı ya da olmasını istediklerini çizer. Ailedeki duygusal dengeleri resminde sergiler, anne babanın ve kendisinin yakınlığını ya da uzaklığını çizgilerin diliyle anlatır. Bu sebeple, davranışlarının dilini doğru okuyabilirsek, onları daha iyi anlayabiliriz. Duygusal ihtiyaçlarını fark edebilir ve daha kolay yardımcı olabiliriz. İyi gözlem yapmak, nasihat etmeden konuşmak ve birlikte oyun oynamak, onları tanımak açısından çok değerli ipuçları sunar anne-babaya... Ne mutlu çocuklarının farkında olanlara, davranışlarıyla anlatmak istediklerini anlayanlara ve anlamaya çalışanlara...
BANU YAŞAR / Psikolog&Psikoterapist |
23.12.2009 |
ÇOCUKLARIMIZIN DİŞLERİ ÇÜRÜK Türkiye’de çocuklar üzerinde yapılan çalışmalarda, çocukların yüzde 90’ında diş çürüğü ve dişeti hastalıklarının görüldüğü ortaya çıktı. Benzer çalışmalar, çocuklarda ilk dişhekimi ziyaretinin kontrol amaçlı olarak değil de, ancak ağrılı veya apseli durumlarda yapıldığını gösteriyor. Böyle zamanlarda ise çocukları diş doktoruna götürmek için ikna etmek bazen imkânsız bir hal alıyor. Çocuklarda dişhekimi korkusunun altında iki önemli etkenin yattığını belirten Acıbadem Bursa Hastanesi Pedodonti Uzmanı Dt. Melih Tezkirecioğlu, bunlardan ilkini çocuğun ilk seansta yaşadığı ağrılı bir işlem olduğunu ifade etti. Tezkirecioğlu, diğer sebebi ise herhangi bir tedavi konusunda daha önceden tecrübesi olmayıp bilinmeyene karşı duyduğu korku veya çevresinin etkisi sonucu oluşan korku olarak açıkladı.
“TEDAVİ ÇOCUĞA OYUN GİBİ ANLATILMALI” Çocuktaki korkunun yenilmesinin tedavinin ilk ve en önemli basamağını oluşturduğunu ifade eden Dt. Tezkirecioğlu, “İlk olarak çocukla iletişim kurabilmek, onun düşüncelerini anlayabilmek ve güvenini kazanmak gerekli. Yapılması planlanan diş tedavisi ona bir oyun gibi anlatılmalı ve yaşatılmalı. Daha sonra tedavi aşamasında ise en önemli kural ‘anlat+göster+uygula’ metodudur. Tedavi sırasında ona yapacağınız ve kullanacağınız her türlü malzemeyi anlatmak önem taşımaktadır. Bir diğer önemli kural ise; ilk dişhekimi ziyaretinde mümkünse en kısa sürecek ve tedaviyi eğlenceli hale getirecek uygulamaların yapılmasıdır. Bu sayede daha sonraki randevulara gelmek çocuk için sorun teşkil etmeyip, zevkli ve hatta eğlenceli bir hal alacaktır.” dedi.
“ERKEN YAŞTA DİŞ HEKİMİNE GİDİLMELİ” İki yaşından itibaren dişhekimi ziyaretlerinin başlanmasını öneren Tezkirecioğlu, üç yaşından itibaren çürük oluşumunu engelleyecek koruyucu uygulamaların yapılmasının, çocuklara doğru diş fırçalama eğitiminin ve alışkanlığının kazandırılmasının ve altı aylık rutin kontrollerde ağız-diş sağlığı sistemi ile birlikte büyüme gelişimin değerlendirilmesini tavsiye etti. |
23.12.2009 |
“Da Vinci’’ robotuyla Türkiye’de ilk ameliyat TÜRKİYE'DE ilk kez açık ameliyat yapılmaksızın tamamen Da Vinci robotuyla mesane kanseri ameliyatı yapıldı. NASA ve ABD Savunma Bakanlığının ortak projesi olarak geliştirilen ‘’Da Vinci’’ robotuyla ameliyat yapan dünyanın sayılı hekimlerinden biri olan ve Karolinska Tıp Üniversitesi Üroloji Bölümünde görev yapan İsveç’li Prof. Dr. Peter Wiklund, Ankara’ya gelerek Türk hekimlerle birlikte Türkiye’de ilk kez tamamı robotla gerçekleştirilen mesane kanseri ameliyatını yaptı. Ankara Atatürk Hastanesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Üroloji Klinik Şefi Prof. Dr. Derya Balbay, robotik cerrahinin hastaya ve hekime büyük konfor sağladığını, tekniğin başta prostat kanseri başta olmak üzere ürolojik kanserler, doğumsal böbrek bozuklukları, pelvik sarkma ile rahim kanseri ve çeşitli genel cerrahi ameliyatlarında kullanıldığını belirtti. Balbay, “Ayrıca yara yerinden fıtıklaşma olayları da hiç görülmemektedir. Ayrıca, el titremesinin robotla önlenmesi ve cinsel fonksiyonlar ile idrar tutma mekanizmalarının çok iyi korunabilmesi de diğer önemli avantajları oluşturmaktadır” diye konuştu. |
23.12.2009 |
Teknolojik cihazlar, öğrencinin başarısını olumsuz etkiliyor PSİKOLOJİK Danışman Dr. Fatih Kalkınç, velilere uyarılarda bulunarak, televiz-yon, internet ve cep telefonunun öğrencinin başarısını olumsuz etkilediğini bildirdi. Telefonun insan gücünü yaklaşık yüzde 30 düşürdüğüne dikkat çeken Kalkınç, cep telefonunun çocukların öğrenme kabiliyetini olumsuz etkilediğini söyledi. Iğdır Özel İbrahim Avcı Koleji ve FEM Dershanesi işbirliğiyle düzenlenen konferansta Psikolojik Danışman Dr. Fatih Kalkınç öğrenci ve velileri bilgilendirildi. Telefonun insan motivasyonu üzerindeki olumsuz etkilerine dikkat çeken Kalkınç, “80 promil alkollü birisinin araç kullanırken yapmış olduğu dikkatsizlik sonucu ortaya çıkan etki ile araç kullanırken telefonla konuşan birisinin yapmış olduğu etki aynıdır” dedi. İnternet ve televizyonun çocukların zamanlarından çaldığını ifade eden Kalkınç, “Aynı şekilde çocukların beyinleri yorulur ve ders çalışmalarına engel olur. Çocukların televizyonu ve interneti boş zamanlarında kullanması gerekir. Bir saat spor yapıp iki saat ders çalışan çocuğun, spor yapmadan üç saat ders çalışan çocuktan daha başarılı olduğu ispatlanmıştır. Aile ortamında huzur yoksa çocuklar bundan çok etkilenir ve başarısız olur. Toplum içinde problemli bireyler olarak sırıtırlar. Ama aile ortamı huzurlu olan bir çocuğun durumu daha farklı olur ve bu durum başarıya da etki eder’’ diye konuştu. |
23.12.2009 |
Şiddete dayalı hak arayışı vicdanı köreltiyor MEDİCAL Park Fatih Hastanesi’nden Uzman Psikolog Sinem Demir, ‘kışkırtılırsak şiddete başvururuz’ anlayışının, antisosyal davranışlar ile kendi hukukunu oluşturmaya çalışan grupların meydana gelmesine yol açabileceği uyarısında bulundu. Demir, bu kişilerin başlangıçta şiddet için haklı gerekçeleri olduğunu düşündüğünü, sonrasında ise haklı gerekçeler oluşturmak için şiddete başvurduklarını belirtti. Demir, bu döngünün kırılmasının en önemli şartı olarak da, “Ben, kendime ve başkasına zarar vermem” düşüncesiyle hareket edilmesini gösterdi. Uzman Psikolog Sinem Demir, ‘Kışkırtılırsam şiddete başvururum” yaklaşımının her şartta şiddeti doğurduğunu belirtti. “Zarar verme eğilimi, özellikle sosyal/duygusal eğitimlerinde ‘namus, onur zedelenmesinde meşrûdur’ anlayışı ile yetişen insanlarda daha fazladır.” diyen Demir, “Ancak bu yaklaşım, korunan bir onurla sonuçlanmaz. Şiddete yönelmek için sürekli ‘onur kırıcı sebepler bulmak’ gibi bir saldırganlaşma döngüsüne yol açar. Kontrol odağını dış faktörler olarak belirlemek yerine, kendi değer yargılarına dayanarak ‘ben kendime ve başkasına zarar vermem’ gibi bir içsel-kontrol odağı oluşturmak, bu döngünün kırılmasının tek koşuludur. Aksi takdirde, her zaman yeni, şiddeti meşrûlaştıran talepler devam eder; kışkırtılmak için her zaman sebep bulunur” ifadesini kullandı. Şiddete dayanan hak-adalet arayışının vicdanî duyguları körelttiğini belirten Demir, sözlerini şöyle sürdürdü: “Böylesi bir arayışta, adalet anlayışı ve vicdan duygusu çarpıklaşmıştır, tek yönlü hale gelmiştir. Ilımlı duyguların yerini, sürekli kendini yenileyen ‘öfke-mutsuzluk-intikam’ duyguları alır.” |
23.12.2009 |