Kültür-Sanat |
Medresetü’z-Zehra için bir 100 yıl daha |
Yeni Eğitimciler Derneği tarafından “Küreselleşme Ve AB Ekseninde Eğitimimiz” konusunda düzenlenen panel Hanifi Örnek, Prof. Dr. Adil Bebek ve gazetemiz Genel Yayın Müdürü Kâzım Güleçyüz’ün katılımlarıyla gerçekleşti. Yeni Eğitimciler Derneği İstanbul Şube Başkanı Naci Tepir’in yaptığı açılış konuşmasıyla başlayan panelde Tepir, “Yeni olmakla birlikte 32 yıllık geçmişiyle Türkiye’nin en eski derneği biziz” dedi. Yeni Eğitimciler Derneği’nin vizyonunu, akıl ve kalbin aydınlığında medenî insanlar yetiştirmek için referans olmak olarak açıklayan Tepir, misyonlarını ise insanı iyi korumak, tanımak maddî-manevî değerlere sahip olan bir birey haline getirmek olarak ortaya koydu.
“Dilin genetiğinin bozulması büyük tahribatlara neden olur” Eğitimci Hanifi Örnek, “Ana Dilde Eğitim” konulu sunumunda bir millette eğitim gelişmişse, çağdaş normları kazanmışsa o milletin her noktada milletler ailesinin ulaştığı seviyelere ulaşmak için kendinde güç ve kuvvet bulabileceğini vurguladı. Lisanın çok önemli olduğunu söyleyen Örnek, “Bizim düşmanlarımız bizi bozmak için ilk önce lisana uzandılar. Onun için atalarımız demişler ki ‘Hangi eller uzanırsa kamusa, aynı eller uzanır namusa’ kamus, lügattır. Bir dilin temel yapısını bozarsanız, o zaman insanları birbiriyle anlaşamaz hale getirirsiniz. Ve burada en önemli rolü oynayan da ana dildir. Lisan insan ilişkisi çok önemlidir” şeklinde konuştu. Şu anda fıtratı bozulmuş yani Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların (GDO) gündemde olduğuna değinen Örnek, dilin genetiğinin de bozulursa çok büyük bir karmaşanın meydana geleceğine dikkat çekti. Bunun GDO’lu gıdaların insan vücuduna yaptığı tahribattan çok daha büyük tahribat yapacağının açık olduğunu söyledi.
“Ortaöğretimde isteğe bağlı Kur’ân-ı Kerim ve anlamı üzerine bir ders olmalı” Panelde masaya yatırılan diğer bir konu ise, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Adil Bebek’in ele aldığı ‘Türkiye’de Din Eğitimi’ oldu. Bazen bir kalemin, bir fırçanın, bir lider şahsiyetin, bir kurşunun çok şeyler ifade ettiğine, çok şeyleri değiştirdiğine değinen Bebek, “Dolayısıyla sizin inancınız, kalbiniz, durduğunuz yer, sağlamlığınız, hakkaniyetiniz öyle bir manşet attırır, öyle bir iş yaptırır ki siz damardan girersiniz. Önemli olan samimiyettir, şuurdur, uyanıklıktır” dedi. Cumhuriyet döneminde Kur'an kurslarının, din kültürü derslerinin, imam hatip mekteplerinin, ilahiyat fakültelerinin kapanmış olduğunu belirten Bebek, “Sonuçta toplumun din ihtiyacı karşılanacak. İhtiyaç sonrası tekrar 1949'da ilâhiyatlar, 1951’de de imam hatipler açıldı” dedi. Bebek, sonuç olarak Türkiye’de sayıdan, şekilden öze inilmesi, müfredatın doğru bir şekilde hedef belirleyerek gidebilmesi ve bugünün ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde düzenlenmesi gerektiğini kaydetti. Din İşlerinin bugün olması gereken yerde olmadığını, yapması gereken işleri yapamadığını söyleyen Bebek, çözüm önerilerini ise şöyle sıraladı: “Bugün annesini, babasını doğrayanların olduğu yerde çok daha sıkı dinî tedbirlerin alınması ve ulemayla birlikte dini doğru anlatarak, öğreterek doğru hedeflere doğru götürmek gerekiyor. Ortaöğretimde en azından isteğe bağlı Kur’ân-ı Kerim ve anlamı üzerine bir ders olması lâzım. İlâhiyat fakültelerinin üzerinde Türkiye’nin din meseleleriyle uğraşacak, kafa yoracak devlet planlama gibi bir üst kurulun olması gerekir.”
“Şark vilayetleri böyle bir üniversiteye buralardan çok daha muhtaçtır” Son panelist Yeni Asya Gazetesi Genel Yayın Müdürü Kâzım Güleçyüz, “Medresetü'z-Zehra Bağlamında Bediüzzaman Said Nursî’nin Eğitim Görüşü” başlıklı konuyu Bediüzzaman’ın Medresetü'z-Zehra projesini gerçekleştirmek için ortaya koyduğu çabalarından başlayarak ele aldı. Bediüzzaman’ın en önemli üç problemin cehalet, zaruret ve ihtilaf olduğunu söylediğini ifade eden Güleçyüz, “Şimdi hariçte düşman aramaya gerek yok. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silâhlarıyla cihat edeceğiz. Esas bizi zorlayan, bizi bu durumlara düşüren bu üç hastalığı tedavi etmek mecburiyetindeyiz. Sanat, marifet, ittifak deyince de bu saç ayaklarından en önemlisinin maarif yani eğitim olduğunu, Medresetüz-Zehra projesini de bu kapsamda geliştirdiğini söyleyebiliriz” dedi. Bediüzzaman bu teşhisi yaptıktan sonra 1908’de İstanbul’a gelerek Medresetü'z-Zehra adını verdiği üniversite projesini o zaman tahtta olan Sultan ikinci Abdülhamid’e iletmek istediğini aktaran Güleçyüz, o dönemde Bediüzzaman’ın projeyi gerçekleştirmek için yaşadığı olayları da özetledi. 1908’den itibaren hayatının son demlerine kadar Bediüzzaman Said Nursi’nin bu projenin takipçisi olduğunu vurgulayan Güleçyüz, 1923’ten sonra tek parti rejimine girmiş olan Türkiye’de bu proje dahil birçok şeyin yapılmasının imkânsızlaştığını kaydetti.
Medresetüz-Zehra manen inşa edildi Güleçyüz, Bediüzzaman’ın hayatında Şeyh Said İsyanı bahane edilerek sürgünlerin başladığını belirtti. Risale-i Nur Külliyatı’nın sürgün hayatındayken yazılmaya başlandığını ifade eden Güleçyüz, “Bediüzzaman yıllar içerisinde bu eserler sayesinde manevî üniversite inşa ediyor. Medresetü'z-Zehra’yı maddeten inşa edememiş olsa da manen bütün dünyada şubeleri olan uluslararası ve benzeri olmayan gönüllülük esasıyla işleyen o üniversiteyi inşa etmeye muvaffak oluyor” şeklinde konuştu. Bediüzzaman’ın bitmek tükenmek bir istekle bu projenin peşinde olduğunun altını çizen Güleçyüz, tek parti döneminin sona erdiği 1950’den sonra daha millet iradesine dayanan demokratik hükümet iş başına gelince Bediüzzaman dönemin Reis-i Cumhur’una, Başbakan’ına mektuplar yazarak Bediüzzaman’ın, ‘Ben Osmanlı’nın son döneminde bir proje hazırladım. Padişahların gündemine getirdim. Şu aşamalardan geçti ve bazı engellerden dolayı neticeye ulaştırılamadı. Ama tekrar bu projeyi sizin gündeminize getiriyorum. Bu projeyi ihya edelim’ dediğini kaydetti. “Bu gerçekten Bediüzzaman’ın orijinal bir tarafıdır” diyen Güleçyüz, “1955’lere kadar doğuda hiçbir üniversite yok. İlk doğu üniversitesi Erzurum’da açılıyor. Bunu büyük bir heyecan ve takdir ifadeleriyle Bediüzzaman destekliyor. Tabiî müfredat ve eğitim programları olarak onun istediği mânâda olduğunu söylemek mümkün değil” dedi.
“Bu proje 100 sene sonra hâlâ tazeliğini muhafaza ediyor” Güleçyüz, Bediüzzaman’ın üniversiteyle ilgili hedeflerini Bayar’la Menderes’e yazmış olduğu mektuplarda ifade ettiğini dile getirdi. Güleçyüz, mektuplarda yazan ve hedeflenen bir başka meselenin ‘Felsefe fünunu ile ulum-u diniye barışsın’ olduğuna dikkati çekerek, “Yani felsefe kaynaklı aklî ilimlerle, modern ilimlerle dinî ilimler barışsın. Buradaki verilecek olan eğitim ile felsefeyle dinî barıştıracak bir netice ortaya çıksın” dedi. Güleçyüz, bununla çok yakından bağlantılı bir başka neticenin ise, ‘Avrupa medeniyeti İslâmiyet hakikatleriyle barışsın’ olduğunu ve yine içeride getireceği çok önemli neticelerden birisinin de, ‘Anadolu’daki ehl-i mektep ve ehl-i medrese birbirine yardımcı olarak ittifak etsin’ olduğunu kaydetti. Güleçyüz, “Bediüzzaman; mektep, medrese ve tekkeyi bir potada eriterek, kaynaştırarak dört başı mahmur insan modelini yetiştirebilecek bir eğitim anlayışını ortaya koyuyor” dedi. Bediüzzaman’ın Medresetü'z-Zehra projesinin 100 sene önce çok taze bir proje olarak gündemde olduğunu belirten Güleçyüz, “Bu proje 100 sene sonra hâlâ tazeliğini muhafaza ediyor” diye konuştu. Güleçyüz, “Proje 100 sene önce hayata geçirilmiş olsaydı, bugün çok farklı bir Türkiye, Ortadoğu, Asya, Afrika ve dünya manzarasıyla karşılaşabilirdik. Bu 50 sene önce bile hayata geçmiş olsaydı ne Irak işgalleri, diktatörlükler, terör fitnesi olurdu. Burada farklı ülkelerden gelerek birlikte okuyan çocuklar ülkelerine döndüklerinde uluslar arası boyutla çok farklı tablolar ortaya koyabilirlerdi. Şimdi Suriye’yle ilişkileri geliştirdik herkes ne kadar memnun oldu, ama bu seneye kalmalı mıydı?” diye sordu. Bediüzzaman’ın bu projeyi ‘Münazarat’ eserinde finans kaynakları nasıl temin edilecek, eğitim kadroları nasıl olacak, ders dilleri ne olacak hepsini ortaya koymuş olduğunu ifade eden Güleçyüz, “Sırf Kürtçe yasağına takılarak ne kadar seneler kaybettik. Hâlbuki Bediüzzaman 100 sene önce dil konusunda ‘Arapça vacip, Türkçe lâzım, Kürtçe caizdir’ dedi” şeklinde konuştu. Panel sonunda ‘hangi kurumların Medresetü'z-Zehra’nın kurulmasında muhataptır’ şeklinde yöneltilen bir soruya Güleçyüz’ün cevabı şu şekilde oldu: “Günümüzde devlet belirleyici olma özelliğini kaybetti. Artık sivil toplum önem kazandı. Buna toplum sahip çıkarsa daha sağlıklı olur.” Panel katılımcılara sunulan çiçek takdiminin ardından sona erdi. |
Gülsevil Kahriman 24.11.2009 |